Milliyetçilik ve Ulusalcılık Üzerine bir Soruşturma - Yazan: İKBAL VURUCU

Milliyetçilik ve Ulusalcılık Üzerine bir Soruşturma - Yazan: İKBAL VURUCU
02 Şubat 2021 - 14:19 - Güncelleme: 02 Şubat 2021 - 14:21

Milliyetçilik ve Ulusalcılık Üzerine bir Soruşturma *

Yazan: İKBAL VURUCU

Soru 1: Türk milliyetçiliğinden ne anlıyorsunuz? Milliyetçilik ve ulusalcılık arasında fark var mıdır?

1) Milliyetçilik evreni, olayları, olguları anlamada epistemolojik bir duruş biçimidir. Bu duruş biçiminin ontolojik temelini “Türk milleti/kültürü” oluşturur. Milliyetçilikten bahsettiğimizde bir sosyal olgu olarak millet gerçekliğinden söz etmiş oluruz. Hem birey hem de kolektif bir aidiyet burada söz konusudur. Millet olgusu bireylerin kolektif aidiyet evrenlerine göndermede bulunduğu gibi dünyadaki diğer aidiyet evrenleri içerisinde de farklılaştırıcı bir unsurdur. Başka bir deyişle milliyetçilik toplumun “millet” ve “milli kimlik” zeminindeki siyasal-toplumsal formunun düşünsel niteliğidir. “Millet” bünyesinde yer bütün farklı ideolojik kabulleri, sınıfları, sosyal grupları, kültürleri kapsar hepsini aynı siyasi ve toplumsal formda temsil eder.

Bu bağlamda konuyu ele alacak olursak milliyetçilik bu ülkedeki bütün bireylerin doğrudan muhatap olduğu bir olgu olması hasebiyle sorunlarımız karşında ortak bir yaklaşım ve tavrın kaynağı olması beklenir. Buna rağmen çeşitli sebeplerle Türk milliyetçiliği olumsuzlanmakta ve kendinden uzaklaşılması ve terk edilmesi gereken bir şey olarak değerlendirilmektedir. Maalesef milliyetçilik hem sistemi hem de sol, sağ, liberal, İslamcı, muhafazakar gibi adlarla tanımlanan ideolojik yapının aktörleri tarafından dışlanmaktadır.

Türk milliyetçiliği çeşitli ideolojilerin hedefi konumunda yer almaktadır. İslamcılar, İslam’da ırkçılık yok diyerek karşı çıkarken liberal ve sosyalistler millet olgusunu baştan reddettikleri için karşı duruşlarını belirlerler. Ama bir nokta dikkat çekicidir ki bu söz konusu ideolojilerin mensupları  etnik Kürt kimliğini ve milliyetçiliğini her platformda savunurlar. Bu çelişkilerini de kimileri ezilmişlerin milliyetçiliği yaklaşımı ile açıklarken kimi de demokrasiyle temellendirirler. Ama unutulmaması gereken husus bizim “Nominalist Aydınların Soykütüğü” isimli iki ciltlik kitabımızda ayrıntısıyla ele aldığımız gibi Türk kimliği karşıtlığı belirleyici bir konumdadır. Başka bir belirleyici de 12 Eylül öncesine dayanan husumettir. Milliyetçilik karşıtında yer alan aydınlar yenilmişlik duygularını Türk milliyetçilerine kin ve nefret ile açığa vurmaktadırlar.

Türk milliyetçiliğinin toplum nezdinde itibarının zedelenmesinde İslamcı hareketin Türk kimliği karşıtlığı önemli ölçüde rol oynamıştır. Bunda din etkeninin bu süreçte siyasi hedeflerde bir araç olarak kullanılması önemlidir. Aydınların milliyetçilik algılarının beslenmesinde milliyetçilerin bizatihi kendi kaynakları değil de kendi ideolojik ön yargıları belirleyici oldu.

2) Ulusalcılığa gelecek olursak, ulusalcılık bugün çok olumsuz, banal, indirgemeci bir yaklaşımla değerlendiriliyor ve tamamen bir “düşünce” olmaktan ziyade “lanetli” bir şeymiş gibi algılanıyor. Fakat nihayetinde biz katılsak da katılmasak da ulusalcılık önemli bir aydın zümreye, örgütlenmeye ve ideolojik yapıya sahip. Her düşünce nasıl bir niteliğe sahip olursa olsun demokratik bir kültürde kendini ifade etme ve varlığını sürdürme hakkına sahiptir. PKK ve paralelindeki düşünce ve yaklaşımlara şiddet üretici vasfına rağmen demokrasi adına sahip çıkılırken ulusalcılığa hayat hakkı tanınmaması normal değildir. Bugün ulusalcılara atfedilen devletçi, orducu, anti-demokratik, jakoben gibi ithamlar haklı eleştirilerdir. Bir düşüncenin kendi varlığının koşulu olarak bir devletin her yurttaşın hakkı olan imkânları kendi tekeline alarak sürdürmeye çalışması ayrı bir eleştiri konusudur ama salt bir düşünce olarak “Kemalizm”in, “Atatürkçülüğün” ve “Ulusalcılığın” suçlama unsuru olarak takdim edilmesi kanaatimce çok yanlıştır.

Ulusalcılığı iki biçimde tasniflemek daha iyi anlaşılmasında faydalı olabilir. Birincisi Kemal Tahir, Baykan Sezer, Atilla İlhan gibi sanatçı ve entelektüellerle başlayan Marksist orjinden gelen fakat Batının modernitesine tarihsel ve kültürel bir perspektiften yaklaşan bir ekol. Mesela bu ismini saydığım aydınlar Türkiye’de egemen Marksist/sosyalist zümrenin zihniyet örüntüsündeki olumsuz Türk kimliği ve İslam yaklaşımına eleştirel yaklaşırlar. Türkiye’nin sorunları karşısında yine Türkiye’nin özgün tarihi, kültürel, dini ve toplumsal koşullarının göz önünde bulundurulması savunurlar. Yani Batı merkezli bir aktarma ve şablon çözüm önerileri karşısında çok farklı bir çizgi geliştirmişlerdir. Bu çizgiyi de “ulusalcı” kavramıyla ifade edebiliriz.

Fakat bugün ulusalcı kavramıyla ifadesini bulan siyasi muhalefet akımı ise çok yenidir. Özellikle AKP’nin iktidara gelmesiyle anlaşılması zor bir muhalefet biçimi teşekkül etti. Kemalist/Atatürkçü olarak kendilerini tanımlayan solcu aydınlar AKP’nin kozmopolit, Türk karşıtı, devletle kavgalı niteliklerinden hareketle –aslında kendi çizgilerine uygun olduğu halde- sert bir muhalefet biçimi geliştirmişlerdir. Yani düşünün ki yıllarca PKK eksenli yaklaşım geliştiren kişilere kucak açan, bölücü fikirlerin boy attığı Cumhuriyet gazetesi ve Aydınlık çevresi AKP’nin iktidarı ile birlikte sırf AKP’ye muhalefet etmek amacıyla geleneksel çizgilerinin dışında bir davranış biçimi ve politik tavır geliştirmişlerdir. Mesela bir örnekle açıklamak gerekirse bu çevrelerin bölücü akımı “Kürt sorunu” bağlamında değerlendirmesi ve başından beri olumlu bir konsepte oturtması malumdur. Fakat AKP’nin Kürt sorununa sahip çıkması ve Kürt Açılımı gibi somut adımlar atması bu cenahın Türk milliyetçileri gibi milli birliği ve bütünlüğü savunan bir noktaya gelmelerine sebep olmuştur. Elbette bu istihza yüklü gelişmedir. Ama iyi bir gelişmedir.

İşte Kemal Tahirlerin, Baykan Sezerlerin, Atilla İlhanların yerli/milli sol yaklaşımı ile AKP’ye tepki olarak konjonktürel ulusal sol farklıdır. Arslan Bulut ile Atilla İlhan’ın 1990’ların ortalarında başlayan diyalogları da Ülkücü-Ulusalcı yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü konusunda ortak bir hassasiyet geliştirme imkânı yaratılmıştı. Fakat 2000’lerin ortalarında AKP karşıtı muhalefetin daha doğrusu aydın muhalefetinin Ergenekon gibi davaların merkezine oturması da hakim basının propaganda gücüyle tamamen olumsuz bir noktaya çekmiştir. Bu durum ulusalcıların monoblok, bir bütün olarak algılanması ile neticelenmiştir. Elbette bu gelişmeler bölücü akım karşısında bir Ülkücü Türk milliyetçiliği ile ulusal sol arasında gelişmesi muhtemel ittifakı da engellemiştir.

Ulusalcılık ve milliyetçilik arasındaki fark sadece kelime farklılığı değil içerik olarak da çok farklıdır. Öncelikle ulusalcılık Marksist/sol bir kökenden gelirken Türk Milliyetçiliği yerel bir ideolojik kökene sahiptir ve sağ olarak tanımlanan bir temeli var. İki akımın farklılıklarının belirdiği temel alan ise tarih ve dine bakış açısındaki farklılıktır. Ulusalcılar Cumhuriyetle sınırlı bir tarih kavrayışını merkeze koyarlarken milliyetçiler İslam öncesi ve sonrasıyla kadim bir anlayışa sahiptir. İslam, ulusalcılarda pozitivist/laikçi yaklaşım sebebiyle olumsuz bir algıya sahipken milliyetçilerde kimliğin merkezinde yer alan yaratıcı bir olgudur. Ulusalcılar her ne kadar AB karşıtı gibi görünseler de Batıcılığa içkin bir akımdır. Milliyetçiler ise AB’ne tarihsel ve ideolojik gerekçelerle karşıdır. Batıcı değil Türk-İslam medeniyetine bir bağlılık vardır. Ulusalcılar jakoben, milleti küçümseyen soyut bir halkçılık varken milliyetçilik milletin içinden çıkmış bir harekettir ve bu yönüyle “köylü” olmasıyla eleştirilmiştir. Ulusalcılarda bu jakoben devletçi tavır darbeci bir karaktere sahipken milliyetçiler ordu sever ama asla darbeci olmamışlardır. Milliyetçiler sistem karşıtıdırlar. “Yaşasın devlet yıkılsın düzen” uranı bu noktada önemlidir.

Soru 2: 21. yüzyılda dünyanın yeniden düzenlendiğini, hem ulus-devletin hem de milliyetçiliğin miadının dolduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Türk milliyetçiliğinin kökenleri konusunda iki farklı görüş yaygındır. Birincisi hakim modernist yaklaşımdır ki bütün milliyetçilikler gibi Türk milliyetçiliğinin de Batı’da Fransız ihtilalinin etkisinin bir sonucu ortaya çıktığını kabul ederler. Buna bağlı olarak “Türk Milleti”nin de Cumhuriyet ile birlikte inşa edildiğini söylerler. İkinci yaklaşım ise tarihsel bir bakış açısına sahiptir ve Türk milliyetçiliğinin kökenlerini Göktürk yazıtlarına kadar götürür. Birinci yaklaşım aslında Batıcı ve Türk kimliği karşıtlığı ile malul aydın zihniyetlerde bir karşılık bulmaktadır. Bu yaklaşım anakronik bir yaklaşımdır. Batılı/modern anlamda millet yaratılıcılığı Türklerde söz konusu değildir. Gerek Türk kitabelerinde gerekse Kaşgarlı Mahmud’un şaheserinde “Türk milleti”nden bahseder. Bu kaynaklarda Türk kimliği bir “bilinç durumu”nu da gösterir. Türk milletinin Cumhuriyetle birlikte yaratıldığını iddia edenler bu gerçek karşısında söz konusu kaynakları “istisna” kategorisine sokarak yok sayma eğiliminde olmuşlardır. Biz Türk milliyetçiliğini Cumhuriyetle başlatmayız; kadim köklere sahiptir. Böyle bir zemine dayanan milliyetçiliğimizin bir takım geçici güncel gelişmelere bağlı olarak miadının dolduğunu iddia etmek sağlıklı bir analiz değildir.

Milli devletlerin ve milletlerin bittiği, çöktüğü retoriği bir gerçeğin ifade edilmesinden ziyade temenniden ibarettir. Modern siyasi sitem milli devletlerden müteşekkildir. Milli devletlerin toplumsal formasyonu ise millettir. Bu siyasi ve sosyal yapılar birer kurgu olmaktan ziyade yüzlerce yıllık ekonomik, sosyal, kültürel, dini değişim/dönüşümün bir sonucu olarak görmek gerekmektedir. Yani gerek millet ve gerekse milli devlet yapay değil sahih varlıklardır. Elbette bu analizlerimize referans olan bu olguların ilk teşekkül alanları olan Batı Avrupa mili devletleri için geçerlidir. Yoksa Afrika’nın, Güney Amerika’nın, Uzakdoğu’nun veya kimi ada devletçiklerinin ikinci, üçüncü sınıf modelleri değildir. Yani, milli devletlerin toplumsal, kültürel ve ekonomik örgütlenme ve kimlik yapıları kağıt üzerinde tasarımlanmış değildir. Sanayileşmeyle birlikte başlayan “büyük dönüşüm”ün doğal bir neticesidir. Sanayileşme beraberinde kentleşmeyi, bireyselleşmeyi yani bir kimliği yaratırken okullaşma bu yeni bir kimliğin kitleselleşmesinde başat rol oynamıştır. Mesela ordular milli devletin oluşumunda önemli işlevler üstlenmiştir. 

Modern devlete eleştirilerin merkezinde küreselleşme ve post-modern felsefenin bir takım iddiaları yer alır. Buna göre, milli devlet küresel değişime ayak uyduramamakta ve sorunları çözmekten ziyade yeni sorunlara kaynaklık etmektedir. Bu sorunların başında da kimlik yer alır. Yerimiz dar olduğu için kısaca görüşlerimi belirtmek istiyorum. Milli devlete yöneltilen eleştirilerin tarihsel temele dayanan sosyolojik ve siyasal bir nitelik taşımadığı görülmektedir. Çünkü eleştirilerin merkezinde yer alan “millet” ve “milli devlet” formu yerine ikame edilebilecek herhangi bir alternatif söz konusu değildir. Milli devletler yıkıldığında bile yerine başka yeni milli devletler kurulmaktadır. Bu somut gerçekliğe rağmen “sanki” bu olguların bir alternatifi varmış gibi bir retorik geliştirilmesi toplumsal, kültürel ve siyasal nitelikli gerçek sorunların üzerini perdelemektedir. Bunlar söz konusu eleştiri sahiplerinin “niyetlerini” yansıtan ideolojik mahiyetteki açıklamalardır. Biçimsel olarak da dünya sistemi “milletler”den teşekkül eden “uluslar arası dünya sistemi” milli devletlerden oluşur. BM de milli devletleri hukuki düzeyde meşrulaştıran bir yapıdır.

Milli devletin niye bitmediğini birkaç nokta üzerinden somutlaştırabiliriz. Milli devlet modelini kendinden önceki iktidar biçimlerinden tamamen farklılaştıran egemenliğin kaynağıdır. Pre-modern dönemlerde “İlahi” veya “göksel” olan egemenliğin kaynağını modern devlette “millet” almış ve somut bir karakter kazanmıştır. Bugün bu egemenlik kaynağında herhangi bir “değişme” söz konusu değildir. Ayrıca milli devletin ve kurumlarının hangi çatışma unsurlarına karşı geliştiğini ve hangi sorunlara karşı bir çözüm tekniği temelinde ortaya çıktığını belirlediğimizde milli devlete yöneltilen eleştiriler sağlıklı bir analize tabi tutulabilir.

Modern devletin varoluş koşullarını sağlayan Avrupa’nın özgün siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal yapısıdır. Sanayileşmeyle birlikte başlayan büyük dönüşüm Batı Avrupa ülkelerinin “yeni çağ” olarak tanımladıkları yeni bir sistemle tanışmalarını sağladı. Bütün bu değişimler birbirinden bağımsız değil aksine bütünsel bir sistem içerisinde karşılıklı etkileşim içinde gelişmiştir. Bu dönüşüm içte farklı gelişirken dışarıda farklı bir biçimde yansımasını gösterdi. Bu noktada doğal ve kendiliğinden tebarüz eden bütüncül bir kimliğin ortaya çıkışı yani “millet kimliği” beraberinde milli bir kimlik yaratmaya başlamış ve sosyolojik bazdaki farklılıkları kentleşme, okullaşma, rasyonelleşme gibi toplumsal süreçler doğrultusunda belirgin bir hal almasında kayda değer katkılar sağlamıştır. Milli devlet özgün tarihsel koşuların ürünü olan ekonomik, akademik, kültürel, toplumsal, dini ve sanayileşme dinamikleri doğrultusunda biçimlenen doğal bir bütünleştirici toplumsal pratiğe sahiptir. Bu sebeple yapay bir oluşum değildir. Yapay olmadığı için de herhangi bir itiraz ile çökmez, bitmez.

______________________________

* “Türk Yurdu Dergisi Milliyetçilik Soruşturması”, Türk Yurdu Dergisi, Ocak 2013, Sayı: 305 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum