H YILDIRIM AĞANOĞLU:MODERN TÜRKİYE'NİN TEMELLERİNİ BALKAN MUHACİRLERİ ATTI

1912, o meşum tarih. Rumeli'nin Osmanlı Devleti'nden koparılıp adeta yağmalandığı Balkan Savaşları'nın 100. yılını idrak ediyoruz.

H YILDIRIM AĞANOĞLU:MODERN TÜRKİYE'NİN TEMELLERİNİ BALKAN MUHACİRLERİ ATTI
30 Ekim 2012 - 22:26

 

MODERN TÜRKİYE'NİN TEMELLERİNİ BALKAN MUHACİRLERİ ATTI[1]

H. Yıldırım AĞANOĞLU

 

1912, o meşum tarih. Rumeli'nin Osmanlı Devleti'nden koparılıp adeta yağmalandığı Balkan Savaşları'nın 100. yılını idrak ediyoruz. Gerçi ne kadar idrak ediyoruz, o da ayrı bir tartışma vesilesi. Şu anda sokaklarımızda bir anket yapsak acaba halkımızın % 5'i bu konuyu hatırlar mı? İşte bu yüzden elinizdeki bu özel sayı tarih meraklıları için büyük önem arz ediyor.

Osmanlı, 1912'nin yaz aylarında savaştan birkaç ay önce bile, Rumeli'nin birçok şehrinde okullar inşa ediyor, eserleri tamir ediyor, bölgeye yatırıma devam ediyordu. Osmanlı idarecileri Üsküp, Manastır, Selanik kısaca bütün Rumeli'yi kaybedeceklerini asla düşünmüyorlardı. Balkan Harbi, Osmanlı için sonun başlangıcı olmuştu. 1912'de Osmanlı'nın önce Balkanlar'da tasfiyesi sağlandı. 1922'ye gelindiğinde ise Osmanlı Devleti'nin tamamı tasfiye edilip tarihteki yerini aldı. Balkan Harpleri için söyleyeceğimiz diğer bir tesbit de yaklaşan 1. Dünya Savaşı'nın bir provası olduğudur. Şüphesiz bu savaşların birçok önemli neticesi vardır. Biz bu kapsamı sınırlı yazıda bunlardan sadece göçleri incelemeye çalışacağız.

Balkan Harbi'nden önceki en yoğun göçlerin yaşandığı tarih 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi yıllarıdır. Yarım milyondan fazla Müslüman, Rus ve Bulgarlar tarafından katledilmiş, 1.250.000 kadar insan yerinden yurdundan olup göç etmek zorunda kalmıştı. Bu savaştan sonra Osmanlı Devleti, gelen muhacirleri belli bir siyaset dahilinde Makedonya ve Batı Trakya bölgelerine ve Edirne ile Batı Anadolu'ya yerleştirdi. Böylece, özellikle buradaki Türk oranı, savaşlar öncesindeki orana göre, ezici bir çoğunluk göstermişti. Devletin göçmenlere çeşitli yardımlarda bulunarak muafiyetler tanıması sayesinde dinamik olan bu insanlar daha sonraki savaşlarda devletin asker potansiyelini karşılamada önemli bir kaynak oluşturmuştu.

Balkan Harbi'nden sonra da yaşananlar da aşağı yukarı aynıdır. 1911 yılında Osmanlı'nın Rumeli'deki Müslüman nüfusu 2.315.000 idi. Savaş neticesinde ise yaklaşık 600.000 kişi katledilmiş ya da soğuk, hastalık ve açlıktan göç yollarında can vermişti. Balkan Harbi'nden I. Dünya Savaşı'nın başına kadar 300.000-400.000 kadar muhacir Anadolu'ya göç ederek iskân edilmişti.

Bu arada Balkan Savaşları'ndan sonra başa geçen İttihad ve Terakki önderlerinin içinde bulunduğu Osmanlı hükümetleri Türk ve Müslüman unsuru belli bölgelerde iskân siyasetini sürdürdü. Özellikle gelen muhacirlerin üçte ikisi Edirne ve Aydın vilayetlerine iskân edildi. Kalan miktar ise Hüdavendigar, Karesi, Sivas, Ankara, Adana Konya, Biga, Canik gibi Anadolu'nun muhtelif vilayet ve sancaklarına iskân edildiler. Trakya'daki Rum ve Bulgar nüfusun bir kısmı ise stratejik sebeplerle göç etmek zorunda bırakıldı. 1914 senesinde ise Yunanistan'ın ele geçirdiği yerlerdeki Türkleri göç ettirmesi üzerine Babıâli buna tarihte ilk defa anında aynı yoğunluk ile karşılık vererek Trakya ve Batı Anadolu Rumlarını el altından ürküterek, fakat herhangi bir öldürme olayı meydana getirmeden göç ettirdi. Tabi bu durum Anadolu ve Trakya'yı kendi hinterlandında gören Yunanlıların Rumluk ideallerine uygun düşmedi. Sonuçta Yunanlılar geri adım attılar ve Yunanistan'ın sahip bulunduğu Makedonya kısmındaki Türkler ile Trakya ve Batı Anadolu'daki nüfus mübadele anlaşması yapıldı. I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla bu olay tam gerçekleşemedi. Ancak bu olay 1924 mübadelesinin bir nevi provasıydı.

Gerek boşalan Gayrimüslim köylerine, gerek yeni kurulan muhacir köylerine ve diğer yerleşik Müslümanlar yanına iskân edilen bu Türk ve Müslüman nüfus, Anadolu'nun Türk nüfus oranını daha da arttırmış ve İstiklal Harbi'ne giden süreçte milli bir Türk devletinin temellerinin atılmasına katkıda bulunmuştu. Ekonomik ve askerî açıdan gerekli olan potansiyel insan gücü açısından yıllardır savaşlarla azalan Anadolu nüfusu güçlenmiş oldu. Osmanlı idarecileri ve yeni oluşan milli Türk devletinin mimarları, 1897'den 1923'e kadar Avrupalı emperyalistlerin kesintisiz saldırılarına karşı koyan takviye gücü muhacirlerden sağladılar. Sonuçta göç modern Türkiye'nin ortaya çıkmasına sebep olan en önemli vesilelerden oldu.

Balkan Harbi öncesinde Devlet karşılaştığı muhacir problemlerini Dahiliye Nezareti'ne bağlı Muhacirin İdaresi ile yürütmekteydi. Bu idarenin tam manasıyla ihtiyacı karşılayamaması üzerine, 1913 sonlarında teşkilat yapısı değiştirilip yeni ilave müdüriyetler ve imkânlarla Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi kurulmuştur. Buna göre her vilayette bir iskân memuru ya da müdür ve memurları bulunacaktı. Ayrıca vilayetler bünyelerinde İskân-ı Muhacirin Komisyonu kurmakla mükelleftiler. Kısacası merkez ve taşra teşkilatıyla idarî birimlerdeki en yüksek mülkî amirler olan valiler, kaymakamlar dahil olmak üzere doktorundan mühendisine yüksek dereceli her memur muhacirlerin iskân meselesinde fahri olarak görev almışlardı. Ayrıca 13 Mayıs 1913 tarihindeki padişah iradesi ile çıkarılan İskân-ı Muhacirin Talimatnamesi'yle Devlet muhacir işlerini daha düzenli bir halde yürütme gayesinde olmuştur. Yine bu komisyonlar önce geçici olarak iskân ettikleri muhacirleri daimi iskân yerlerine sevk etmiş, arazi, ev, hayvan, tohumluk zahire gibi gerekli şeyleri bu muhacirlere zimmetleyerek vermişlerdi.

Devlet, her şeylerini kaybetmiş olarak gelen muhacir kitlesini iki yıl malî vergilerden, altı yıl da askerlikten muaf tutmuştu. Ayrıca daha sonra çıkartılan Muhacirine Arazi ve Emlak Tevziine dair Talimatname ile muhacirlere arazi ve emlakin nasıl dağıtılacağı belirlenmişti. Keza Gayrimüslimlerden kalan bağ, zeytinlik, portakallık, limonluk gibi çoğunlukla özel bilgi gerektiren tarım sektöründe devlet dağıtılacak bu arazilerde nasıl ve ne şartlarda tarım yapılacağını bu talimatname maddelerinde belirlemişti. Gayrimüslim nüfusun gitmesiyle iktisadî alanlarda beliren boşluğun bu şekilde kapatılma yoluna gidilmişti.

Ancak hedef ile varılan noktalar farklı olmuş ve bu nizamnamelerde devletin istediği başarıya ulaşamadığı ve birçok muhacirin kalıcı iskân meselesinde birtakım zorluklar çektiği anlaşılmaktadır. Devletin kadastro meselesini tam olarak halledememesi sebebiyle muhacirlere verilen memleketteki boş topraklara daima fuzuli müdahaleler ile yerleşik halkın bir takım talepleri neticesinde iskân işinde gereken hedefe varılamıyordu. Nispeten devlete ait çiftliklere iskân edilen muhacirler bu sıkıntıları yaşamıyordu.

İskân mahallerinde yerleşik halk ile muhacirler arasında görülen huzursuzluklar Devletçe halledilmeye çalışılıyordu. Özellikle Gayrimüslim nüfusun bulunduğu topraklarda yapılan iskân, birtakım şikâyetlere sebep olmaktaydı. Memurların hatalı iskân politikalarıyla yaptıkları hatalar dışında, genelde Gayrimüslimlerin, muhacirler ile olan ilişkilerindeki şikâyetleri abartarak vermeleri devletin gözünden kaçmıyordu. Yine de Gayrimüslim tebaanın hukukuna bir zarar gelmiş ise devlet bu yanlışı düzeltmeye gayret sarf etmekteydi.

Muhacirlere Devlet tarafından yapılan yardımlar ve verilen muafiyetlerin kıskanılması yerleşik Müslüman nüfusun haklı haksız bir takım şikâyetlerine sebep olmaktaydı. Bu süreçte muhacirlere yerleşik halk tarafından bir takım zararlar verilmekteydi. Aynı durum muhacirlerin bulundukları yerin örf adetlerine gösterecekleri uyum süreci geçinceye kadar bir takım sorunların kaynağını teşkil etmelerinde de görülmekteydi.

Bu dönemde Devletin gerek maddî yetersizlikler, gerekse yapısındaki bozulmalar ve mahalli memurların beceriksizlikleri iskân konusunda karşılaşılan problemlerin ana sebeplerindendi. Rumeli'den göç meselesinde Devlet bir ikilem yaşamaktaydı. Göçü kabul etse, bu Rumeli'deki Türk ve Müslüman varlığının sona ermesi demekti. Kabul etmese mezalimle karşılaşan Rumeli Müslümanları yok olacaklardı. Sonuçta askerî ve ekonomik açıdan güçsüz olan Osmanlı Devleti dindaş ve ırkdaşlarını yerinde sabitleyemedi ve böylece Rumeli büyük oranda boşalmış oldu. Osmanlı Devleti kaybettiği topraklarda (Batı Trakya Türk Devleti'nin kuruluşundaki silahlı direniş örgütlenmesi gibi istisnalar dışında) yer altı direniş örgütü örgütleyemediğinden, ayrıca Gayrimüslimlerin tepkilerinin katliama varacağını hesaplayamayan Müslüman halkın da kendilerini koruyacak tedbirleri almaması neticesinde bölge Müslümanları büyük katliamlarla karşı karşıya kaldılar.

Üç yüz yıllık göç tarihi incelendiğinde Rumeli'den Anadolu'ya iskân edilen ve kendi imkânlarıyla yerleşen insanlar ve onlardan neşet edilen nesiller hesap edildiğinde Türkiye'nin 1/5'i kadar nüfusunun Rumeli kökenli olduğu varsayımımızı ileri sürebiliriz. Kuşkusuz köy, kasaba ve şehirlerde yapılacak bir demografi araştırması bu sayıyı daha kesin oranda neticelendirebilir. Ancak neredeyse tüm Trakya bölgesi, büyük ölçüde Marmara ve Ege Bölgeleri, kısmen Akdeniz ve İç Anadolu, Doğu Karadeniz bölgeleri ve çok az da olsa Batı Karadeniz ile Doğu Anadolu bölgelerinde göçmen köyleri vardır. Bu durumda sayımızın gerçeğe yaklaşma ihtimali epey fazladır.

Rumeli'den gelen muhacirler yerleştirildikleri yerlerde Anadolu'nun Müslüman nüfusunu oransal olarak arttırmışlardır. Bu durum cumhuriyet döneminde inşasına çalışılan ulus oluşumunu kolaylaştırmıştı. Anadolu'yu terk eden/ettirilen gayrimüslimlerin toprakları iskân edilen muhacirlere dağıtılarak yeni rejim kendisine siyasal destek ve kadrolar sağlamış ve ulusalcı temelde bir cumhuriyetin kurulabilmesi için nesnel ve öznel koşullar yaratılmıştı. Muhacirler cumhuriyet döneminde yürütülen çağdaşlaşma çalışmalarına en iyi uyum sağlayan unsurlar olmuş, devletin iskân çalışmalarıyla hizmet etmek istediği amaca hizmet etmişlerdir.

Bu arada muhacirler yerleştirildikleri bölgelerde, toplu olarak kalabilmişler ise kültürlerini devam ettirdikleri, serpiştirme usulünde iskân edilmişler ise kısa bir müddet sonra yerli halkla karıştıkları görülmektedir. Ayrıca zaman geçtikçe göçmenlik, kültürel kimlik olarak ortadan kalkabilmektedir. Mesela 1878 göçmenleri, 1924 mübadele göçmenlerini değerlendirirken, kendilerini yerli, gelenleri ise muhacir olarak görmekteydiler.

Şehirlerde yaşayanların örf, adet ve cemaat bilinçleri ise en çok üçüncü nesilde gitgide kaybolmakta ve sadece göçmen olduklarını söyleyebilmekte, ancak dedelerinin hangi şehir ve köyden geldiklerini çoğunlukla unutabilmektedirler. 1924 Yunanistan ve 1930 Yugoslavya göçmenlerinin özellikle şehirlerde iskân edilen torunlarıyla yaptığımız sohbetlerde bu duruma çoğunlukla rastladık.

Göçmenler ile ilgilenen devlet birimlerindeki disiplinsizlik, boş vermişlik, bilgisizlik ve bu işlerin başında devamlı surette bulunması gereken memur ve amir kadrolarının sürekli olarak değiştirilmesi takip edilen politikalarda genellikle istikrarsızlık doğurmaktadır. Bu konuda Yunanistan'da ise tam aksi bir durum söz konusudur. Batı Trakya'da Türkler ile ilgilenen devlet görevlileri, okul müfettişleri vb. kişilerin 35-40 yıldır aynı adamlar olduğunu söylemememizin yeterli bir delil olacağı kanaatindeyiz.

Göç meselesinde ülkemizde yeterince ilmi çalışmalar yapılmamakta ve Devlet'in bu konuda esaslı politikalar üretemediği görülmektedir. Devlet tarafından yapılması gereken en önemli işin, ilmî çalışmalar ışığında göçü durdurarak soydaş ve dindaşlarımızı, bulundukları ülkelerde rahat etmesini sağlayacak kapsamlı politikalar geliştirmesi olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Balkanlar ile ilgilendiğini gösterir ve oradaki Türk ve Müslüman unsurları barış zamanında himaye edici politikalar uygular ve onların ekonomik, kültürel, siyasî örgütlenme vb. hususlarda gelişmesini sağlayabilirse, göçün kısmen azalabileceği düşüncesindeyiz.

Osmanlı'nın tasfiyesi Balkanlar'a asla barış getirmemiştir. I. ve II. Dünya Savaşları, 1992-95 Bosna katliamı, 1999 Kosova'nın Sırplarca işgali, 2001 Makedonya iç savaşı vb. gelişmeler hepimizin hafızalarına kazınan üzücü hatıralardır. Balkan Harbi'nin 100. yıldönümüne 2012 yılına geldiğimizde Balkanlar'dan göç bitmemiş, fakat azalmıştır. Ancak Balkanlar'daki soydaş ve akraba topluluğu dindaşlarımızın, çektikleri tüm sıkıntılara rağmen göç etmeyerek direnmeleri bir manada içlerinde yaşadıkları devletlere bir mesajdır. Kardeşlerimizin bu fedakârlık ve direnişleri her türlü takdiri hak ediyor. Son söz, onlara selam olsun.



[1] Bu yazı aynı başlıkla aylık olaran yayınlanan Derin Tarih Dergisinin 7. Sayısında (Ekim 2012) yayınlanmıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum