FLAŞ HABER

Mehmed IŞIK:Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Saatleri Ayarlama Enstitüsü-TANPINAR

Mehmed IŞIK:Saatleri Ayarlama Enstitüsü
27 Eylül 2011 - 10:32

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Modernleşme ve Doğu-Batı Çekişmesi

Temelde bir zaman kavramı olan “modernus” köken olarak, “eski”ye karşı ortaya atılmıştır. Modernleşme düşüncesi ise bir aydınlanma projesi olarak aydınlanma felsefesine göre ideal bir toplum düzeni oluşturmak amacıyla Batı Avrupa’da bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmelerin neden olduğu ekonomik büyüme neticesiyle toplumları yeni bir yaşam tarzına, kültürel ve kurumsal değişim sürecine sokarak, etkileri dünya çapında hissedilen bir sosyal, siyasal ve kültürel ilerleme düşüncesinin ürünüdür.

Teknolojik, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bütün yönleriyle bu noktada Batı, dinamiklerini ve kontrolünü kendisinin idare ettiği bir çerçeve içerisinde Batı-dışı toplumların önüne geçmiştir. Bu farklılaşma ve öncülük pozisyonu nedeniyle de Modernleşme ya da Batılılaşma gibi bir kavram Batı-dışı toplumların gündemine yerleşmiştir.

Türkiye’de modernleşmenin temel özelliklerine bakıldığında bu sürecin Batılılaşma olarak algılandığı görülmektedir.

Bu modernleşme ve batılılaşma hareketleri Türk toplumuna birçok değişikliği beraberinde getirmiştir. Batılılaşma sürecinde görülen değişiklikler Türk edebiyatçılarının eserlerinde de görülmektedir.

“Saatleri Ayarlama Enstitüsü” Tanzimat öncesinden Meşrutiyete, oradan Cumhuriyete uzanan doğu-batı ikilemindeki toplumsal kimlik arayışımızın betimlemesini, modernleşen hayatta insan ilişkilerini ve yeni oluşuma ayak uyduramayan insan tiplerinin toplumdan dışlanışını, modernleşme nesnesi durumundaki “zaman” kavramıyla ilişkilendirerek, görünen gerçeği birtakım semboller vasıtasıyla dile getirmektedir.

Eser, çocukluğu Tanzimat öncesinden başlamış Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşayan Hayri İrdal’ın anıları şeklinde tasnif edilmiştir.

Türk toplumunun doğu ile batı arasında bocalamasını irdeleyen romanda kahramanın ustası Muvakkit Nuri Efendi’yi doğu, kahramanın arkadaşı Halit Ayarcı’yı batı, başkarakter Hayri İrdal’ı ise eşikte kalmış olan ve toplumsal karmaşıklığın küçük çaplı bir örneğini sunan bir karakter olarak yorumlamak mümkün. Hayri İrdal, hayatını kendince iki döneme ayırır: Halit Ayarcı’yı tanımadan önceki ve tanıdıktan sonraki yaşamı –bunu geleneksel ve modernleşme sürecinde diye ayırmak da mümkün-. Halit Ayarcı’nın öncesindeki hayatında gerçeklerin içinde, zahirde fakir ama mutlu adamı oynamaktadır. Oysa Halit Ayarcı’dan sonraki hayatında yalanla dolu havayı teneffüs eden, zengin fakat mutsuz bir adam olmuştur.

Evet, Tanpınar Hayri İrdal’ın hayatı etrafında Türk toplumunun yeniliklere, yenileşmeye gösterdiği tepki ve yüklediği anlamaları ele almıştır. Tanpınar bunu yaparken, Hayri İrdal’ın garipliklerini ortaya sermiş ve onu toplum dışına iten farklari ve etkenleri göstermiştir. İrdal’ın toplum dışına itilişi bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Çünkü bu sayede toplumu gözlemleyebilecek ve aksaklıkları dile getirebilecektir. Yazar bunu yaparken Montesquieu’nun topluma bir yabancının gözüyle bakma yöntemini biraz değiştirerek ve daha karmaşık bir biçime sokarak kullanır.

Tanpınar, kahramanın her halini inceden ve gizli olarak işleyerek modern hayatın içinde alınan herhangi bir pozisyonun ideolojiden bağımsız olmasının olanaksızlığını ortaya koymak istemektedir.

İlber Ortaylı, birtakım makalelerini derlediği “Gelenekten Geleceğe” isimli kitabında şöyle diyor: “Modernleşme ile idari, hukuki, mali reformların kaçınılmazlığı anlaşılmıştır. Osmanlı Devleti kaçınılmaz olarak Batı dünyasının ideolojik yapısını da almak zorunda kalmıştır. Ortadoğu ülkeleri arasında köklü değişimi yaşamak zorunluluğunu ilk olarak Osmanlılar duymuş ve denemişlerdir. Böylece Osmanlı Modernleşmesinde ideolojik yönden yeni bir boyut, doğu-batı kültürü çatışması ortaya çıkmıştır.”

Althusser’in dediği gibi ideoloji bizatihi kendisi bir gerçeklik ise bunu romanda bulmak olası evet. ideolojinin dönüştürdüğü bir asıl gerçeklik alanı var romanda. Bu demek oluyor ki ideoloji, yaşayabilmek için kendisine tarihi temeller kurmak zorunda. Romanda Halit Ayarcı’nın Hayri İrdal’dan aslında hiç yaşamamış olan “Ahmet Zamani Hazretleri”ni anlatan bir kitap yazmasını istemesi ve Hayri İrdal’ın bunu yapması kendi gerçekliğini yansıtacak bir temel oluşturma arayışının ideolojik ürünüdür. İdeoloji sadece havada kalırsa sistem çözülür. Tanpınar’ın işaret ettiği de tam bu nokta: maddi koşullar ile fikri koşullar örtüşmeli ki değişim gerçekleşme hakkını elde etsin. İdeoloji asıl gerçekliğin bir şekilde çarpıtılarak yansıtılması olmakla birlikte tanım kümesi içinde kendi gerçekliğini inşaeder. Hakikatle tikel ideoloji arasındaki çarpıtma bir kez kurulduktan sonra ideolojinin hakikate olan ihtiyacı salt referans verme bazındadır. Zira bu bağ sayesinde tanım kümesi içerisinde kendi gerçekliğini üretmeye muktedir hale gelir. Bu sebeple Halit Ayarcı’nın sözleriyle: “tarih günün emrindedir”. Belki bir adım daha ileriye giderek şöyle diyebiliriz: hakikat ideolojinin emrindedir. Bunlar referans gösterilerek insanın konumunu tartışacak olursak, insanın bilebileceği hakikatten ziyade ideolojik bir gerçekliktir. Bu nedenle romanda insan ile gerçeklik arasındaki bilişsel bağın inanç üzerine temellenmesi gerektiğinden dem vuruyor Halit Ayarcı: “hiçbir şey yapmayın, yalnız inanın. Bize bu yeter. (….) Çünkü evvela inanç lazım.”Ayrıca sadece düşüncenin değil, eylemin de düşünceyi nasıl yönlendirebildiği gözler önüne seriliyor. Hayri İrdal’ın “artık Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü sorgulamıyorum, hatta seviyorum” itirafı bunu teyid ediyor. Tabi uç halin mümkünlüğünü zorunluluk olarak da yorumlayabiliriz.

Romanda kurulan Saatleri Ayarlama Enstitüsü bir bakıma modernizmin doğudaki tezahürü hükmündedir. Batıda zaman hapsedilmeye çalışılmaktadır. Zamana sahip olanlar diğerlerinin zamanını sömürme eğilimindedir. Zaman başta olmak üzere her şeyden artı değer üreten bir sistem bu. İşte Saatleri Ayarlama Enstitüsü böyle bir gerekliliğin ürünü, ancak doğu burada karşımıza çıkıyor. Zaman bir yerlere sıkıştırılmaya çalışılmıyor doğuda, hatta üzerinde tasarrufedilmeye müsait bir durumda: “Nuri Efendi bana fazla iş vermez, verdiği işin de behemehal yapılmasını istemezdi. Aceleye lüzum yoktu. O, zamanın sahibi idi. Ona istediği gibi tasarruf eder, yakınındakilere de az çok bu hakkı tanırdı”. Doğuda zamanla daha barışık bir hayat var. Bunun farkına varıldığında haşmetli enstitünün lüzumsuz olduğu anlaşılmıştır ve tasfiye zamanı gelmiştir. Modernleşme tarihimiz de aynı düzlemde gelişmiştir. Doğru tespitler yapılmış ve gerekli kurumlar kurulmuştur, zaman içinde bu kurumlar amacından sapmış ve ya tam anlamıyla birer taklit olması nedeniyle toplumumuz açısından işlevsellikten uzak kalmıştır. Bunun nedenini Hasan Bülent Kahraman şöyle açıklıyor: “Cumhuriyet modernleşmesi kültürel değerler üzerinden bir modernleşme ve sanayileşmeyi yok sayıyor. Yani bir anlamda düşündüğünün dışında bir davranış içinde Cumhuriyet modernleşmesi” Modernleşme iddiasıyla ortaya çıkan böyle kurumlar hem toplumsal hayatı çıkmaza sokmuş hem de toplumu doğu-batı ikilemine sürükleyerek çeşitli buhranlara sebep olmuştur. M. Türköne “Türk Modernleşmesi” isimli yazısında şöyle diyor: “Türk modernleşmesi kendine özgüdür; zira modernleşen diğer toplumlarla birçok ortak paydayı taşımakla beraber; farklılıklar ve özgün yönler, izlediği rotayı belirlemiştir”. Osmanlı modernleşmesi ile aynı dönemde başlayan Japon modernleşmesinin sonuca ulaşmasını bununla açıklayabiliriz. Prens Sabahaddin “Türkiye Nasıl Kurtulur” isimli eserinde Türkiye’nin ilerlemesindeki engelin Batıcıların iddia ettikleri gibi din değil, sosyal yapımız olduğunu savunur. Bireyci sosyal yapı ve toplumcu(cemaatçi) sosyal yapı olmak üzere iki ayrıma giden Prens Sabahaddin’e göre gelişmiş Batı toplumları bireyci yapıda iken doğu toplumları cemaatçi yapıdadır. Bütüncü yapıdan bireyci yapıya geçmek bir eğitim sorunudur. Prens Sabahaddin’in de belirttiği gibi Osmanlı toplumunun kendi iç dinamikleri ve zaman içinde bu bağlamda ortaya çıkan değişmeleri modernleşmeye yön vermiştir. Romanda kitlelerin her zaman hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih etmeleri, durağanlığın hareketliliğe dönüşmesi olan modernleşme yolundaki en zor aşmalardan biridir: “hayır, yalan söylemiyorlar, diyordum. İkisinde de samimi idiler. Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ederler (.…) Menfaatler istikametini değiştirirse mantık da değişir”. Geleneksellikten modernliğe geçilirken her iki uç arasında düz bir çizgiden söz edilemez. Modernleşme bazı basamakların geçilmesini zorunlu hale getiren aşamalı bir süreçtir. Gino Germani’ye göre, önemli aşamalardan birisi ve belki de en önemlisi, geleneksellikten kopuş aşamasıdır. Modernleşme kuramının toparlayıcı ve özgün bir yorumunu yapan Cyrill E. Black modernleşme sürecinin çatışmalı, sancılı ve dört aşamada gerçekleşen bir süreç olduğunu beyan eder; ilk aşamada modernliği savunan bir elit ortaya çıkar, ikinci aşamada bu seçkinler iktidarını sağlamlaştırır, üçüncü aşama ekonomik ve toplumsal dönüşüm aşaması, dördüncü ve son aşama ise toplumsal bütünleşme aşamasıdır. Her ülke bu aşamaları geçmek zorundadır, ancak ülkeler modernlikle karşılaşma biçimlerine ve bu karşılaşma anındaki geleneksel toplum yapılarına bağlı olarak bu süreci farklı yaşarlar. Dünyadaki ülkeler bu açıdan yedi gruba ayrılırlar:

1. İlk Modernleşenler. Süreci iç dinamikleriyle ve uzun bir sürede yaşayan ülkelerdir: İngiltere ve Fransa.

2. İlklerin kolonileri. Geleneksel toplum yapılarının yok edildiği ve göç edilen ülkeden aktarılan modern değerlerin başat olduğu ülkeler: ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda.

3. İlklerin komşuları. Bu ülkeler ilk modernleşen ülkelereyakınlıkları sayesinde, modernlik ile sürecin erken aşamalarında karşılaşmış ve kendi modernlik süreçlerini oluşturmuşlardır: Avrupa ülkeleri.

4. Üçüncülerin sömürgeleri. Bu ülkelerde geleneksel yerli kültürü ve melez kültür bir arada yaşamaktadır ve sömürgeci ülkenin modernleşmesine bağlı olarak modernlik ile tanışırlar: Latin Amerika ülkeleri, Güney Afrika vs.

5. Geleneksel elitin modernleşmeye karar verdiği ülkeler. Bunlar modernlik ile karşılaştıklarında rekabet edebilecek köklü bir kültüre ve siyasal organizasyona sahip ülkelerdir. Bu ülkenin geleneksel eliti, rekabeti sürdürebilmek için kendi iradeleriyle modernleşmeye karar verirler: Rusya, Osmanlı Devleti, İran, Afganistan, Çin ve Japonya bu grubu oluşturur.

6. Köklü bir kültürü olan sömürgelerin yer aldığı grup. Modernliğe direnebilecek köklü bir kültüre sahip olan bu ülkeler sömürgeci ülkenin zorlamasıyla modernleşme sürecine girerler: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yer alan İslam ülkeleri ile Hindistan vs. bu grupta yer alır.

7. Modernliğe direnebilecek bir kültüre sahip olmayan sömürgeler. Bunlar da sömürgecilerin zorlamasıyla modernleşir, ancak bu süreçte geleneksel kültür tamamen yok olur: Sahra altı Afrika ülkeleri bu grupta yer alır.

Cyrill E. Black’in 5. grupta yer verdiği Osmanlı’da modernleşme sürecinde 7. gruptaki “modernliğe direnebilecek bir kültüre sahip olmayan sömürgeler” gibi geleneksel kültür tamamen yok edilme aşamasına gelinmiştir. Tanzimat kalemlerinden Sadullah Paşa’nın şu beyti geleneklerden kopuşun dehşetini olanca çarpıklığıyla gösterir: “yıkıldı esasında eski malûmat; ne kaldı şöhret-i Rum û Arap, ne Mısır û Herat”.

Geleneksellikten modernliğe geçişin temelli ve önemli değişimlere zemin hazırladığını dile getiren Habermas şunları söylemektedir: “modernleşmeden nasibini almayan hiçbir alan, hiçbir faaliyet kalmaz, dolayısıyla süreç, kısmi bir süreç değildir; topyekûn bir süreçtir”.

Günümüzde toplumlar ya moderndir ve ya modernleşme yolundadır. Ciddi bir istisna yok gibidir. Modernleşme yavaş işleyen bir süreçtir. Birkaç kuşağın hayatını kapsayacak kadar oldukça geniş bir zaman dilimi içinde seyreder. Geçmiş ve yaşanan deneyimlere bakılırsa, bir neslin yaşamına sığmış modernleşme örneği yoktur.

Modernleşme geriye dönüşsüz bir süreçtir. Sözü edilen değişimlerin bir süre sonra aksi yönde hareketi söz konusu değildir. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde enstitünün tasfiyesinden sonra Halit Ayarcı’nın şüpheli bir trafik kazasıyla ölmesi buna işaret etmektedir.

Modernleşme birçok sorunu çözüme bağlarken, kendisi yeni sorunlara zemin hazırlamaktadır. Çevreye ilişkin, yaşamın kalitesine ilişkin tahribatı, toplumsal yapının kırılganlaştığı bir ortam sunmakla beraber insan ilişkilerindeki içtenliğin arka planda kalması romanda Hayri İrdal’ın gözüyle ustalıkla betimlenmiştir.

Bütün bunlardan sonra eskilerin dediği gibi: “eski hâl muhâl, ya yeni hâl veya izmihlâl”. İlber Ortaylı “Gelenekten Geleceğe” isimli kitabının sonunda tarihimize dönmeyi fakat bunun bölük pörçük olmamasının gerektiğini, gelenekle geleceği bir arada düşünmemiz gerektiğini anlatır. “geleneği reddetmek kimsenin haddi değil ama geleneğin ne olduğunu bilmek ve tarifini doğru yapmak şartıyla. O zaman geleceğin ne olacağını biraz daha iyi biliriz, daha doğrusu kendimiz kuracağımız için biliriz”. Kendi değerlerimizi bütün bütün terk edip, gülüyle dikeniyle Modern Batının her şeyini almak mümkün olamayacağı gibi, böyle bir deneyimin bizlere neler getirdiğini biliyoruz. Batının yalnız ilerlemeye vesile olacak değerlerini kalkınmamıza vasıta yapabiliriz yoksa “yürüyüşünü terk etti, başkasının da yürüyüşünü öğrenemedi” diye olan söze konu olacağız.
Ve kitaptan bir alıntı:

Halit Ayarcı, Hayri Bey’e realist olmanın ne demek olduğunu anlatıyor :

- Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiç bir manası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? İstediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilakis yolundan alıkoyar seni. Kötümser olursun, apışıp kalırsın, ezilirsin. Hakikati olduğu gibi görmek.. Yani bozguncu olmak.. Evet bozgunculuk denen şey budur, bundan doğar. Siz kelimelerle zehirlenen adamsınız, onun için size eksiksiniz dedim. Yeni adamın realizmi başkadır. Elinde bulunan bu mal, bu nesne ile, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual!

Mehmed IŞIK-AY VAKTİ DERGİSİ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları
00:50