GÂFİLİN KOLUNA GİRDİĞİ KILAVUZ

Turgut Güler : Değişik sîmâların, Osmanlı’nın şahsında Türk Devleti’ne meydân okumaları, kahramanlık kılıfına sokularak anlatıldı.

GÂFİLİN KOLUNA GİRDİĞİ KILAVUZ
13 Aralık 2015 - 22:01

GÂFİLİN KOLUNA GİRDİĞİ KILAVUZ

Başta İngiltere’nin kraliyet âilesi, bütün Avrupalı hânedan mensupları, hayâtımıza aslî unsur yapılırken; “Osmanlı ve Pâdişâh” mefhûmlarına, her mesâfeden küfür ve hakâret atışları, hiç dinmedi; bu kampanya, hiç hız kesmedi. Üstelik, bâzı durumlarda küfür sınırlarını bile aşan galîz söz dizileri, daha Osmanlı Devleti hayattayken, Batı’nın himâye ve pohpohlamalarıyla piyasaya sürülmüştü.
Sokollu Mehmed Paşa’dan hareket ederek, tâkib eden dönemlerde değişik sîmâların, Osmanlı’nın şahsında Türk Devleti’ne meydân okumaları, kahramanlık kılıfına sokularak anlatıldı.
Ermeni emelleriyle propagandasına pey sürüp destek çıkanlar, Türk Hükümdârı’na “Kızıl Sultan, Pinti Hamîd, İblis” sıfatlarıyla hücûm ederken, megaloman davranışlarıyla dikkati çeken Midhat Paşa hakkında, târîhi çarpıtan, çok şaşırtıcı bir târife uygulamışlardır.
“Meşrûtiyet, hürriyet” tâbirlerini, temcid pilâvı hâlinde önümüzden, arkamızdan eksik etmeyenler; bunların hangi “hür vatan”da yaşanacağını, hiç hesâba katmadılar. İstediklerine kavuştuklarında, elde vatan kalmamıştı.
Gafletin bir adım ötesi, ihânettir. Ancak, birinden diğerine geçerken, gâfilin koluna girdiği kılavuz, adıyla- sanıyla “düşman”dır. Suçu, günâhı; zekâ ve basîretten uzakta kalmak olanları, bir dereceye kadar mâzûr görmek de mümkün. Hâinleri ise, aklayıp arıtacak yıkama şekli henüz îcâd edilmedi.
1876’daki ilk Meşrûtiyet Meclisi’nin, azınlıkları çoğunluk eden yapısı ve o günlerin rüzgârıyla girdiğimiz 93 Harbi’nin ibret dolu safahâtı düşünülmeden, bol keseden “istibdad” edebiyâtı yapmak, ileriliğin ve hürriyet-perverliğin şiârı sayıldı. Hâlâ aynı şekilde düşünenler az değil.
Hürriyet, her zaman “vatan” üzerinde yaşanacak bir insânî haktır. Vatanın olmadığı yerde, hangi hürriyetten bahsedeceksiniz? 1908-1922 arasındaki o perîşân yılları, hep hürriyet uğruna fedâ ettiğimiz vatan toprağına, mersiye söyleyerek geçirdik.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın önce hezîmetinin, sonra da îdâmının ardından, çorap söküğü gibi gelişen hâdiseler, hep bizden vatan toprağı kopara kopara yol aldı. Sultan İkinci Mahmud’un saltanat döneminde başlayan ve “ıslahat” boyası ile cicili-bicili hâle getirilen düşman talepleri, bugünün “açılım” sendromuna ne kadar yakın duruyor. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ, Hersek, Mısır, Trablusgarb ve daha nice vatan parçası, hep “ıslahat” terâneleri arasında elimizden uçup gitmedi mi?
Osmanlı’nın başında “ıslahat” bozası pişiren devletlerin, şimdi de “açılım”ın her çeşidine balıklama atlamamızı teşvîk edişlerinde, tekerrür etmeye hazır bir târîh slüeti görmüyor musunuz?
Târîhin tekerrüründe, sanki insana âit hiçbir fatura bedeli yokmuş gibi, ha babam gözümüzü kapatıyoruz, kulağımızı tıkıyoruz. Neticede, târîh, insan tarafından önüne ne konursa, onu sayfalarına alıyor.-Turgut Güler


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum