CİDDİ – Orhan Veli Kanık

CİDDİ – Orhan Veli Kanık
14 Kasım 2020 - 15:52

CİDDİ – Orhan Veli Kanık

Birtakım insanlar dünya işlerini, ciddi olan işler, ciddi olmayan işler diye ikiye ayırıyorlar. Böyle bir tuhaflığa, zaman zaman kendim de düş­müş olmalıyım ki bugüne kadar o adamlara: «Hangi işler ciddîdir, han­gisi değildir?» diye, yahut ta «Ciddiden neyi kastediyorsunuz?» diye sor­madım. Ne cevap verirlerdi, kesin olarak bilmiyorum -her halde kendi­leri de bilmezler- ama az çok kestirebiliyorum. Meselâ bazılarına göre ilim ciddîdir, sanat değildir; nesir ciddîdir, şiir değildir: tragedya ciddî­dir, komedya değildir: olgun adamlar ancak ciddî işlerle uğraşıp ciddi olmayan işlerle uğraşan adamları ciddiye almamak lazımdır.

Hükümlerine esas olan ölçüler nelerdir, bunu da anlayamıyorum Bakıyorum, bir zat. günün birinde bir hikâye kitabı çıkarıyor. Ama ken­disi ciddi olduğu için, ciddi mevkiler elde etmiş olduğu için kitabının üs­tüne imzasını koymuyor. Öyle ya. politika işleriyle uğraşmış, yüksek mevkilere çıkmış; yakışık alır mı bu kadar önemli bir zatın hikâye gibi gayrı ciddi bir esere imzasını atması. Bu memleketin yüzlerce politika adamı yetiştirip beş tane hikâyeyi yetiştirmemesi mühim değildir. Mü­him olan ciddiyettir. Yüz sene sonra bugünün ünlü politikacısını kim­senin bilmeyeceği, fakat gerçek bir hikâyecinin asırlarca yaşayacağı me­selesi de mühim değil. Tek, bugün ciddiyeti elden bırakmamak lazım.

Hani mesleğin yahut zenaatin iyisi kötüsü olmaz, derler. Ben de işin ciddisi yahut gayri ciddisi olabileceğine inanmıyorum. Bence, ciddiyet işi benimseyiştedir. Yani bir iş o işi gören tarafından ciddiye alınıyorsa ciddîdir, alınmıyorsa değildir.

Bütün ömrünü karikatürcülüğe vermiş bir insanı, bir komedya yaza­rı olabilmek için kırk sene çile çekmiş bir adamı ciddiye almayacağız da, ilmi bir tartışmaya alay olsun diye karışıvermiş bir insanı mı ciddiye alacağız? Ortaya bir iş koyabilmek için varını yoğunu feda eden kişi, gördüğü iş ne olursa olsun ciddidir. O iş bir karikatür olabilir, gülünç­lü bir fıkra olabilir, bir tekerleme olabilir, her şey olabilir. Yeter ki onu meydana getiren insan, o işin önemini anlamış, heyecanını duymuş ol­sun. Sahneye çıktığı vakit tir tir titreyen bir komedya oyuncusu, çatık kaşlı insanlar karşısında bir konferans irad eden bir bilginden daha az ciddî değildir; en az onun kadar ciddidir.

Demek ki ciddiyet, işte değil, işi görende: daha doğrusu işi görüş şek­linde. Gelgelelim, ciddiyet meraklıları oraya da burunlarını sokmuşlar. Ciddîyi getire getire, bir tavır haline getirmişler. Bu satırları yazarken en çok edebiyatı düşünüyorum. Ciddiyet, edebiyata, galiba lügat para­lama hastalığından miras kalmış. Nihayet o hale gelmiş ki bir edebiyat eserinin ciddi sayılabilmesi için anlaşılmaz bir dille yazılması şart ol­muş. Bir makalede hiçbir fikir bulunmayabilir: ama mutlaka cafcaflı bir dille yazılmalıdır. İstediğiniz kadar fikir söyleyin, açık bir dille, halkın diliyle konuşuyorsanız beş para etmez. Satamazsınız kendinizi. Meselâ bir yazar vardır, son zamanlarda bir siyasî parti tarafından kiralandı, senelerdir aynı fikirleri geveler durur. Söyleyecek hiçbir şeyi kalmamış­tır. Ama yine de ciddîye alır.

Sebebi o cafcaflı dille konuşması, bir Hacivat edasıyla yüksek perde­den konuşmasıdır. Kulağım mı gösterecek? Kestirme yoldan göstermez. Edebiyatın da kendine mahsus âdabı vardır. Kolunu ensesinden dolaş­tırır, öyle gösterir. Hiçbir yazısını okuyamıyorum. Arada bir tek cümle­si gözümü ilişiyor. O ciddiyet yaldızının altında sırıtan fikir boşluğu rik­katime dokunuyor. Bir gün o biçim adamlardan biriyle konuşuyordum. Bana bir aralık «Vezinsiz kafiyesiz şiirlere ne dersiniz?» diye soracak ol­du. Ama kitaplara has olan o dil, adamcağızı o kadar zehirlemiş ciddi­yet öyle içine işlemişti ki soracağını düpedüz soramadı. Aradan yıllar geçti, ilk cümlesini hala unutamıyorum. Şöyle başlamıştı:

«Vezinsiz ve kafiyesiz şiir meselesi son zamanlarda efkârı umumiyeyi yakından alâkadar etmektedir diyebiliriz.»

Bu zat, meselâ «teşekkür ederim» diyeceği yerde, her halde şöyle bir cümle kurmayı daha ciddi daha doğru bulur:

«Sonsuz teşekkürlerimi arz etmekle kesbi şeref eylediğimi bildirmek­ten mütevellit memnuniyetlerimi beyanla müfterihim.»

Bir gün de Düzce’de bir otelin sahibiyle konuşuyordum. İlkin benim­le herkesin konuştuğu gibi konuşuyordu. Sonradan, şair olduğumu öğ­renince, ağzını birdenbire değiştiriverdi. «İki ay mukaddem mehma imkân, evleviyetle» falan gibi kelimeler kullanmaya başladı. Herhalde «bir şairle konuşmak, halkla konuşmaya benzemez» diye düşünmüş ol­malı.

Bu ciddî insanlar karşısında duyduğum üzüntü bana, şairliğimi dü­şündüğüm zaman daha ağır geliyor. Kimi zaman da «Ne olurdu, diyo­rum. Ben de onlar gibi ciddi olabilseydim!» O zaman ciddiyeti emeğim­de aramayacak, şatafatlı edamla yetinip rahat edecektim. Öyle olabil­seydim her halde Rakı şişesinde balık olsam demezdim. Ciddiyeti ma­nasında olan sözler söyler, nutuk gibi şiirler yazardım. Varsın şiir olma­sın, Rakı şişesinde balık olsam diyeceğime, meselâ insanlık kan ağlıyor der, daha çok ciddiye alınırdım.

Ama değil. Ben de biliyorum ciddînin ne olduğunu. Gördüğüm işin iş olduğuna, güç olduğuna inanmak istiyorum. Şiir mi söyleyeceğim, her şeyden evvel şiir söylemeliyim. Romancı mıyım, her şeyden evvel ro­man. Hiçbir şey olmadan ciddi olmak! Ne yalan söyleyeyim, aklım er­miyor buna.

Varlık, sayı: 321. 1947 (Nesir Yazıları, s. 30-33)

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum