Sevinç Çokum, bu kez kendi ailesinin hikâyesini anlatıyor

Sevinç Çokum, son romanı 'Lacivert Taşı'nda Tillo'da yaşayan bir çerçi ailesinin dağılışını Osmanlı'nın dağılışıyla eş zamanlı anlatıyor. Taş, ülkenin bütünlüğünün simgesi. Lacivert taşı ise, iktidarın ve arınmanın. Onun kaybolması, felaketler zincirinin başlangıcı demek.

Sevinç Çokum, bu kez kendi ailesinin hikâyesini anlatıyor
08 Ocak 2012 - 17:33

Bir romana kaç dünya sığar? Kaç insan, kaç hikâye, kaç efsane, kaç çiçek, kaç ırmak, kaç aşk? Ve hepsi ahenkle, kol kola, göz göze, incitmeden, gücendirmeden nasıl yürür? Ah hele kurumuş bir dal, suyu çekilmiş bir nehir gibiyse içimiz, bir roman nasıl yeşertir, adı sanı duyulmamış kuşların cıvıltısı, ırmakların çağıltısıyla deve katarlarına katıp da, dağ başlarından, ıssız ovalardan nasıl aşırır bizi? Yanımızda hep umuttan, cesaretten, gayretten, insanların bilinmezliğinden, iyinin içindeki kötü, kötünün içindeki iyiden, ilimden ve marifetten bahseden bilge bir kadın sesi; "Her şey ve evren bir bütündür." Ve dilimizde dokunaklı bir türkü; "Bir kez koyulmuşum bu yola, bir kez yollara geçmiş gölgem..."

Her kitabında ayrı bir âleme kapı aralayan Sevinç Çokum, yeni romanı 'Lacivert Taşı'nda, işte böyle, 'gerçek' hikâyelerle örülü; ama efsanelerden, rüyalardan el almış, masalsı ve biraz da tekinsiz yollara sürüklüyor okuru... Bildiğimiz yollarda işimiz ne zaten! Böyle yazıyordu defterine Hicret Bey; "Babam gezgin olmamıştı, merak ettiği uzak bir yeri görmeye koşmamıştı, yıllardır bu sular hep aynı akmıştı onun için, bu ağaçlar oldukları yerde kalmıştı..." Ona böyle söyleten yazar farklı mı düşünür: "Romanda beni cezbeden şey bilinmezlikler oluyor. O bilinmezlikler için verdiğim ceht, bana bir şey kazandırıyor aynı zamanda." Kitabın en 'baba' karakteri Hicret Bey bir gezgin değildir görünüşte, bir çerçidir; ama 'dünyayı gezip görmek için tutuşan, zivzik narı gibi sağa sola saçılmak isteyen' bir çerçidir. Annesi Sabah Hanım da oğlunun 'ticaret aracılığıyla hayatı, şehirleri tanımak istediğinin, bu mazbut ve ölçülü yaşama şeklinden pek hoşlanmadığının' farkındadır. Hem çerçi dediysek, uzak dağ köylerinde katırıyla bir başına dolaşan gariban gelmesin aklınıza. Hicret Bey, 'bey'dir gerçekten, hatırlıdır, bilgili ve merhametlidir, deve katarlarıyla İpek Yolu'na koyulduğunda rüzgâr kardeşidir, toprak yoldaşı, heybesinde de yok yoktur hani; "değerli kumaşlar, gümüş kemerler, küpeler, bilezikler, yaseminden, abanozdan, sedef ve yıldız taşından tesbihler, fildişi, gümüş kaşıklar, taraklar..."

'Lacivert Taşı', evini işte bu pek zahmetli; ama asla vazgeçemediği çerçilikle geçindiren Hicret Bey'in ve onun kalabalık ailesinin romanı... Ailenin her ferdi, önceden tanıştığınız ya da gün gelip tanışacağınız biridir sanki... Duyguları, iç hesaplaşmaları, konuşmaları, hayata bakışlarıyla kanlı canlı kişiler... Fonda, lüzumunca yer alan yakın tarih anlatısı da toplu bir resmi değil, Osmanlı Devleti'yle birlikte çatırdayan dostlukları, endişeli yüzleri, isyanlar ve ayaklanmalarla yerinden yurdundan edilen insanların çilesini görünür kılıyor. Sevinç Çokum yazı macerası içinde ayrı bir yere koyuyor bu romanı zaten: "'Deli Zamanlar'la birlikte roman tarzım değişmiştir. Daha çok içe bakan bir insan haline gelmişimdir. İlk tarihî romanlarımdaki kişiler daha resim gibidir, karakterler, dört dörtlük, kahraman tiplerdir. Gerçi sıcak tarafları da vardır; ama iç dünyalarını bu derece açmazlar okura. Bu romanda farklı bir hayatiyet olmalıydı, zaafları olabilen, kendileriyle hesaplaşan insanlar..." 'Lacivert Taşı', ilk tarihî romanları için 'Şimdi olsaydı başka türlü yazardım.' diyen Sevinç Çokum'un 'şimdi başka türlü yazdığı' bir yakın tarih romanıdır ve o günkü hadiselerin ucu bugüne uzandığından, çoğu satırlar, altı çizilerek okunmalı, bir yerlere yazılmalı, saklanmalı, yok yok, duvarlara filan asılmalıdır. İlk sayfalardan son satıra dek, hep olumlu bir karakter olarak yürüyen, yollarda nice kayıplar verilse de hiç yitmeyen Yadigâr, ülkenin vazgeçilmez unsuru 'Kürt'leri temsil etmektedir söz gelimi. Ve Hicret Bey, çocuk Yadigâr'ın kimliğini sorgulayan yol arkadaşını bakın nasıl paylamaktadır: "Etinin, kanının tadına mı bakacaksın, ne edeceksin kökünü, tohumunu be Sahra? Sert rüzgârlar senin yüreğini de kavileştirmiş, hatta mühürlemiş! O bir insan yavrusudur. İki ayağı, iki kolu, iki gözü..." Bugün nasıl da muhtacız, yan yana durmamızın lüzumunu eprimiş, sünmüş kelimelerle değil de edebi incelikle anlatanlara; Hicret Bey'lere, Telli Hanım'lara... "... Biz hepimiz bir arada, yoğrula yoğrula, bekleye bekleye olduk ve piştik. Unu, mayası, tuzu, suyu bir arada. Pişmiş ekmekten tuzu çıkar bakalım kolaysa..." "Bak oğlum, biz bu memlekette işte böyle demetlerce yaşıyoruz. Renklerimiz birbirine pek uyar. Pek hoş durur. Sen Kürdi, Ben Arap, Devran'ımın gönül verdiği Bahar kız, Türk'tür..." Kitabın adının 'Lacivert Taşı' olması da bu minvalde değerlendirilebilir. "Taşı ülkemizdeki bütünlüğün bir sembolü olarak kullandım." diyor yazar, tabiatın her parçasından hatta insandan bir şeyler almış taşlar gibi, sapasağlam ve muhkem durmamızın zorunluluğu...

zaman pazar

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum