İsrail-Türkiye arasında resmi ilişkiler

İnönü, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin “babası” kabul ediliyordu. İsrail, artık ilişkilerin normalleşmesi için adım atma zamanı geldiğine inanmıştı.

İsrail-Türkiye arasında resmi ilişkiler
03 Şubat 2015 - 19:55

Belgesel Dosya: İsrail-Türkiye arasında resmi ilişkiler

İnönü, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin “babası” kabul ediliyordu. İsrail, artık ilişkilerin normalleşmesi için adım atma zamanı geldiğine inanmıştı. Bununla birlikte, bu alandaki çabaları başarıya ulaşmadı. Türkiye, hızlı bir şekilde adım atacağa benzemiyordu. Türk hükümet yetkilileri, İsrailli temsilcilerle gerçekleştirdikleri görüşmelerde –özellikle de Ankara’daki İsrailli bakan Noshe Sasson ile- “doğru zamanın” bulunması gerektiğini iddia etmişlerdi; ancak söz konusu “zaman” sürekli olarak öteleniyordu. Türk hükümetinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusundaki çekingenliğinin önemli bir sebebi, Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkileri üzerinde bu durumun olumsuz bir etki yapacağına dair duyulan korkuydu.

Analiz Haberi - 28 Ekim 2014 Salı 
 
İnönü, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin “babası” kabul ediliyordu. İsrail, artık ilişkilerin normalleşmesi için adım atma zamanı geldiğine inanmıştı. Bununla birlikte, bu alandaki çabaları başarıya ulaşmadı. Türkiye, hızlı bir şekilde adım atacağa benzemiyordu. Türk hükümet yetkilileri, İsrailli temsilcilerle gerçekleştirdikleri görüşmelerde –özellikle de Ankara’daki İsrailli bakan Noshe Sasson ile- “doğru zamanın” bulunması gerektiğini iddia etmişlerdi; ancak söz konusu “zaman” sürekli olarak öteleniyordu. Türk hükümetinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusundaki çekingenliğinin önemli bir sebebi, Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkileri üzerinde bu durumun olumsuz bir etki yapacağına dair duyulan korkuydu.
Resmi küçültmek için üzerini tıklayın...

İsrail Devlet Arşivleri

29 Kasım 1947 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi’nde, Filistin topraklarının paylaşılması ve oradaki Arap devletinin yanında bir Yahudi devletinin kurulması yönünde bir oylama yapıldı. Arap devletleri, bu karara karşı çıktılar; Türkiye ise bu önerinin aleyhinde oy kullanan 13 ülke arasında yer alıyordu: Müslüman dayanışması! Bununla birlikte, İsrail devletinin bir gerçeklik halini almasının ve demokratik seçimler sonucunda bir kurucu meclisin (Knesset) belirlenmesinin ardından, dönemin Türkiye cumhurbaşkanı İsmet İnönü, pragmatik bir dış politikası izleyerek, yeni kurulan devleti tanımaya ve bakanlar düzeyinde diplomatik ilişkiler tesis etmeye karar verdi.

Yıllar boyunca İsrail-Türkiye ilişkileri iniş çıkışlı oldu. İlişkilerin en kötü olduğu zaman, Kasım 1956’da Sına Seferi’nin ardından yaşandı. Mısır, Irak’a karşı propaganda yapmak üzere savaşı kullandı. Irak, Türkiye’nin Batı-yanlısı Bağdat Paktı’ndaki ortağıydı. Ayrıca, Türkiye’nin İsrail ile yakın ilişkiler içerisinde olmasından dolayı da Mısır, Türkiye’ye karşı bir tavır takınmıştı. Ne de olsa İsrail, Britanya ve Fransa ile elele vererek Mısır’a saldırmıştı. Türk hükümeti, Başbakan Adnan Menderes’in İsrail ile ilişkileri germe yönündeki önerisini reddetme kararı aldı. Bununla birlikte, Irak’ın başbakanı Nuri As-Said’in pozisyonunu korumak üzere, ilişki düzeyi, bakanlar düzeyinden maslahatgüzarlığa indirildi.

Ağustos 1958’de İsrail ile Türkiye ilişkilerinde ciddi bir iyileşme yaşandı. Aynı dönemde, Mısır’ın başında bulunan Cemal Abdel Nasır’ın SSCB desteği ve teşvikiyle Orta Doğu’daki yıkıcı faaliyetlerine dair endişeler giderek büyümekteydi. Bu endişe, 14 Temmuz 1958’de Bağdat’taki askeri darbenin ardından Batı-yanlısı Haşemi rejiminin yerle bir edilmesinin ardından daha da arttı. 29 Ağustos 1958 tarihinde İsrail başbakanı David Ben-Gurion ve gerek Dışişleri Bakanlığı gerekse güvenlik güçlerinden oluşan bir yetkili heyeti, Ankara’ya geceyarısı gizli bir ziyarette bulundular. Türk muadilleriyle gerçekleştirdikleri toplantı sırasında, Orta Doğu’daki tüm Nasır-karşıtı güçlerin bir araya getirilmesi kararı alındı: yani, İsrail, Türkiye, İran ve Etiyopya’nın (ABD’nin desteğiyle). Öte yandan, bu ülkelerin arasında siyasi, güvenlik, ekonomik, bilimsel ve kültürel işbirliğinin de başlatılmasına karar verildi. Öte yandan, İsrail ve Türkiye’nin karşılıklı topraklarındaki temsil düzeyini büyükelçiliğe yükseltme kararı alındı; ancak Türkiye, bu anlaşmayı uygulamaktan kaçındı ve söz konusu karar hiçbir zaman uygulanmadı.

Tam ilişkilerin bulunmamasına rağmen, Türkiye ile İsrail arasında yoğun temasların yaşandığı bir dönem başlamıştı; ancak bu temaslar büyük oranda gizli gerçekleşiyordu. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen askeri darbenin ardından söz konusu bağlar tehlikeye girdi; keza bu darbenin ardından İsrail ile özel ilişkiler geliştiren hükümet devrildi. Bununla birlikte, yeni gelen yöneticiler, söz konusu bağların devam edeceği sözünü verdi –tek şartla: gizlice ve ifşa edilmeksizin gerçekleştirilirlerse. Yeni rejim, Türkiye ile İsrail arasındaki büyükelçi değişimi konusundaki kararı da uygulamaya geçirmekten imtina etti. Bir alternatif olarak, sefirlere bakan rütbesi verilmesi önerildi. İsrail, bu anlaşmayı istemeye istemeye kabul etti.

İsrail’in 1961 yılına kadar Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler hakkında daha fazla ayrıntı için, bkz. İsrail Dış Politika Belgeler dizisi, Cilt no: 12, 13 ve 14, İsrail Devlet Arşivleri tarafından basıldı.

1961 yılından sonra İsrail-Türkiye ilişkileri

Türkiye’de 1960-61 yılları arasındaki askeri rejim dönemine istikrarsızlık damgasını vurdu. İsrail, tam diplomatik ilişkiler meselesini gündeme getirmenin bu dönemde pek de zekice olmadığını düşündü. Onun yerine, iki ülke arasındaki ilişkileri zenginleştirmeye dönük çabalara odaklanmayı tercih etti. Ekim 1961’deki seçimlerin ardından sivil bir hükümet kuruldu; başına da İsmet İnönü geçti. İnönü, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin “babası” kabul ediliyordu. İsrail, artık ilişkilerin normalleşmesi için adım atma zamanı geldiğine inanmıştı. Bununla birlikte, bu alandaki çabaları başarıya ulaşmadı. Türkiye, hızlı bir şekilde adım atacağa benzemiyordu. Türk hükümet yetkilileri, İsrailli temsilcilerle gerçekleştirdikleri görüşmelerde –özellikle de Ankara’daki İsrailli bakan Noshe Sasson ile- “doğru zamanın” bulunması gerektiğini iddia etmişlerdi; ancak söz konusu “zaman” sürekli olarak öteleniyordu. Türk hükümetinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusundaki çekingenliğinin önemli bir sebebi, Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkileri üzerinde bu durumun olumsuz bir etki yapacağına dair duyulan korkuydu (örneğin bkz Belgeler No: 9, 56, 63 ve diğerleri). Buna ek olarak, Türk politikacılar, Türkiye’deki İslamcı kesimleri de göz önünde bulunduruyorlardı. Bir diğer engel ise, daha sonra ortaya çıkacaktı: Kıbrıs sorunu!

1 Temmuz 1964’te İsrail ve Türkiye hükümet başkanları Levi Eshkol ve İsmet İnönü’nin Paris’teki görüşmesi sırasında sorunu en üst düzeyde çözmek üzere bir girişimde bulunuldu. İnönü, ilişkilerin normalleşmesinin önündeki engelleri açıkladı. Hem o hem de Türk dışişleri bakanı Erkin (ki toplantıda o da hazır bulunuyordu), “meseleye karar verildiği ve doğru zaman geldiğinde harekete geçileceğini” belirttiler (No:120). Bununla birlikte, bu meselenin çözümü ne onların ne de onlardan sonra başa geçenlerin görev sürelerinde gerçekleşmedi –bu raporun kapsadığı dönemin sonuna dek çözümsüz kalındı.

Türkiye’ye verilen Teknik Yardım: 
Ticaret ve Ekonomik Gelişme alanında İsrail ve Türkiye arasındaki İşbirliği

Resmi ilişkilerde yaşanan zorluklara bakıldığında, Dışişleri Bakanlığı-İşbirliği Departmanı üzerinden İsrail’in Türkiye’ye sağladığı teknik yardım, ikili ilişkilerin başlıca unsuru haline geldi.

1961 yılına dek Türk hükümeti İsrail ile teknik işbirliğini teşvik etmedi. Arapların tepkisi konusunda yaşadığı endişe ve küçük İsrail devletini bir örnek ve rol model olarak kabul etme konusundaki isteksizlik, bu tavrın ardındaki temel gerekçeler idi. Bu durum, 1961 yılından sonra değişmeye başladı. Bunun sebebi ise, Türkiye’nin Arapların tepkisinden giderek daha az endişelenmesi ve İsrail’in ikna gücüydü. 1962 yılında İsrail’in Ankara sefaretindeki yetkililer, sınırlı düzeyde teknik işbirliği sağlamaya dönük girişimlerde bulunmaya başladılar ve bu işbirliğinin yoğunlaşması gereken alanları ve konuları açıklığa kavuşturdular (örneğin, bkz No: 23, 29, vs). 1963 yılı başında, Türkiye ve İsrail teknik işbirliğine dönük iki anlaşma imzaladılar: bir tanesi Tarım Bakanlığı, diğeri ise İskan Bakanlığı ile oldu. 1963 yılı boyunca iki ülke arasındaki teknik işbirliği, ilişkilerinin en önemli temellerinden birini oluşturdu. Eğitim için İsrail’e giden Türk öğrenci sayısı 1962 yılında 54 iken, 1963 yılına gelindiğinde 200’ü geçti.

Teknik Yardım alanında İşbirliğinin Güçlendirilmesi

1964 yılı, Türkiye ile İsrail arasında ekonomik kalkınma alanındaki işbirliği ilişkilerinin ciddi anlamda geliştiği bir yıl oldu. Birçok işbirliği anlaşması ve İsrail yardımını sağlamaya dönük anlaşma imzalandı –özellikle de bölgesel ve kırsal planlama ile tarımsal eğitim alanlarında… (No: 118, 131 (ek), 144 (ek).

1964 yılı, Türk ve İsrailli bakanların karşılıklı ziyaretleri açısından da parlak bir yıl oldu. Türkiye’nin bayındırlık ve iskan bakanı, Ocak ayında İsrail’i ziyaret etti. Bakan, İsrail’in gecekondu mahallelerinin sorunlarına yönelik politikasıyla yakından ilgilendi ve Türkiye’nin Ankara, İstanbul ve İzmir’de yaşadığı benzer sorunların çözümünde bu deneyimden yararlanmaya çalışıldı. Bakan, İsrailli meslektaşı Bakan Yusuf Almogifor’u iade-i ziyarete davet etti. Almogifor, Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan ilk İsrailli bakan olacaktı. Ziyaret, kasım ayında gerçekleşti. Bakan, Türk meslektaşı ile bakanlıklar arası işbirliğinin geliştirilmesi yönündeki planları tamamladı. Ayrıca, her iki ülkeye bağlantı ofisleri kurulması, böylelikle ortak yürütülen planların uygulama aşamalarının takip edilmesi kararlaştırıldı (No. 148).

1964 yılında İsrail’i ziyaret eden diğer Türk bakan ise, köyişlerinden sorumlu bakan Lebit Yurtoğlu idi (bkz Belge No: 111). Kendisinin ziyaretinin ardından, Ekim 1964’te Türkiye’ye bir İsrailli heyet geldi ve heyetin başarısı görüldükten sonra İsrail’in kırsal planlama ve kalkınma alanında Türkiye’deki üniversite öğrencilerinden oluşan iki grubu eğitmesine karar verildi. Öte yandan, Yurtoğlu’nun talebi üzerine, kendisine kısa süreliğine bir danışman gönderildi. Danışmanın görevi, bakanlığındaki organizasyonel sorunların çözümünde kendisine yardımcı olmak idi. (No: 146)

Kıbrıs krizi de, teknik yardım alanında İsrail ile Türkiye arasındaki teknik işbirliğini bozma tehdidini getirdi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı, köyişleri bakanına, İsrail ile işbirliğini ertelemesi yönünde telkinde bulundu –Türkiye’nin BM’de Arapların oylarına ihtiyacı olduğu için BM Genel Asamblesi’nde Kıbrıs oylaması yapılana dek en azından... Bakan ise, Türkiye’nin çıkarlarının hızlı harekete geçilmesini gerektirdiği yönünde bir yanıt verdi ve eğer Dışişleri Bakanlığı ısrar ederse, bu konuyu başbakana ileteceğini belirtti. Dışişleri Bakanlığı, anlaşmanın tamamen gizli kalması şartıyla izin vermek zorunda kaldı.

Bununla birlikte, 20 Kasım 1964 tarihinde, Sasson’un aktardığına göre, kendisi, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın teknik yardımdan sorumlu yetkilisi tarafından çağrılmış ve BM’de Kıbrıs tartışması sona erene dek İsrail ile teknik işbirliğinin sınırlandırılması yönünde kendisine emir verilmişti. Türkiye’nin durumunu anlayışla karşılayıp, oturum sona erene dek teknik yardım faaliyetlerini görünür kılmaktan mümkün olduğunca kaçınması tembih edilmişti. (No: 156)

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in teknik yardımının azalmasından hiç de memnun değildi. 1965 yılı boyunca ise, Türkiye ile İsrail arasındaki tüm faaliyetler ve ekonomik işbirliği –bazı ticari ilişkiler haricinde- askıda tutuldu.


Türkiye-İsrail Arasında Ticaret ve Turizm

Temmuz 1950’de, İsrail ile Türkiye arasında bir ticaret anlaşması imzalandı ve anlaşma, her sene yenilendi. Bu süreç dahilinde İsrail ve Türkiye ekonomileri birbirini tamamladı: İsrail ekonomisi ağırlıklı olarak endüstriyel, Türkiye’ninki ise tarımsaldı. İki ülkenin coğrafi yakınlığı da, ulaştırmanın fazla maliyetli olmadığı anlamına geliyordu. Türkiye, İsrail’den temel olarak fosfat, plastik, sentetik ip elyafı, deterjan, elektrikli motor ve kompresör satın alırken, İsrail ise esas olarak şeker, pamuk, çavdar, kepek, balık, tütün, küspe, ceviz ve kuru meyve alıyordu.

Mart 1961’de Türkiye ile İsrail arasında turizm alanında işbirliği anlaşması imzalandı –ancak Türklerin kayıtsızlığı ve ilgisizliği yüzünden anlaşma uygulanmadı (No:4). Anlaşmaya göre, İsrail gemileri, Türk limanlarını ziyaret edecekler; Türkler de turistlerin gemiden arabalarıyla inmelerini sağlamak üzere bir iskele inşa edeceklerdi. Türkler, iskelenin inşa edilmesini sürekli geciktirdiler; ancak inşaatın 1964 yılında tamamlanmasının ardından İsrail gemisi “Bilu”, 17 haziran 1964 tarihinde İzmir limanına vardı. Yolcuları arasında İsrail Devlet Turizm Şirketi direktörü Meir de Shalit de bulunmaktaydı. Kendisi, Ankara’da beraberinde İsrailli bir heyetle birlikte Turizm bakanını ziyaret etti; görüşmelerde bulundu. Söz konusu görüşmeler esnasında, 1961 tarihli anlaşmanın yenilenmesine, ortak kamu ilişkileri faaliyetlerinin güçlendirilmesine, oteller ve turizm alanında ortak eğitim faaliyetleri düzenlenmesine onay verildi (No: 118). Planlar hiçbir zaman uygulanamadı; çünkü İsrail-Türkiye ilişkileri yeniden soğudu.

1964 Yılına Kadar İsrail ve Kıbrıs

Nüfusunun %82’si Rum, %18’i Türklerden oluşan Kıbrıs adası, 1878’ten itibaren İngilizlerin yönetimi altındaydı. Yunan hükümeti ve Kıbrıslı Rumlar, Enosis –yani Yunanistan ile birleşmeyi- istiyorlardı; Türkiye ve Kıbrıslı Türkler ise adanın iki topluluk arasında bölünmesi çağrısında bulunuyorlardı.

1958’den itibaren Yunanistan her yıl BM Asamblesi’nde Kıbrıs meselesini gündeme getirmeye başladı. Öte yandan, Ben-Gurion’un Ağustos 1958’de Ankara’ya yaptığı gizli ziyaretin sonucu olarak, İsrail’in Türkiye ile özel bir ilişkisi oldu. Dolayısıyla, İsrail, Türkiye’ye yardımlarını (yasal danışmanlık ve gerek Afrika gerekse Latin Amerika’daki dostları nezdinde lobicilik) gizli yollardan gerçekleştiriyordu. İsrail’in o dönemde Yunanistan ile ilişkileri ise, düşük bir düzeydeydi; ülkenin çıkarlarını göz önünde bulundurmak gibi bir yükümlülük altında hissetmiyordu kendisini...

Kıbrıs’ın 1960 yılında bağımsızlığını kazanmasından kısa süre sonra, karizmatik cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios, Enosis rüyasını bir kenara bırakıp, bağımsız bir yönetici rolüne büründü. Artık Atina’dan talimat alma zamanı sona ermişti. Bu durum ise, İsrail’in Kıbrıs ile ilişkilerini geliştireceği ve bu ilişkilerin Yunanistan ile olandan bile daha iyi olacağı yönündeki umutlarını besledi. Öte yandan İsrail, Türkiye karşısındaki yükümlülüklerini de yok sayamazdı.

Kıbrıs’ta gerçekleşen Şiddet Eylemlerinin İsrail-Türkiye ilişkileri üzerindeki etkisi

İsrail açısından, 1964 yılı başında imtihan vakti gelmişti. Kasım 1963’te Makarios, Kıbrıs anayasasının değişmesini talep etti. Anayasa, Türk azınlığa, adadaki nüfuslarıyla orantısız haklar veriyordu. Söz konusu talepler, hem Türkiye hem de Kıbrıslı Türk topluluğu tarafından reddedildi ve çok kısa bir süre zarfında kanlı çatışmalar başladı. Ada, yıllar boyu sürecek olan bir krizin koynuna düşmüştü. (Bkz İsrail-Kıbrıs İlişkileri, Giriş)

Krizin patlak vermesi, İsrail açısından bir çelişki doğurmuştu. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Sasson’a bir telgraf göndererek, kendisinden “İsrail’in tavrının, adada herhangi bir şekilde bir olaya müdahil olmamak” yönünde olduğunu Türk Dışişleri Bakanlığı’ndaki “uygun bir üst düzey yetkiliye” iletmesini istedi. (No: 93)

Cumhurbaşkanı Shazar’ın Başpiskopos Makarios’a yönelik mesajının üzerinden patlak veren kriz

Ağustos 1964’te Cumhurbaşkanı Shazar ile Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios arasındaki telgraf alışverişi, İsrail-Türkiye ilişkilerine ciddi zarar verdi. Ağustos 1964’te Türklerin Rum köylerini havadan bombalamasının ardından Makarios, Kıbrıs ile diplomatik bağları olan devletlerin başkanlarına telgraf göndererek (ki aralarında İsrail cumhurbaşkanı Zalman Shazar da bulunuyordu), “adalet ve insanlık adına,” Türkiye’nin halkına yönelik başlattığı bu “sistematik ve acımasızca cinayeti” durdurmak için harekete geçmelerini talep etti. (Kıbrıs-İsrail, NO: 94). Shazar, Dışişleri Bakanlığı’nda hazırladığı yanıtında, kendisi ve İsrail hükümetinin “bu katliamı durdurmada kendisinin de diğer devlet adamları ve hükümetlerle birlikte seve seve hareket edebileceğini” belirtti. Shazar, düşmanlıkların sona erdiği ve ilgili tarafların Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrısına olumlu yanıt vermesi karşısındaki memnuniyetini ifade ettikten sonra, İsrail’in ülkenin rehabilitasyon çabalarına ne şekilde yardımcı olabileceğine dair Lefkoşe’deki İsrail büyükelçisine soru yönelttiklerini belirtti. (Kıbrıs-İsrail, No. 96).

Shazar’ın mesajına (ve özellikle de rehabilitasyon çabalarına destek olma sözüne) Türkiye’nin verdiği yanıt sert oldu. Dışişleri Bakanlığı’nın Batı Avrupa departmanı direktörü Zeev Shek, Sasson’a İsrail’in yanıtını gönderdi ve Türklerin öfkesi karşısında şaşırdığını ifade etti. Shek ise, İsrail’in Kıbrıs konusundaki tavrında herhangi bir değişiklik olmadığını vurguladı. Shazar’ın yanıtı, Dışişleri Bakanlığı’nda dikkatle incelendi. Sözlerinde her iki topluluğu da hedef alıyordu: insancıl düzeyde sempati, ateşkesle yetinme, barışı sağlama yönündeki temenniler ve İsral’in medikal ve diğer destekleri sunabileceği yönündeki vaatler (No. 125).

Sasson, bu yanıtın içeriğini Türk dışişleri bakanına aktardı. Berikinin yanıtı ise; yaşanan bir dizi olayın sonucunda İsrail’in Türkiye’ye yönelik politikasını değiştirdiği yönünde net bir izlenim doğduğu şeklinde oldu. Çünkü, diplomatik ilişkilerde resmi düzeyde yaşanan aksaklıkları düzeltmek karşısında hiçbir şey yapılmaması, bir hayalkırıklığı yaratmıştı. Dışişleri Bakanı, kendisine ulaşan açıklamalar karşısında memnuniyetini dile getirdi –özellikle de İsrail’in Türkiye’ye yönelik dostane politikasının değişmemiş olduğunu duymak sevindiriciydi. (No: 129)

Sıbrıs meselesinde BM görüşmelerinin etkisi

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Mart 1964’te Kıbrıs meselesini tartışmasının ardından, bu konu aynı yılın sonbahar döneminde de Genel Asamble’de gündeme getirildi. Türkiye’nin Arap ülkeleri de dahil olmak üzere mümkün olduğunca fazla ülkenimn desteğine ihtiyaç duyacağı oturum, İsrail ile ilişkileri üzerinde de ciddi bir etki doğurdu. Belirtildiği gibi, Sasson’a, BM’de Kıbrıs görüşmeleri sonlanana dek, Türk dışişleri bakanlığının, İsrail-Türkiye arasındaki teknik işbirliğini ilgilendiren birçok anlaşmanın uygulanmasını geciktirmeye niyetli olduğu aktarıldı.

Buna ek olarak, İsrail ile teknik işbirliği konusunda Arap medyasında çıkan haberlerin Türkiye’yi zor bir duruma düşürdüğü de kendisine tebliğ edildi; dolayısıyla yakın gelecekte asli önem taşıyan projeleri yürütmenin yegane koşulu, İsrail’in söz konusu işbirliğini sessiz sedasız yürütmesiydi. Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, bu konuda son derece temkinli olunması gerektiğini özellikle vurguladılar; keza BM Asamblesi’nde Kıbrıs görüşmesinin tarihi tüm hızıyla yaklaşmaktaydı.

Türk meslektaşları, Sasson’a, İsrail’in BM’de Kıbrıs konusunda nasıl bir oy kullanacağı sorulduğunda, kendisinin yanıtı kaçamak oldu ve İsrail’in doğru zamanda doğru kararı vereceği şeklinde bir ifade kullandı; “Türkler, İsrail’in dostluğunun samimiyetine güvenebilirler”di. Eğer İsrail Afrika uluslarıyla ilişkilerini kuvvetlendirirse, Türkiye’nin bundan memnuniyet duyacağı şeklinde bir imada bulundu Türk tarafı. Keza bu şekilde BM nezdinde söz konusu ülkelerin vereceği karar, Türkiye lehine olabilirdi. Buna ek olarak, İsrail’e şu da söylendi: önümüzdeki birkaç ay içerisinde Türkiye, Araplara “göstermelik” yakınlık sergileyebilirdi; ancak bu minvaldeki açıklamalar sadece günü kurtarmaya dönüktü; birçok Arap ülkesinin, söz verdikleri gibi, Türkiye lehine oy kullanmasını sağlama niyetiyle yola çıkılmıştı (no:164). İsrail Dışişleri Bakanlığı ise, konu BM gündemine gelirse Kıbrıs konusunda nasıl oy kullanacağını Türklere söylemenin kendisine herhangi bir avantajı olmayacağı şeklinde bir yanıt verdi (No. 167).

Sonraki aylarda, Sasson, endişe verici açıklamalar işitti. Bunlara göre; Türkiye’nin Araplarla yakınlaşma politikası, BM’deki Kıbrıs görüşmelerinin bile sonrasında devam edecekti (No:186). Mart 1965’te aktarılana göre ise, söz konusu oturum, BM’nin 1965 sonbaharında gerçekleşecek olan bir sonraki oturumuna ertelenmişti. Dolayısıyla, Türkiye, bir sonraki görüşme sona erene dek İsrail ile bağlarını sınırlı düzeyde tutmaya mecburdu. Türk yetkililer, bu konudaki hassasiyetlerine karşı İsrail’in anlayış göstereceğine dair dileklerini ifade etmişlerdi (No. 192).

BM Genel Asamblesi’ndeki Oylama ve Sonuçları

18 Aralık 1965 tarihinde, BM’nin 20.Genel Asamblesi’nde 2077 (XX) sayılı Karar kabul edildi. Karar; tüm devletleri, Kıbrıs’ın egemenliği, birliği ve toprak bütünlüğünü korumaya davet ediyor ve Güvenlik Konseyi’nin de adadaki arabuluculuk çabalarını sürdürmesini telkin ediyordu. Karar, Kıbrıs hükümeti tarafından memnuniyetle, Türk hükümeti tarafından ise hayalkırıklığıyla karşılandı. Çoğunluğu bağlantısızlardan olan 47 ülke, kararı desteklerken, 5 tanesi karşı çıktı (ABD, Türkiye, Arnavutluk, İran ve Pakistan), 54 ülke de çekimser oy kullandı (İsrail dahil). Arap ülkeleri, oylamada ikiye bölünmüşlerdi: Mısır, Suriye, Lübnan; kararı desteklerken, Cezayir, Irak, Ürdün, Kuveyt, Libya, Fas, Sudan ve Tunus çekimser oy kullandılar.

İsrail’in BM Asamblesi’nde verdiği oy, Türkiye nezdinde hayalkırıklığı yarattı. 31 Ocak 1966 tarihinde Sasson, Türkiye Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri Haluk Bayülken ile görüştü. Amacı; İsrail’in neden çekimser oy kullandığını açıklamaktı. Sasson; bu adımın Türkiye’ye yönelik bir jest olarak görülmesi gerektiğini söylerken, İsrail’in de çekimser oy kullanan ve Türk halkından tebrik alan birçok Arap ülkesi gibi oy kullandığını kaydetti. Bununla birlikte, Bayülken’in yanıtı; Türkiye’nin bu oy karşısında hayalkırıklığına uğradığı yönünde oldu. (No:238)

1966 ve 1967 yıllarında, her ne kadar BM Asamblesi’nde Kıbrıs meselesi tartışılmasa da, İsrail-Türkiye ilişkileri donmuş şekilde kaldı –bazı ticari ilişkiler hariç. Bu durum, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail ile ilişkileri pahasına Arap ülkeleriyle bağlarını güçlendirme eğilimiyle paraleldi. Söz konusu eğilim, Ekim 1965’te gerçekleşen seçimlerden sonra daha da güçlendi; söz konusu seçimlerde Türkiye’de Adalet Partisi, İnönü’nün CHP’sini mağlup etmişti.

Altı Gün Savaşları ve İsrail-Türkiye ilişkileri

Savaşın eşiğinde Türkiye’nin Gerilime Verdiği Yanıt

Mısır ordusunun Sina yarımadasına girmesi ve Tiran Boğazları’nın İsrailli gemilere kapatılmasının ardından İsrailli bakan Daniel Laor (kendisi Ekim 1966 itibariyle Moshe Sasson’un yerine geçmişti), Türk Dışişleri Bakanlığı genel direktörü Zeki Küneralp ile görüştü ve kendisine 23 Mayıs 1967’de Eshkol’un Knesset’te yapmış olduğu konuşmanın bir nüshasını takdim etti.

Eshkol, konuşmasında, Aqaba Körfezi (Eilat) ve Tiran Boğazları’ndaki serbest seyrüsefere müdahalenin, uluslararası hukuka yönelik ciddi bir ihlal teşkil ettiğini söylüyor ve Büyük Güçler’i hiç vakit kaybetmeksizin ulusların haklarını korumaya davet ediyordu. Genel direktör, Türkiye’nin bu duruma ilişkin yanıtını aktardı: gerilim karşısında endişe duyuluyor ve BM çerçevesinde bir çözüm bulunması isteniyordu (No:282).

28 Mayıs 1967 tarihinde Orta Doğu’daki duruma ilişkin olarak Türk hükümeti tarafından bir deklarasyon yayımlandı ve benzer görüşler ifade edilip gelişen durum karşısında tarafsız kalındığını belirtildi. Bununla birlikte, Türk hükümeti, aynı zamanda, “Türkiye’nin komşularla güçlü dostluk çerçevesinde Arap ülkeleriyle yakın ilişkiler içerisinde olduğu” da kaydedildi (No.284).

29 Mayıs 1967 tarihinde ise Türkiye’nin İsrail’de bulunan bakanı, İsrail Dışişleri Bakanlığı’na ulaştırdığı bir mesajda, İsrail’i askeri bir çatışmaya ve büyük bir felakete yol açabilecek türden eylemleri önlemeye acilen davet ediyordu; keza Türkiye, bölgedeki barışın sürdürülmesine büyük önem atfetmekteydi. Türk bakana, bölgede zaten saldırgan bir ortamın mevcut olduğu (Mısır ordusunun Sharm el-Şeyh’e girmesi) ve saldırının kaynağına yönelik baskıda bulunulması gerektiği söylendi (No.285). Sonraki günlerde Laor, birçok Arap ülkesinin pozisyonlarını desteklemesi için Türkiye üzerinde baskı kurduğu söylendi; ancak Türkiye buna karşı koyuyordu. Laor, eğer İsrail herhangi bir saldırıda bulunmazsa Türklerin tarafsız kalacağına inanıyordu.

Savaş Sırasında Türkiye-İsrail arasındaki ilişkiler

5 Haziran 1967 tarihinde, savaşın patlak vermesiyle birlikte, Eshkol, savaşın sebepleri konusunda devlet başkanlarına mektup gönderdi. Mektubu, Türkiye başbakanı Süleyman Demirel’e de 6 Haziran günü gönderildi (bkz İsrail-Kıbrıs İlişkileri, Belge No. 176). Eshkol, İsrail’in Nasır’ın kendisine yönelik başlattığı saldırganlığı geri püskürtmekle uğraştığını yazıyor; topraklarında barışın tesis edilmesinden ve meşru deniz hukukunun uygulanmasından başka bir niyetinin olmadığını belirtiyordu. Mektubu gönderdiği kişilerin de, İsrail’e yönelik gerçekleşen bu saldırganlığa tüm kalpleriyle karşı çıkacaklarına dair umudunu dile getiriyor ve bu ülkelerin, gerilimi tırmandıran dış güçleri engellemek üzere ellerinden geleni yapmalarını rica ediyordu.

Çatışma sona erdikten sonra Demirel, Eshkol’a yanıt verdi ve Türkiye’nin uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde güç kullanımını kınadığını ve toprakların silahlı güç yardımıyla ele geçirilmesine karşı çıktığını belirtti. Dolayısıyla, İsrail’in herhangi bir talebi olmadığı, tek istediğinin mevcut topraklarda barışın tesis edilmesi olduğu yönünde Eshkol’un mesajı karşısında memnuniyetini dile getirmiş oluyordu. Demirel, aynı zamanda, BM Asamblesi’ndeki görüşmelerin de bölgeye barış ve istikrar getirmesi yönündeki umudunu dile getirmişti. Laor, Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkiliyle savaş esnasında görüştüğünde, Türk diplomatın Nasır’ın başarısızlığı karşısında mutluluğunu gizlemekte zorluk çektiği izlenimini edinmişti.

Savaşın Sona Ermesinin ardından Türkiye’nin Yanıtı

Savaşın sona ermesinin ardından İsrail’in toprak fethine yönelik tutumu önem kazandı –aynı şekilde BM Genel Asamblesi’nin olağanüstü oturumunda ele alınması beklenen konuya dair tavrı da... İsrail, kamu ilişkileri faaliyetlerine başladı. Ve 19 Haziran 1967 tarihinde, Laor, Sadi Eldem ile görüştü. Eldem, Türkiye Dışişleri Bakanlığı genel direktör yardımcısıydı ve Laor, kendisinden, Türkiye’nin statüko öncesi duruma dönme arzusundaki ülkelere yardım etmemesini rica etti. İsrail, kendisi ile Arap ülkeleri arasındaki barışın tesisine çağrıda bulunan öneriler karşısında Türkiye’nin destek vereceğini öngörüyordu. Eldem ise, Türkiye’nin İsrail’in kınanmasına destek vermeyeceğini belirtti. Bununla birlikte, kendilerini aşağılanmış hisseden Arapları da kırmamak ve barış önerileri karşısında rızalarını almak için bir yol bulunmalıydı. Ayrıca, İsrail’in işgal edilmiş topraklara yönelik niyetlerini de beyan etmesi gerekiyordu (No. 294).

Türk siyasetçiler, toprakların ilhakı karşısındaki itirazlarını yinelediler. Örneğin Başbakan Demirel, İsrail hükümetinin “İsrail’in eski sınırlarına geri dönmeyeceği” yönündeki deklarasyonu karşısındaki tepkisi sorulduğunda, gazeteciye şöyle bir yanıt vermişti: “Toprakların güç kullanarak ilhak edilmesine karşıyım. Eğer bu kapı açılırsa, sonu gelmeyecektir.” (No.295) Türk Dışişleri Bakanı Çağlayangil, meslektaşı Abba Eban ile New York’ta buluştuğunda, Eban, Türkiye’nin Araplara yönelik politikasının dengeli olduğunu iddia etmişti. Çağlayangil’in yanıtı ise; sorunun kökeninde İsrail’in silahlı kuvvetlerinin geri çekilmesi olduğu ve eğer tüm Kudüs’ü ilhak ederse İsrail’in hata yapacağı şeklinde oldu. (No.298)

5 Temmuz 1967 tarihinde, Başbakan Demirel, Knesset üyesi Haim Zadok ile görüştü. Kendisi, Eshkol tarafından Türkiye’ye gönderilmiş ve İsrail’in Altı Gün Savaşları’nın ardından yaşanan yeni duruma ilişkin tavrını açıklamakla görevlendirilmişti. Demirel, Türkiye’nin bu süreçte tarafsızlık sergilediğini söyledi; ancak güç kullanımının bir sonucu olarak toprakların yaygınlaşmasına karşı çıktığını belirtti. İsrail, mütevazilik ve anlayış göstermek zorundaydı. Demirel, genel itibariyle İsrail’e karşı olumlu bir tutum takındı ve askeri başarı karşısında zafer sarhoşu olmamalarından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Arapların, İsrail aleyhtarı propaganda ve tahriklerin tutsağı olduğunu ve dolayısıyla da barış müzakerelerine onay vermelerinin zor olduğunu belirtti (No. 300).

Türkiye’nin BM Genel Asamblesi Görüşmelerindeki Tavrı

17 Haziran-21 Temmuz 1967 tarihleri arasında Altı Gün Savaşları’nın ardından Orta Doğu’daki durumu görüşmek üzere BM Asamblesi olağanüstü toplandı. SSCB, İsrail’in “saldırgan eylemleri”ni kınamaya çağıran bir karar önerdi ve silahlı kuvvetlerinin işgal altındaki topraklardan geri çekilmesini, Arap ülkelerine de tazminat ödenmesini talep etti. Söz konusu karar, kabul edilmedi, çünkü oyların üçte iki çoğunluğunu elde edememişti. Benzer sebeplerden ötürü, bundan sonra önerilen iki taslak karar da kabul edilmedi; Hindistan ve Yugoslavya tarafından önerilen ve IDF’nin ivedilikle geri çekilmedi ve ateşkes anlaşmalarına riayet edilmesini talep eden bir karar ve Latin Amerika’daki 20 ülkenin önerdiği bir karar da kabul edilmedi. Latin Amerika’nın önerdiği karar da, IDF’nin işgal edilmiş topraklardan geri çekilmesini talep ediyor, ancak bu konuyu, bölgedeki çatışmanın sona erdirilmesiyle bağlantılandırıyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin Orta Doğu’daki uluslararası su yollarındaki seyrüsefer özgürlüğünü sağlamaya dönük karar taslağı da aynı şekilde reddedildi.

Türkiye, Sovyet kararının aleyhine, Hindistan-Yugoslavya kararının lehine ve Latin Amerika kararında da çekimser oy kullandı.

Öte yandan, Pakistan, Türkiye ve birçok diğer Müslüman ülkenin önerdiği iki kararda, İsrail’in yetki alanını Doğu Kudüs’e dek genişletmeye dönük adımları iptal etmesi talep edilmiş ve gelecekte benzer adımların atılmasının önüne geçilmesi istenmişti. Söz konusu iki karar, %99 gibi ezici bir çoğunluk tarafından, herhangi bir itiraz olmaksızın kabul edildi (İsrail ise, oylamada yer almadı.) Türkiye’nin bu konudaki tutumu için, bkz. No. 303.

Sonuç:

Bu çalışmada ele alınan dönemde, İsrail, Türkiye ile diplomatik ilişkilerini normalleştirme ve sefaret düzeyindeki temsilini büyükelçilik düzeyine çıkarmaya çabalıyor; aynı zamanda bu ülkeyle ilişkilerine pratik bir içerik kazandırmak istiyordu. İlk çaba; başarısızlıkla sonuçlandı; ikincisi geçici bir başarıya ulaşıp, en sonunda hayalkırıklığı yarattı.

İlişkilerin resmi düzeyde yaşadığı aksaklıklar, Türkiye’yi endişelendirmedi; keza İsrail ile sahip olduğu bağlardan elde ettiği avantajlar, ilişkilerin tam teşekküllü olmadığı koşullarda da devam ettirilebilirdi. Örneğin, İsrail, Türkiye’nin ABD ve Latin Amerika ile Afrika’daki birçok ülke nezdinde avukatlığını yaptı. İsrail’in ilişkileri normalleştirme yönündeki talebini gerçekleştirmek karşısında Türkiye’nin duyduğu korkular, Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme çabalarına halel getirebilirdi; yani İsraillilerle görüşmelerinde niçin “ilişkileri düzeltmek için doğru zamanı kollayalım” şeklinde ifadeler kullandıkları gayet açık. “Doğru zaman”, incelenen dönem içerisinde hiçbir zaman bulunamadı.

Kıbrıs sorunu ve İsrail’in bu konudaki politikaları, İsrail-Türkiye ilişkilerinin bozulmasına yol açtı –söz konusu ilişkiler, diplomatik açıdan sakin iken, teknik yardım açısından donmuş vaziyetteydi. Ekim 1965’ten itibaren sürece üçüncü bir unsur daha eklendi: Türkiye’de daha Arap-yanlısı bir Adalet Partisi’nin iktidara gelmesi. Türkiye, ancak Aralık 1991’de, yani Orta Doğu’daki barış sürecinin başlamasından ve İsrail ile Mısır arasında 1979’da antlaşmanın imzalanmasından yıllar sonra, Türkiye, İsrail ile ilişkilerinin düzeyini yükseltmeye ve iki ülke arasında yasal ve tam teşekküllü büyükelçi değişiminin başlamasına onay verdi.

İsrail’in durumu, pratik düzeyde gelişti. 1961 yılı itibariyle Türkiye’ye teknik yardım sağlamaya başladı (özellikle de tarım alanında). Bununla bağlantılı olarak, iki ülke arasında bakanların karşılıklı ziyaretleri gerçekleşti. Bununla birlikte, Kıbrıs krizi, bu konuda bir sarsıntı yarattı. 1964 yılının ikinci yarısında, Türkiye, teknik işbirliğini azaltmaya başladı ve 1965 yılında da karşılıklı olarak durduruldu. Turizm alanındaki işbirliği de benzer bir kaderi paylaştı. 1961 yılında, turizm alanında İsrail-Türkiye arasında bir anlaşma imzalandı; ancak uygulamaya konmadı. 1964 yılında ise, iki ülke, anlaşmayı yeniden canlandırmaya karar verdiler, ancak ilişkilerin soğumasından dolayı anlaşma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadı. İsrail-Türkiye ilişkileri sadece ticari açıdan devam etti.


Kaynak: http://www.archives.gov.il/archivegov_eng/publications/electronicpirsum/israel-turkey/israel-turkeyintroduction.htm

Kaynak: http://www.yenidunyagundemi.com/haber-1675-belgesel_dosya_israilturkiye_arasinda_resmi_iliskiler.html


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum