Kuşçubaşı Eşref: Uçan Şeyh

“Kazandığını sanıyorsun değil mi? Ama henüz her şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle bir çorap öreceğim ki, iki yüzyıl uğraşsanız da, bitiremeyeceksiniz.”

Kuşçubaşı Eşref: Uçan Şeyh
09 Nisan 2016 - 10:56

Kuşçubaşı Eşref 1918 yılında Hayber’de Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın yirmi bin kişilik ordusuna karşı kırk kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile saatlerce savaşır ve yaralı olarak esir düşer. Kırk inanmış yiğitle… Aslan yürekli adanmışlarla… Hastanede kanadı kırık bir kuş gibi yatarken Lawrence gelir yanına. Eşref’in ağzından yukarıdaki cümleler dökülür.Lawrence’nin suratına tükürürcesine… Esirken, düşman elindeyken bile eğilip, bükülmemek, zerrece korkuyu yüreğe getirmemek… Kanadı kırıkken bile gönül ikliminde adanmışlığa, imana, namusa, haysiyete kanat çırpmak… Öldürmemek özgürlüğün nazlı güvercinini… Hiçbir zincirden, prangadan, ökseden korkmamak… Nice şeyhin, emirin, komutanın dünya metaına kendini İngiliz’e, güce, güçlüye sattığı, kiraladığı bir dönemde umutlarıyla, idealleriyle dimdik durabilmek… Kuşçubaşı Eşref işte bu dimdik duranlardandı. İhanetin, adam satmanın, iddiaları intibaka dönüştürmenin, makamın mevkiin, paranın, altının her köşe başında nöbet tuttuğu ve kitleleri kandırıp kendi yanına çektiği karanlık, tiksinti verici, mide bulandırıcı bir dönemde kişisel hırs ve menfaatlerini bir yana bırakıp vatan için namus için bayrak için istiklal için en ön safta vuruştu Kuşçubaşı. Bir lahza tereddüde meydan vermeden…

Nerden başlasak anlatmaya Eşref’i? Nasıl anlatsak Kuşçubaşı’nı? Mücadele, mücadele, mücadele… Durmamak, durmamak, durmamak…

1873’de İstanbul’da doğuyor. Çerkezlerin Ubıh kolundan. Ubıhlar 1830 yıllardan itibaren Ruslarla, Moskovla savaşmaya başlarlar. Çok şiddetli savaşlar… Direnişler, ölümler, kayboluşlar, yitirişler… Düşmanla kıyasıya vuruşmalar… Güce, tuğyana derin isyan… 1864’de savaşlar biter. Ubıhlar nüfuslarının büyük bölümünü bu savaşlarda kaybetmişler. Rusların sunduğu iki tercihten biri olan Osmanlı topraklarına göç etmeyi kabul ediyorlar ve Anadolu’ya yerleşiyorlar. Eşref’in babası II. Abdulhamit’in Kuşçubaşısı Mustafa Nuri BeyKuşçubaşı Eşref’in fırtınalı yaşamı daha harp okulu yıllarında başlıyor. Öğrenci iken… Okul idaresine karşı isyan ediyor ve sonrasında sürgüne gönderiliyor. Okul bittikten sonra Makedonya’da muhalif faaliyetler girişiyor. II. Abdulhamit tarafından tekrar sürgün. Hicaz’a… Kardeşi ve babasıyla beraber… Mahpustan kaçış, Medine’de II. Abdulhamit’in başyaverinin oğlunu üç tabur askerin arasından kaçırmak, tüm Arabistan’ı karış karış dolaşmak, Hindistan, Afganistan, İran ziyaretleri… Abdulhamit’e sürekli başkaldırı… Her an her yerde ortaya çıktığından kendisine Şeyh-it Tuyyur (Uçan Şeyh) lakabı veriliyor. Kendine ihtiyaç duyulan her yerde, her zaman…

Kuşçubaşı Eşref ve Onun dostları, arkadaşları Osmanlının en ıstıraplı, en zor zamanlarında yaşadılar. İmparatorluk bir yangın yerinden farksızdı. Kimileri bu yangın yerinden kendine ganimet kaçırma peşindeydi, kimi düşmanla işbirliği yaparak siyasi ikbal… Halk yorgun ve şaşırmış… İmparatorluk tel tel dökülüyordu… Kuşçubaşı durumu şöyle izah etmişti: “Osmanlı Devleti, ırk, din, mefkûre kıstasları bakamından bir halita idi! Fetihlerle geçen şan ve şeref asırlarını bozgunlar takip ettikçe, bu halitayı birbirine kementlemiş gözüken bağların ne kadar zayıf ve çürük olduğu anlaşılmıştı. Adı ve ırkı aynı olan milletlerde bile birlik ve beraberlik yoktu.” Evet, çok hazin bir tablo. Bu tabloda hazin olmayan tek şey Eşref ve arkadaşlarının bitmek tükenmek bilmeyen azimleri, gayretleri ve vatan sevgileriydi. Bir avuçtular… Bir gün Balkanlarda, bir gün Trablusgarpta, bir gün Ortadoğu’da, bir gün Mağripte, bir gün Maşrıkta… 1911’de Enver Paşa’yla Trablusgarp direnişi. İtalyanlara karşı dehşet bir direniş… Irak’ta bir gecede İngilizlerin yönetimindeki kırk petrol kuyusunun aynı anda havaya uçurulması… 1912’de yine Enver Paşa, kardeşi Sami Kuşçubaşı veSüleyman Askeri’yle Çorlu, Malkara, Tekirdağ, Hayrabolu ve Edirne’nin kurtarılması. Batı Trakya Cumhuriyeti’nin kuruluşu… Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap yarımadasından Sorumlu başkanlığı… Süleyman Askeri Bey’in trajik ölümünden sonra Teşkilat-ı Mahsusa Başkanlığı… I. Dünya Savaşı’nda İngilizlere karşı Kanal Harekâtı Komutanlığı… İngilizlere esir düşme… Serbest bırakılma ve Milli Mücadeleye ölümüne destek... Kuvva-i Seyyare ordusuyla Yunanlılara karşı muhteşem direniş… Adapazarı’nda Kuvva-i Milliye Komutanlığı… Lozan Antlaşmasından sonra yüz ellikler listesine girme ve uğruna ömrünü verdiği vatanın evladı olmaktan men edilme… Türkiye’ye girişinin yasaklanması… 1936’da afla yurda dönmesi serbest hale gelir. Ama O: “Hiçbir zaman af dilemedim, hain değilim ki affedileyim!” diyerek yurda dönmez. 1950’de sürgünlüğüne son verir ve memleketine döner.

Uçan Şeyh, çöl savaşçısı, gayrinizamî harbin piri Kuşçubaşı Eşref bugünlerde de varlığına ihtiyaç duyulan bir sembol. Varlığına en çok ihtiyaç duyduğumuz şey belki de Onun ve arkadaşlarının mücadele azmini ve aşkını mayalayan ruh. Bir avuç yüreği bir potada cem eden iman ve adanmışlık. Bugünün geçmişten hiç fakı yok aslında. Bugünde işbirlikçiler, hainler çeşitli kılıklarda dolaşıp duruyor. Kimi siyasetçi, kimi gazeteci, kimi akademisyen… Ruhları satılmış binlercesi… En bakir hissiyatımız, vatanımız, namusumuz, dinimiz küresel tezgâhlara konmuş modern vahşilere pazarlanıyor. Coğrafyamız kan ırmağı, kandan bir ırmak… İnsanımız parça parça, bölük pörçük… Altına toplanacağımız, bizi bir araya toplayacak sancak ve sancaktar yok görünürlerde. Demokrasi mitiyle, insan hakları söylemiyle, din bezirgânlığıyla ırzına geçiliyor coğrafyanın… Dün Şerif Hüseyin vardı, Kral Faysal… Bugün sayamayacağımız kadar vicdanı körelmiş, ruhu satılmış yığınlar… Kuşçubaşı Eşref Kral Faysal’ın yüzüne tükürerek şu cümleleri söylemişti: “Sizler Şerif değil senig (alçak) adamlarsınız! Tuh yüzünüze!” Bugün bırakın alçağın yüzüne tükürmeyi, her türlü hayâsızlık, ahlaksızlık ödüllendiriliyor, taltif ediliyor… Düşman çok, hayın çok; Dost yok, ruh yok, aşk yok, şevk yok…

Enver, Kuşçubaşı, Resneli Niyazi, Zenci Musa, Süleyman Askeri, Hüsamettin Bey, Yakup Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Fuat Balkan, Ohrili Eyup Sabri, Hilmi Musallimi, Mehmet Akif

Tarihin mücadele sayfasına adlarını şanla, şerefle yazdıran büyük adamlar… Namus erleri… Şimdilerde büyük adam taklidi yapan, egolarının ve göbeklerinin şişkinliği dışında hiçbir özelliği olmayan palavracılarla dolu bir memlekette yaşıyoruz. Solculuğun solcularla tüketildiği, milliyetçiliğin milliyetçiler sayesidne nefret objesine dönüştüğü, İslam’ın sahte İslamcılarla ve dindarlarla içinin boşaltıldığı, posasının çıkarıldığı zamanlardayız. Düşünce namusunun olmadığı, eylemin rafa kaldırıldığı… Böyle zamanlarda milleti ayağa kaldıracak, mazlumları örgütleyecek bir teşkilata ne de çok ihtiyacımız var. Ne de çok ihtiyacımız var kim olduğumuzu hatırlamaya…

1950’de yurda dönen Kuşçubaşı Eşref ölünceye kadar sessiz yaşar. Salihli’deki çiftliğine çekilir. Beraber, omuz omuza mücadele ettiği arkadaşlarının kabirlerini ziyaret ederek teselli arar. 1964 yılında vefat eder. Mezarı Aydın’da Söke-Kuşadası yolu Yaylaköy Caferli Granta Mezarlığı yanında.

Kuşçubaşı’nın vatanseverliği, mücadele azmi ve kararlılığı dillere destan. Bugün klavye kahramanlığı yapan, Rambo’dan başka kahraman bilmeyen, medyanın şişirmeleriyle reis olan, lider olan küçük adamların her tarafı kapladığı bir dönemde Onu anlamak gerçekten kafa ister, yürek ister. Mustafa Kemal’in tek adamlığına karşı çıkması, II. Abdulhamit’in aşırı istibdatçı yönetimini eleştirmesi Onu yargısız infaz etmeye neden olmamalı. Kahramanlığını unutturmamalı… Osmanlıydı, mertti, coşkundu… Adam gibi bir benî âdemdi vesselam…

Kuşçubaşı’na ve bütün Teşkilat-ı Mahsusa’nın beylerine selam olsun!...

Selam olsun bütün isimsiz kahramanlara!...

Ruhları şâd olsun. Mekânları Cennet!...

Kaynak: http://www.haber10.com/yazar/muaz_ergun/ucan_seyh_kuscubasi_esref-625973

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum