İslam Felsefesinin Oluşum Sürecinde Yerli ve Yabancı Kaynakların Tasnifi Tutarlı mı?

Sistemler ilk öncüllerden kurulur ve her felsefi/hukuki/dini öğretiye yönelik eleştiriler genelde 2. önerme ve onlardan çıkarsanan yargılara yöneliktir.

İslam Felsefesinin Oluşum Sürecinde Yerli ve Yabancı Kaynakların Tasnifi Tutarlı mı?
14 Ekim 2022 - 10:45 - Güncelleme: 14 Ekim 2022 - 10:47
 İslam Felsefesinin Oluşum Sürecinde Yerli ve Yabancı Kaynakların Tasnifi Tutarlı mı?
Prof. Dr. Mevlüt UYANIK


Felsefenin temelde seçenekleri artırmak ve olası çözüm önerilerine katkıda bulunmayı hedeflemesinden dolayı Muaz b. Cebel hadisini örnek göstererek, bir sorun karşısında ne yaparsınız dediğini hatırlatırız: İlk önce Kur’an’a bakarım, sonra sizin uygulamalarınıza bakarım dediğini, peygamberimizin ama bu konuda benim henüz bir kanaatim yoksa ne olacak deyince o zaman kendi içtihatçımla, yani temel öncüllere dikkat ederek, oradaki hedeflenen amaçlarının neler olduğuna dair tefekkürler kendi yargımı oluştururum, ifadesine dikkat çekeriz.

Sistemler ilk öncüllerden kurulur ve her felsefi/hukuki/dini öğretiye yönelik eleştiriler genelde 2. önerme ve onlardan çıkarsanan yargılara yöneliktir. Bu açıdan biz mantık dersinde Farabi’nin dil ve düşünce arasındaki irtibatını, tasavvur ve tasdik çeşitlerini, Hakikat’e dair sunum tarzlarını (burhan-cedel/diyalektik, hitabet/belagat/retorik, şiir ve safsata) inceleyerek felsefeye giriş yaparız. Sonra Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez diyen Gazzali’yi ve delilin butlanından medlulünde butlanı gerekmez, yani çıkardığın sonuç ve/ya ortaya koyduğun delil/kanıta yöneltilen eleştiriler ve tutarsızlık iddiası, delil getirilene yöneltilmiş sayılmaz diyerek özgür düşüncenin kapılarını aralarız. 

Felsefenin temelde seçenekleri artırmak ve olası çözüm önerilerine katkıda bulunmayı hedeflemesinden dolayı Muaz b. Cebel hadisini örnek göstererek, bir sorun karşısında ne yaparsınız dediğini hatırlatırız: İlk önce Kur’an’a bakarım, sonra sizin uygulamalarınıza bakarım dediğini, peygamberimizin ama bu konuda benim henüz bir kanaatim yoksa ne olacak deyince o zaman kendi içtihatçımla, yani temel öncüllere dikkat ederek,  oradaki hedeflenen amaçlarının neler olduğuna dair tefekkürler kendi yargımı oluştururum, ifadesine dikkat çekeriz. 

İslam felsefesi dersinin ilk haftalarında yerli kaynaklardan bunlar, sonra Hz. Muhammed (sav) vefatıyla birlikte başlayan iç çatışmalar, cemel, sıffın, Harre olayları, Kerbela katliamındaki siyasi-iktisadi olaylar teolojik meşruiyet sağlanması ile gerekli ir öteki (mümin-kafir) ayrışmasından bahsedilir. Kindi’den itibaren Müslüman filozofların bu cedel/ötekileştirici dilin tuzağına düşmeden Hz. Muhammed’in getirdiği yeni sistemin temel öncüllerini, kadim geleneklerin birikiminden de haberdar olarak okuyup, yeni yorumlamalarla bir İslam felsefesi oluşturduklarını belirtiyoruz. 

Peki bu kadim gelenekler, (Çin, Hint, Pers/Sasani), tıpkı İslam Felsefesi tabiri gibi modern bir kavram olan  Helenistik Felsefe (Grek-Roma/Bizans,  Yakın ve Uzak Doğu kültürlerinin yeni bir formda sunulması) niye yabancı kaynaklar bağlamında sunulur veya böyle söylemek, temel öncülünüzü yani Tanrı’nın ister isim ister sıfat olarak kabul edin Hz. Adem’den ismini bildiğiniz veya bilmediğiniz binlerce seçkin elçi vasıtasıyla dünyada refah ve huzur (tahsilu’s-saade) ve ahirette nihai mutluluk (saadetü’l-kusva) temin edecek elçileri  göndermesinin ortak adına niye İslam denir, diyorsunuz.  Eğer aynı mesaj (ed-din) farklı zaman ve mekanlarda farklı dillerde, farklı elçiler vasıtasıyla bir örnek yapı seçilip gönderilip uygulamalarına (eş-şeria-yol-yöntem) yönelik vahiyler gönderiliyorsa, bu belli bir dönem diğer farklı dil ve ırklardaki insanlar bu temel öncüllerden hareketle kendi yaşadıkları sorunlara çözüm önerileri (içtihat) bulunmayı hedefliyorlarsa, bu geleneklerin ürettikleri metinlere yabancı kaynak demek ne derce tutarlı ki! 

“Allah size, dinden Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya tavsiye ettiğimizi şerîat (yol, yöntem ve hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin...” (Şûrâ: 62/13), “Allah size açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yasalarına iletmek ve sizin günâhlarınızı bağışlamak istiyor.” (Nisâ': 98/26) âyetlerinde ed-Din’in bir ve aynı öze sahip olduğunu, eş-şeria farklı olduğunu biz İbn Rüşd’ün Faslu’l-Makal adlı eserinden hareketle vurguluyoruz daima. Diğer bir ifadeyle, bir yapı/toplum merkeze alınıyor ve diğer toplumlara onlar üzerinden uygulama örneği gösteriliyor. Aynı formun (ed-din: Tevhid.Nübüvvet-Mead) farklı kavimlere, farklı dillerle farklı zamanlarda gönderilmesi, kimin güzel ve hayırlı işlerde yarışacağının gösterilmesinden (23/Müminun/61) dolayı olduğu da vurgulanır. Öyle gözüküyor ki, bütün peygamberlerin yöntemleri (şeriat/minhaç) aslında aynı dinin tezahürleridir. Bu nedenle olsa gerek, Hz. İsa ve Hz. Musa’nın yol ve yöntemlerine göre yaşayan insanların yanı sıra, buradaki kırılmaları ed-Din bağlamında değerlendiren ve “Hanif” diye insanların olması da bunu gösterir. 

Hz. Muhammed’in Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncu olduğuna (Ahzab 33/40) inanıp, onun getirdiğini benimseyenler mümin ve müslim, önceki Peygamberlerin yöntemlerine göre yaşayanlara da gayr-i müslim denilmesi bu bağlamda okunabilir. Çünkü Ebu Hanife’ni dediği gibi, peygamberlerin hiçbiri kendi kavmine, kendisinden önce gelmiş olan Resulün dinini terk etmeyi emretmemiştir. Buna mukabil, her Resul kendi yol ve yöntemine yeni sistemine davet ediyor, bunu kabul eden mümin ve müslim sıfatını kazananlar olup, kendinden önceki Resul’ün yol yöntemine uymayı bırakanlardı. (Ebu Hanife, “el-Alim ve’l-Müteallim”, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, İstanbul. 1992, s.12)

Buna ilaveten Rabbimiz hiçbir kavme uyarıcı göndermedikçe onu sorumlu tutmayız ve yaptıkları yanlışlıklarda dolayı hesaba çekmeyiz (17/İsra/15) demesine dikkat ederek, ilahi din ve beşerî din ayrımı üzerinden okutulan Budizm, Konfüçyüsizm öğretilerinin ismini bilmediğiniz ve sayısını kesretten kinaye yüz yirmi dört bin diye verdiğiniz peygamberlerden biri veya onlarla yakın irtibatta olup, ilham alan düşünürler olma ihtimali yok mu? 

Buda’nın hayatına ve verdiği mücadeleye bir bakınız, Konfüçyüs metinleri ortada, şimdi bunlara yabancı kaynak mı denilecek, yoksa Aynı Hakikat’in, Öz’ün farklı zaman ve mekanlarda yansıması olarak okunma ihtimali yok mu? Şimdi siz bu geleneklere mensup alimlerin aynı öze yani “Hakikat’e dair düşüncelerini yazdıkları eserlere yabancı eser veya kaynak mı diyeceksiniz? Acaba, Muallim-i Sani Farabi’nin dediği gibi, dinin hakikat iddiasıyla bunların farklı zaman ve mekanlarda hayata geçirilmesindeki farklı okumalar olan felsefi hakikat arasındaki ilişkiyi/Uyumu önceleyip, felsefeyi de “hakikat mektebi” olarak nitelendirirmek daha tutarlı olmaz mı?

https://kitaplar.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/49689/9676.pdf?sequence=1&isAllowed=y


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum