İlahiyatçı Prof. Dr. Niyazi Kahveci ile röportaj - Oğuz ÇETİNOĞLU

İlahiyatçı Prof. Dr. Niyazi Kahveci ile röportaj - Oğuz ÇETİNOĞLU
03 Haziran 2022 - 11:22
Oğuz Çetinoğlu:  Şöyle bir iddia var: ‘Şekil ve sembolleri bolca kullanılan dînî kelime ve kavramları ölçü alırsak, ilk bakışta dindarlaşma artıyor zannederiz… Gerileme var.’ Bu konudaki görüşünüzü lütfeder misiniz?

Prof. Kahveci: Türkiye’nin kimlik üretme problemi vardır. Kimlik üretemiyor. Bu sebeple başkalarının ürettikleriyle kimlik edinmeye çalışıyor. Bunlardan biri dindir. Din, tanrı dahi olsa, başkasının ürünüdür. Dinden kimlik olmaz, dinden din olur. Türkiye dini, din değil, kimlik olarak kullanıyor. Ama bu dînî kimlikle dünya kamuoyunun önüne çıkamıyor. Mesela kapalı kapılar ardında kapalı devre kendi aralarında dincilik yapıyor ama açık kapılar önünde dinci olarak bilinmek istemiyor. Paradoks!

Çağımızdan önceki devirlerde kimlik oluşturmak, başkasının ürünü olan din ve etnisite ile yapılıyordu. Şimdi ise özgün felsefî ve ilmî ürünler üretmekle yapılmaktadır. Türkiye’nin kimliği, başkalarından ithal edilen ürünlerle doldurulmuş İslâm ve Türklük gibi nominal bir kimliktir. Topluma İslâm’ın ve Türklüğün ne olduğu sorusu sorulduğunda cevap verememektedir.

Türkiye aksiyolojik değil, fenomenolojik muhafazakârdır. Yâni değerlerle değil dış görünüş ve duyguya dayalı sembol ve simgelerin muhafazakârıdır. Yâni motorla ilgilenilmemekte, kaportanın düzgün olması için çalışılmaktadır.

Dindarlaşmanın ne olarak algılandığı önemlidir. Şimdi bu konuda bilim ve felsefe perspektifinden söylenmesi gereken o kadar çok şey var ki, hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Ama şunu tespit edebiliyoruz ki Türkiye’de dindarlaşma değerlerle değil, şekillerle görüntülerle alakalıdır. Düşünme işlemi yapmayıp fikir üretemeyen toplumlar, dînî sembol ve simgelere yapışırlar. Bu dindarlaşma görüntüdedir, yâni fenomenaldir, kaportayla sınırlıdır. Numenal yâni özle, motorla ilgili değildir. Motor, düşünme işlemi ile çalışır. Sembol ve simgeler tanrı vergisi doğal duyu organlarına hitap ederler. Halbuki günümüz, duygulara değil zihinlere hitap edilen bir çağdır. Duygulara din adamları hitap ederler ve çok kolay bir iştir. Bu işi yapmak için eğitime gerek yoktur.


Fikirlere fikir adamları hitap edebilir ve çok zor bir iştir. Ülkemizin düşünürü yoktur. İşin daha kötüsü, düşünlere hitap etmesi gereken ilahiyat profesörü akademisyenler dahi din adamlarının yaptıklarını yapabiliyorlar, düşünürlerin yapması gereken işi yapamıyorlar. Bir fikrî iktidarsızlıkları var ama haksız şekilde bu fikir katmanının işgal ediyorlar. Bir profesör, şikâyet ettiği şeyin fikrî kuramını ve paradigmasını ortaya koyması gerekir. Ama yapamıyor, çünkü düşünme işleminin nasıl yapılacağını bilmiyor. Gerçi bu çok zor bir iştir. Kafa ile yapılabilir. Zor işten kaçıp, Allah vergisi ağız gibi doğal aygıtlarla bu işi yapıyor. Yâni elin oğlunun bugünkü binlerce filozoflarının bu işleri nasıl yaptıklarını çalışsınlar, onlar da aynısını yapsınlar. Ama ne gerek var ki? Bunu yapmadan ve bu yapmadıkları işin ağlamasını yapmakla ülkenin DİB Başkanlığı gibi, en üst makamlarına gelebiliyorlar. İşte ülkeye en büyük ihânet, sorumluluğu olan görevi yapmadaki acziyeti ve ihmali topluma ağlayarak gidermeye çalışmaktır. Bu kişiler görev ihmâli yaptıklarından ve ülkeye görev zararı verdiklerinden yargılanmalıdırlar.

Bir DİB Başkanının, ülkenin bir problemi üzerinde kafa ürünü bir kuramını gördünüz mü? Göremezsiniz. Şimdi bir DİB Başkanının yaptıklarını analiz edelim. Üç haftalık Kurân Kursu eğitimi ile yapılabilen pratisyenlik işlerini yapıyor. Mesela VİP cenaze imamlığı, camide vaazlar, namaz kıldırmak, hutbe okumak gibi. Yâni bunları yapsın diye mi kırk yıl bu millet onu profesör yapmak için para harcamış?

Profesör DİB Başkanlarının yaptıklarını analiz edelim. Ortaya yeni fikre dayalı paradigmalar ve kuramlar koymaları gerekirken, bu acziyetlerini, ihmallerini ve iktidarsızlıklarını, geçmişte üretilen sembol ve simgelerin dozajını ve alanını artırarak kamufle etmeye, örtmeye, şehirleri köylere döndürmeye çalışıyorlar. Mesela ezanın ses tonunu artırıyor, harfleri aşırı uzattırıyor, ortalığı cami ve minare dolduruyor, köylerde ölüm haberini vermek için uydurulan salayı bütün şehirlerde okutuyor. Cuma akşamları ve günleri saatlerce sala okutuyor. Halbuki diriliş olan Cuma, ölümleştiriliyor. Tabîi diriliş yapmak kafa ila alakalı lojik iştir, ölüm ise biyolojik bir iştir. Doğal aygıtlarla yapılır, kolay iştir. Şimdi canı sıkılıp eline mikrofon geçiren kişi sala okuyorum diye vakitli vakitsiz ortak alanda bağırıyor. Deşarj oluyor, tatmin buluyor. Yine camilerin içi fikirle aydınlatılamadığı için, başkalarının hatta gayrimüslimlerin icatları olan avizelerle, dışları da projektörlerle aydınlatılıyor.

Toplum çelişkiler içerisindedir. Mesela Türkçe müziği haram görür ama ezan ve Kur’ân’ın müziksiz okunmasını da haram görür. Hatta Allah kelamını güfte ve beste malzemesi yapmada bir sakınca görmez. Bunun ruhsatını Allah’tan almaya çalışmaz. Kendisi önce hareketi yapar, sonra ona dinden meşruiyet bulur.

Çetinoğlu: Devlet adamının yanlışları, ‘devletin yanlışı’ olarak yorumlanabilir mi?

Prof. Kahveci: Devletin de dinle ve çağdaşlıkla hattâ anayasasıyla çelişkileri vardır. Bir çelişki sosyolojiktir: Meselâ millet ve lâiklik kavramlarına göre bir ülkenin ortak alanları nötr olmak mecburiyetindedir. Ülkenin ortak alanı bir dine, mezhebe, etnisiteye, sosyal ve ekonomik tabakaya dayalı düzenlenemez. Tıpkı bir apartmanın ortak alanlarına, ondaki bir dairenin zihniyetinin hâkim kılınması kanunla yasak olduğu gibidir. Kanunlarımız bunu suç saymıştır. Ortak alanlar toplumun ortak yararına ve iyiliğine göre düzenlenmek mecburiyeti vardır. Türkiye, ortak alanda dînî unsur olan ezanla kolektif kimlik üretmeye çalışıyor. Bu, çağdaş millet ve lâik bir ülkede çelişkidir.

Çetinoğlu: Ezan hakkında söylediklerinizin, çan sesinden rahatsız olmayan İslamiyet’e mesâfeli kişilerin söylemleriyle örtüştüğü söylenebilir. Şüphesiz siz; ‘ezan okunmuyor, ezanın canına okunuyor’ diyenler gibi nezâhet ve estetik arayışındasınız.

Röportajı önce yanlış yorumlara sebebiyet vermemek için, ezan okumakla alakalı olarak söylediğiniz sözlere açıklık getirir misiniz?

Prof. Kaveci: ‘Din açısından ezan okumak farz değildir.’ Dedim. Farz olan namaz kılmaktır. Ezan namaz için bir araçtır. Ama namazın ne farzlarından ne de sünnetlerindendir. Bu sebeple Fıkıh kitaplarına göre ezansız namaz geçerlidir. Şimdi devlet sünnet dahi olmayan ezanı devlet eliyle ortak alanda okutup herkese zorla dinletirken, farz olan namazı zorlamıyor. İşte bu durum, çağdışılığın, çağdaş çözüm bulamaması acziyetidir. Türkiye lâik ve millî bir ülkedir. İslâm cumhuriyeti değildir. İran, İslâm Cumhuriyeti olmasına rağmen, ezanları özel alanlar olan camilerin içinde okutmaktadır, ortak alana taşırmamaktadır. Hakîkaten bu durum bile İran’da bir çeşit felsefenin varlığını gösterir. Bizim durum ise, ülkemizde hiçbir çeşit felsefenin var olmadığının göstergesidir. Çağdaş çözümler bulamıyoruz. Çağdaş sorunlar kafa ile alakalı meselelerdir. Onların çözümleri ancak düşünme işlemi yaparak kafa ile çözülebilir ki maalesef bizde bu işlem yapılamamaktadır.

Türkiye’de ne dindarlık ne de medenîlik vardır. Yâni çağımız standartlarında sosyal insan olmak problemi vardır. İnsan olmak da eğitimimizin hiçbir kademesinde öğretilmiyor. Öğretecek kişi de yok. Öğretenlerde aynı problem mevcuttur. Mesele insan malzemesinin kalitesidir.

Çetinoğlu: Hocam, hoşgörünüze güvenerek söylüyorum. İmam Hatip’li ve İhâliyatcı olarak söyledikleriniz çok dikkat çekici hususlar… Salâ hakkında söyledikleriniz kabul edilebilir olmakla birlikte, ezanla ilgili sözleriniz üzerinde durmak gerektiği kanaatindeyim.  Bin dört yüz küsur yıllık geleneğin devamına karşı çıkıyorsunuz. Türkiye bu iddiaları kaldıramaz.  Peygamber Efendimiz’in Bilâl-i Hâbeşî’ye ezan okutması sünnettir. ‘Ezan okunmasına karşı mısınız?’ diye sormayacağım. Çünkü karşı olmadığınızı biliyorum. Ancak, sizlerinizi; ‘Kahveci Hoca, ezana karşı çıkıyor’ şeklinde yorumlayanlar mutlaka olacaktır.

Bu bahsi kapatıp bu röportajın son sorusunu sorayım:

Çevremizdeki insanlara ve haklılık derecesi tartışılabilir iddialara bakarsak, ‘İnsanlarımızda sekülerleşmeye doğru bir gidiş’ olduğu söylenebilir. Bizi sekülerleştirmek isteyen dış güçler, iç mihraklar var. ‘Sekülerleşme’ kavramını açıklayarak değerlendirmelerinizi lütfeder misiniz?

Prof. Kahveci: Dış güçler bizi sekülerleştirmek istemezler. Çünkü sekülerleşirsek çağdaşlaşırız ve ayıklanıp yok olup gitmeyiz. Bilakis bizim dînî kalmamıza çalışıyorlar. Nitekim Atatürk’e düşman olmaları ve Atatürk’ten sonraki lâikliğin hâkimliğinde geçen bir asırda çağdaşlaşmamızı eğitim sisteminde engellemeleri bundan dolayıdır.

Sekülerlik her şeyden önce bir düşünüş biçimidir. Fakat bizim, düşünme ile işimiz olmadığı için sekülerliği fikrî bazda algılayamıyoruz. Onu dînî ve siyâsî anlıyoruz. Çünkü bizde sâdece siyâsî ve dînî algı kalıpları mevcuttur. O sebeple sekülerliği, bu kalıplara dökerek, ‘din ile devlet işlerini birbirlerinden ayırmak’ şeklinde algılayabiliyoruz. Halbuki sekülerlik, 18. asra kadar geçerli olan ve dînî düşünme adı verilen düşünüş biçimiyle değil, insan aklı ile düşünmektir. Nötr ve objektif bir düşünmedir. Taraflı ve sübjektif değildir.

Sekülerlik başta olmak üzere bugünkü çağdaş sistemler Batılılar için de yeni sistemlerdir. 18. asra kadar bunlar onlarda da yoktu. Bunları Batı toplumu da icat etmedi. Hasbelkader Batı’da yaşamış olan düşünürler ve ilim insanları bunları icat etti. Batı toplumu önceleri bu icatları kendisine, özellikle dinine yabancı gördüğü ve onu korumak için bunları icat edenlerin bazılarını diri diri yaktı, kimilerini zehirleyerek öldürdü, kimilerini hapsetti. Ama daha sonra bu yeniliklere adapte oldu. Şimdi bu yeni değerlerle oluştu ve eskilerin muhafazakârlığının mücâdelesini vermiyor.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam.

Konu hakkında daha fazla ve Prof. Dr. Niyazi Kahveci hakkında bilgi edinmek isteyenler için: www.ulusaldemokrasienstitusu.org 

 Prof. Dr. NİYAZİ KAHVECİ

Trabzon’a bağlı Köprübaşı ilçesinin tanınmış bir köyü olan Yılmazlar Köyünde doğdu. İstanbul Beşiktaş’ta büyüdü.

Amcaoğlu olan Adnan Kahveci, Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu ve Diyanet İşleri Başkanlığı, YÖK üyeliği, milletvekilliği gibi sıfatları bulunan, Devlet Bakanlığı yapan Mustafa Sait Yazıcıoğlu da bu köydendir ve akrabadırlar.

Niyazi Kahveci İlk ve ortaokulu İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde okuduktan sonra Fatih İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladı. İhtisasını Haseki Eğitim Merkezi’nde yaptı.
 
İngiltere’de Manchester Üniversitesi Sosyal İlimler Fakültesi Felsefe dalında master ve doktora derecelerini aldı. Diyanet İşleri Başkanlığının her kademesinde görev yaptı. TC Londra Büyükelçiliğinde diplomatik görevde bulundu. Anavatan Partisi genel Başkan Yardımcılığı yaptı. Kırşehir Ahi Evran üniversitelerinde İktisâdî ve İdârî İlimler Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı, Adıyaman Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi’nde Dekan ve Rektör Yardımcılığı yaptı. Hâlen Yıldız teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak akademik hayatını devam ettirmektedir. 

Meslek hayatı boyunca verdiği dersler: İnsan ve Toplum bilimleri, milletlerarası İlişkiler, Felsefe, Sağlık Sosyolojisi, Ekonomi, Eğitim Felsefesi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Sosyoloji, Siyâset Bilimi, Siyâsî Düşünceler Târihi, Milletlerarası Politikada Din, Sosyal Yapılar ve Târihî Dönüşümler, Din Sosyolojisi, Ahlâk Sosyolojisi, Gençlik Sosyolojisi, Bilgi Sosyolojisi.  

Millî ve milletlerarası bilgi şölenlerinde sunulmuş çok sayıda Türkçe ve İngilizce tebliği ve ilmî makaleleri bulunan Prof. Kahveci’nin kitap hâlinde yayınlanmış eserlerinden bâzıları: Mutezile ile Şi’a Arasında Siyâsî Tartışma, Tevrat’ta Sosyal Düşünce, Tevrat’ta Siyâsî Düşünce, İslâm Siyâset Düşüncesi, İniş Sırası ve Sebepleriyle Kur’ân-ı Kerim Tercümesi, Kuran’ın İngilizce Tercümesi, Çağımızda Türkiye, Düşün ve Bilim Alanları.
http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazilar/YaziDetay/14033

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum