TÜRK İSLÂM ÂLEMİNDE ÜÇ AYLAR VE "RAMAZAN ALGISI" Yazan: Gülsen BİLGEHAN

TÜRK İSLÂM ÂLEMİNDE ÜÇ AYLAR VE "RAMAZAN ALGISI" Yazan: Gülsen BİLGEHAN
19 Şubat 2021 - 17:45

TÜRK İSLÂM ÂLEMİNDE ÜÇ AYLAR VE “RAMAZAN ALGISI”

Gülsen BİLGEHAN

Musa Carullah Bigiyev’in “İslam ölmedi ki, ihya edelim; hastalanmadı ki, ıslah edelim; eskimedi ki, yenileyelim. Fakat özümüz öldü ihyaya muhtaçtır; özümüz hastalandı ıslaha muhtaçtır; özümüz eskidi tecdide muhtaçtır.” sözü bizde Türk İslâm âleminde “üç aylar” ve “Ramazan” algısı konusunu değerlendirmemiz gerektiği algısını oluşturdu. “Fikirlerimizi ve aklımızı, tüm boyutlarıyla hür bırakmalıyız. Her mü’minin düşünce ve mezhebine saygı göstermeliyiz. İnsanların fikirlerine muhalif olabilir veya daha fazlasını söyleyeyim, insanların fikrine düşman olabiliriz. Fakat mü’minlerin kendilerine her hâlükârda dost olmalıyız. Bir düşünceyi benimseyip benimsememe konusundaki farklı yaklaşımlardan dolayı kalplerin ayrılığı gerekmez.” ifadesi de İslâm âlemini tek yürek algısıyla kucaklayabilmemizin formülünü ortaya koyduğunu idrak ettirerek İslam inancımızın en güçlü ortak değerimiz olduğunu anlamamızı sağlamakta ve dinî inançların ayrılıklara değil, ancak birleşmemize vesile olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Musa Carullah Bigiyev, “Mukaddes bir kıbleye yönelen bütün muhtelif mezhepler, İslâm düzleminde (İslâm’ın gösterdiği istikamet üzere), dostluk ve kardeşlik sıfatıyla müşterek bir maksada yönelirlerse, ihtilaflar elbette rahmet olur.” diyerek ayrılıklara ve bu hususta fesat kaynağı olabilecek fikirlerin önüne set koyarak son noktayı koyuyor.

Bizce bütün mezhepler açısından ortak değer algımız “üç aylar” ve “Ramazan” algısıdır. Bu ortak algı etrafında ayrılıklarımıza son vermemiz gerektiğini hatırlayabiliriz.

Türk ve İslam dünyasının ortak algısı ve ortak değeri, İslamiyet’te mukaddes bir dönem olarak kabul edilen üç aylardır. Bu aylar geçmişte aynı duygularla Allah’a ibadet etmemize vesile olmuştur. Bugün de aynı duygularla “mezhep” farklılarının zenginliklerimiz olduğu görüşü ve bilinciyle ortak ama mezheplerin ayrılık sebebi olmadığını idrak etmeliyiz. Bir zamanlar Osmanlı şehri olan ancak bugün mezhep farklılığını ayrılık sebebi gören kişilerce kan pususu haline getirilen Irak, Suriye gibi topraklarda kendi geleceğini kardeşkanıyla beslemeye çalışan şeytanî çevrelere teslim olmuş liderler etrafında kümelenmiş fesat çevreleri mevcut. Umudumuz bu şehirlerin yeniden Osmanlı devletinin mirasçısı Türk ordusunun aslanları eliyle barışa, güvene ve kardeşliğe kavuşturulmasıdır.

Bu konuda en iyi örnek bizden kopmuş bu şehirlerin sınırında duran Antakya’dır. Antakya şairlerinden Sevil Mısırlıoğlu: “Yunus’un Mevlana’nın Hacı Bektaş-ı Veli’nin felsefesini içmişim. / Sevgi saygı ve görgüyle yamalı gönül bohçam / Ondandır böylesine hoşgörülü oluşu sevgimin /Kapımı açarak dünyaya / Bir lokma ekmeğimi paylaşmak isteyişim.” derken Antakya insanını ve coğrafyasını kendi inanç dünyası ve yaşayışı içinde değerlendirerek, Anadolu’nun üç sevgi eri, Yunus, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Velilerin üç sevgi öğretisiyle eğitildiğini ifade etmektedir. Anadolu erenlerinin aşk ve cezbeyle yoğrulan öğretilerini “gönül bohçam” benzetmesiyle gönlümüzü ve ruhumuzu bir ebru gibi ton ve renkleriyle, duyu, duygu ve inanç sistemiyle sardığını söylediği bu üç farklı öğretiyle, sünnî ile Alevî’yi aynı gönül potasında, aynı bakış tarzıyla ve inanç sisteminde birleştirebildiğimizi ifade ediyor. Antakya’yı hoşgörü şehri haline getiren barış ve huzur ortamında yaşatan ortak algı kardeşliğimizin harcı olarak Antakya’da tecessüm etmiş haldedir. Ancak unutulmamalıdır bu barış ortamını sağlayan irade Türk devletinin atalarından miras aldığı bir iradedir. Eğer bu iradeye imkân sağlanırsa bitişiğindeki komşu vilayetleri de aynı algıyla barış ve hoşgörü şehri haline getirebilir.

Türk iradesi Oğuz’un ifadesiyle “Kün tuğ bolgıl, kök kurıkan!” yani, ‘Güneş tuğumuz (bayrağımız) gök kubbe çadırımızın kubbesi olsun!” duasının algısına sahip bir iradedir. Bu irade Türk İslam ülküsüyle Allah’ın yarattığı her varlığı Allah’ın kutsal bir emaneti olarak görür ve Türk tasavvufî bakış açısıyla çevresindeki her varlığı Allah’ın bir parçası olarak algılar. Varlığı Allah’ın bir parçası olarak algılayan bir inançla ve üç farklı İslâm öğretisiyle Allah sevgisinde birleşen Mevlana, Yunus ve Hacı Bektaş-ı Veli’den aldığı ilhamla Türk iradesi birleşen bu bakış açısına bağlı barışı, huzuru, sevgiyi, hoşgörüyü bu şehirlere yeniden nakış nakış, gergef gergef dokuyabilir.

Mukaddes aylarımızın birincisi Recep, ikincisi Şaban, üçüncüsü de Ramazan ayıdır. Türk ve İslam âlemindeki müminlerin yine ortak algısıyla Cenâb-ı Allah’ın rahmet ve mağfiretinin bol bol tecelli ettiğine inandıkları mübarek geceler “Regâib”, “Miraç”, “Berat ve Kadir geceleri ile “Ramazan Bayramı” gibi mübarek günler de bu dönemdedir. Bu dönemde aynı huşu ile Allah’a inanan gönüller, Allah’ın huzurunda inanç sistemlerini aynı tarz ve usulde devreye sokar ve aynı inançla Allah’a dua eder. Allah’a dua ederken rahatlar ve kendini güvende ve güçlü hisseder. Bu sayede mütmain olan gönüller işlerinin yolunda gideceğine inanır. Bu konuda dini ritüeller ortaktır: Rahatlatmak için ‘Allah’, ‘Hu Allah’, ‘La ilahe illallah!’ gibi tespihatlar devreye girer. Allah sevgisinin kalplerde hissedilerek tekrarlar ile alınan yavaş ama ritmik nefesle Türk ve İslâm dünyasının insanları rahatlar. Bu aylarda rahatlayan gönüller barış ve huzur içerisinde üç ayları aynı şekilde algılarlar.

Bu nedenle bu aylar da Türk İslam âlemdeki insanlar huzur, güven ve sevgi havası içerisinde kardeşçe, dostça yaşarlar. Bu ortak değerler içerisinde huşu içinde günlerini geçiren Türk İslam âlemi kendileriyle ve çevreleriyle “İslam” kelimesinin anlamı doğrultusunda barış ve teslimiyet halinde oldukları için karıncaya bile kıyamazlar.

Regâib; kendisine rağbet olunan kıymetli şeyler, bol ihsan, çok feyiz ve bereket demektir. Regâib gecesi, Allah Azimuşşan rahmet ve mağfiretini müminler üzerine bol bol tecelli eder. Bu mübârek gece Receb-i Şerif’in ilk Cumasına rastlar ve ‘Leyle-i Regaip’ Ramazan’ın ilk müjdesidir. Şaban ayının on beşine rastlayan ‘Leyle-i Berat’ da son müjdecisidir.

Berat hesapların tasfiye ve berat edildiği yepyeni bir sayfanın açıldığı geleceğe yönelik açıldığı bir gecedir. Fahreddin er-Râzî’nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesi’nde başlar, Kadir Gecesi’nde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.

Mübarek geceleri ve günleri ile Recep, Şaban, Ramazan ayları bütün Türk dünyasının şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde ve obalarında aynı ritüellerle yaşanan ortak değerlerimiz, ortak algılarımızdır. Bu nedenle bu aylar, günler ve geceler Türk İslâm âleminde aynı şekilde dikkat ve özen gösterilen aylardır.

Özellikle Ramazan ayında camilere, minarelere ve mahyalara çok önem verilir. Böyle gecelerin şeref ve kutsiyeti verilen vaazlarla coşkuyla anlatılır, hafızlar Kur’an tilavet ederler, ilahilerle bu kutsiyete manevi bir atmosfer katarlardı. Türk İslâm âlemindeki müminler aynı inançla içten ve coşkuyla dua ve niyazlarla Allah’a terennüm eder ve yakarırlar: “Allah’ım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi ve doğruluğa azmetmeyi istiyorum. Nimetine şükretmeyi ve sana güzel bir şekilde ibadet edebilmeyi istiyorum. Doğruyu konuşan bir dil ve eğriliklerden uzak bir kalp diliyorum. Allah’ım! Senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum. Bildiğin bütün hayırları senden istiyorum. Bildiğin günahlarımdan dolayı senden bağış diliyorum.”

Şaban’ın on beşinde minarelere bağlanan mahya ipleri Ramazan’ın geldiğinin müjdecisi ve habercisidir.

Şehirlerimizdeki uzun ve kapalı çarşılarda şekerciler, kalaylı bakır reçel küplerini beyaz örtüleriyle dükkânların önüne dizerler ve her nevi numunelerini de süslü cam kavanozların içine koyarak teşhir ederlerdi.

İnanın savaş öncesi tam bir Osmanlı Türk şehri olan Halep şehri de Ramazanlarda bir zamanlar aynı heyecan ve coşkuyla minarelerinde, çarşılarında, pazarlarında evlerinde aynı coşku yaşanırdı. Peki, şimdi, şimdi neler yaşanıyor? Bu şehirler de şimdi camiler, minareler bombalanmış olduğundan mahyaları asacak minare bulabilmek mümkün değil! Bunun yerine bomba gümbürtüleriyle savaşın vahşeti yaşanıyor. Bugün bu camilerde namaz kılma, mukabele ve vaiz dinleme heyecanı yaşanmıyor. Müminlerin gönülleri dinlenen vaazlarla coşkuyla irkilmiyor. Mahyalarda “Safa geldin mübarek ramazan” kandili etrafı aydınlatamıyor.
Bir zamanlar Halep, Lazkiye ve Şam gibi Osmanlı Türk kentlerinde güllaçlar, pastırmalar, sucuklar kurdeleleriyle dükkânlarında tezyin edilirken bugün ne yazık ki edilemiyor. Kuruyemişler, rezakîler, kaysılar, erikler, fıstıklar, cevizler, bademler, fındıklar halkın gözü önünde sergilenemiyor. Sergilenecek dükkân canavar teknolojik bombalarla yerle bir edilmiş durumda. Etrafta dükkân da yok, markette her yer tarumar olmuş vaziyette. Çocukların cıvıl cıvıl oynadıkları sokaklar çöle dönmüş. Alabildiğine ıssız. Arada bir hayatta ama anasız, babasız, kardeşsiz kalmış küçücük yürekler bir lokma ekmek bile bulamıyor. Vahşi bir savaşın pençesine düşmüş bu eski Osmanlı şehirlerinde Türk İslâm âleminde aynı şekilde algılanan üç aylar” ve “Ramazan” algısı ne yazık ki şimdilerde algılanamıyor. İnanç farklılıkları ve mezhep kavgaları bu ortak algımızı ortadan kaldırmış, diyalog yönünden sağır dilsiz haline gelmişiz, bir kör döğüşün içinde çırpınıp duruyoruz.

Çeşitli mezheplerdeki eli silah tutan insanları yabancı servisler paylaşmış. Alevi’sini Rusya, Sünni’sini Amerika… Etnik kimliklere göre de paylaşılmış. Ancak her tarafa silah satan tüccarlar, değişmiyor. Aynı tekel mezhep ya da etnik kimliklerini ayırmadan herkese silah, malzeme satmaya devam ediyor. Bir zamanlar barış, hoşgörü ve Osmanlı şehri olan bu beldeler, şimdilerde kardeşkanıyla sulanıyor. Ancak bilmiyorlar ki, “Kardeşkanıyla sulanan fidanlar büyümez!”.

Türk milletinin tüm Allah dostlarını, gerektiğinde dokuz kat gökyüzüne çıkarak tanrının rahmetini yeryüzüne indirebilme, gerektiğinde yedi kat yerin dibine inerek şeytanın desisesini yeryüzüne çıkmasını engelleme yeteneğine haiz doğmuş, Yesevî geleneğine kaynaklık eden ak kam, (baksı, ozan şaman) kara kamların dua zamanıdır. Asli görevlerini şu mübarek günlerde, yaratılış amaçlarına uygun bir şekilde coşkuyla yerine getirme zamanıdır. Nefs-i mutmain seviyesinde çıkmış yüce rabbimin kendilerine şah damarlarından daha yakın olduğuna kalben inanan Allah dostlarının dua ve niyazlarıyla Türk ordusunun Arslanlarını destekleme zamanıdır.

Şimdi ateşin çemberinden geçtiğimiz bu günlerde atalarımızın asırlar öncesinden seslendiği “Ey Türk titre ve kendine dön!” emri ile geleceği inançla “mutmain” seviyesinde bir inançla Allah’ın duamızı kabul edeceğinden hiç tereddüt etmeme zamanıdır. Unutmayalım, Hacı Ahmet Kayhan’ın ifadesiyle “Dua ahlaktır.

Bizlere beyan olunan bu dua, bütün insanlığın ortak malıdır.”. Ya Rabbim, zulüm altında olan tüm topraklarda Türk’ün adaleti, sevgisini, barış anlayışını yeniden hâkim kıl!

“Allah’ım!
Lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürelim;
Bölücü değil, bağdaştırıcı, birleştirici olabilelim.
Nefret olan yere sevgi,
Yaralanma olan yere affedicilik,
Kuşku olan yere inanç,
Ümitsizlik olan yere ümit,
Karanlık olan yere aydınlık
Ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı bize lütfet.”
“Allah’ım!
Kusurları gören değil, kusurları örtenlerden;
Teselli arayanlardan değil, teselli edenlerden;
Anlayış bekleyenlerden değil, anlayış gösterenlerden;
Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil,
Sevenlerden olmamıza yardım et.
Yağmur gibi hiçbir şey ayırt etmeyip
Aktığı her yere canlılık bahşedenlerden,
Güneş gibi hiç bir şey ayırt etmeyip
Işığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan,
Toprak gibi her şey üstüne bastığı halde
Hiçbir şeyini esirgemeyip
Nimetlerini herkese verenlerden,
Ve gece gibi bütün ayıpları sarıp örten,
Âlemin dinlenmesine imkân hazırlayanlardan olma Bize lütfet.
Alan değil veren ellerin,
Affedici olduğu için affedilenlerin,
Hak ile doğan,
Hak ile yaşayan ve Hak ile ölenlerin
Ve sonsuz yaşamda yeniden doğanların
Safına katılmayı bizlere nasip eyle.
Âmin!”

KAYNAK: http://www.erciyesdergisi.com/Images/pdfler/474_haziran_2017-4.pdf?fbclid=IwAR1gj4PwOUPf5Qa-D-ddtoP94Vh-PBfKcryUd8ZeWGjWFqk56ifXnIQMAJg


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum