Otranto
05 Ocak 2024 - 15:50
Otranto
Burcu BOLAKAN
Körfeze yaklaştığında kendini takip eden adamların hızlarını arttırdığını gördü, Sefer de ayaklarına kuvvet verip olabildiğince hızlı yürümeye devam etti, iki saattir kaçma kovalamaca oynadığı irikıyımlarla artık sona yaklaştığının farkındaydı. Adamlardan kurtulma çaresini bulamamıştı, onları oyalayarak vakit kazanmaya, dostlarından birine tesadüf edip yardım istemeye çabalamıştı. ‘’Yolun sonu göründü,’’ dedi kendi kendine yalnız bu şekilde kıskıvrak yakalanıyor olacak olması da kanına dokunuyordu. Son bir kez daha irikıyımlardan kaçabilmeyi denedi. Hızlı yürümeden koşmaya çevrildi adımları, Salerno’nun dar sokaklarından birine kendini atabilmek için kıyıdan uzaklaşıyor tepelere doğru koşuyordu.
Adamlar geliyor mu diye bakmak istemişti başını geldiği yöne çevirdi, önünde beliren tümseği göremedi, ayağı dolandı olduğu yere düştü.
Ensesinden kavrayan adam Sefer’i yere iyice yapıştırdı. Bir ayağını sırtına dayamış eliyle de ensesini kavramıştı. İspanyolca ‘‘Ellerini bağla şunun Pablo!’’ diye haykırdı. Saniyeler içinde elleri bağlanmıştı, iki iri cüsseli adam Sefer’i ayağa kaldırdı, adamlardan kızıl olanı yüzüne bir yumruk indirdi. ‘‘Bu daha hiçbir şey değil, sabahtan beri bizi ardına taktığın için seni dalavereci.’’ dedi. Adam bunu söylerken Türkçe konuşmuştu. Pablo, suçlunun sırtından iteledi, Sefer iki adamın arasında onların yönlendirmesine göre yürümeye başladı. Artık sona yaklaşmıştı ama bu son onun için acı yüklü olacaktı.
Katedralin arka kapılarından birinin önünde durdular, Camilo cebinden bir anahtar çıkarıp kapıyı açtı, Sefer’i açılan kapının içine doğru sertçe iteledi. Katedralin tütsüyle ağırlaşmış kokusu Sefer’e tanıdık gelmişti, çocukluğunda annesiyle sık sık gittiği kilise ayinlerini hatırladı. Önlerinde uzanan koridoru geçtiler, ardından bir duvarın arkasında durdular. Camilo duvara sertçe vurdu, rahip cübbeli zayıf bir adam görünüşte duvar ama aslında kapı olan gizli bölmeyi açtı, üç adama göz gezdirdikten sonra, kim bu der gibisinden yanlarında getirdikleri Sefer’i işaret etti. ‘‘Yargılama saatine kadar hücrelerden birine konulacak,’’ dedi Camilo.’’ Sefer hücrelerden birine konulmuştu, başına gelecekleri biliyor bu yüzden de intihar edip etmeme arasında bocalıyordu.
*
Babası Martinus’u Otranto sahiline getirdiğinde sabahın erken saatleriydi. Bazı balıkçı teknelerinin denize yeni yeni açıldığı boğaz kıyısının fazla hareketli olmadığı sakin saatler yaşanıyordu. Fredireco oğlunu limanda sonradan isminin Piri olduğunu öğrendiği korsan kılıklı bir adama teslim etti, karşılığında ise bir kese aldı. Oğlunun kulağına eğilip ‘‘Bu adamın yanında çalışmak üzere kendisini bıraktığını yakın bir zamanda yeniden görüşebilmeyi umduğunu’’ fısıldadı. Küçük çocuk babasının ardından bir müddet baktı sonra da ismini haykıran adama doğru döndü.
*
Kapudan Sinan Paşa yüz otuz kadırgasıyla İnebahtı’ya vardı. Turgut Reis’in adamı olan Piri Reis’e kürekli gemisiyle keşif yapması üzerine emir verdi. Piri Reis, Sefer’i ve Rum köle Christiano’yu yanına alıp yola koyuldu yolculuk sırasında Sefer’e ve diğer Rum köleye önemli görevler düşecekti. Kadırga önce Otranto’ya geldi daha sonra ise Salerno’ya geçecekti.
Ontranto’ya geldiklerinde gecenin geç bir vaktiydi, Sefer kürekçilerin bazılarını temizlik yapmaları için ayırdı diğerlerine de dinlenmeye çekilmeleri için emir verdi. Yıllar önce bu sahilde Piri Reis’e teslim edildiğinde küçücük bir çocuktu. Akdeniz’in doğu kıyılarında defalarca göreve çıkmış olmasına rağmen batı kıyılarına ilk kez geliyordu, üstelik burası doğduğu büyüdüğü yerdi. Annesini ve kendinden küçük iki erkek kardeşini düşündü, onların şu anda ne hâlde olduklarını merak ediyordu. İçindeki özlem dayanabileceğinden çok daha fazla acı yüklüyordu bedenine. Onları ne yapıp edip görmeli, yılların hasretini bir nebze olsun dindirmeliydi. Bu duygular yüreğini sıkıştırırken ayakları sendeleyerek Piri Reis’in yanına vardı. Piri Reis orta boylu, ak sakallı genişçe göbeği olan bir adamdı. Sefer yanına vardığında akşam yemeğini yiyordu. Kamarasına selam verip giren Sefer’i süzdü.
Sefer ailesinin evini eliyle koymuş gibi buldu. Buralardan ayrıldığında dokuz yaşında olmasına rağmen defalarca babasıyla birlikte köyden çıkıp Otranto Boğazı’na kadar yürüyerek gelmişti, zihninin içinde yerleşmiş olan yollar biraz değişse de her şey geçmişte bıraktığı gibi geldi Sefer’e. Yollar, evler, insanlar yıllar önce tam on altı yıl önce olduğu gibi tanıdık geliyordu ona. Sefer uzun boylu, heybetli genç bir adamdı, ensesinden aşağı salınan sarı saçlarını örerdi. Sürekli kullandığı deri kıyafetlerini kadırgada çıkarmış üzerine Hristiyan kıyafeti giymişti, başına da uygun bir şapka geçirmişti. Ayağına giydiği çizmeler de yine Hristiyan erkeklerin tercih ettiği gibiydi. Baba evinin kapısını çaldığında geç bir vakit olmasından dolayı çekindi, onu nasıl karşılayacaklardı hakkında neler düşünüyorlardı hiçbir fikri yoktu. Kapıyı uyku sersemi genç bir delikanlı açtı, Sefer kendini tanıtarak söze girdi.
*
Sefer Salerno sokaklarında dolaşırken hiç yabancılık çekmiyordu. İspanyolcanın ana dili olması, uyanık ve sıcak kanlı bir insan olması onu diğerlerinin yanında kaybolup gitmesine neden oluyordu. Salerno’ya ticaret yapmak maksatlı gelmiş olan bir tüccar olarak kendini tanıttı. Amacı ticari ilişkilerini geliştirmek mallarının satışını kolaylaştırabilmek için burada bir dükkân edinebilmekti, böyle söylüyordu tanıştığı insanlara. Salerno’da karşılaştığı, selam alıp verdiği sohbet ettiği insanlarla bir hafta içinde dostluk kurdu. Kaldığı handan sabahın erken saatlerinde ayrılıyordu, Salerno’nun pazarını, çarşısını, sahilini dolaşarak insanları ziyaret ediyordu. Bir hafta sonunda sahile yakın bir yerde eski eşyalar satan Ricardo’nun yanına geldi. Ricardo’yla hoş beş ettikten sonra kendisinin de burada yerleşerek bir dükkân açmak istediğini söyledi. Ricardo ise ‘’Desene bana rakip olacaksın,’’ diyerek tatlı sert çattı Sefer’e. Sefer’in Otranto’da doğmuş olması ana adının Martinus olması, babasının ve erkek kardeşlerinin bazı kişiler tarafından tanınıyor olması işini kolaylaştırıyordu.
Ricardo: ‘‘Martinus tam olarak ne satmayı planlıyorsun?’’ diye sordu. Martinus biraz düşündükten sonra cevap verdi: ‘’Ben gezgin bir tüccarım dostum, Akdeniz kıyılarında dolaşır kıymetli eşyalar toplarım, kumaşından tut, ev döşemesine kadar, takıdan tut, her türlü tamir teçhizat âletlerine varana kadar her bir şeyi toplarım ve yine diyar diyar gezer satarım. Burada açacağım dükkânda kardeşimi çalıştıracağım, ben yine gezginci olmaya devam edeceğim.
Ricardo kendi insanlarından biri olarak gördüğü Martinus’a cevap verdi.
Juan Felipe’ye boş bir ânı kollayıp mektubu veren Martinus, Osmanlı adına çalıştığını söyledi. Juan ise ikili oynamayı seven bir casustu, Martinus’a da casusluk mesleğinde sadakatin insanı ölüme götüreceğini çok yönlü oynamak gerektiğini öğütledi. Martinus’la Juan Felipe ertesi gün gemiden gizlice sıvıştı. Juan Felipe, Martinus’u Osmanlı adına çalışan diğer casuslarla tanıştırdı. Juan Felipe akşamdan hazırladığı cevap mektubunu Piri Reis’e teslim edilmek üzere Martinus’a verdi, bir işinin olduğunu söyleyerek Martinus’un yanından ayrıldı.
Martinus limandan limana gezmeye devam ediyor, Habsburglar hakkında bilgi topluyordu. Topladığı bilgileri defterine şifreli bir şekilde kaydediyordu. En son yazdıkları içinde Ferdinand’ın 12.000 Osmanlı askerini öldürdüğü bilgisinin doğruluğunu öğrendiğini, Napoli Krallığı’ndan Fransa’yla savaşmak üzere dokuz kadar kadırga geldiğini, İspanyolların istenmediğini, prenslerinin Osmanlı donanması ile geri gelmesini bekleyen bir halk olduğunu, tüm sokaklarda ve limanlarda bir isyan havası yaşandığı ile ilgili bilgiler yer alıyordu. Martinus yazma işini bitirince defterini çizmesinin taban kısmındaki boşluğa yerleştirdi.
*
Mijer Juannilo yanına geldiğinde telaşlıydı. Martinus’a:
*
Martinus kilisenin çan sesleriyle uyandı. Yatağın ayak ucuna oturarak hücresine doğru yaklaşmakta olan ayak seslerini dinlemeye başladı. Hücresinin kapısı hızlıca açıldı, kapının duvara vurmasıyla çıkardığı ses Martinus’un işkence sırasında çekeceği acıların başlangıç iniltileri gibi hücrenin içine yayıldı.
Burcu BOLAKAN
Körfeze yaklaştığında kendini takip eden adamların hızlarını arttırdığını gördü, Sefer de ayaklarına kuvvet verip olabildiğince hızlı yürümeye devam etti, iki saattir kaçma kovalamaca oynadığı irikıyımlarla artık sona yaklaştığının farkındaydı. Adamlardan kurtulma çaresini bulamamıştı, onları oyalayarak vakit kazanmaya, dostlarından birine tesadüf edip yardım istemeye çabalamıştı. ‘’Yolun sonu göründü,’’ dedi kendi kendine yalnız bu şekilde kıskıvrak yakalanıyor olacak olması da kanına dokunuyordu. Son bir kez daha irikıyımlardan kaçabilmeyi denedi. Hızlı yürümeden koşmaya çevrildi adımları, Salerno’nun dar sokaklarından birine kendini atabilmek için kıyıdan uzaklaşıyor tepelere doğru koşuyordu.
Adamlar geliyor mu diye bakmak istemişti başını geldiği yöne çevirdi, önünde beliren tümseği göremedi, ayağı dolandı olduğu yere düştü.
Ensesinden kavrayan adam Sefer’i yere iyice yapıştırdı. Bir ayağını sırtına dayamış eliyle de ensesini kavramıştı. İspanyolca ‘‘Ellerini bağla şunun Pablo!’’ diye haykırdı. Saniyeler içinde elleri bağlanmıştı, iki iri cüsseli adam Sefer’i ayağa kaldırdı, adamlardan kızıl olanı yüzüne bir yumruk indirdi. ‘‘Bu daha hiçbir şey değil, sabahtan beri bizi ardına taktığın için seni dalavereci.’’ dedi. Adam bunu söylerken Türkçe konuşmuştu. Pablo, suçlunun sırtından iteledi, Sefer iki adamın arasında onların yönlendirmesine göre yürümeye başladı. Artık sona yaklaşmıştı ama bu son onun için acı yüklü olacaktı.
Katedralin arka kapılarından birinin önünde durdular, Camilo cebinden bir anahtar çıkarıp kapıyı açtı, Sefer’i açılan kapının içine doğru sertçe iteledi. Katedralin tütsüyle ağırlaşmış kokusu Sefer’e tanıdık gelmişti, çocukluğunda annesiyle sık sık gittiği kilise ayinlerini hatırladı. Önlerinde uzanan koridoru geçtiler, ardından bir duvarın arkasında durdular. Camilo duvara sertçe vurdu, rahip cübbeli zayıf bir adam görünüşte duvar ama aslında kapı olan gizli bölmeyi açtı, üç adama göz gezdirdikten sonra, kim bu der gibisinden yanlarında getirdikleri Sefer’i işaret etti. ‘‘Yargılama saatine kadar hücrelerden birine konulacak,’’ dedi Camilo.’’ Sefer hücrelerden birine konulmuştu, başına gelecekleri biliyor bu yüzden de intihar edip etmeme arasında bocalıyordu.
*
Babası Martinus’u Otranto sahiline getirdiğinde sabahın erken saatleriydi. Bazı balıkçı teknelerinin denize yeni yeni açıldığı boğaz kıyısının fazla hareketli olmadığı sakin saatler yaşanıyordu. Fredireco oğlunu limanda sonradan isminin Piri olduğunu öğrendiği korsan kılıklı bir adama teslim etti, karşılığında ise bir kese aldı. Oğlunun kulağına eğilip ‘‘Bu adamın yanında çalışmak üzere kendisini bıraktığını yakın bir zamanda yeniden görüşebilmeyi umduğunu’’ fısıldadı. Küçük çocuk babasının ardından bir müddet baktı sonra da ismini haykıran adama doğru döndü.
- Martinus buraya gel, demişti adam. Babasının bir daha gelip gelmeyeceğini bilememenin hüznü yanaklarından süzülen yaşların içinde gizliydi. Pala bıyıklı adam çocuğun ağlamasına aldırmadı, ‘‘Önüme düş bakalım,’’ dedi Martinus’a. Birlikte bir kadırganın içine bindiler, adam isminin Piri olduğunu geminin de kendinden sorulduğunu söyledi. Babasının Martinus’u köle olarak Osmanlı Devleti’ne sattığını da deyiverdi. Martinus artık küçük bir çocuk değildi, o bir köleydi ve kölelerin de karnını doyurması için çalışması gerekirdi. Eline bir kova, boyundan bir de büyük süpürge verilen Martinus kadırganın içini süpürmeye gösterilen köşeden başladı.
*
Kapudan Sinan Paşa yüz otuz kadırgasıyla İnebahtı’ya vardı. Turgut Reis’in adamı olan Piri Reis’e kürekli gemisiyle keşif yapması üzerine emir verdi. Piri Reis, Sefer’i ve Rum köle Christiano’yu yanına alıp yola koyuldu yolculuk sırasında Sefer’e ve diğer Rum köleye önemli görevler düşecekti. Kadırga önce Otranto’ya geldi daha sonra ise Salerno’ya geçecekti.
Ontranto’ya geldiklerinde gecenin geç bir vaktiydi, Sefer kürekçilerin bazılarını temizlik yapmaları için ayırdı diğerlerine de dinlenmeye çekilmeleri için emir verdi. Yıllar önce bu sahilde Piri Reis’e teslim edildiğinde küçücük bir çocuktu. Akdeniz’in doğu kıyılarında defalarca göreve çıkmış olmasına rağmen batı kıyılarına ilk kez geliyordu, üstelik burası doğduğu büyüdüğü yerdi. Annesini ve kendinden küçük iki erkek kardeşini düşündü, onların şu anda ne hâlde olduklarını merak ediyordu. İçindeki özlem dayanabileceğinden çok daha fazla acı yüklüyordu bedenine. Onları ne yapıp edip görmeli, yılların hasretini bir nebze olsun dindirmeliydi. Bu duygular yüreğini sıkıştırırken ayakları sendeleyerek Piri Reis’in yanına vardı. Piri Reis orta boylu, ak sakallı genişçe göbeği olan bir adamdı. Sefer yanına vardığında akşam yemeğini yiyordu. Kamarasına selam verip giren Sefer’i süzdü.
- De bakalım gecenin bu vakti ne istersin?
- İzin almak için geldim, buraya sekiz kilometre uzaklıkta annemle kardeşlerim yaşar, onları görmek isterim. İki gün izninizi isterim Reis’im.
- Tamam öyleyse sana iki gün değil tam kırk gün izin veriyorum. Git aileni gör, hasret gider, kırk gün sonra yine burada demirleyeceğim o zaman gelirsin yine. Yalnız sana bir de görev vereceğim. Bu görevi hakkıyla yerine getireceğine eminim.
- Emrin başım üstüne Reis’im.
- Uzun yıllardır yanımdasın, en önemli adamlarımdansın. Devlet-i Âliye için çalışan yiğit leventlerimizden birisin. İmdi beni iyi dinle, Rum köle Christiano’yla birlikte kadırgadan ayrılacaksın. Christiano’ya farklı bir görev verdim. Aynı amaç için yapılması gereken iki görev var bunca adamların içinden sizi seçtim. Senin görevin bu mektubu Juan Felipe’ye ulaştırmak. Ve Salerno’da bilgi toplamak… Şu keseyi al bakalım diyerek sözünün arasında elindekini uzattı Sefer’e, sonra devam etti. Juan Felipe’yi Salerno’da bulacaksın dedi, şifreli bir not yazarak Sefer’e uzattı. Yazılan şifreli yazıyı başka bir kimsenin okuması mümkün değildi. Kısaca Sefer’e yol göstermek için yazılmıştı, notta belirtilenler onu kolaylıkla Juan Felipe’ye ulaştıracaktı. Sefer mektup ve altın sikkelerin bulunduğu keseyle karaya ayak bastı. Öncelikle hedefi bulunduğu yere çok da fazla uzak olmayan ailesinin yanına varmaktı. Atını dörtnala vurdu, yıldırımların bağrından fırladığı gökyüzü gibi yüreği çağıldıyor dur durak bilmiyordu.
Sefer ailesinin evini eliyle koymuş gibi buldu. Buralardan ayrıldığında dokuz yaşında olmasına rağmen defalarca babasıyla birlikte köyden çıkıp Otranto Boğazı’na kadar yürüyerek gelmişti, zihninin içinde yerleşmiş olan yollar biraz değişse de her şey geçmişte bıraktığı gibi geldi Sefer’e. Yollar, evler, insanlar yıllar önce tam on altı yıl önce olduğu gibi tanıdık geliyordu ona. Sefer uzun boylu, heybetli genç bir adamdı, ensesinden aşağı salınan sarı saçlarını örerdi. Sürekli kullandığı deri kıyafetlerini kadırgada çıkarmış üzerine Hristiyan kıyafeti giymişti, başına da uygun bir şapka geçirmişti. Ayağına giydiği çizmeler de yine Hristiyan erkeklerin tercih ettiği gibiydi. Baba evinin kapısını çaldığında geç bir vakit olmasından dolayı çekindi, onu nasıl karşılayacaklardı hakkında neler düşünüyorlardı hiçbir fikri yoktu. Kapıyı uyku sersemi genç bir delikanlı açtı, Sefer kendini tanıtarak söze girdi.
*
Sefer Salerno sokaklarında dolaşırken hiç yabancılık çekmiyordu. İspanyolcanın ana dili olması, uyanık ve sıcak kanlı bir insan olması onu diğerlerinin yanında kaybolup gitmesine neden oluyordu. Salerno’ya ticaret yapmak maksatlı gelmiş olan bir tüccar olarak kendini tanıttı. Amacı ticari ilişkilerini geliştirmek mallarının satışını kolaylaştırabilmek için burada bir dükkân edinebilmekti, böyle söylüyordu tanıştığı insanlara. Salerno’da karşılaştığı, selam alıp verdiği sohbet ettiği insanlarla bir hafta içinde dostluk kurdu. Kaldığı handan sabahın erken saatlerinde ayrılıyordu, Salerno’nun pazarını, çarşısını, sahilini dolaşarak insanları ziyaret ediyordu. Bir hafta sonunda sahile yakın bir yerde eski eşyalar satan Ricardo’nun yanına geldi. Ricardo’yla hoş beş ettikten sonra kendisinin de burada yerleşerek bir dükkân açmak istediğini söyledi. Ricardo ise ‘’Desene bana rakip olacaksın,’’ diyerek tatlı sert çattı Sefer’e. Sefer’in Otranto’da doğmuş olması ana adının Martinus olması, babasının ve erkek kardeşlerinin bazı kişiler tarafından tanınıyor olması işini kolaylaştırıyordu.
Ricardo: ‘‘Martinus tam olarak ne satmayı planlıyorsun?’’ diye sordu. Martinus biraz düşündükten sonra cevap verdi: ‘’Ben gezgin bir tüccarım dostum, Akdeniz kıyılarında dolaşır kıymetli eşyalar toplarım, kumaşından tut, ev döşemesine kadar, takıdan tut, her türlü tamir teçhizat âletlerine varana kadar her bir şeyi toplarım ve yine diyar diyar gezer satarım. Burada açacağım dükkânda kardeşimi çalıştıracağım, ben yine gezginci olmaya devam edeceğim.
- Anladım anladım desene bana dişli bir rakipsin.
- Hayır seninle ortak iş yapmayı planlıyorum.
- Nasıl yani benimle ortak iş yapmayı mı planlıyorsun?
- Evet tabii. Yalnız burada bir işe kalkışmadan önce Salerno’nun iç durumunu öğrenmem gerekiyor. Salerno’da yakın bir zamanda bir iç karışıklık çıkarsa doğrusu bu hiç hoşuma gitmez. Söylesene dostum şu kıyılarda hazır bekleyen Osmanlı donanması hakkında neler düşünüyorsunuz? Bunu söylerken bir eliyle dizini tutuyor diğer eliyle kendisine ikram edilen çayını içiyor düşünceli bir hâl verdiği gözlerini Ricardo’dan ayırmıyordu.
Ricardo kendi insanlarından biri olarak gördüğü Martinus’a cevap verdi.
- Yakın bir zamanda bir isyan çıkacağa benzer, doğrusu ben de pılımı pırtımı alarak buradan sıvışmayı düşünüyorum. Halk şu anki prensten hiç memnun değil, eski prensin başa gelmesini istiyor. Habsburgların hazırladıkları donanma eli kulağında neredeyse buraya varacak diyorlar. O zaman da buralarda akan kanı durduramazlar, olan yine zavallı halka olur, iyisi mi sen bu dükkân açma işini ertele ve Salerno’yu bugün yarın terk et. Özellikle İspanyollara karşı büyük bir kıyım yapacakları kesin gibi görünüyor.
- Türkçe biliyor musun? diye bir soru daha yöneltti.
Juan Felipe’ye boş bir ânı kollayıp mektubu veren Martinus, Osmanlı adına çalıştığını söyledi. Juan ise ikili oynamayı seven bir casustu, Martinus’a da casusluk mesleğinde sadakatin insanı ölüme götüreceğini çok yönlü oynamak gerektiğini öğütledi. Martinus’la Juan Felipe ertesi gün gemiden gizlice sıvıştı. Juan Felipe, Martinus’u Osmanlı adına çalışan diğer casuslarla tanıştırdı. Juan Felipe akşamdan hazırladığı cevap mektubunu Piri Reis’e teslim edilmek üzere Martinus’a verdi, bir işinin olduğunu söyleyerek Martinus’un yanından ayrıldı.
Martinus limandan limana gezmeye devam ediyor, Habsburglar hakkında bilgi topluyordu. Topladığı bilgileri defterine şifreli bir şekilde kaydediyordu. En son yazdıkları içinde Ferdinand’ın 12.000 Osmanlı askerini öldürdüğü bilgisinin doğruluğunu öğrendiğini, Napoli Krallığı’ndan Fransa’yla savaşmak üzere dokuz kadar kadırga geldiğini, İspanyolların istenmediğini, prenslerinin Osmanlı donanması ile geri gelmesini bekleyen bir halk olduğunu, tüm sokaklarda ve limanlarda bir isyan havası yaşandığı ile ilgili bilgiler yer alıyordu. Martinus yazma işini bitirince defterini çizmesinin taban kısmındaki boşluğa yerleştirdi.
*
Mijer Juannilo yanına geldiğinde telaşlıydı. Martinus’a:
- Hepimiz takip ediliyoruz, dikkatli olmalısın bugün hemen Salerno’dan ayrılıyorum sen de ayrılmalısın, dedi.
- Yapmam gereken bir iş daha var ondan sonra ayrılacağım.
- Peşimizde iki adam var, biri rahip bozması, engizisyon için çalışıyorlar. Yakalanırsan eğer senin bir mühtedi olduğunu anlarlarsa ve bir casus olduğunu kanıtlarlarsa başına neler gelebileceğini düşünebiliyor musun?
- Mühtedi olmadığım kesin ama Hristiyan olmadığım da gerçek. Yalnız dostum her ihtimâle karşı şu defteri sana teslim edeyim. Bu defteri Otranto Boğazı’nda kadırgasıyla demirleyen Piri Reis’e teslim et ve bu mektubu.
- Tanrı’ya emanet ol dostum, bana kalırsa fırsat varken sen de benimle gelmelisin, doğrusu yakalanmanı özellikle şu engizisyon uşaklarına yakalanmanı hiç istemem.
*
Martinus kilisenin çan sesleriyle uyandı. Yatağın ayak ucuna oturarak hücresine doğru yaklaşmakta olan ayak seslerini dinlemeye başladı. Hücresinin kapısı hızlıca açıldı, kapının duvara vurmasıyla çıkardığı ses Martinus’un işkence sırasında çekeceği acıların başlangıç iniltileri gibi hücrenin içine yayıldı.
FACEBOOK YORUMLAR