Fâtih Camii / Mehmet Akif Ersoy

Fâtih Camii / Mehmet Akif Ersoy
10 Mart 2020 - 23:13 - Güncelleme: 10 Mart 2020 - 23:19

Yatarken yerde ilhâdıyla haşr olmuş sefîl efkâr ,

Yarıp edvârı yükselmiş bu müdhiş heykel-i ikrâr .

Siyeh reng-i dalâlet bir bulut şeklinde mâzîler ,

Civârından kaçar, bulmaksızın bir lâhza istikrâr;

Ziyâ-rîz-i hakîkat bir seher tavrında müstakbel ,

Gelir fevkinden eyler sermedî binlerce nûr îsâr .

Derâgûş etmek ister nâzenîn-i bezm-i lâhûtu :

Kol açmış her menârı sanki bir ümmîd-i cür’etkâr!

O revzenler , nazarlardan nihân dîdâra müstağrak

Birer gözdür ki sıyrılmış önünden perde-i esrâr .

Bu kudsî ma’bedin üstünde tâbân fevc fevc ervâh ,

Bu ulvî kubbenin altında cûşân mevc mevc envâr .

Tecessüd eylemiş gûyâ ki subhun rûh-i mahmûru ;

Semâdan yâhud inmiş hâke , Sinâ-reng olup dîdâr!

Tabîat perde-pûş-i zulmet olmuş, hâbe dalmışken,

O, gûyâ kalb-i nûrânîsidir leylin , durur bîdâr .

Evet bir kalbdir, bir kalb-i cûşâcûş-ı âşıktır,

Ki cevfinden demâdem yükselir bin nâle-i ezkâr .

 

Nümâyan cephesinden Sadr-ı İslâm’ın meâlîsi :

O sadrın feyz-i enfâsiyle gûyâ bir yığın ahcâr ,

Kıyâm etmiş de, yükselmiş ve bir timsâl-i nûr olmuş,

Nasıl timsâl-i nûr olmaz? Şu pek sâkin duran dîvâr ,

Asırlar geçti hâlâ bâtılın pîş-i hücûmunda,

Göğüs germektedir, bir kerre olsun olmadan bîzâr.

Bu bir ma’bed değil, Ma’bûd’a yükselmiş ibâdettir;

Bu bir manzar değil, dîdâra vâsıl mevkib-i enzâr .

Semâdan inmemiştir, şüphesiz, lâkin semâvîdir:

Zemînî olmayan bir cilve-i feyyâzı hâvîdir .

* * *

Bir infîlâk-i safâdır ki yâr-ı cânımdır,

Sabâhı pek severim, en güzel zamânımdır.

Ridâ-yı leyli henüz açmamıştı dest-i semâ,

Sabâ da hâb-ı sükûndan ayılmamıştı daha,

Fezâ-yı rûhda aksetti, es-salâ-perdâz

Müezzinin dem-i mahmûru, bir hazîn âvâz .

İçimde cûş ederek lücce lücce istiğrâk ,

Ezanı beklemez oldum; açılmadan âfâk ,

Zalâmı sîneye çekmiş yatan sokaklardan

Kemâl-i vecd ile geçtim. Önümde bir meydan

Göründü; Fâtih’e gelmiştim anladım, azıcık

Gidince, ma’bede baktım ki bekliyor uyanık.

Sokuldum artık onun sîne-i münevverine ,

Oturdum öndeki maksûreciklerin birine.

 

Fezâ-yı ma’bedin encüm-nümâ meşâilini ,

O lem’a lem’a dizilmiş ziyâ kavâfilini

Görünce geldi çocukluk zamanlarım yâda ...

Neler düşündüm o sa’atte bilseniz orada!

 

Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,

Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.

Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;

Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”

Deyip alırdı berâber benimle kardeşimi.

Namaza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,

Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde ,

Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!

Hayâl otuz sene evvelki hâli pîşimden

Geçirdi, başladım artık yanımda görmeye ben:

Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak;

Vücûdu zinde, fakat saç, sakal ziyâdece ak;

Mehîb yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz;

Yanında bir küçücük kızcağızla pek yaramaz.

Yeşil sarıklı bir oğlan ki, başta püskül yok.

İmâmesinde fesin bağlı sâde bir boncuk!

Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır;

Biraz geçer, yine râyet misâli dalgalanır!

Koşar koşar duramaz.... Âkıbet denir “âmin”

Namaz biter. O zaman kalkarak o pîr-i güzîn ,

Alır çocukları, oğlan fener çeker önde.

Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde

Derin bir uykuya...

        Derken bu hâtırât-ı lâtîf

Çekildi aslına, artık hakîkatin o kesîf

Likâsı başladı karşımda cilve eylemeye;

Zaman da kalmadı zâten hayâli dinlemeye:

Sağım, solum, önüm, arkam huşû’a müstağrak

Zılâl-i âdem iken, bir sadâ bülend olarak,

O kâinât-ı huzû’u yerinden oynattı;

Fezâ-yı mahşere döndürdü gitti eb’âdı !

Sufûf ayakta müselsel cibâl-i velveledâr

Gibiydi. Her birisinden duyuldu sîne-fikâr ,

Birer enîn-i tazarru’ , birer niyâz-ı hazîn,

Ki kalb-i rahmeti sızlattı şüphesiz o enîn!

Eğildi sonra o dağlar huzûr-ı İzzet’te;

Göründü sonra o dağlar zemîn-i haşyette !

İnâyetiyle Hudâ kaldırınca her birini,

Semâya doğru o dağlar da açtı ellerini.

O anda koptu yüreklerden öyle bir feryâd,

Ki ruhum eyliyecek tâ ebed o dehşeti yâd.

Kesildi bir aralık inleyen hazîn âvâz...

Ne oldu Arş’a kadar yükselen o sûz ü güdâz :

        O cûş içindeki îman?

Evet, hurûş ederek işte rahmet-i Subbûh ,

Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir rûh:

        Rûh-i itmînân.

Safahat / Fâtih Camii

Mehmet Akif Ersoy

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum