FLAŞ HABER

ORUÇ / Prof. Dr. Öcal Oğuz

ORUÇ / Prof. Dr. Öcal Oğuz
27 Nisan 2020 - 16:10

ORUÇ

Sözlükler, ibadet amacıyla başta yeme, içme olmak üzere bazı eylem ve söylemlerden belirlenen süreler içinde kendini alıkoyma olarak tanımlıyor.

Kur’an’ın dilinin Arapça olmasına rağmen, Türkçedeki “namaz”, “abdest” kelimeleri gibi oruç da Farsçadan geliyor. Bu da Türklerin İslam’ı kabul sürecinde Araplardan çok Farslar veya Farsça ile yakın temasta olduğunu gösteren bir diğer husus olarak not edilebilir.

Çocukluğumda rahmetli babamız uzun kış gecelerinde bize 32 farzı ve sureleri öğretirken sıra İslam’ın şartlarına gelince “savm, salat, hac zekât, kelime-i şehadet” sözlerini bir şiir gibi ezberletir; sonra ayrıntılarını anlatırdı. Oradan anlardık ki bizim oruç, Arapçada “savm” imiş.

Peygamberimizin “oruç sabrın, sabır imanın yarısıdır” ve özellikle “oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” hadisi, hiçbir çağda geçerliliğini yitirmeyen bir sağlık öğüdü olarak özellikle obezite sorunlarının hat safhada olduğu günümüzde hangi dinden olursa olsun bütün insanlığa evrensel bir çağrıdır.

Dünyada pek çok din ve kültürde çeşitli şekillerde oruç varsa da İslam’da “nafile” veya “adak” olanlar dışına farz kılınan oruç, “hoş geldin ya şehr-i Ramazan” mahyalarıyla karşıladığımız “üç aylar”ın sonuncusu ve “on bir ayın sultanı” olan Ramazan’da tutulduğu için “Ramazan orucu” olarak da anılır. Kadir gecesi, arife ve bayram ise oruca “güle güle” hazırlıklarıdır.

Türk ad verme geleneğinde Allahverdi, Hüdaverdi, Tanrıverdi, Durdu, Duran, Durak, Satı, Satılmış, Döne, Döndü, Yeter, Soner gibi adlar, bir dileği ve talebi yansıtırken; “üç aylar”ın sembolleri olan Recep, Şaban, Ramazan, Kadir, Oruç, Bayram adları ise ne zaman doğulduğunun tanıklarıdır.

Oruç ve Ramazan geçmişten günümüze sayısız fıkraya konu olmuştur, toplansa ciltler doldurur. Hoca’ya sormuşlar “biz ondan memnunuz ama Ramazan da bizden memnun mudur acaba?” Hoca cevap vermiş: “Memnun olmasa her yıl on gün erken gelir mi?”. Yine adamın biri Hocaya “Ramazan’dan çok memnunuz keşke yılda iki kez gelse” demiş. Hoca da “onun için mi gider gitmez bayram ediyorsunuz” diye sormuş. Acaba bu Ramazan ne tür fıkralar üretilecek?

Türk kültüründe Ramazan, farklı bir dünyaya aralanan kapıdır. Ziyafet sofrasına dönen iftarlar; şölen tadında kılınan teravihler; sahura kadar şenlenen “direkler arası” gibi mekânlar; davulcuların şiir, mani ve türküleriyle kalkılan sahurlar; davulculara verilen bahşişler, börekler, çörekler; arife ve bayram günleri yakınları ile buluşan mezarlar; odalara, avlulara kurulan bayram sofraları; bin bir çeşit oyuncaklarıyla bayram yerleri…

Acaba her Müslüman kültürde oruçlar ve bayramlar, “arife günü oruç yiyenin bayramda yüzü kara olur” diyen atasözü veya “oruç açmak”, “oruç bozmak”, “oruç tutmak”, “niyetli olmak”, oruç yemek”, “gâvura kızıp oruç yemek” gibi onlarca deyimle ve arkasındaki zengin hikâyelerle bu denli toplumsal mıdır? Acaba “Arap’ta namaz, Türk’te oruç” sözü bu yüzden mi söylenmiştir?

Türklerde orucun kültürel ve toplumsal gücü, dinî yönü yanında etrafında oluşan gelenek ve ritüellerden beslenmektedir. Öyle olmasaydı Yahya Kemal Beyatlı, Atik Valde’den İnen Sokakta” şiirini yazar ve “tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz” der miydi?

Anadolu kadınlarının hoş bir oyun türküsü olan “su sızıyor sızıyor”daki “derenin kenarında/kalayladım kazanı/yar ben senin uğruna/yedim ıramazanı” mısraları, belki aşk ve tutku yüzünden “altmış bir” cezası alışı, belki de Yahya Kemal gibi “oruçsuz ve neşesiz” kalışı farklı bir dille anlatıyordu.

Çocukların topluca beklediği “Ramazan topu” ve “akşam ezanı” ayrı bir kültür ve heyecan; “Ramazan pidesi” başka bir telaş, lezzet ve tutkudur. Bunun ikisi üzerine yapılanlar, yaşananlar anlatılsa film olur, diziler çekilir. Bir öğrenci Ramazan pidesinin korona günlerinde evlerde nasıl özene bezene yapıldığını anlatan sosyal medya paylaşımlarını derlese tez olur.

Hayırseverlerin, zengin konaklarının iftar sofraları ve son zamanlarda devlet kurumlarının kurduğu iftar çadırları ve ardından fakir fukaraya “yemeğimizi yiyerek bize sevap kazandırdın” denilerek “diş kirası” adıyla edilen maddi yardım korona günlerinde “Ramazaniye” ve “iftariye” geleneği içinde farklı bir şekilde sürecek gibi görünüyor. Belki de evlere götürülen yardım paketlerinin yanına “diş kiraları” da bir zarf içine konulacaktır.

Ramazanın bereketi bütün görkemiyle varsılların sofralarına yansısa, bolluğa berekete dönüşse de, ataların söylediği gibi bilinir ki “bayramda borç ödeyene Ramazan kısa gelir”. Demek ki “borçluyu borcundan kurtar Allah’ım” duası böyle durumlarda daha bir anlam kazanıyor. Belki de sosyal medyanın "Robin Hood gibi" dediği Hızırlar ve Köroğlular bu dua ile ortaya çıkacaktır.

Güç bela tuttuğu orucu aile büyüklerine satan, “tekne orucu” tutan veya “oruca direk vuran” Anadolu çocuklarının bir anlamda fakir fukaraya yardım şenliği olan “Amin Bağırma”, “Küpecik”, “Sele Sepet Top Kandil”, “Şivlilik” gibi bazıları oruç on beş olunca yapılan ve büyüklerle küçüklerin karışıp kaynaştığı şenlikleri vardır. Bunlar ne yazık ki çağımızın sanatına “cadılar bayramı” kadar, hatta onun yüzde biri kadar bile esin kaynağı olamamıştır. Bakalım korona günlerinde farkına varan birileri çıkacak mı?

Oruçlunun her durumda öfkesine engel olması beklense de, sigara içen, yüksek tansiyonu, şekeri olan kimileri bunu çoğu kez başaramaz. Eskiden bu tür kişilere “afyonu patlamamış” denirdi ki, bu sözün de uzun bir hikâyesi vardır tabii. Hatta böylelerine “orucu uykuya tuttursa da kimseye sataşmasa” diye temennide bulunulurdu. Korona günlerinde sokaklarda mecburen bunlar azalacak ama ev içi şiddetin artmaması için dua edelim.

Bayram, orucun sosyalleşme finalidir adeta. “Arife suyuna girmek” için gidilen hamam; bayram alışverişi yapılan çarşı pazar; arife günü ve bayramda ziyaret edilen mezarlıklar; "Süleymaniye'de Bayram Sabahı"nı çağrıştıran bayram namazlarının kılındığı camiler; topluca bayram yemekleri yenen odalar, konaklar, avlular; bayramlaşmaya, el öpmeye gidilen evler...

Korana günlerinde mecbur kalınan izolasyonlar, korunan mesafeler, getirilen yasaklar, bakalım yüzyılların imbiğinden geçerek gelen bu devasa sosyalleşme alanlarına nasıl yansıyacak, izleyelim görelim. Bu Ramazan, halk bilimcilerin daha dikkatli, daha gözlemci ve gerçek ve sanal ortama yönelik daha derlemeci olmaları gerekiyor.

Prof. Dr. Öcal Oğuz

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları
00:50