Tebriz Müzesinde Bulunan Balbal Formundaki Heykellerin Türk Tarihi Açısından Önemi

Tebriz Müzesinde Bulunan Balbal Formundaki Heykellerin Türk Tarihi Açısından Önemi
20 Aralık 2019 - 19:16

Tebriz Araştırmaları Enstitüsü olarak YÖK tarafından yayım izni verilen ve PDF’si bulunan “İran Türklüğü ve Azerbaycan Türkleri” konulu tezler üzerine bir çalışma başlattık. Çalışmamızın amacı İran Türklüğü ve Azerbaycan Türkleri hakkındaki materyalleri geniş kitlelere ulaştırabilmektir. Bu çalışma doğrultusunda İran Türklüğü ve Azerbaycan Türkleri konulu kitap, makale, tez, dergi ve çeşitli belgeler siz değerli okuyucularımıza konu bütünlüğü korunarak özet şeklinde sunulacaktır

YILMAZ, Adil (2012), Tebriz Azerbaycan Müzesinde Bulunan Balbal Formundaki Heykellerin Türk Tarihi Açısından Önemi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi SBE, Tarih Ana Bilim Dalı Genel Türk Tarihi Programı, Yüksek Lisans Tezi.

Tarihi Azerbaycan ülkesinin güney kısmını da içerisine alan İran toprakları, tarihin en eski dönemlerinden beri doğu-batı arasında bir geçiş alanı oluşturmuştur. Özellikle Asya’nın içlerinden gelen Bozkır kökenli halkların batı ve güneydeki yerleşik uygarlıklarla ilk defa temas kurdukları topraklar buralardır. Bu halkların bazıları gelip geçici olmuşlarken, bir kısmı da bölgeye yerleşmiş ve çoğu araştırmacıya göre, günümüz Azerbaycan Türklerinin ilk çekirdeğini oluşturmuşlardır. Bu şekilde bakıldığında, bölgedeki Türk varlığının yaklaşık olarak 2.800 yıldan beri kesintisiz olarak sürdüğünü söyleyebiliriz.

Bu şekilde bölgeye gelen Bozkır kökenli grupların bölgede hangi izleri bıraktıkları ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Farklı devletlerin egemenliği süresince, bu halkların kendi kültürlerini yaşatıp yaşatmadıkları, yazılı belge bulunamadığından bir soru işaretidir. Yazılı belgenin olmadığı yerde arkeolojik verilere bakmak gerekir ancak bölgenin Türk arkeologların bakış açılarının dışında olması ve sürekli değişen siyasal durum neticesi bölgede araştırma yapmak çok zordur. 

Tebriz Arkeoloji Müzesi’nde bulunan Balbal Motifli Heykelleri araştırdığımız bu çalışmada, hem bölgedeki balbal motiflerinin en erken örnekleri hem de bölgenin Bozkır kökenli halklarla olan ilişkileri incelenmiştir. Bu şekilde, çalışmamızda hem tarih hem de arkeolojik anlamda yeni bir bakış açısı getirmeye çalışılmıştır. Çalışmamıza konu olan balballarla birlikte, aynı zamanda İran topraklarının her tarafında bulunan kaya resimleri ve İran müzelerinde sergilenen döneme ait diğer eserlerin (özellikle seramik eserler) incelenmesiyle Türklerin gerek bölgedeki gerekse genel tarihleri açısından yepyeni bir durum ortaya çıkacaktır. Bu da bölgedeki Türk tarihini, en az 1.000 yıl geriye çekecektir.

Türk mezar geleneğinin en belirleyici unsurlarından bir tanesi olan Balballar, kurgan yakınlarına dikilen düşman heykelleridir. Bu heykeller, tarih boyunca Türklerin gittiği hemen bütün topraklarda görülmektedir. Türklerin ana yurdu olan Orta Asya bölgelerinde, en erken örneklerine M.S. 5. yy’dan itibaren görülen Balbalların, ikonografik ve işlevsel kökenleri daha batıdadır. Balbalların daha erken örneklerine Doğu Avrupa’da İskit ülkesinde rastlanmaktadır. Ayrıca Türkiye’de Hakkari’de, Azerbaycan, Ermenistan ve İran’da da benzer örnekler vardır.

İran’da, Tebriz Müzesi’nde sergilenen heykeller M.Ö. 1. bin yılın ortalarına tarihlenmektedir. Bu tarih, bölgede Med İmparatorluğunun egemen olduğu dönemdir. Hint-Avrupa kökenli olmayan bu devletin bölgedeki bozkırlı göçebelerle iyi ilişkileri vardır. Özellikle Kimmer ve İskitlerle çok sıkı ilişkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu yüzden Anadolu’dan çıkartılan KimmerlerMed topraklarına yerleşmişlerdir. Tebriz Müzesi’ndeki balballar bu yerleşimin izlerini taşımaktadır. Ancak Kimmerler burada kalmamış, Medlerin yıkılıp Perslerin başa geçmesi üzerine İran ve Maveraünnehr üzerinden geçerek Altay bölgesine yerleşmişlerdir. Bu yerleşim sonrasında, bölgeye yeni bir tip kurgan getirmişlerdir. Pazırık Bölgesi kurganları bu tipin önemli bir göstergesidir.

Atlı bir bozkır kavmi olan Türkler, Tarihin bilinen devirlerinde Asya’nın merkezindeki ana yurtlarından çıkarak eski Dünya’nın dört bir yanına yayılmışlardır. Gerek tarihi veriler, gerekse çeşitli dil bakiyeleri yardımıyla bunların izleri takip edilebilmektedir. Ancak, yazılı veriler olmadığı için tarih döneminden önceki verilere ulaşılamamaktadır. Yazılı verilerin bulunmadığı durumlarda arkeolojik buluntular yardımıyla tarihleme yapılması dünyada genel olarak uygulana gelen bir yöntemdir. Ancak gerek tarihi Türk coğrafyasının çok büyük ve birbirinden kopuk alanlarda meydana geldiği yönündeki görüşler, gerek siyasi ve sosyal şartlar, gerekse de Türkiye’de bu yönde çalışma yapabilecek kişilerin şimdiye dek çıkmamış olması dolayısıyla konu hakkında yeterli çalışma yapılamamıştır. 1990’lı yılların başlarına kadar durum bir ölçüde mazur görülebilir. Türklüğün doğduğu ve dünyaya yayılmaya başladığı kabul edilen toprakların hemen tamamının Sovyetler Birliği ve müttefiki olan ülkelerin topraklarında bulunması nedeni ile Türkiye’den herhangi bir araştırmacının adı geçen ülkelere gidip araştırma yapmaları üzerinde çok çeşitli zorluklar bulunmaktaydı. Ancak, SSCB’nin dağılması ile birlikte bağımsızlıklarına kavuşan ve içlerinden 5’i tam bağımsız olan Türk Devletlerinin topraklarında, son 20 yıldır genel bir araştırma yapılmaması Türk arkeolojisinin en büyük eksiklerinden bir tanesini oluşturmaktadır.

Pek çok arkeolog için Mezopotamya, Anadolu ve Suriye dışındaki Asya topraklarının tamamı arkeolojik bakımdan bilinmez durumunu korumaktadır. Türkiye’de durum bu yöndeyken Alman, Fransız, İngiliz, Amerikalı, Japon ve hatta Koreli bilim adamları tarafından Asya’nın her tarafında heykel, mimari, kaya resmi gibi çeşitli alanlarda çalışmalar durmaksızın yapılmaktadır.

Arkeologların bu ilgisizliği, konuyu tamamen amatör, arkeoloji ya da tarih eğitimi almamış olan isimlerin kanıtsız ve gerçeklikten uzak bir biçimde yazdıkları popüler yayınların çoğalmasına ve insanların gerçeği öğrenmelerine engel olmuştur.

Benzeri şekilde, yapılan literatür taraması sonucunda İran’da da konuyla alakalı araştırmaların yapılmadığı görülmüştür. Bizce bunun en önemli nedeni, İran hükümetinin politik tavrıdır. Çeşitli kaynakların verdiği bilgilere göre İran nüfusunun yaklaşık olarak % 50’ye yakını Azerbaycanlı, Türkmen ve Kaşkay kökenli Türklerden oluşmaktadır. İran hükümeti, bu Türklerin bölgeye 1040 Dandanakan Savaşı sonrasında bölgeye hakim olan Selçuklular zamanında yerleştiklerini ileri sürmektedir. İran’ın resmi politikası bu yönde olup belirtilen tarihten önce İran coğrafyasında Türklerin hiçbir zaman yerleşmedikleri, hatta Türk nüfusunun çoğunun 13. yy’da bölgeye egemen olan İlhanlı Hanedanı döneminde dilleri zorla Türkçeleştirilen Farslar olduklarını da söylemektedirler. Bu siyasi bakış açısından dolayı, İran’da Türklerin eski tarihi ile ilgili bir araştırma yapılması neredeyse olanaksız hale gelmiştir.

1. MEZAR GELENEĞİ VE BALBALLAR

 1.1. Kurgan ve Mezar Geleneği:

“Balbal nedir” sorusuna cevap vermeden evvel, öncelikle Balbalların dikildiği anıt mezar niteliğindeki “kurgan”ıntanımını vermemiz gerekmektedir.

Kısaca kurgan, asil soydan olanların anıt mezarıdır. Zaman ve coğrafyaya göre değişen defin şekillerine (gömme, yakma, mumyalama) göre bu anıt mezarların iç yapıları da değişim gösteriyor olmakla birlikte, yine de genel olarak aynı özellikleri göstermektedir. Oluşturulan mezar odası üzerine taş ve toprak yığınları kapatılarak mezarın üstü kapatılmaktadır.

Kurganların yapıldıkları alan kutsal ve yasak bir alanlardır. Bu yüzden de insanlardan uzak alanlarda bulunmaktadır. Bu alanlara girmek yasaklanmıştı ve girenler şiddetle cezalandırılmaktaydı. Bu türden kurganlara, Asya ve Avrupa’nın Bozkır bölgelerinde, ana yolların içerilerinde, düşmanların ve belki de bütün halkın erişemeyecekleri kadar uzakta bulunan ücra noktalarda rastlanılmaktadır.

1.2. Balbal Nedir?

“Balbal” sözüne ilk olarak M.S. 7. yy’a ait Ongin, Orkun ve Uybat IV yazıtlarında rastlanılmaktadır. Burada “balbal yapmak (balballaştırmak)” tabiri geçmektedir. Bu söz çalışmamızın bundan sonraki kısmında da ana ekseni oluşturacaktır. Buna göre “balbal”, ölen kişiye “öteki dünya”da hizmet edecek ve koruyacak olan, bu dünyada öldürdüğü düşmanlarıdır. Ancak bazı araştırmacılar balbalların bu tarz bir inanışa yönelik olarak yapılmadığı, yalnızca mezarlara gelen ziyaretçilerin atlarını bağlamak üzere kullanıldıklarını ileri sürmüştür. Ancak bu görüşte taş balbalların üzerlerinde bulunan ikonografinin anlatımı havada kalmaktadır.

Buna rağmen, özellikle Bozkır coğrafyasında çeşitli şekillerde (bilimsel araştırmalar, kaçak kazılar vb.) ele geçirilen ve çok sayıda ülkenin müzesinde sergilenen heykeltıraşlık eserlerinden hangisinin “balbal” tanımına girdiği sorusu tam olarak cevaplandırılamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, bu eserlerin çoğunun nereden geldiğinin bilinmemesidir. Etrafta kurgan ya da mezar olup olmadığı bilinemediğinden bunların isimlendirilmesi de kolaylıkla yapılamamaktadır. Ayrıca “balbal”ın tam olarak ne olduğu sorusu da şimdiye dek cevaplanabilmiş değildir.

Araştırmalarda sadece “balbal”ın nerede bulunduğu üzerine yoğunlaşılmıştır. Balballar üzerinde bulunan ikonografinin anlatımı ve işlevsel durumuna fazla değinilmemiştir.

Tarihi Türk coğrafyasında ele geçen balbalların bir kısmının kafaları kırılmıştır. Her ne kadar bazı araştırmacılar bu kafaların kırılması olayının kafatası kültüyle ilgili olduğunu söyleseler de bir büyük hükümdarın mezar yapısı etrafında, kafa kısmı böyle gelişigüzel şekilde kırılmış heykellerin olmaması gerekir. Bu nedenle, eski mağlupların, öldürülüp balbal edilen atalarının ruhlarını esaretten kurtarmak için, ilerleyen zamanlarda kurganın etrafındaki balbalların kafalarını kırmış olmaları daha akla yatkındır. Çünkü bilinmektedir ki, o dönemde hayatın özünün (ruh) kafatasında saklandığına inanılmaktadır.

1.3. Balbal’ın İkonografik Tanımı:

Yukarıdaki satırlarda da belirttiğimiz gibi, “Balbal” mezar sahibine öteki dünyada hizmet etmek üzere ve aynı zamanda mezar sahibini, öteki dünyada (geç dönemlerde uçmak) korumak üzere dikilen taş eserler olarak geçmektedir.

Kaynaklar, balbalın iki ana işlevi olduğunu göstermektedir. Birincisi: Mezarı ve mezarın içinde bulunanları bu dünyada olacak herhangi bir saldırıya karşı korumak ve ayrıca mezar sahibine ruhlar dünyasında koruyuculuk yapmak; ikincisi ise buna bağlantılı olarak mezar sahibine hizmet etmektir. Bu iki ana işlev doğrultusunda mezarda bulunan ölünün öteki dünyadaki koruyucuları ve hizmetçileri olarak düşünülen balbalların, mezar sahibine hizmet etmelerinin sonsuza dek devam edebilmesi için belden aşağı kısımları işlenmeden bırakılmıştır.

Balbalların işlevselliği ile ilgili olarak değinmemiz gereken üçüncü bir durumsa kurgan=mezar sahibinin ne kadar kahraman ve önemli bir kişi olduğunu göstermesidir. Ancak bu öteki dünya ile ilgili olmaktan ziyade bu dünya ile ilgili bir durumdur.

İkonografik açıdan baktığımızda, her balbalın üzerinde iki ana hareket görmekteyiz:

a.Belde bulunan  bir kılıcı kabzasından tutmak:

Bu motif, en erken dönemden başlayarak istisnasız bütün balbal tiplerinde görülmektedir. Dönemsel olarak, kullanılan kılıcın yapısında değişiklikler olsa da ana öğe olarak elde kılıç kabzası tutmak, bütün balballarda görülmektedir.İkonografik olarak elde kılıç taşımak, mezar sahibinin koruyuculuğunu göstermektedir.

1. Diğer elde bir kap tutmak:

Bütün “balbal”larda görülen bu motifin, ikonografik anlatımı, balbalın mezar sahibinin hizmetçisi olduğunun gösterilmesidir. Hem silah tutma hem de kap tutmanın bulunması ise, “balbal”ın mezar sahibinin koruyucusu ve hizmetçisi olduğunu gösterir. Ancak bazı bölgelerdeki balballarda, figürün yalnızca elinde kap tutar şekilde betimlendiği de gözlemlenmiştir. Bu türden balballar, özellikle Karadeniz’in kuzeyinde ve Kuzey Kafkasya’da görülmektedir. Bu balballar Kuman dönemine, yani M.S. 11-13. yy’a tarihlendirilmişlerdir. 

Genel kanı, bu motifin Mezopotamya, öncelikle de Sümer döneminde görüldüğü, yani Sümer kökenli olduğu yönündedir. Ancak yaptığımız çalışma sırasında, Sümer dönemine ait sadece 2 (iki) örneğe rastlanmış olması şaşırtıcıdır. Bulunan bu her iki örnek de pişmiş topraktan yapılmış figürinlerdir. İncelendiği zaman, bu figürinlerde görülen kap taşıma motifinin, ikonografik olarak da balballardan ayrılık gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu örneklerde elde kap tutan motif, tanrılara sunu yaparken betimlenmişlerdir. Bu da ölen kişiye hizmet etmek amacıyla yapıldıklarına inanılan balbalların işlevsellikleriyle bir ilgilerinin bulunmadığını göstermektedir.

Balballardaki motife en yakın şekil M.Ö. 22. yy’a ait olanGuti Kralı Gudea’ya ait heykelciktir. Yaklaşık boyutu 32 cm olan ve halen Fransa’da Louvre Müzesi’nde bulunan bu heykelciğin elinde bir kap ve kaptan çıkan sular betimlenmiştir. Kaptan çıkan bu motifler, arkeologlar tarafından “Dicle ve Fırat” nehirlerini temsil ettiği şeklinde açıklanmaktadır. Yani, kralın Dicle ile Fırat arasındaki bütün Mezopotamya topraklarına hâkim olduğunu anlatmaktadır. Dolayısıyla bu heykelciğin de balbal tipli eserlerin yapılış mantığıyla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Balballarla tipik olarak benzerlikler gösteren ilk eserler ise 2000 yılında Hakkâri şehir merkezinde bulunan ve ortalama M.Ö. 15.-12. yy’a tarihlenen, arkeoloji literatüründe “Hakkâri Stelleri” olarak bilinen dikilitaşlardır. Kimlerden kaldığı ve gerçekten ne amaçla dikildikleri bilinmiyor olsa da sonraki dönemlerde yapılmış bir mezar yapısına yakın durumda bulunmaları ve üzerlerinde bulunan motifler, bu taşların mezar amaçlı dikildiklerini ve Bozkır Kültürüyle ilişkileri olduğunu göstermektedir.

TEBRİZ KENTİ:

İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinin başkenti olan Tebriz, gerek ticari yolların kavşağında bulunması gerekse de tarihi ve stratejik önemi dolayısıyla geçmişten günümüze kadar bölgenin en önemli kenti olmuştur.

Bölgedeki ilk yerleşmeler, 100 bin ile 35. bin yıl evveline dayanmaktadır.  M.Ö. 2. bin yıl civarında ise, bölgedeki yerleşmelerin genişleyip çoğaldığı görülmektedir. Bunlar Hacı Firuz Tepesi, Jebel ve Hasanlu gibi yerleşmelerdir. Bu yerleşmelerin hepsi Urmu (Urmiye) Gölü etrafında kurulmuş olup özellikle 1960’lı yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda pek çok eser çıkartılmıştır. Çıkartılan eserlerin bir kısmı Tebriz’de büyük kısmı ise Tahran’da bulunan Ulusal Müze’de sergilenmektedir.

Şah İsmail tarafından Safevi Hanedanı’nın kurulmasıyla birlikte şehir Safevilerin başkenti olmuştur. Bunda, şehrin bölgenin en önemli şehri olmasının yanında, Safevi gücünü oluşturan en büyük gücün Anadolulu Türkmenler olmasının payı büyüktür. Osmanlı-Safevi savaşları sırasında birkaç kez Osmanlılar tarafından ele geçirilen şehir, sonraki dönemlerde başkent olma özelliğini kaybetmiş, ancak İran’daki Türk nüfus için kültürel ve siyasi olaylarda başkent olmayı sürdürmüştür. 20. yy’ın başından itibaren İran’da meydana gelen bütün devrim hareketlerinde Tebriz kenti başı çekmiştir.

Şehir bugün de, İran’ın en önemli kentlerinden birisidir.

Tebriz Azerbaycan Müzesi:

Çalışmamızda inceleyeceğimiz balbal formlu taş heykeller, Tebriz kentinde bulunan Azerbaycan Taş Eserler Müzesi’nin bahçe kısmında sergilenmektedirler.

Tebriz şehir merkezinde bulunan müze 1958 yılında yapılmıştır. Duvarlarla çevrili geniş bir bahçesi bulunan bina üç katlıdır. Binanın giriş kapısının her iki tarafında Orta çağ, büyük ihtimalle Karakoyunlu ya da Akkoyunlu dönemlerinden kalma iki adet koç biçimli mezar taşı(?) yer almaktadır. Aynı koç-koyun mezar taşlarından müzenin bahçe kısmında da bulunmaktadır.

Tebriz yakınlarındaki, önemli bir eskiçağ yerleşmesi olan Hasanlu’dan çıkan buluntuların bir kısmı da müzede sergilenmektedir. Ayrıca, İlhanlı, Safevi ve Kaçar hanedanlıkları dönemlerine ait çeşitli eşyalar da müzede sergilenmektedir. Müzenin 2.500 kitaptan oluşan bir de elyazması koleksiyonu bulunmaktadır. 

Tebriz Azerbaycan Müzesi’nde Sergilenen Balbal Formlu Heykeller:

Bahçede sergilenen eserler tiplerine göre beş kısımda incelenebilir. 

Tip A: Gerek şekil, gerekse üslup yönünden Hakkari Stelleriyle benzerlik gösteren eserlerdir. Tespitlerimize göre, bu tipe ait 3 (üç) eser sergilenmektedir. (1, 2 ve 3 numaralı eserler)

Tip B: Heykel’e oldukça yakın ama kabaca işlenmiş ve eksik durumda bulunan bu tipe ait 2 (iki) eser vardır. (4 ve 5 numaralı eserler)

Tip C: Klâsik Balbal tipine en yakın özellikleri gösteren bu tipe ait 3 (üç) örnek vardır. (6, 7 ve 8 numaralı eserler)

Tip D: Kazıma tekniğiyle, çok basitçe işlenmiş bu türe ait 1 (bir) eser tespit edilmiştir. (9 numaralı eser)

Tip E: Kabartma tekniğiyle ve özenli bir şekilde yapılmış bu türe ait de 1 (bir) örnek bulunmaktadır. (10 numaralı eser)

Müze bahçesinde bu eserler dışında da benzeri üsluba ait olduğu izlenimi veren başka bazı eserler de bulunmakla birlikte çok yıpranmış ve kırık durumda bulunan bu eserler inceleme kapsamına alınmamış ve sınıflandırmalara dahil edilmemiştir.

Heykel 1: Çalışmamıza konu olan diğer eserler gibi bu eser de M.Ö. 1. bin yıl başlarına tarihlenmektedir. Ancak tarihlemede neyin baz alındığı hususunda bir bilgi yoktur. Geniş bir taş bloğuna oyulmuş bulunan eserin özellikle alt ve yan kısımları çok aşınmıştır. Üst kısmında basitçe işlenmiş iki kolunu dirsekten kırıp göğüs kısmına götürmüş durumda bir insan kabartması vardır. Özensiz bir daire şeklinde çizilen başta, iki yuvarlak göz, özensiz şekilde yapılmış ve bir kısmı aşınmış durumda bulunan bir burun ve belli belirsiz şekilde bir ağız göze çarpmaktadır. Eser bu haliyle M.Ö. 15-12. yy’a tarihlenen “Hakkari Stelleri”ne benzemektedir. Ancak oldukça yıpranmış durumda bulunduğundan adı geçen steller gibi, çerçeve içinde bol kompozisyonlu olup olmadıkları hakkında bir fikir ileri sürülememektedir.

H-2Heykel 2: 1 ve 2 numaralı eserlerde olduğu gibi bu eserde  düzleştirilmiş doğal bir kayaya yapılmıştır. Çok kaba ve aşınmış durumdaki eserde, yalnızca yüz kısmı belirgindir. Bu eserin baş kısmı, özellikle saçlarla belirginleştirilmiştir. Saç hattı aynı zamanda hem kaşları hem de yüzün hatlarını sınırlandırmaktadır. Benzeri şekilde burun da saçların belirtildiği hatla gösterilmiştir. İnce kabartmalı yüzde en çok dikkati çeken kısım ise göz kısmıdır. Burnun her iki yanında özenle işlenen gözler iki gözbebeği ile tamamlanmıştır. Gözbebeklerinin derinliği belki de eski Mezopotamya heykelleri gibi, gözlere değerli taşların yerleştirilmiş olabileceği intibaını uyandırmaktadır. Burnun hemen altında yer alan bir ağız yüzdeki ifadeyi tamamlamaktadır.

Heykel3: Oldukça aşınmış durumda olan bu eser, bir baş ve iki tarafa açılan, oldukça basit H-3yapılmış iki koldan ibarettir. Başın üst kısmında, her iki taraftan yüze inen saçlar, aynı zamanda kaş ve burun gibi gösterilmiştir. Kaş çizgisinin hemen altında, burnun her iki yanında, iki iri ve kaba biçimlendirilmiş göz işlenmiştir. Gövdenin her iki yanında oldukça özensiz ve basitçe yapılmış iki kol görünmektedir. Ancak bu kolların ilk yapıldığında bu şekilde mi yapıldığı, yoksa sonradan kırılıp aşınarak mı bu duruma geldiği belli değildir. Ayrıca çok aşınmış durumda bulunan gövdede, sağ göğüsten sol alta doğru uzanan ve dönemin diğer örneklerine bakarak bir kılıca ait olabileceğini düşündüğümüz iki çizgi uzanmaktadır. Bu eser de diğer eser gibi “Hakkari Stelleri”ne benzer özellikler gösteriyor olmakla birlikte, özellikle ayrıntılarını anlattığımız saç stili dolayısıyla, Helenistik Dönem Albanyastelleriyle de benzerlikleri vardır.

Heykel4: Oldukça küçük boyutlardaki bu eser, basit ve kaba şekilde işlenmiştir. Heykel4: Yük: 40 cm. Gen: 25 cm Aşınmış durumdaki başta oldukça iri ve kaba burun dışında bir şey işlenmemiştir. İki tarafa açılmış durumda yapılan kollar ve eller çok küçük ve özensizdir. Kolların uçlarında parmak özelliğini gösteren özensiz çizgiler bulunmaktadır. Bel kısmında birbirine paralel şekilde uzanan iki kuşak dikkati çekmektedir. Eserin belden aşağısı işlenmeden bırakılmıştır. 

Heykel5: Bundan önceki eserlere nazaran daha özenli şekilde yapılmış bulunan bu eser, bir baş ve gövdeden ibarettir. Kaba ve soyut özellikler gösteren baş kısmında, iki derin göz boşluğu ve özenle işlenmiş bir burun göz çarpmaktadır. Göz çukurunun üst kısmında bulunan derin bir çizgi, kaş ya da bir başlığı göstermek için çekilmiş olabilir. Ancak aşınma nedeniyle tam olarak belli değildir. Eserin boynunda, birbirlerinden derin çizgilerle ayrılmış durumda olan üç adet çizgi göze çarpmaktadır. Eserin gövde kısmında ise, iki yuvarlak halinde yalnızca göğüsler gösterilmiştir. Gerek göğüslerin olması gerekse de boyunda kolye benzeri bir betimin olması bu eserin bir kadını betimlemekte olduğunu göstermektedir.  

H-5
Heykel5: Yük: 50 cm. Gen.: 25 cm

Heykel6: Oldukça derin şekilde işlenmiş ve koniğe yakın bir özellik gösteren bu eser, balbal formuna en yakın özelliği gösteren eserlerden birisidir. 

Eser gövde ve baştan oluşmaktadır. Aşınmış durumdaki baş kısmının tepesinde saç yahut takke tipi bir başlık bulunmaktadır. Yüz hatlarını belirlemek için yapılmış olan çizgi, belki de bir sakal göstergesidir. Gözler işlenmemiş olup iki derin göz çukuruyla belirginleştirilmiştir. Göz çukurlarının devamıysa ortada burnu betimlemektedir.

Gövdenin her iki yanında bulunan ve basitçe işlenmiş olan eller, avuç içleri gövdeye dönük şekilde göğüslere yakın kısımda birleştirilmiştir. Bel kısmında bir kuşak ve kuşağa bağlı bir kılıç göze çarpmaktadır. 

Eserin en ilginç kısmı ise karın kısmında bulunan iki insan(?) betimidir. Ayakta ve elele tutuşur vaziyette olan iki figürün tam olarak neyi anlattığı anlaşılamamıştır. Eserin belden aşağı kısmı işlenmeden bırakılmıştır.

Heykel6: Yük: 70 cm.Gen: 45 cm.

Heykel7: İncelediğimiz eserler içerisinde balbal benzeri olan eserlerden bir diğeri de bu eserdir. Eser gövde ve baştan ibarettir. Sağa doğru hafif eğik şekilde bulunan baş kısmında göz çukurları ve burun aynı hat üzerinde betimlenmiştir.  Bu şekilde belli edilen göz çukurları dışında, ayrıca bir göz şekli çizilmemiştir. Burnun altında, belli belirsiz durumda bulunan ağız, yüze ölüm ifadesi vermiştir. 

Kalın işlenmiş bir boynun hemen altında gövde başlamaktadır. Gövdenin her iki yanında omuz kısmının hemen altından başlayan kollar oldukça basit işlenmiştir. Dirseğe doğru gövdenin önüne uzanan kollar, göğüs kısmında yukarıya doğru kıvrılarak, yine basit şekilde işlenmiş olan ellerle birleşmektedir. Gövdenin hemen sağ tarafında kılıç benzeri ancak yine özensiz şekilde ince uzun bir tarzda işlenmiş durumda olan bir silah bulunmaktadır. Silah bele çapraz olarak bağlanmaktadır. Gövdenin bel kısmını, oldukça kalın bir şekilde işlenmiş olan bir kuşak benzeri hat belirlemektedir. Bu eserin de belden aşağı kısmı işlenmemiş durumdadır. Eserin el, kol ve silah kısımlarına gövdenin diğer kısımlarından ayırmak için derinlik verilmeye çalışılmıştır. 

Heykel7: Yük: 80 cm. Gen: 30 cm.
Heykel7: Yük: 80 cm. Gen: 30 cm.

Heykel8: İncelediğimiz bu eser de diğerleri gibi iki ana kısımdan oluşmaktadır. Baş kısmı diğerlerine nazaran daha düzgün yapılmıştır. Ancak yer yer aşınmalar görülmektedir. Göz çukurlarını belirten çizgi ve burun çizgisi diğer eserlerde olduğu gibi tek bir çizgidir. Göz çukurlarının ortasında birer yuvarlak delik göze çarpmaktadır. Bu delikler, belki de erken dönem Mezopotamya heykellerinde olduğu gibi değerli taşlarla süslenmiştir. Burnun alt tarafında bulunan ağız kısmı, esere belli belirsiz bir tebessüm duygusu vermiştir. 

Nispeten düzgün işlenmiş boyun kısmından sonra gövdeye geçilmiştir. Gövdenin her iki yanından aşağıya doğru inen ve özensiz şekilde işlenmiş olan kollar dirsek kısmından kırılarak göğse yönelmektedir. Eserin sol eli aşınma dolayısıyla yokolmuştur. Ancak sağ el avuç içi içeri gelecek şekilde göğsü kavramaktadır. Gövde kısmı, ince bir kuşakla sınırlandırılmıştır. Gövdenin ortasından sola doğru inen bir kılıç da bu kuşakta takılıdır. Eserin belden aşağı kısmı işlenmemiştir.

 

Heykel8: Yük: 60 cm. Gen: 25 cm.
Heykel8: Yük: 60 cm. Gen: 25 cm.

Heykel9: Diğerlerinden farklılık arz eden bu stel, sonradan düzleştirilmiş doğal bir kaya üzerine ve oldukça basit olarak kazılmıştır. Taşın üst kısmında, kazıma tekniğiyle işlenmiş bir savaşçı, alt kısmında ise iki farklı şekil bulunmaktadır. Sol elinde bir kılıç taşıyan savaşçının başlığından bir Frig

savaşçısı olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür başlık M.Ö. 2. bin yılda, Yunanistan anakarasında bulunan Miken şehri uygarlığında görülmüştür. Ayrıca Yunan anakarasında Sparta’da ve Traklar arasında da kulandıldığı bilinmektedir. Ancak, Anadolu’daki örnekleri Friglere aittir. Bu başlık, Friglerin ayırt edici özelliğidir. Bu durumda belki de, Friglerle savaşan Kimmerlerin, sonraki dönemde 

Anadolu’dan çekilip doğuya doğru çekildikleri dönemde yapılmış olması olasılığı vardır. Her ne kadar çizimlerin çok basitolmasından dolayı sağlıklı bir sonuca ulaşılamıyor olsa da, savaşçının elinde taşıdığı kılıç da Frig ve genel anlamda Batı dünyasındaki yaya askerlerinin taşıdığı kılıçlara benzemektedir. Ancak benzeri şekilde kısa ve enli kılıçlara daha önceki dönemlerde İran coğrafyasında rastlanmaktadır. Özellikle M.Ö. 2. bin yıla ait Luristan ve Marlık bölgelerinde kullanılan kılıçlara benzemektedir.

Savaşçı figürünün altında bulunan ilk figür dörde bulunmuş daire motifidir. Bu motifin altında ise, swastika’ya benzeyen ama aşınma nedeniyle formu tam olarak belirlenemeyen bir şekil daha bulunmaktadır. Bu şekil de, bazı Frig kabartmalarında ve seramiklerinde görülmektedir.

 

Heykel9: Yük: 65 cm. Gen: 30 cm.
Heykel9: Yük: 65 cm. Gen: 30 cm.

Heykel10: İncelediğimiz eserler içerisinde, en özenli çalışılmış olan ve tam olarak elimizde bulunan eser budur. Eser, kabaca dörtgen şeklindeki yassı bir kayanın işlenmesiyle oluşturulmuştur. İki ana bölümden oluşur. Başında bir başlık bulunmaktadır. Bu türden başlıklar, Perslerin en karakteristik özelliklerindendir. Yüzü ve bütün başı çevreleyen bu başlık, Pers dönemini gösteren bütün eserlerde görülmektedir.  Özellikle, imparatora bağlı özel birlikler olan “Ölümsüzler”in kıyafetleri bu şekildeydi. Başlığın iç kısmında, yüzü betimlemek için derinliği vermek üzere, uzun bir dörtgen çizilmiş, dörtgenin üzerineyse iki göz, burun ve ağız betimlenmiştir. Başlığın alt kısmı, aynı zamanda başla gövde arasındaki çizgiyi belirtmektedir.Gövdenin omuz kısımlarından çıkan iki kol, bel hizasına kadar inmektedir. Burada, dirsek kıvrımını verip göğüslere doğru yükselmektedir. Sol el, sağ ele oranla daha yukarıdadır.  

Eserin bel kısmında bir kuşak bulunmakta ve bütün ön yüzü çevrelemektedir. Gövdenin orta kısmında, kuşağa çarpraz şekilde sokulmuş durumda bir kılıç görülmektedir. Ancak eserin belden aşağı kısmı işlenmediğinden, kılıcın da uç kısmı işlenmemiştir. Fakat kabza kısmına

Heykel10: Yük: 50 cm. Gen: 50 cm.
Heykel10: Yük: 50 cm. Gen: 50 cm.

bakarsak diğer kılıçlara benzemediği fark edilmektedir. Bu değerli bir kılıç olduğunu gösterir. Pers-Akameni dönemine ait benzeri kılıçlardan birisi bugün Tahran Ulusal Müzesinde sergilenmektedir. Böyle değerli bir kılıcı taşıyan kişinin de önemli birisi olacağı düşünülürse bu savaşçının Perslerin Ölümsüzler Birliğinden olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Böylece bu savaşçının neden balbal durumunda resmedildiğini de çözümlemiş oluruz. Zira biliyoruz ki, yalnızca kahraman ve önemli düşmanlar balbal yapılır.

…..

….

KARŞILAŞTIRMA:

Çalışmamızın bundan önceki bölümünde araştırmamıza konu olan eserleri tanıtmıştık. Bu bölümde ise bu eserlerin diğer heykeltıraşlık eserleri ve balballarla olan mukayesesine geçeceğiz.

Yük: 155 cm. Gen.: 56 cm. Kal: 20 cm. B. Yeri: Bilecik-Vezirhan
Yük: 155 cm. Gen.: 56 cm. Kal: 20 cm.
B. Yeri: Bilecik-Vezirhan

Adak Steli: Bu stel halen, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Trakya-Bitinya Bölümü’nde sergilenmekte olup Envanter Numarası: 6219 ve 71.27’dir. Orta kısmı geniş, alt ve üst tarafları ovalleşen bir taş üzerine yapılmıştır. Stel’de, birbirinden bağımsız üçsahne ve alt kısmında ise Frigce ve Helen alfabeleriyle iki farklı yazıt yer almaktadır.

Stelin en üst kısmında bulunan sahnede, ortada kolları dirseklerinden kırık bir şekilde havaya kalkmış olan bir figür yer almaktadır. Figürün her iki omzunda iki yırtıcı kuş (şahin?) ve her iki yanındaysa, oturur vaziyette iki adet aslan resmedilmiştir. Figürün başından sağa ve sola doğru açılan toplam dokuz adet yaprak çıkmaktadır. 

Stelin ortasındaki sahnede sağ ve solda oturan iki figür vardır. Bu figürlerden soldaki kadın, sağdaki ise erkek figürüdür. Her iki figürün de bir elleri havada ve açık, diğer elleriyse, önlerinde bulunan masa benzeri bir eşyanın üzerinde bulunmaktadır.  Ayrıca bu sahnede dikkati çeken hususlardan bir tanesi de, oturur durumda bulunan her iki figürün de arkalarında, daha küçük birer figürün daha gösterilmiş olmasıdır. Bu her iki figür de, diğerlerine nazaran farklı fizyonomide gösterilmiştir. Bu da onların çocuk ya da her iki ferdin ruhu olduklarını gösterebilir. Sahnenin sağ alt tarafında, en alttaki sahneye yakın bir kısımda ise, üzerinde doğuya has giysileri bulunan, başında bir başlık yer alan ve elinde bir nesne tutan bir figür görülmektedir. Ancak bu figürün durumu tam açık değildir.

En alttaki sahnede, genellikle Klâsik Helen dünyası mezar stellerinde görmeye alışkın olduğumuz bir sahne olan “yaban domuzu avı” sahnesi yer almaktadır. Sahnenin ortasında ana figür olarak yer alan bir atlı, sol eliyle atını tutmakta, sağ eliyleyse elindeki mızrağı ilerisindeki yaban domuzuna atar şekilde hamle etmektedir. Bu figürün hemen arkasında ise, elinde uzun bir nesne taşıyan bir figür, atı takip etmektedir. Arkadaki figürün yaya olması, atlı kişinin hizmetkârı olduğunu göstermektedir. Atlı figürünün hemen önünde, sırtına bir mızrak saplanmış şekilde kaçan bir yaban domuzu vardır. Yaban domuzunun hemen arkasında ise, köpek benzeri bir hayvan koşmaktadır. 

Bu sahnenin hemen altında, yer yer figürlerinin içine kadar sokulmuş halde bulunan yazıt kısmı ise çok silik durumdadır ve okunmamıştır.

Eserle ilgili genel bilgiler budur. Anadolu’nun Pers egemenliğinde bulunduğu M.Ö. 5. yy sonlarına tarihlenen eserin, dönemin Anadolu sanatına verilen isimle Greko-Pers üslupla yapıldığı söylenmektedir. Ancak eserde en alt kısmında sonradan ilave edilen Helen alfabesindeki yazıt dışında Grek kültürüyle doğrudan bir ilişkisi görülmemektedir. 

 Ayrıca, yukarıda anlattığımız sahnelerin hiçbirisi ne daha önce ne de daha sonra Helen kültüründe örnekleri olan sahneler değildir. Özellikle en üst kısımdaki sahnede ortada bulunan figürün “Pothniatheron=Hayvanlar Hakimesi” yahut da Frig ana tanrıçası “Kybele” olması imkân dahilinde değildir. Zira figürün kadın olduğunu gösterir hiçbir iz bulunmamaktadır. Aksine bütün işaretler figürün erkek olduğu yönündedir. 

 İkinci sahne bizim için daha büyük önem arz etmektedir. Bu sahnede, ortada bulunan kadın-erkek her iki figürün de Grek ve sonraki dönemlerinde paralelleri yoktur. Özellikle erkek figürünün başlığı doğu özellikleri göstermektedir.  Aynı şekilde sahnenin hemen sağ alt tarafında, diğerlerinden bağımsız durumda bulunan erkek figürü de, kıyafeti ve başlığıyla tam bir bozkırlı konar-göçer özelliği yansıtmaktadır.

En alttaki sahnede bizim için önemli olan kısımsa, attır. Yakından incelendiğinde atın kuyruğunun örülü olduğu görülmektedir. Atın kuyruğunu örme geleneği, yakın dönemlere kadar Türk ve Moğol halklarında görülmekteydi. Bu da bize, bu stelin anılarına dikildiği kimselerin Bozkır kökenli olduklarını gösteren önemli bir delil durumundadır.

K-2
Yük: 130 cm. Gen: 71 cm. Kal: 13 cm. Mal: Gri renkli kireçtaşı

Hakkâri Steli: 1998 yılı içerisinde, Hakkâri şehir merkezinde, kalenin eteklerinde bir rastlantı eseri keşfedilmiştir. Toplam 13 adet olup halen Van Müzesinde sergilenmektedirler. Çalışmamızın bu kısmında tanıtacağımız eser, bu stellerin kabartma eserler grubuna girmektedir.

Üzerine kabartma işlenmiş düz bir ön yüzü ve kaba bırakılmış bir arka yüzü bulunmaktadır. Çok sayıda figür işlenmiş bulunan eserin ana öğesi bir erkek figürüdür. Figür, eserin en üstünde, orta kısımda bulunan bir baş ve her iki tarafta bulunan iki koldan ibarettir. Başın çene ve yanak kısımları ovalleştirilmiş ve derinleştirilmiştir. Başın üstünde, üç parçalı bir başlık yer almaktadır. Kulaklar açık bir şekilde tasvir edilmiştir. Göz çukurları iki kademelidir. Alçak bir kabartma halinde gösterilen ilk kademeye gözler yerleştirilmiş, gözlerin içine ise burnun hemen yanında iki göz deliği eklenmiştir. Gözlerin hemen üstünde, bitişik iki oval çizgi halinde kaşlar oturtulmuştur. Göz çukurunu oluşturan çizginin devamı şeklinde işlenmiş durumdaki burnun hemen altında, iki kalın dudaktan oluşan küçük bir ağız yer almıştır. 

Eserin her iki tarafında, omuzdan itibaren resmedilmiş olan kollar, dirsekten kıvrılarak karın ve göğüs hizasında duran iki adet nesne(kap?)’yi açık durumdaki ellerle kavramaktadır. Sağ elin hemen altından başlayarak sol kolun omzuna kadar giden bir balta bulunmaktadır. Sol koltuk altında, bir yay ve büyük bir balta daha yer almaktadır. Bu baltanın üzerinde işaretler ve geometrik desenler çizilmiştir. Sol kolun altında ise, eserin en üst kısmından başlayarak alt kısma doğru devam eden bir mızrak yer almaktadır. Ayrıca bu kısımda, mızrakla baş arasında ucu kıvrık bir nesne resmedilmiştir. Eserin her iki omuzun üstünde, iki adet dağkeçisi motifi dikkati çekmektedir. Bilindiği üzere Türk Dünyasının her yerinde keşfedilen kaya resmi alanlarındaki en önemli figürlerden birisi dağkeçisi motifidir.

Eserin bel kısmında, üzerinde baklava deseni motifi işlenmiş bir kuşak ve bu kuşağın üzerindeyse, ucu sol tarafa bakan bir bıçak ya da kılıç vardır. Eserin hemen sağ altında ise, kuşağın hemen altından geçen küçük bir erkek figürü vardır. Kuşağın alt kısmında ise, belin her iki tarafından gelerek erkeklik organını örten bir başka kuşak daha bulunmaktadır. Ayrıca sol alt tarafta, önceki dağ keçisi motiflerinden daha büyük şekilde işlenmiş durumda olan ve baş kısmı sol tarafa dönük halde bulunan bir geyik figürü yer almaktadır. Bunun dışında eserin belden aşağı kısmı, bacakları işlenmeden bırakılmıştır.

İran-Meşkinşehr (Hyov):

K-3

İran’ın, Güney Azerbaycan olarak bilinen bölgelerinden aynı adlı eyaletin başkenti olan Erdebil şehrinden yaklaşık olarak 35 km uzaklıkta bulunan Meşkinşehr kenti yakınlarında bulunmuştur. Bölgedeki benzeri eserlerin sayısı yaklaşık 100 (yüz) kadardır.

…..

K-4

Hyov 1: Bölgeden inceleyeceğimiz ilk eser ön yüzü düzleştirilmiş, arka yüzü ise kaba birşekilde bırakılmış bir doğal kaya parçasına işlenmiştir. Ön yüz alçak kabartma halinde işlenilmiştir. Eser, baş ve kaba bir şekilde görülebilen gövdeden ibarettir. Baş kısmının kenarlarında bulunan ve her iki taraftan da aşağıya doğru inen iki hat, miğfer yahut da saç olmalıdır. Ancak, bu hatların, daha önce incelemiş olduğumuz diğer eserlerde olduğu gibi hem kaş hem de devamında burnu oluşturuyor olması, saç olma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Bu türden saç şekline, Kuzey Azerbaycan’da, bugün Ermeni işgali altında bulunan Dağlık Karabağ bölgesinde, bir Alban kilisesi bahçesinde bulunmuş bir stelde de rastlanılmaktadır. Burnun her iki yanında, burun ve saç kıvrımları arasında basitçe oluşturulan göz çukurlarına yerleştirilen iki yuvarlakla gözler oluşturulmuştur. Başın bitişi saçların bittiği çizgiyle anlaşılmaktadır. Bu kısımdan başlayarak enlemesine vücudu kateden iki çizgiden oluşan bir kuşak gövdeyi oluşturmaktadır. Buradan başlayan bir kılıç da kompozisyonu tamamlamaktadır. Kılıcın ucu yukarıya doğru oldukça kıvrık gösterilmiştir. Belden aşağı kısım işlenmemiştir.

Hyov 2: Bölgeden inceleyeceğimiz ikinci eser önceki eserle benzerlik taşımaktadır. Bu eser de, baş ve kaba bir gövdeden ibarettir. Baş kısmının üstünde ve her iki yanında devam eden saçlar
uzun ve düzdür. K-5Diğer eserlerde olduğu gibi, bu eserde de saç ve kaş çizgisi, burnu da oluşturmaktadır. Burnun her iki tarafında, üstteki kaş çizgisine yakın bir yerde iki iri yuvarlakla gözler oluşturulmuştur. Kaba durumdaki gövde kısmı, enine düz bir çizgiyle ikiye

ayrılmış olan kalın bir kuşaktan ibarettir. Kuşağın hemen altından başlayan bir kıvrımlı bir kılıç (ya da boynuz?) eserin alt kısmına doğru uzanmaktadır. Bu eserin de belden aşağı kısmı işlenmemiştir.

Kırgızistan-Bişkek Memleketlik Müzesi: Oldukça büyük olan bu eser, baş, gövde ve işlenmeden bırakılmış olan belden aşağı kısımlarından oluşmaktadır. 

Oval bir formda bulunan baş bölümünün alt tarafı geniş, üste doğru ise gittikçe daralmaktadır. Saçsız olan başın her iki yanında ayrıntılı işlenmiş kulaklar bulunmaktadır. Diğer eserlerde olduğu gibi kaş çizgisiyle burun birleşiktir ve gayet düzgün şekilde işlenmiştir. Burnun her iki tarafında, ince bir hatla sınırlanmış iki iri göz bulunmaktadır. Aşınmış durumdaki burnun hemen altında uçları yukarıya doğru kıvrılmış bir bıyık göze çarpmaktadır. Bıyığın altında küçük bir ağız, ağzın hemen altındaysa çeneye doğru inen bir parça sakal bulunmaktadır.

Baş kısmını gövdeyle birleştiren boyun bölgesi, alçak kabartma şeklinde işlenmiş bir elbise yakası ile gösterilmiştir. Gövdenin her iki yanında aşağı doğru inen kollar, dirsekten kırılmaktadır. Sağ kol göğse doğru gelmekte ve burada elinde, baş ve işaret parmakları arasında oldukça küçük ve ince bir nesne (kap?) tutmaktadır. Yine dirsekten kırılan sol kola ise bele doğru inmekte ve burada oldukça süslü ve ayrıntılı işlenmiş bir kılıcın kabzasını tutmaktadır. Kılıç, eserin beline işlenmiş bir kemere bağlı durumda gösterilmiştir. Kılıcın uzantısı dışında belden aşağı kesim işlenmeden bırakılmıştır. 

Kırgızistan-Bişkek: Yük: 221 cm. Gen: 58 cm
Kırgızistan-Bişkek: Yük: 221 cm. Gen: 58 cm

Buraya kadar eserin genel bir tarifini verdik. Ancak eserin tarihlemesi yapılmamıştır. Ancak bazı detaylar göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki bıyık ve sakaldır. Bu tarz bıyık ve sakal bozkır kültüründe hiçbir zaman görülmemiştir. Daha çok Geç-Ortaçağ Avrupa kültüründe görülmektedir. Aynı şekilde, belde ayrıntılarıyla işlenmiş durumda bulunan kılıç da, aynı dönemin hafif Avrupa kılıçlarıyla paralellik göstermektedir. Eserin gövdesinde, yakaları kalkık şekildeki elbise de Avrupai özellikler göstermektedir. Bütün bu nedenler birleştiğinde, bu balbalın 13-15. yy civarında elçilik heyetlerinde bölgeye gelen bir Avrupalı olabileceği düşünülebilir.

Stavropol-Kray Müzesi: Rusya Federasyonu’nun güneyinde, Stavropol kenti, Stavropol-Kray Müzesinde bulunan bu eserKuman dönemine, yani 11.-13. yy arasına tarihlendirilmektedir.  

Eser üç ana bölümden oluşmaktadır. Oldukça gerçekçi şekilde işlenmiş olan baş kısmı yuvarlağa yakın bir formdadır.

Açık bir alının hemen arkasında, tepede saçlar görülmektedir. Ayrıca dağınık şekilde işlenmiş bir sakal da başın yan ve alt kısımlarını çevrelemektedir. İki yuvarlak nokta şeklindeki gözler burnun her iki tarafında ve oldukça düzgün bir şekilde işlenmiştir. Ağız gösterilmemiş ancak burnun hemen altından başlayan ve iki yandan aşağıya, çeneye doğru düzgün bir şekilde inen bıyıklar yardımıyla belli edilmiştir.

Muntazam şekilde işlenmiş kalın bir boyun kısmından sonra gövdeye geçilir. Gövdenin her iki yanından aşağıya inen iki kol, dirsekten kırılarak karna doğru dönmektedir. Diğer örneklerin

Stavropol-Kray: Yük: 150 cm Gen: 45 cm
Stavropol-Kray: Yük: 150 cm Gen: 45 cm

aksine eller herhangi bir şey taşımamaktadır. Kolların alt kısmının aşağısında bir kalın kemer gövdeyi sarmış durumdadır. Kemerin hemen altında ise bir kılıç aşağıya kadar uzanmaktadır. Kılıç dışında belden aşağı kısım işlenmemiştir.

Rusya Gorno-Altay Müzesi: Rusya Federasyonuna bağlı Altay Cumhuriyetindeki Gorno-Altay Müzesinde sergilenen bu eser, şimdiye kadar incelediklerimiz arasında en küçük boyutlarda olan eserdir. Diğer eserler gibi bu eser de iki ana kısımdan oluşmaktadır. 

 Gövdeden, derinleştirilmiş bir boşlukla ayrılan baş kısmı yanlardan eliptik bir formdadır. Çene kısmı sivri olan başın üst kısmı tamamen yuvarlatılmıştır. Alçak kazıma tekniğiyle işlenmiş olan kaşların altında, yine aynı teknikle işlenmiş oldukça iri iki göz bulunmaktadır. Gözlerin birbirleriyle birleştikleri noktadan aşağıya doğru, ince ve uzun bir üçgen şeklindeki burun vardır. Burnun hemen altındaysa uçları yukarıya doğru sivrilmiş durumda olan ince bir bıyık yer almaktadır. Bıyığın hemen altında ise, belli belirsiz bir ağız kazınmıştır. Burun, bıyıklar, göz ve elmacık kemikleri alçak kabartma şeklinde işlenmiştir.

Omuzların altından başlayarak gövdenin her iki yanında bulunan kollar, bel hizasında dirsekten kırılmaktadır. Sağ el göğüs hizasında ufak bir kap tutarken, sol el ise bel hizasına inmekte, ancak bu kısım aşınmış olduğundan bir şey tutup tutmadığı belli olmamaktadır.

Eserin bel kısmında, kemeri belirtmek için küçük yuvarlaklar yapılmıştır. Kemerin hemen altında ise, ucu sol tarafa Rusya Gorno-Altay: Yük: 50 cm. Gen: 20 cmdönük yatay vaziyette bir kısa kılıç (ya da kama) bulunmaktadır. Sağ tarafta ise ne olduğu belli olmayan yuvarlak bir nesne işlenmiştir. Diğer tüm eserlerde olduğu gibi, bu eserde de belden aşağı kısım, yani bacaklar işlenmeden bırakılmıştır.

Bütün bu veriler ışığında baktığımızda, Türklerin ya da diğer Bozkır kökenli boyların Azerbaycan ve Anadolu topraklarına gelişlerinin şimdiye kadar sanılanın aksine milattan sonraki dönemler olmadığı, aksine milattan en az sekiz yüz yıl önce de bu topraklarda yaşadıkları görülmektedir. Yalnızca çalışmamızda incelediğimiz eserler değil, aynı zamanda kaya resimleri ve diğer arkeolojik malzemeler de M.Ö. 3. ve 2. bin yıldan itibaren bölgenin Orta Asya ile sıkı ilişkilerini göstermektedir. Bu konuda yapılacak çalışmalar için Kafkasya ve bugünkü İran toprakları kilit niteliktedir. Bu bölgelerde yapılacak yeni çalışmalar ve yapılmış olan eski çalışmaların tekrar gözden geçirilmesi, Türk tarihinin bilinmeyen bir kısmını da tamamen açığa çıkartmış olacaktır.   

Kaynak: http://tebaren.org/?p=798

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum