Osmanlı hareminde herkesin üç havlusu vardı

GÜLİZAR BAKİ 2 Mayıs 2014, Cuma Osmanlı hareminde yaşayanlar mesela valide sultanlar günde iki öğün yemek yerdi. Hünkarbeğendi yemeği saraya transfer edilen Arap aşçıların marifetiydi.

Osmanlı hareminde herkesin üç havlusu vardı
02 Mayıs 2014 - 11:24

2 Mayıs 2014, Cuma

Osmanlı hareminde yaşayanlar mesela valide sultanlar günde iki öğün yemek yerdi. Hünkarbeğendi yemeği saraya transfer edilen Arap aşçıların marifetiydi. Herkesin üç havlusu olurdu. Ve haremde 18 bin elyazması kitap vardı. Tarihçi Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Osmanlı’nın sır dünyası haremi anlatan bir kitap kaleme aldı. Kitap tüm bunları ve hareme dair yanlış bilinenleri anlatıyor.

Mevzubahis Osmanlı, özellikle harem olunca çok sayıda eser karşımıza çıkar. Ama çalışmaların çoğu müellifinin hayat görüşü ve hayal dünyasına yani meşrebine göre şekil alır. Kimi haremi neredeyse kutsarken kimi de hayali ve yalan yanlış korkunç senaryolar üretir. Harem adı üstünde mahrem ve gizli bir yer olduğu için bu durum zanlara sebebiyet de vermektedir. Haremle ve hanım sultanlarla ilgili sınırlı sayıda güvenilir kaynak ve bu konu üzerine çalışan tarihçi vardır. Bunlardan biri de Ahmet Şimşirgil. Son kitabı da Osmanlı’nın sır dünyası ile ilgili. Valide Sultanlar ve Harem Timaş Yayınları’ndan çıktı.

Ahmet Şimşirgil, kitap için kaleme aldığı önsözde hareme dair Batılı seyyahların yalan yanlış iftiralarının son yüz elli yılda oldukça revaçta olduğunu söylüyor. Şimşirgil’e göre dizi ve filmlerle pekiştirilen bu algı insanların genlerine işlendi. İşte bu sebeple bahsi geçen kitabı kaleme alan hoca, şu sorulara cevap veriyor çalışmasında: Valide sultan, hasekiler, sultanlar, cariyeler haremde nasıl bir hayat sürerdi? Padişahlar önceleri Anadolu beylerinin ve Balkan prenslerinin kızlarını alırken, daha sonra neden cariyeleri tercih etti? Kızlarını Anadolu beylerine verirken sonra neden köle devlet adamlarıyla evlendirdiler? Kısacası Şimşirgil kitapta harem ve valide sultanların merak edilen veya yanlış bilinen hayatını ele alıyor. Harem-i Hümayun’un on sekiz binden fazla elyazması kitabın bulunduğu bir kütüphane olduğunu söylüyor.

 Haremi Hümayun’un da bulunduğu Topkapı Sarayı İslamiyet’teki tevazu anlayışıyla paralel gelişmiş, yalnızca etrafı yüksek duvarlarla çevrilerek çevreden ayrılmış bir yapıdır. Aslında saray, İslami Türk evleri geleneğiyle uyumlu bir yapıydı. Harem ve selam bölümlerinin en gelişmiş saray şekliydi Topkapı Sarayı. İslam kültüründe harem kadınlara ait bölüme, selamlık ise erkekler kısmına denirdi. Harem kelimesi de Arapçada girilmesi yasak yer anlamına gelir. Mukaddes ve muhterem olan şey demektir. Topkapı Sarayı’nda harem kısmı bütün devlet protokolünün en başta gelen kısmıdır ve padişahın evidir. Padişahın evinin başında ise valide sultan bulunuyordu. Harem halkını valide sultan, cariyeler, ikbal denen gözdeler, hasekiler, hanedan üyesi olan sultanlar, şehzadeler, Şimşirlik denen dairelere kapatılan eski padişahlar oluştururdu. Böylesine gizli ve korunaklı bir yere girmesi kesinlikle yasak olan Batılı seyyahların anlattıkları, Şimşirgil’e göre hayali tasvirlerden ibaret. Zaten bugün bile Topkapı Sarayı’nı gezenler, Batılıların tasvir ettiği uçsuz bucaksız koridorlar, sayısız odalar, çıplak cariyelerin yüzdüğü havuzlu sofalardan oluşan büyük bir mimari kompleks hayalinin abes olduğunu anlayacaktır. Şimşirgil, Batılı seyyah ve tarihçilerinden sık sık alıntı yaparak yanlış ve doğrularını peş peşe sıralayarak hareme dair yanlış algıları düzeltiyor.  

Sarayda iki öğüne talim etmek!

Kitap mesela valide sultanların dairesini anlatırken fotoğraflarla da destekliyor. Sanıldığının aksine valide sultanın kapısında erkek nöbetçiler değil cariyeler beklerdi. Peki cariyeler, dizilerde ve romanlarda anlatıldığı gibi bütün gün öylece oturup, saç baş düzeltir, birbirini kıskanıp padişaha sunulmayı mı beklerdi? Yoksa saray hizmeti için özel olarak yetiştirilen kadınlar mıydı? Padişah ve sultanların sütanneleri kimlerdi? Ve tabii ki haremde günlük hayat nasıldı? Mesela yemekler... Sarayda iki öğün yemek yenildiğini biliyor muydunuz? Biri kuşluk yemeği sabah erken yenir, akşam yemeği ise ikindi namazından sonra çıkardı. Bu da Osman Gazi zamanından kalma bir âdetti. Osman Gazi ikindi namazından sonra, dairesinde ne kadar adam varsa hepsiyle birlikte yemek yermiş. Sonra II. Murat Han, on kişiyle bir sofrada yemek yeme âdetini getirdi. Sarayda kalfalar eskiden beri hasır üzerinde ve meşin sofralarda yemek yerdi. Açılıp kapanır iskemleler üzerine bakır siniler konulup minderlere oturularak yemek yenmeye II. Mahmud zamanında başlandı.

Hanedan üyelerine mahsus tablalar siyah çuhadan, kalfalara mahsus tablalar siyah astardan, yalnız padişaha mahsus tablalar al çuhadan büzme denilen örtüye sarılı olarak gelirdi. Her devletlinin yemeği, biri perhiz yemeği olmak üzere ikişer tablaydı. Kalfaların tablalarına beylik yemek denirdi. Saray sofralarına herkes için fodla denilen ekmek konurdu. Davetliler olursa saray francalası, susamsız simit, kaba ekmek tabir ettikleri yumru has çörek çıkardı.

Acıkanlara gece kahvaltısı

Peki ikindide yemek yenilince sabaha kadar bir şey yenilmez miydi? Geceleri acıkıldığında genel olarak ‘yatsılık’ adı verilen gece kahvaltısı hazırlanırdı. Bu vazife kilerci kalfalara aitti. Bunlar Çerkez tavuğu, Haseki pilavı, ekmek paparası, Enderun yumurtası gibi yemekler yapardı. Abdulaziz Han nefis yemeklere meraklı olduğundan, kadın aşçılardan hususi yemekler beklermiş. Hatta pişirmekte ihtisası olan Arap cariyelerden buldurup saraya aldırmış. Şimdi lokantalarda ‘hünkârbeğendi’ adıyla bilinen yemek bu Arap kadınlardan birinin ilk kez pişirdiği bir yemekmiş. Şimdi dolma denen yemeğe sarayda ‘sarma’ denirmiş. Hoşaf olmazsa olmaz bir âdetmiş.

http://www.zaman.com.tr/cuma_haftanin-kitabi-osmanli-hareminde-herkesin-uc-havlusu-vardi_2214365.html

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum