Eski Türklerde Şehir Yapısı ve Kültürü Üzerine Bazı Değerlendirmeler

 Eski Türklerde Şehir Yapısı ve Kültürü Üzerine Bazı Değerlendirmeler
10 Nisan 2023 - 21:51 - Güncelleme: 10 Nisan 2023 - 22:05
Eski Türklerde Şehir Yapısı ve Kültürü Üzerine Bazı Değerlendirmeler
Prof.Dr. Kürşat YILDIRIM | AVESİS
Kürşat Yıldırım*

ÖZ
Türkistan sahasındaki eski şehirler esasen “feodal şehir yapıları” olarak tasnif edilmiştir. Feodal şehrin temel unsuru, şehrin etrafını kuşatan ve şehri dış düşmanlardan, diğer feodal güçlerden, bozkırlılardan, köylüden, çiftçiden vb. ayırmak için dikilen duvar veya surdur. Şehrin dinamiği- yâni onun inşası, yıkılması ve yeniden inşası- şehrin veya bölgenin siyasi ve toplumsal hayatı ile doğrudan bağlantılıdır. Bu yüzden kale, duvar vb. yapılar şehrin geçmişi ve kültürü hakkında bilgi vermektedir.
Eski Türkistan şehirlerinde kaleler, hisarlar, yoğun nüfusun küçük alanlarda yaşadığı iç şehirler, dar sokaklar, pazarlar, ibadethaneler, türbeler, kamu binaları, tezgâhlar, şehrin dış mahallelerinde zanaatkârların, işçilerin meskenleri, mezarlıklar, dış halkada tarım üretimi yapılan bağlar-bahçeler-tarlalar, hayvan otlakları ve bunlarla meşgul olan nüfus vardı. Şehirler genelde ihtişamlı tahkimatla çevriliydi. Bu şehirlerde düzenli planlar ve şehir nizamını sağlayan görevliler vardır. İnsanların ve malların yığılması ile bitişik türlü meskenlerin artması sadece idare ve kültürün gelişmesini değil aynı zamanda zanaat ve ticaret hacminin büyümesiyle şehir yapısında geniş meydanları ortaya çıkarıyordu.
Eski Türk şehirleri üzerine bu bildirimizde Türklerde şehir mefhumu ile şehrin fiziki yapısı, mekanları, planı, kısımları, savunma sistemleri, toplumun ruhuna ve sanata tesirleri gibi konular üzerine değerlendirmeler yapılacaktır. Böylece Türkiye şehir kültüründeki köklü Türkistan mirası üzerinde durulması hedeflenmektedir. 

Şehir Mefhumu

Türkiye Türkçesindeki medeniyet sözü, Batı dillerindeki civilisation veya civilization’a karşılık türetilmiştir. Civilisation ise toplum ve şehir hayatını vurgulayan Latince civil sözünden gelmedir. Aydınlarımız bunu yine şehirle ilgili Arapça medine sözünü kullanarak medeniyet ile karşılamışlardır. Bizde medeniyet böyle bir çıkış noktasına sahipken “Türk medeniyeti” tarihinde şehre gereken önem verilmemiştir. “Uygarlık Tarihi” başlıklı kitaplarda Çin, Hint, Roma, İran vb. anlatılırken Türklere pek yer açılmamakta ve hatta eski Türk şehirleri İran kökenli Soğd gibi kültürlere atfedilmektedir. Türkiye’deki tarih yazımı ise eski Türk medeniyetini bozkır üzerine inşa etmiştir. Şehir varlığımız ise genelde bozkırda kurulan yerleşimler, ticaret yolları üzerindeki şehirlere hükmeden konar-göçer ordular ve yerleşikliğe geçen bozkırlılar vesilesiyle ele alınmıştır.
Tabiata karşı güçlenme, üretim araçlarının gelişmesi ve insanların boş vakitlerinin doğması neticesinde insanoğlunda şehirleşme ve belli mesleklere ayrılma merhaleleri vücuda gelmiştir. Ürettiğini artırma veya tükettiğinden fazlasını üretme kabiliyetinde olanlar, tarım toplumlarında karın tokluğuna çalışmaktan kurtulan insanlar daha çok eğitim ve ticaret imkânlarına kavuşmuş, belli mesleklere sahip olmuşlardır. Bu toplumsal süreçle şehirler şekillenmiştir. Şehir ancak yerleşiklikten ve köylerin kurulmasından sonra ortaya çıkmıştır. İnsanların mallarını değiş tokuş ettikleri pazarlar şehirlerin doğdukları zeminlerdir[1].
Şehir, insanlık tarihinde farklı bir safhayı ifade etmektedir. Gordon Childe şehir için şu tespiti yapmaktadır: “Medeniyet mefhumu, etimolojik olarak şehirde yaşayan insanlara atfedilir. Şehir sadece belli bir değere sâhip değildir aynı zamanda en azından yer yoğunlaşması sağlamakta ve insanların önemli bir kısmı avcılık, balıkçılık veya tarımla değil zanaat, ticaret gibi işlerle uğraşmaktadır”[2]. Bu bakımdan şehir sadece belli şartlara sahip bir fiziki ve iktisadi mekân değil, aynı zamanda insanların medeni olarak yaşamaya başladıktan sonra geçirdikleri süreçlerin zeminidir.
Tuncer Baykara’nın tarifiyle Türklerde yerleşik hayatın ilk basamağı köy ve son basamağı ise şehirdir. Köy birkaç evin bir araya gelmesiyle oluşur. Buna Azerbaycan Türkçesinde kend, Türkmen Türkçesinde oba, Özbek Türkçesinde kışlak, Kırgız ve Kazak Türkçesinde avul denilir. Özbeklerin kışlak sözü, mevsime göre yer değiştirme alışkanlığının bir göstergesidir. Türkiye Türkleri köy halkının yazın çıktığı yere yaylak derler ki bunun hemen hemen bütün Türk lehçelerinde karşılığı mevcuttur. Kasaba, Arapça bir sözdür. Giriş çıkışı kesilmiş ve etrafı çevrili yerleşim yeriyle ilgilidir. Bir tür şehir olarak da anlaşılabilir. Şehir ise eski Türkçe balık sözüyle karşılanır; muhtemelen balçık, yani çamur harçlı malzemeyle alakalıdır. Çünkü Türkistan’da esas yapı malzemesi çamura saman, ağaç dalı gibi malzemelerin katılması ve kalıplara dökülüp kurutulmasıyla elde edilen kerpiçti. XI. yüzyıl doğu Türkçesinde balık yerine Sogdçadan gelme kend sözü yaygınlaştı. Kend, eski Anadolu Türkçesinde ve bugünkü Azerbaycan Türkçesinde köy, bugünkü Uygur Türkçesinde kasaba karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bugün şehir kelimesi ise epey yaygınlaşmıştır. Şehir hem bir şehir merkezi hem de geniş bir iskân yerini ifade eder[3]. Şehir sözü ise esasında “hâkimiyet” ve aynı zamanda “devlet” anlamına gelen eski Farsça ḫşas̠ ra kelimesinden gelmektedir. Böyle bir şehir mefhumu zamanla genişleyip hem “büyük şehir” hem de “idari bölge” ile bir tutulmuştur4.

Konar-Göçerler

Türkistan sahasında Türklerin milattan önceki zamanlardan beri yerleşimleri ve şehirleri vardır. Bunu arkeolojik kaynaklar yardımıyla tespit edebiliyoruz. Yazılı kaynaklarda ise doğrudan “Türk” adıyla şehirli nüfusa VII. yüzyıldan itibaren Arap kaynaklarında rastlıyoruz. Eski Çin kaynaklarında Türkler için “onların şehirleri” yoktur denilmektedir. Bunun temel sebebi Çinlilerin, ancak kuzeydeki bozkırlardaki konar-göçer insanları Türk olarak görmelerindendi. Ayrıca eski dünyada şehirlerin ahalisinin etnik kimlikleri veya boyları nadiren zikredilir. İnsanlar kendilerini şehir veya şehir devleti kimliğiyle tanımlarlardı. Kaşgarlı, Buharalı gibi. Bu durum yakın zamanlara kadar geçerli olmuştur. Şehre yerleşen insanlar konar-göçer boy yapısından çıkmışlar ve onlar çok geçmeden kendilerini tanıtırken şehirlerini söylemişlerdir. Bu yüzden eski kaynaklar şehirlerin etnik yapısından çok az bahsetmektedir. Bundan söz açıldığında ise genel ifadeler kullanılmaktadır; mesela Çin kaynaklarında, Türkistan şehirlerindeki yerleşik ahali için “Hu” gibi genel adlara müracaat edilmektedir.
Eski Türklerin bozkır kültür çevresi içerisinde olan kısmı uçsuz bucaksız otlaklarda hayvanlarını güderek hayatlarını idame ettiriyorlardı. Yine idare etme ve devlet kurma kabiliyetinde olan bu kitleler en eski devirlerden beri bozkır tipi devletler kurmuşlar ve çok geniş coğrafyalara ve bu arada etrafı surlarla çevrili şehirlere ve devletlere hükmetmişlerdi. Bu tip devletlerdeki halkın geçiminde tarım etkili değildi. Mesela Hun Devleti’nde etrafı surlarla çevrili şehirler ve malikâneler (feodal beyler) olmadığı gibi, toprak köleliği de yoktu. Topluluk kan akrabalığı ile birbirine bağlı ailelerin oluşturduğu boylar hâlinde yaşıyordu ve devlet bu boyların ittifakından doğuyordu[4]. Bozkır ile şehir birbirinden farklı idi; şehirlere veya şehir devletlerine bir bakıma bağlı olan ve şehirlerin veya diğer yerleşiklerin et, süt, deri, yün, kürk vb. ihtiyaçlarını sağlayan ve ulaşım ile orduda kullanmaları için at, deve, eşek, öküz gibi hayvanlar temin eden yerler ayrı toplumsal ve iktisadi özelliklere sahiptir. Kaynaklarda bu yerlerin etrafının surlarla çevrili olduğunu, bu yerlerde mütemadiyen tarım yapıldığını veya bu yerlerde daima yerleşik bir nüfusun bulunduğunu düşündürecek herhangi bir ifade yoktur; ne de birkaç saray ve kale yerleşimi hesaba katılmazsa böyle bir arkeolojik veri vardır.
Bozkır sahasında konar-göçerlerin şehir kurmaları için hiçbir iktisadi gerekçe yoktur; hatta konar-göçerler şehirleşmeyi hayvancılık ekonomisi için tehdit olarak görürler. Mesela tarihte Kuzey Çin’de konar-göçer Türklerin en çok rahatsız oldukları husus Çinlilerin yeni yerleşim alanları açmaları ve otlakları daraltmalarıydı. Mevsime göre bütün sürüleri ve malvarlıklarıyla yer değiştiren konar-göçer aileler için bir şehir içinde sabit oturmak hiç de hayatlarının akışına uygun değildir.
Sıcak ve soğuğa göre yer değiştirmeyi seven bir millet olan Türkler, şehirli de olsalar belli ölçüde konar-göçerliği devam ettirmişlerdir. Sıcakta yükseklere-yaylalara, soğukta çukurlara ve rüzgâra kapalı yerlere inerler. Şehirler buna göre kurulur. Eski Türk bozkırlarındaki halkın ve idareci kesimin hayatı bu şekildedir. Bu durum sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Selçuklularda sultanlar kışın Akdeniz kıyısındaki Alaiye’de, Nisan ayından sonra ise Konya’ya dönerlerdi. Osmanlı padişahları da İstanbul’un farklı yerlerindeki özelliklere göre mevsimleri farklı saray ve kasırlarda geçirirlerdi[5]. Yazları yükseğe çıkıp kışları ovaya inmek en eski Türk adetlerindendir. Anadolu’da bu durum hâlâ devam etmekte, insanlar havanın ısınmasıyla yaylalara çıkmakta veya bağ evlerine geçmektedirler. Aynı evin içinde dahi yazlık ve kışlık odalar bulunmaktadır. Güneşin durumuna ve ısınma imkânlarına göre odalar arasında yer değiştirme geleneği hiç de az değildir.

Sur

Şehir bir bakıma etrafı sur ile çevrili, duvarlı yerleşim demektir. Türkistan sahasındaki eski şehirler esasen “feodal şehir yapıları” olarak tasnif edilmiştir. Feodal şehrin temel unsuru, şehrin etrafını kuşatan ve şehri dış düşmanlardan, diğer feodal güçlerden, bozkırlılardan, köylüden, çiftçiden ve el üretimi yapanlardan ayırmak için dikilen sur veya duvardır[6]. Şehir duvarlarının savaş-savunma esasına dayanan fonksiyonu birkaç parçadan meydana gelmektedir: Okçular için sahanlıklı ve mazgallı yüksek burçlar, indirilebilir-kaldırılabilir köprü, surların dibinden belli genişlikte içi su dolu hendek, yüksek kuleler ile diğer askerî ve teknik aygıtlar. Şehir duvarlarını inşa etmek için muhtelif malzemeler mevcuttur. Avrupa için bu malzeme sertleştirilmiş kerpiç, yontulmuş taş levhalar ve ağaçtır. Bu tür malzemeler Avrupa şehir duvarlarının uzun süre dayanmasını sağlamıştır. Türkistan’da ise hemen hep aynı olmak üzere kıyılmış sap ve samanla yoğrulmuş lös kil, yumuşak kerpiç, umumiyetle fırınlanmamış tuğla, iri parçalı çamur-toprak ve tüm bu malzemeyi bir arada tutmak için gerektiği kadar ağaç kullanılmaktadır[7].
İnsanlar farklı yerlerde ve farklı zamanlarda şehirler inşa etmişler, buralarda yaşamışlar, şehirleri boşaltmışlar veya yıkmışlardır. Farklı devirlere ve yerlere ait yapı bakiyeleri, tarihlemeyi sunmakta ve buna bağlı olarak gerçek tarihi değişiklikleri göstermektedir. Gelişen surun dinamiği- yâni onun inşası, yıkılması ve yeniden inşası- şehrin veya bölgenin siyasi, iktisadi ve toplumsal hayatı ile doğrudan bağlantılıdır[8]. Şehrin surları, eski şehir hayatının türlü yönlerini aksettirmektedir. Surlar daima aynı ölçülerde kalmayıp, şehir hayatının canlanması veya sönmesiyle genişlemekte veya daralmaktadır[9].
Şehir surları, savaş-savunma maksadından başka dünya görüşü bakımından da önemlidir. Şehirde yaşayanlar kendilerini, kendilerine hayat malzemeleri sağlayan bozkırdan ve tarladan ayırmaktadır. Şehir topraklarının genişlemesi veya daralmasıyla duvarlar başka yerlere taşınmakta veya yeniden inşa edilmektedir. Daha tehlikeli ve düşmanın daha çok saldırabileceği tarafta duvarlar daha da yükseltilmekte ve güçlendirilmektedir11. Duvarların hususiyetleri şehir müdafaa teşkilâtının yapısını göstermektedir. Müdafaa teşkilâtı şehir ahalisinin toplumsal bünyesini ortaya koymakta ve böylece şehir duvarı halkın toplumsal bünyesinin ve onun değişmelerinin bir neticesi olmaktadır12.
Şehir surları savaş-savunma ve istihkâm yapıları olmaktan başka şehir mimarisinin abidevî numunesidir. Duvarlar şehri süsleyip şehrin kendine has görüntüsü ile nüfusun toplumsal ve iktisadi seviyesini aksettirmekte ve şehrin yüzü olmaktadır13. Şehir duvarlarını incelemek şehrin mimarî yapısını açığa çıkartır ki buna resimlerdeki şehir suretleri ve imajları ile metal işlemelerdeki ve sikkelerdeki muhteviyat yardım etmektedir. Sur, şehrin cephesi veya yüzüdür ve yine hiç şüphe yok ki estetik ve prestij yönüdür14.

Pazar

Şehir bir yönüyle pazardır. Türkistan şehirlerinde merkezde genelde pazar olur. Şehrin canlılığı ve bir ölçüde yaşaması pazarın devamlılığına bağlıdır. Hatta şehir ile pazar veya diğer bir adlandırmayla çarşı bir tutulur. Bugün Taşkent’in en büyük pazarına Çarsu adı verilir. Farsça kökenli bu söz, çehar>çar yani “dört” ile su yani “taraf” sözlerinin birleşiminden meydana gelir. Türkçe karşılığı dörtyol olmalıdır. Türkiye Türkçesinde çarşı’ya dönüşmüştür. Türkistan şehirleri genelde kare planlı olduğundan dışarından şehrin içine dört yönden ilerleyen yollar şehrin merkezinde kesişir ve çeşitli yönlerden gelenler bu noktada buluşarak alışveriş yaparlardı. Çarşı veya pazar şehir mefhumuyla o kadar bütünleşmiştir ki Anadolu’daki köy ahalisi şehre giderken çoğu kez “çarşıya gidiyorum” der; kırsaldan şehre giden toplu taşıma araçlarına “çarşı arabası” veya “çarşı minibüsü” gibi adlar takar.

Şehir Yapısı

Şehir esasen iki kısma ayrılmaktadır. İlk olarak esas şehir veya iç şehir vardır, buna Arapçada medine, Farsçada ise şehristan denmektedir. Dış şehir ise Arapça rebad ve Farsça bîrûn olarak geçmektedir. Arap coğrafyacıların eserlerinde şehristan suru ile rebad suru arasında türlü mesafeler zikredilmektedir[10]. Bununla beraber Türkistan’da şehri üç kısma ayırmak daha doğrudur: Hükümdarın veya beyin yaşadığı iç kale; aristokratların, din adamlarının, memurların, zanaat erbabının, tüccarların yaşadığı iç ve dış şehir; çiftçi ve hayvancıların yayıldığı bağlı şehir. Bunların eski Türkçede karşılıkları da vardır: Orduğ, balık ve kıy[11].
Dünyada bilinen iki tür şehir planı vardır: Kare (veya dikdörtgen) ve daire (veya oval). Bazı istisnalar dışında doğudaki şehirlerin kare ve batıdaki şehirlerin ise daire plan üzerine kurulduğu söylenmektedir[12]. T. F. Gelah’ın görüşüne göre şehir duvarları için en iyi plan kare olanıdır. Karenin köşesinden çok geniş bir etraf gözlenebilmekte ve şehre yapılacak hücumlara 180 dereceye kadar ve kulelerden ise 270 derece kadar açıyla çok rahat atışlar yapılabilmektedir. Eski şehirlerin geometrik kare planları, satranç tahtasını andırmaktadır18.
Şehir yapılarının mühim bir parçası şehir surları dışındaki kulelerdir. Gözetleme ve işaret kuleleri herhangi bir acil durumu anında merkeze bildiren kadim devrin en hızlı haberleşme imkânlarıdır. Herhangi bir hareketlilik olduğunda kuleden ateş yakılır ve belli mesafedeki diğer kule bu ateşi gördüğünde kendisinden daha ilerideki kuleye ateş yakarak işaret verirdi. Böylece herhangi bir tehdit çok kısa bir sürede merkeze ulaştırılırdı. Bu kulelerden Divanü Lûgat-it-Türk’de kargu adıyla bahsedilmektedir[13].
Eski Türklerin yerleşik olanlarının yaşadığı surlarla çevrili şehirlerde hükümdara, soylularadevlet büyüklerine-askerlere, din adamlarına, sıradan halka ait birkaç kısım vardı. Şehirlerin su ihtiyaçları bazı sistemlerle sağlanıyor (mesela karız bunlardan biridir), şehirlerdeki depolarda biriktiriliyordu. Şehirlerin tahılı ve meyve-sebzesi şehir surlarının hemen dışındaki birinci kuşaktaki tarım alanları olan bağlı yerleşimlerden ve et ve hayvansal ürün ihtiyaçları ise en dıştaki kırsal kuşaktan temin ediliyordu. Şehirler için en mühim olan şey surlarının ve kapılarının sağlam olmasıydı. Şehir müdafaası için gözetleme ve işaret kuleleri hayatî idi. Bu kulelerde görevlendirilen askerler aileleriyle beraber kule etrafını ekip biçiyorlardı.

Kaynakça

Barthold, V. V., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz., Hakkı Dursun Yıldız, Ankara, 1990.
Baykara, Tuncer, “Türk Hayatında Şehir ve Cumhuriyet Devri Gelişmeleri”, Erdem, XI, 32, 1998.
Bilgiseven, A. K., Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 19864.
Büchner, V. F., “Şehir”, İslam Ansiklopedisi, XI, Eskişehir, 2001.
Esin, E., “Orduğ (Başlangıçtan Selçuklulara Türk Hakan Şehri)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, VII/1011, 1968.
Gelah, T. F., “K Voprosu İzuçeniya Krepostnıh Sten Feodalnogo Goroda Sredney Azii”, Uçenıye Zapiski, Vıp. 10, Buhara, 1961.
İbn Haldun, Mukaddime, C. II, Çev., Z. Kadiri Ugan, M.E.B. Yay., İstanbul, 1996.
Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, C. I, Çev., B. Atalay, Ankara, 2006.
Mukaddesî, İslâm Coğrafyası (Ahsenü’t-Takâsîm), Çev., D. Ahsen Batur, İstanbul, 2015.
Kafesoğlu, İbrahim, “Türk Devleti”, Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler, Görüşler, Mülâhazalar, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.
Kızlasov, L. R., Gorodskaya Tsivilizatsiya Sredinnoy i Severnoy Azii, Moskva, 2006.
Narşahî, Târih-i Buhârâ, Farsçadan Trc.: Erkan Göksu, Ankara, 2013.
Semenov, G. L., Sogdiyskaya Fortifikatsiya V-VIII Vekov, Sankt-Peterburg, 1996.
Sümer, Faruk, Eski Türklerde Şehircilik, Ankara, 1994.
*
*Kürşat Yıldırım (Prof. Dr.),
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İstanbul, Türkiye
E-mail: [email protected] ORCID: 0000-0002-2879-2666

Not: Yazının yayın kaynağı: Kürşat Yıldırım, “Eski Türklerde Şehir Yapısı ve Kültürü Üzerine Bazı Değerlendirmeler”. Avrasya İncelemeleri Dergisi - Journal of Eurasian Inquiries 12, 1 (2023): 81-89.  https://doi.org/10.26650/jes.2023.005
 
 
 
 

[1] A. K. Bilgiseven, Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 19864, s. 116-117.
[2] L. R. Kızlasov, Gorodskaya Tsivilizatsiya Sredinnoy i Severnoy Azii, Moskva, 2006, s. 16.
[3] Tuncer Baykara, “Türk Hayatında Şehir ve Cumhuriyet Devri Gelişmeleri”, Erdem, XI, 32, 1998, s. 388-391. 4              V. F. Büchner, “Şehir”, İslam Ansiklopedisi, XI, Eskişehir, 2001, s. 391-392.
[4] İbrahim Kafesoğlu, “Türk Devleti”, Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler, Görüşler, Mülâhazalar, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 119-120.
[5] Baykara, a.g.m., s. 386-387.
[6] T. F. Gelah, “K Voprosu İzuçeniya Krepostnıh Sten Feodalnogo Goroda Sredney Azii”, Uçenıye Zapiski, Vıp. 10, Buhara, 1961, s. 231-232.
[7] Gelah, a.g.m., s. 232.
[8] Gelah, a.g.m., s. 233.
[9] G. L. Semenov, Sogdiyskaya Fortifikatsiya V-VIII Vekov, Sankt-Peterburg, 1996, s. 3. 11               Gelah, a.g.m., s. 232. 12              Semenov, a.g.e., s. 3. 13              Gelah, a.g.m., s. 233. 14                   Semenov, a.g.e., s. 4.
[10] V. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz., Hakkı Dursun Yıldız, Ankara, 1990, s. 82.
[11] E. Esin, “Orduğ (Başlangıçtan Selçuklulara Türk Hakan Şehri)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, VII/10-11, 1968, s. 135-215.
[12] Kızlasov, a.g.e., s. 21-22. 18   Gelah, a.g.m., s. 243.
[13] Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, C. I, Çev., B. Atalay, Ankara, 2006, s. 426.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum