Sultan Camii Darüşşifası

Sultan Camii Darüşşifası(Manisa)

Sultan Camii Darüşşifası
29 Eylül 2011 - 10:47

 

Yavuz Sultan Selim'in hanımı, Kanunî Sultan Süleyman'ın annesi ve Kırım Hanı Mengli Giray'ın kızı olan Ayşe Hafsa Sultan, yakalandığı bir hastalıktan Manisa'da bulunan âlim ve hekîm Sümbül Sinan Efendi'nin talebesi Merkez Efendi'nin hazırladığı 41 çeşit şifalı bitki ve meyve ballarından oluşan mesir macunu diye bilinen terkibi yiyerek şifa bulmasının neticesinde bir şükür ifadesi olarak Manisa'da Sultan Camii Külliyesi'ne bir de dârüşşifa yaptırmıştı...

 

1539 yılından itibaren hizmet veriyordu...

Asıl adı Moiz Eskenazi olan Morris Şinasi, 1855 yılında fakir bir Yahudî ailesinin dört çocuğundan birisi olarak Manisa'da dünyaya gelmişti. Salgın hastalıkların kol gezdiği o dönemde, Manisa'da da (muhtemelen) kuş palazı (boğmaca) hastalığı, pek çok çocuğun ölüm vesilesi olmaktadır. On yaşı civarında Moiz Eskenazi de bu salgına yakalanır. Babası, Moiz'i Manisa'nın tek hastanesi olan Sultan Câmii Dârüşşifası'na götürüp yatırır. Uzun süre bu dârüşşifâda yatıp şifa bulan Moiz'in babasına hekimler "Artık oğlunu çıkarabilirsin." dediklerinde, babası hem çok sevinir hem de hastane ücretini ödeyecek parası olmadığı için üzülür. Mahcup ve tedirgin bir şekilde durumunu tedavî eden Dr. Şinasi Bey'e anlatır. Dr. Şinası Bey, üzülmemesini, hastanenin bir vakıf hastanesi olduğu için, parası olmayanlardan para almadıklarını söyler. Hem baba hem de bunu duyan küçük Moiz çok sevinir. O gün o çocuk tasavvur ve hayali içinde kendi kendine "Eğer bir gün zengin olursam, Manisa'ya bir hastane yaptıracağım." diye söz verir.

Moiz sonra Manisa'daki Yahudi Mezarlığı'nda bekçilik işi bulur. Ama okuması yazması olmadığı için, mezar taşlarını okuyamaz ve işten atılır. Daha sonraları üzüm bağlarında tütün tarlalarında çalışır. Aslında İspanya katliamından sonra Sultan II. Bayezit zamanında Osmanlı ülkesine sığındıklarında tütün bitkisini de getirdiklerinden, tütün tarımını da zaten en iyi onlar bilmektedir. O günlerde kahvelerde, İzmir limanına bir şilebin geldiği ve Amerika'ya gideceği konuşulmaktadır. Bunu duyunca Moiz, kardeşi Salamon'u da yanına alarak cebindeki iki mecidiye ile gelip gizlice ve kaçak olarak gemiye biner. Gemide yola çıkınca fark edilirler. Ama geri dönüş yoktur. Bu sefer geminin taşımakta olduğu keçi, koyun ve ineklere bakıcı olurlar. İşin aksi aslında bu gemi Amerika'ya değil, Mısır'a gitmektedir.

İskenderiye limanına varınca gemiden inerler. Bir de bakarlar ki, limanda başka bir gemi tütün boşaltmaktadır. Yanına yanaşırlar. Geminin sahibi Yunan asıllı bir tüccardır. Bunların dikkatli bakışları Grafallo isimli bu tüccarın dikkatini çeker. Onları yanına çağırıp hamal olarak işe alır. Tütünden anladıkları ve kısa zamanda işe adapte oldukları için onları hep yanında tutar.

Artık Grafallo bunlara evladı gibi davranıp tütün ticaretinin ve diğer bir işi olan sigara imalatının bütün inceliklerini kendilerine öğretir... Sonra bir gün Grafallo, Moiz'e "Esas hayat yeni dünya Amerika'da, siz oraya gidin..." diyerek teşvikte bulunur. Zaten onların hayalleri de öyledir. Ayrıca patron sermaye olarak da 25 bin dolar verir... Moiz, 15-16 yaşında geldiği Mısır'dan 1885 yılında 30 yaşında ayrılarak yola çıkar. Amerikan gümrüğüne giriş yaparken Amerika'daki o zamanki Yahudî düşmanlığından korunmak için, Moiz ismini Morris, soyadını da Şinasi (Schinachi) olarak değiştirir. Bu soyadı alışında on yaşında iken kendisini tedavi edip ücret almayan Dr. Şinasi Bey'in tesiri vardır... (Bir sonraki yazımda da din ve ırk ayırımı yapmadan hizmet veren Osmanlı vakıflarının güzelliğinin hikâyesini tamamlamaya çalışacağım inşaallah.)

 

 

Hayırdan hayır, vakıftan vakıf...

Bir önceki yazımda bahsettiğim Morris Şinasi, Amerika'da, Mısır'dan bildiği bir iş olan sigara işine girer ve kısa zamanda zengin olur.

 

"Schinachi Brader Tobacco" şirketini kurar... Manisa'dan 200 kadar Yahudi aileyi New York'a getirip Brooklyn bölgesine yerleştirir. Şu andaki Brooklyn Belediye Başkanı Marty Markowitz, bu gerçeği doğrulamaktadır. Amerika'nın o zaman sayılı zenginleri arasına giren Morris Şinasi, Amerika'da bulunan ve başı sıkışan Osmanlı vatandaşlarına hep yardım etmiş; kimisine yol parası, kimisine de iş bulmada yardımcı olmuştur. Hatta Türkiye'ye gidenlerle tanıdıklarına hediyeler göndermiştir. Riverside'da yaptırdığı 42 odalı mâlikanesini ve banyosunu tamamen Türkiye'den getirttiği ustalara Türk süsleme sanatına uygun olarak yaptırmıştır. Büyükelçilerimize yardımcı olmuştur. Sigara imalinde kullandığı tütünleri tercihan Türkiye'den temin ettiği ve o malî sıkışıklığın olduğu dönemde Osmanlı ekonomisine katkı sağladığı için Sultan II. Abdülhamid tarafından 17 Şubat 1908 yılında üçüncü dereceden Mecidiye Nişanı ile taltif edilmiştir. (Bu nişan ile ilgili ferman ve iradenin kopyası Dr. Fahrettin Er'de bulunmaktadır.)

1926 yılında, birkaç sene sonra patlayacak büyük krizi ileri görüşü ile fark eden Morris Şinasi, bütün mallarını ve fabrikalarını satıp paraya çevirir ve aynı sene vasiyetini hazırlar. 1928 yılında da 74 yaşında vefat eder.

Vasiyetinde şöyle demektedir: "Servetimin bir milyon dolarlık kısmını doğduğum ve tedavi olduğum şehrim olan Manisa'ya bir hastane yapılması için Chemical National Bank'taki hesapta bırakıyorum. Bu paranın 200.000 doları ile 40 yataklı, fennin ve ilmin en son teçhizatı ile donanacak bir hastane yapılmasını, yatakların 8 adedinin fakir hastalara tahsis edilmesini ve tıpkı bana Dârüşşifa'da on yaşımda iken yapıldığı gibi hiç para alınmamasını, kalan 800.000 doların geliri ile de hastanenin diğer masraflarının giderilmesini, hastanenin adının 'Milletlerarası Morris Şinasi Hastanesi' olmasını vasiyet ediyorum. Şayet hastanenin zelzele ve yangın gibi bir afette yıkılması durumunda tekrar yapılmasını istiyorum."

1930 yılında karısı Louretta Hanım, vasiyeti yerine getirmek için Türkiye'ye gelip Sağlık Bakanı Refik Saydam ile görüştü. (İshak Alaton Bey'e göre o dönemin ekonomisi ve para değerlerine göre bir milyon dolar, 50 trilyona tekabül eder.)

O günkü devlet yetkilileri ve Türkiye'deki Yahudi cemaati ileri gelenleri Morris Şinasi'nin hanımına bu hastanenin İstanbul'da yapılmasının daha doğru olacağını söylerler ve ısrar ederler ama Louretta Hanım, eşinin ölürken bile doğduğu toprakları sayıkladığını söyleyerek buna karşı çıkar. Devletimiz de Manisa'da 40.000 metrekarelik bir arsa tahsis eder. 1933 yılının 29 Ekim'inde büyük bir törenle hastane hizmete açılır...

Bu hususta önemli araştırmaları olan Dr. Fahrettin Er, Morris Şinasi'nin torun ve akrabalarını da araştırmış ve Amerikan film endüstrisinde yönetmen olarak çalışmakta olan iki Oscar ödüllü Terry Sanders ile tanışmış. Bu konuda bir film yapılmasını konuşmuş. İshak Alaton Bey de buna çok taraftar olmuş ve bunun Türk insanının vakıf medeniyetinin, bir Yahudi çocuğunun kalbini ne kadar yumuşattığını ve daha sonra bu Yahudi çocuğunun tedavisine karşılık Manisa'ya bir hastane yaptırmasının medeniyetler arası diyaloğa çok hizmet edeceğini, buna çok inandığını söylemiş. "Böyle bir filmi yapmak hayali bile beni şimdiden çok heyecanlandırdı." diyen Terry Sanders'in ise Manisa'ya ekim-kasım aylarında gelmesi bekleniyor...

 

 11-12 Eylül 2011-Zaman Gaz.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum