Suriye Meselesi: Sürükleniyoruz

Mustafa Pala: Sürükleniyoruz...Suriye Meselesine bakış

Suriye Meselesi: Sürükleniyoruz
10 Şubat 2012 - 10:13

SÜRÜKLENİYORUZ-(1)

 

Başbakan, Mevlit Kandili akşamı Beşar Esad’ın silahlı güçlerinin Humus kentine yaptığı saldırıyı ve halkın katledilmesini kastederek;” Humus’un hesabı er geç sorulacak” diye haykırıyor.

Batı basınıyla paralel hareket eden yerli basın, hep aynı haberleri veriyor ve biz, Esad’ın Humus halkını katlettiğine inan(dırıl)ıyoruz. Bu haberler doğru da olabilir ama neden kandil akşamı?

Mübarek gecede Humus’a ‘saldırmak’ Esad’ın planı mıydı, ‘saldırtmak’ muhaliflerin planı mıydı?

Esad ailesinin geçmişinde kara bir leke olan ‘Hama’ katliamını hatırlayınca, bu saldırı Esad’a yakışıyor.

Saldırının sonuçlarının kime daha çok yaradığına bakınca; ABD, AB, Arap Birliği, İsrail ve Türkiye destekli muhaliflerin özellikle o geceyi seçtikleri anlaşılıyor.

Bu durumda ilk saldıran Esat olamaz, olsa olsa Esad’ın güçlerine saldıran muhalifler, Esad’ı karşı saldırıya mecbur bıraktılar ve Esad bu oyuna geldi veya O, tam bir ahmak!

ABD ve yandaşları bunu hep yapıyorlar. Irak’ın işgal sebebi de Saddam’ın kimyasal silahlarıydı!

Açıkça görülüyor ki, Esad, kendiliğinden gitmeyecek. Kaddafi gibi vuruşacak.

Esad’ın Kaddafi’den farkı; tamamen izole edilememiş olmasıdır. İran’dan ve Rusya’dan açık destek alıyor. Destekçiler arasına BM’de veto hakkını kullanan Çin de katıldı.

Bu durumda Suriye’ye gerçekleştirilecek sıcak harekâtın sadece batılı güçlerin katılmasıyla başarılması çok zor görünüyor.

Başta Türkiye olmak üzere bazı Arap devletlerinin de sıcak destek vermesi gerekecek.

Bunun için Türk halkının ve bölge Müslümanlarının desteğine ihtiyaç var.

Halkın desteği olmadan ne Türkiye böyle bir harekâta katılabilir ne de diğer Müslüman devletler.

Harekâta katılmak demek; yeni vergiler ve tabutlarda yeni şehitler demek ve bunu ancak halk kendi kararıyla göğüsleyebilir. Neticesinde; ‘kendim ettim kendim’ buldum deyip kaderine razı olur, kimseyi suçlayamaz.

 O nedenle Türk halkının ve bölge Müslümanlarının iyi bir mühendislik çalışmasıyla isteklendirilmesi gerekiyor.

Humus saldırısının Sevgili Peygamberimizin doğum gününde gerçekleşmesinin ve tek taraflı yayın bombardımanının esbabı mucibesi budur.

ABD, abasının altından gösterdiği PKK destekli Kürt kartıyla Türkiye’yi kendi dümen suyunda bir kan denizine doğru sürüklüyor.

BOP maceramız bize pahalıya mal olacak. Bu macerada Türk Devletinin üstüne daha önce Kaddafi’nin kanı sıçramıştı, şimdi ellerine Esad’ın kanı bulaştırılacak.

Kimse Mübarek, Zeynelabidin Bin Ali, Kadafi ve Esad’ı bahane ederek ezilen masum halklar edebiyatı yapmasın. Herkes Saddam’ı götürenlerin Irak’a getirdiği demokrasiyi hatırlasın…

Kaddafi Libya’da çıkarılan bir iç savaş sonunda kendi halkına katlettirildi. Şimdi Libya halkı bir lokma ekmeğe muhtaç ve Kaddafi’yi mumla arıyor.

Libya halkının içine düşt(şürüld)üğü bu acıklı durum, NATO devletlerinin ve tabi Türkiye’nin umurunda mı?

Libya halkı; elektrik, su, doğalgaz, eğitim ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanıyordu. Vergi ödemiyor, benzinin litresini 20 kuruştan satın alıyordu. Evlenen çiftlere daire veriliyor ve her aileye ayda 300 Euro yardım yapılıyordu.

Irak’a demokrasi getiriyoruz diye işgal edip milyonlarca Müslüman’ı katledip yüz binlerce Müslüman kadına tecavüz eden işgalciler masum, Kaddafi, Tiran!..(devamı yarın)

 

SÜRÜKLENİYORUZ-(2)

 

Yeni kararımız şu:” Humus’un hesabını er geç sormak.” Peki, bunu tek başımıza mı yapacağız, birlikte mi yapacağız? Tek başımıza yapmamız fazla sorunlu görünüyor. Yanımızda mutlaka refiklerimiz olacak. Peki, kim bunlar? Başta ABD, sonra mesela Fransa’ya ne dersiniz ve tabi yanında bizi AB’nin kapısında bekletenler… Ne diyelim, kader utansın.

Dünyanın herhangi bir yerinde katledilen Müslümanların hesabını sormak gibi bir misyon edinen Türkiye, Telafer ve Kerkük katliamlarına niye sessiz kaldı?

Onların hesabını soramazdık, çünkü onu yapanlar, Türk Ordusunun başına çuval geçiren, aba altında gizlediği PKK destekli Kürt kartıyla Türkiye’ye;”ya kırk katır ya kırk satır” seçeneği sunan ABD ve yandaşı AB ve İsrail… Ve ABD stratejik ortağımız!..

ABD’nin, Türkiye ve bölge üstündeki planları hiç bitmedi; 1960 ihtilali, Menderes’in idamı, sağ-sol çatışmaları, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, PKK, Türkiye’nin ekonomik iflası vs. parmağının olmadığı yer yok.

Bölgemizde Afganistan ile başlayan, Irak ile köklenen, Tunus, Mısır, Libya, Yemen ile devam eden ve Suriye kapılarına dayanan ABD-İsrail planlarının asıl hedefinde İran var.

İran, ABD’ye biat etmedikçe bu plan işlemeye devam edecek ve Türkiye eninde sonunda Libya’da olduğu gibi İran işine bulaştırılacak.

Müslümanlar arasında mezhep savaşları başlatılacak ve İran’daki Azeri Türkleri ayaklandırılacak. Ayaklanan Azerileri bastırmaya kalkan İran’a Türkiye’nin de içinde olduğu dış güçler önceki örneklerinde olduğu gibi saldıracak.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in; “Halklarımızı ebedi düşman yapmayalım, bu yükü gelecek nesillere taşıtmayalım” diyerek İran’a yaptığı dostluk çağrısı dahi İran’a yapılacak harekâtın alt yapısını oluşturmaya ve dünya kamuoyunu kedi taraflarına çekmeye yöneliktir.

ABD’nin dümen suyundaki BOP maceramızın sonu oldukça kanlı bitecek. Saflar netleşiyor.

ABD, AB, İsrail, Arap Birliği ve Türkiye karşısında; Suriye, İran, Rusya ve Çin bloğu oluşmuş durumda.

Rusya’nın Akdeniz’deki tek üssü Suriye’nin Lâskîye kentinde. ABD istedi diye Rusya bu üsten asla vazgeçemez.

MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç paşa’nın, ABD’nin dayatmaları karşısında; Türkiye, İran, Rusya ve Çin bloğunda yer almayı stratejileri arasına almalıdır önerisinin kopardığı fırtınayı ve Cumhurbaşkanı Nejdet Sezer’in Suriye ilgisini şimdi daha iyi anlıyorum.

Sayın Erdoğan’ın, Hatay’da Suriye ile ortak yapılacak ‘Dostluk Barajının’ temel atma töreninde;

”Buradan İstanbul’a, Suriye’ye ve Filistin’e uzanan kaleler var. Bu kaleler, insanları Haçlılardan korumak için yapıldı. Kardeşler arasında mayınlı arazi olmaz” demesini ve yüksek düzeyli stratejik konseyin ilkini Suriye’de düzenlediklerinden bahisle Esad’a sahip çıkmasını ve ortak bakanlar kurulu toplamasını ve Suriye ile karşılıklı vizelerin kaldırılmasını devlet politikamızın devamı olarak algılıyorum ama kardeşliğimizin Habil ve Kabil kardeşliğine dönüşmesini anlayamıyorum.

Libya’da Kaddafi ile olan ilişkimizin benzerini şimdi Suriye ve Esad’a karşı oluşturuyoruz.

Elini tutup sarıldığımızın canına kasteder olduk. Sanki içimize cin kaçtı, bir gün kendimiz oluyoruz ertesi gün başkası…

Böyle böyle bir girdaba, bir kan denizine sürükleniyoruz.

Türkiye, kırk katır ve kırk satırlı iki seçenekten birini seçmek zorunda bırakılıyor ve biz bir üçüncü yol bulamıyoruz. Aslında o yol var; başka devletlerin iç işlerine karışmamak ve maalesef mümkün olamıyor ve bu beni Türkiye’nin geleceği adına korkutuyor. İnşallah yanılırım.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum