Haritaların ideolojisi

Batı ülkelerinin elinde haritalar kimi zaman sömürülecek toprakları gösterdi, kimi zaman da gerçekleri kendi lehine gölgelemek için denge aracı oldu

Haritaların ideolojisi
30 Mart 2015 - 23:28

Avrupa'da 15'inci yüzyıla kadar yerkürenin daire biçiminde ve düz olduğu kabul ediliyordu. Bu dönemde çizilen dünya haritaları tam ortalarında denizlerin ve nehirlerin 't' şeklinde karaları böldüğü yuvarlaklardan ibaretti.

Önceleri dar alanları kapsayan haritalar denizcilik alanındaki gelişmeler ışığında daha büyük alanları kapsayacak şekilde çizilmeye başlandı. Ancak eldeki haritalar, artık dışa açılmak isteyen dönemin önde gelen ülkeleri için yeterli değildi. Zira Keşifler Çağı'nda Avrupalılar dünyanın bilinmeyen bölgelerine yolculuklara ve kaynak arayışlarına başladı.

Bu dönemde Avrupalı güçler, 15. ve 16. yüzyıllarda haritacılıkta çok önemli ilerlemeler kaydetti. Haritacılar kıyı şeritlerini, adaları, ırmakları, limanları ve denizcilikle ilgili özellikleri gösteren denizcilik haritaları yaptı. Pusula çizgileri ve seyirlere yardımcı olacak diğer yardımcı gereçler haritalara eklendi.

Yeni harita projeksiyonları geliştirildi ve küreler yapıldı. Bu harita ve küreler ekonomik, askerî ve diplomatik yönden büyük bir değer taşıyordu. Bu yüzden de genellikle millî veya ticarî sır muamelesi görüyorlardı.

Bu keşiflerin öncüleri ise Portekizliler ve İspanyollar oldu. Hedeflerinde Hindistan'a ulaşmak vardı. Bu hedef, ilerleyen süreçte sömürü politikalarının da başlangıç noktası oldu. Amaçları altın, gümüş ve baharatın kaynaklarını bulmak ve Avrupa'ya ulaştırabilecekleri yollara ulaşmaktı. Bu şekilde, Afrika, Amerika kıtaları, Asya ve Okyanusya'ya yapılan yolculuklar sonucunda birçok yeni yer keşfedildi.

Portekizli Bartelmi Dias, Afrika’nın güney ucuna ulaşarak 1487'de Ümit Burnu’nu buldu. İspanyol asıllı Kristof Kolomb, İspanya’nın Palas limanından hareket edip Atlas Okyanusu’nu aşarak 1492'de Amerika Kıtası’na ulaştı. Avrupa büyük bir zenginlik elde etti. Gittikleri coğrafyaların acı dolu tarihleri ise bu keşiflerle başladı.

HARİTALAMA METOTLARI DEĞİŞTİ

Ortaçağ'daki keşiflerle birlikte haritalama metotları da farklılık kazandı. Geliştirilen harita projeksiyonu, üç boyutlu yerkürenin iki boyutlu harita düzlemine matematiksel transformasyon ile aktarılması ile oluşturuldu. Temel olarak ekvatora, kutuplara veya herhangi bir noktaya teğet bir silindir, koni veya düzlem üzerine projeksiyon tercih edildi.

Ancak teorik olarak sonsuz sayıda harita projeksiyonunun tanımlanması mümkün olduğundan bazı projeksiyonlar ön plana çıkartıldı. Bu projeksiyon tekniklerinden en yaygını 1568’de Flaman matematikçi ve kartograf Gerardius Merkatör tarafından geliştirilen “Merkatör Silindirik Projeksiyonu.”

Tüm handikaplarına rağmen haritacılıkta yüksek coğrafî ve grafik standartlar oluşturulması sürecinde Merkatör’ün dünya haritası temel alındı. Her ne kadar haritada şekil bozulmaları çok az olarak görünse de ekvatordan uzaklaştıkça alan bozulmaları çok hızlı bir şekilde artıyor. Ekvator bölgesi ile dünyanın en kuzey bölgeleri arasındaki gerçek büyüklük farkları kapanıyor.

Merkatör projeksiyonunun, temel sorun olarak, küre şeklinde bir cismin düzleme çevrilirken yaşadığı eğilmeler ve bükülmelerle karşılaştığı için yanıltıcı bilgiler verdiği belirtiliyor. Eğilip bükülmeler kuzey ve güneydeki alanların olduğundan büyük görünmesini sağlıyor. Ancak orta alanlarda daralmaya sebep olmuyor.

Merkatör projeksiyonu, kuzey ve güneydeki alanları abartılı bir şekilde büyük göstermekle kalmıyor, Afrika gibi dünyanın ortasında yer alan devasa bir kıtayı da olduğundan daha küçük gösteriyor.

Harita üzerinde her ne kadar Grönland ile Afrika kıtası eşit gibi görünse de bu aslında Merkatör projeksiyonunun yol açtığı bir yanılsama. Zira iki coğrafya arasındaki fark göründüğünden kat be kat fazla. Merkatör projeksiyonunda Afrika ile eşit gösterilen Grönland'ın büyüklüğü yaklaşık 2 milyon metrekare. Oysa gerçek ölçütlerde 30 milyon metrekare olan Afrika kıtası 15 Grönland’ı içine alacak kadar büyük.

SOĞUK SAVAŞTA MERKATÖRÜN DE ETKİSİ VAR

Soğuk savaş sürecinde de Merkatör projeksiyonun etkisi hissedildi. Zira dönemin büyük güçlerinin haritalarda kendilerini ön plana çıkarmalarına yardımcı oldu. Başta Merkatör olmak üzere benzer projeksiyonların bugünkü genel kabullenişlerinin arkasında geçen yüzyıldaki uluslararası dengelerin payı büyük.

Zira soğuk savaş yıllarında dünya, sadece coğrafi sınırlarla belirlenen bir çekişmeye değil, Doğu ve Batı bloğu arasındaki ideoloji restleşmelerine de tanıklık etti. Bu restleşmenin iki büyük aktörü ise Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'ydi.

Haritada da bunun yansıması kolaylıkla görülebiliyordu. Bir yanda büyük bir Sovyet coğrafyası, diğer yanda Amerika Birleşik Devletleri'nin kapladığı büyük bir Kuzey Amerika. Merkezde küçük bir Avrupa, kontrol altına alınmış bir Afrika ve sıkıştırılmış bir Ortadoğu.

Kabul edilen bu haritada büyük iki aktör ideolojilerini coğrafi olarak da gözler önüne seriyordu. Harita coğrafi olarak olmasa da politik açıdan dönemin gerçeklerini yansıtıyordu. Oysa bu projeksiyonla kabul ettirilenin arasındaki oran coğrafi olarak farklıydı.

Afrika başta olmak üzere Çin, Arap Yarımdası ve Güney Amerika gerçeğinden çok küçük boyutlardayken, Amerika ve Avrupa'nın merkezde olduğu bu haritalarda Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve İngiltere olduğundan çok daha büyük durumda.

PROPAGANDA MERKEZLİ HARİTA

Elbette haritalama projeksiyonları birçok ülke tarafından propaganda amacıyla da kullanıldı. Zira bu haritalarda ülkeler, merkeze kendilerinin yerleştirildiği bir dünyayı tercih etti. Bugün uluslararası alanda kabul gören haritaların tamamına yakını aynı bakış açısına sahip.

Merkezde büyük bir Avrupa, Batı'da geniş topraklara yayılmış bir Amerika ve doğuda Rus hâkimiyeti. Bu durum egemen ülkelerin egemenlik anlayışlarını haritalara yansıtmalarından başka bir şey değil. Sovyetler birliği propaganda amaçlı kendi coğrafyasını merkeze koyduğu bir harita çiziyor ya da ülke içinde kullandığı haritalarda sembollere yer veriyordu.

Amerika Birleşik Devletleri'nin kendini merkeze yerleştirerek yaptığı haritalar da her ne kadar ağırlıklı kullanımda olmasa da tespiti doğrular nitelikte.

Tarih boyunca ülkeler, bu harita projeksiyonlarına karşı kendi haritalarını da kullandı. Merkezde ise elbette yine kendi ülkeleri vardı. Çin Hanedanlığı, 16'ıncı yüzyılda yaptığı kürelerde kendini merkeze koyarak Batı'yı tamamen önemsiz bir konuma getiriyordu.

Ancak bunun da ötesine geçen haritalama metotları mevcut. Bunun en ilginç örneği ise Avustralya. Her ne kadar kullanımda olmasa da Avrupa merkezli haritalardaki yerine karşı çıkanlar kuzey ve güney yerküreyi ters düz ederek Avustralya'yı yukarıda gösteren haritalar bastı.

MERKATÖR HARİTAYA-GALL- PETERS CEVABI

Merkatör projeksiyonu çerçevesinden çizilen dünya haritası elbette zamanla tartışmalara neden oldu. Bu tartışmaların merkezindeki hatalı olarak görülen bakış açısına en kuvvetli cevaplardan biri Gall-Peters projeksiyonuyla verildi.

Bu projeksiyon, 1974 yılında Arno Peters tarafından oluşturuldu. Projeksiyonu Peters kendisi oluşturduğunu iddia etse de, gerçekte, 1855’te James Gall isimli bir kartograf tarafından hazırlananla aynıydı. Bu benzerliğin farkına varılmasının ardından Peters’in haritasına “Gall-Peters Projeksiyonu” denilmeye başlandı.

Projeksiyon, alanı doğru olarak gösteren silindirik bir yapıdaydı. Bu harita gelişmiş kuzey ülkelerini büyük gösteren merkatör izdüşümüne göre hazırlanmış haritalara karşı geliştirilmiş bir projeksiyondu. Ülkelerin ve kıtaların alanlarını tam olmasa da gerçeğine yakın gösteriyordu.

Ancak bu, tartışmanın sadece bir bölümüydü. Peters'e göre Merkatör projeksiyonu, hatalı olduğu gibi ayrımcılık da yapıyordu. Peters, merkatör haritasının kuzey yarım küresinde, Kuzey Amerika ve Avrasya ülkelerini olduklarından daha büyük gösterecek şekilde bir bozulma olduğuna dikkat çekti. Gerçeğe yakın boyuttaki projeksiyon ile Merkatör projeksiyonu üst üste konulduğunda ise bu fark açık bir şekilde görülebiliyordu.

Peters, bu hatanın gelişmiş dünyanın birçoğunun, ekvator çevresindeki daha büyük, daha yoksul ülkelerin mücadelelerini görmezden gelmelerine sebep olduğunu savunuyordu. Merkatör haritasının, sömürünün bir sembolü olduğunu söyleyerek yasaklanması çağrısında bulundu. Ancak çağrı o dönemde karşılık bulamadı.

Bugün, tartışma büyük oranda sona erdi. Zira daha hatasız haritalar geliştirildikçe, iki projeksiyon da hataları nedeniyle geri plana itildi. Ancak başta İngiltere olmak üzere bazı ülkeler, merkatöre karşı Gall-Peters haritasını kullanmaya devam ediyor. Merkatör projeksiyonu ise her ne kadar yaygın bir şekilde basılmasa da halen navigasyon araçlarından bazıları ve sanal ortamdaki harita programlarında kullanılıyor.

OSMANLI HARİTACILIĞA ÖNEM VERİRDİ

Haritacılık Osmanlı Devleti döneminde de oldukça önem verilen bir alandı. Dünya haritacılık tarihinde Osmanlı denizcilerinin oynadığı elbette rol çok önemliydi. İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı haritacılık biliminde yeni bir çığır açılıyordu. Başta Piri Reis olmak üzere Osmanlı denizcileri ve bilim adamları 16. yüzyılda coğrafya bilimine önemli katkılar sağladı. Batı'da harita alanındaki süreçle eş zamanlı olarak Osmanlı Devleti'nde yürütülen çalışmalar birçok alanda çığır açtı.

İlk akla gelen isim ise şüphesiz Piri Reis'ti. İkinci Beyazıd Han döneminde Batı Akdeniz'deki seferlere katılan Piri Reis çizdiği Akdeniz haritalarıyla ön plana çıktı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine bir filoyla katılan Piri Reis Nil Nehri yolundan Kahire'ye gitti. Nil kollarının haritasını yaparak bölge hakkında coğrafî bilgiler verdi.

Piri Reis'in "Kitab-ı Bahriyye" isimli eseriyse dünyanın ilk seyir ve hidrografi kitabıydı. 200'den fazla haritanın yer aldığı bu kitabıyla Piri Reis Osmanlı coğrafyacılığında yeri doldurulamayacak bir mevki elde etti. Kanuni Sultan Süleyman'a takdim edilen kitap en önemli kaynak olarak Türk denizcilik tarihindeki yerini aldı.

Piri Reis’in 1929'da keşfedilen meşhur dünya haritasına olan ilgi ise eksilmeden devam ediyor. UNESCO 2013 yılını "Piri Reis haritasının 500. yılı" ilan etti. 1513 tarihli olan ve Gelibolu’da çizilen dünya haritasının bugüne sadece bir parçası ulaşabildi. Yavuz Sultan Selim’e takdim edilen dünya haritasının elde kalan parçası Atlas Okyanusu’nun iki kıyısında İspanya, Portekiz ve Batı Afrika ile Amerika’nın doğu kısımları, Florida ve Antiller’i gösteriyordu.

Piri Reis, ilk haritada bilinmeyen yerleri boş bıraktı. Daha sonra çizdiği haritaya ilaveler yaptı. Ceylan yahut deve derisi üzerine çizilen haritanın o zamana göre dünyanın genelini gösteren en önemli harita olduğu kabul ediliyor.

17'inci yüzyılda Katip Çelebi'nin “Cihannüma” kitabı ise İslam coğrafya geleneği üzerine kurulu Osmanlı klasik coğrafya ekolünü değiştirerek, yeni bir ekolün yerleşmesini sağladı. Beş haritanın yer aldığı "Cihannüma" dünyayı gösteren coğrafya alanında doğu görüşten batı görüşe geçişte bir dönüm noktasıydı.

Katip Çelebi'nin genel bir coğrafya kitabı olarak tasarladığı Cihannüma imkansızlıklar nedeniyle kuzeyde Erzurum vilayeti ile güneyde Irak-Mezopotamya'ya kadar olan bölgelerle sınırlı kaldı. Daha sonra Şeyh Mehmet Efendi çeşitli atlasları inceleyerek Cihannüma'yı yeniden yazdı.

Eser, İbrahim Müteferrika tarafından 1831'de basılarak geniş kitlelere yayıldı. Müteferrika’nın eklemeleriyle ve yeni çizimlerle Cihânnüma daha da zenginleşti. Ancak Osmanlı döneminde haritacılık elbette bu kadarla sınırlı değildi.

Seyyid Lokman’ın Sultan Üçüncü Murad Şehinşahnâmesi'ndeki minyatürde bir yer küresi çizimi bulunuyordu. Minyatürdeki dünya haritasında yeni keşfedilen yerlerin Pîrî Reis’in haritalarına göre daha doğruya yakın çizildiği görülüyordu. Bu durum, Pîrî Reis’ten sonraki dönemde haritacılık alanındaki gelişmelerin takip edildiğini ortaya koyuyordu.

HARİTALARIN ÇIKIŞ SERÜVENİ

Tarihi insanlığın ilk yerleşik hayata geçtiği çağlara kadar uzanan haritacılık insanların, yaşadıkları yerleri ve buralara yakın beslenme-avlanma alanları gibi kaynakları göstermek amacıyla çizilen basit krokilerle başladı.

Bu krokilerden en eskisi ise milattan önce 6200 yıllarına tarihlenen ve Çatalhöyük kent planını gösteren bir çizim. Bu planın, bugün bilinen haritalarla benzerlikleri bulunmayıp, taş bloklar üzerine yapılmıştı.

 

Ancak tarihsel süreçte gerek ticaretin gelişmesi, gerek ticaret yollarının ve hammadde kaynaklarının belirtilmesi ihtiyacının doğması ile büyük ölçekli haritaların yapılmasına başlandı.

Bugüne ulaşan gerçek anlamdaki ilk harita işte bu dönemde, milattan önce 3800 yıllarına ait kil tablet üzerine çizilen bir babil haritası oldu. Ancak haritalama tarihi boyunca dünyanın gerek şekli, gerekse boyutları bakımından birbirinden farklı görüşlerin olması birçok zorluğu ve karmaşayı da beraberinde getirdi.

Milattan önce beşinci yüzyılda Herodot yeryüzünü oval bir düzlem olarak kabul ediyordu. Çizdiği dünya haritasında dünyayı Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’dan oluşan üç büyük kıta olarak gösterdi. Enlem ve boylam kavramları da Heredot’un bu haritasına dayanmaktaydı. Aristoteles ise dünyanın bir küre olması gerektiğini ileri sürdü. Zira deniz yüzeyinin eğriliğe sahip olduğunu savunuyordu.

MÖ I. yüzyıla gelindiğinde ise yerbilimci Strabon’un geliştirdiği dünya modelinde yeryüzü kutuplar arasında kalan beş kuşaktan oluşuyordu. Ekvatorun güneyinde yaşam olmadığı varsayılıyordu.

Roma İmparatorluğu döneminde askeri güzergâhlar, ticaret yolları, doğal kaynaklar, limanlar ve deniz yollar içeren haritalar yapıldı. İmparatorluğun yıkılışından sonra Avrupa’da haritacılık kilise baskısıyla gerileme dönemine girdi. İslam dünyasında ise yükselişe geçti. Müslümanlar astronomi ve kartografi alanında büyük ilerlemeler kaydetti.

1154 yılında Arap coğrafyacı Muhammed El-İdrisi, tüccarlar ve kâşifler tarafından toplanan bilgilerle kendinden önce gelen coğrafyacıların bilgilerini birleştirdi. Tabula Rogeriana ortaçağ atlasını hazırladı. Bu haritada yalnızca önemli merkezlerin enlem ve boylamları değil, birbirlerine uzaklıkları ve hangi iklim kuşağında bulundukları da işlendi. Bu harita gelecek 3 yüzyıl boyunca en kesin dünya haritası olarak kaldı.

SÖMÜRÜ ARACI HALİNE GELDİ

Seta Güvenlik Araştırma Direktörü Sakarya Üniversitesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Yeşiltaş, Batı'nın haritacılık ve coğrafya bilimine bakışının İngiliz coğrafyacı Halford Mackinder'in 1900'lerde yaptığı bir konuşma ve Fransız coğrafyacı Yves Lacoste 1970'lerde yazdığı bir kitapla daha kolay anlaşılabileceğini söyledi.

Yeşiltaş şöyle devam etti: "Halford Mackinder 1904'te Kraliyet Coğrafya Derneği'nde 'Artık Kolomb çağı haritacılığı sona ermiştir. Bundan sonra yeni bir çağa giriyoruz. Bundan sonra coğrafya devletin çıkarlarına hizmet etmelidir. Artık coğrafya bir yerleri görüp o yerleri tasvir etmekten öde devletin çıkarlarına hizmet etmeli, devlet için çalışmalıdır' diye bir konuşma yapar. Ve artık coğrafya metodolojisinde özellikle İngiltere'deki devlet okullarında emperyalce düşünmek, yani okullarda coğrafya derslerinde çocukların İngiliz İmparatorluğu'nun uzak bölgelerdeki varlığını tescil eden, adeta onu yeniden bir imparatorluk hikayesine bağlayan bir şekilde düşünmelerini saylayan bir persfektifin yerleşmesine sebep olmuştur.

Mesela bu bağlamda 1975-76 yılındaki Fransız coğrafyacı Yves Lacoste bir kitap yazıyor. Hatta kitabın bağlığı da budur: Coğrafya savaşmak içindir. Şimdi böyle bir persfektiften tarihe baktığımızda aslında harita temel olarak ilk çağlardan beri aslında kadim ir meseler. İnsanların hayatlarını kolaşlaştıran bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Ancak tabi 15-16 yüzyıllarda haritacılıkta ortaya çıkan akım, yeni gelişmelerdeki ciddi bir sömürü aracı haline geldiğini görüyoruz

http://www.dunyabulteni.net/dubam/325462/haritalarin-ideolojisi

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum