Büşranur TENİK: FEODAL TOPLUMDAN YİRMİNCİ YÜZYILA (KİTAP ÖZETİ)

Büşranur TENİK: FEODAL TOPLUMDAN YİRMİNCİ YÜZYILA (KİTAP ÖZETİ)
25 Eylül 2021 - 17:53 - Güncelleme: 25 Eylül 2021 - 17:58

Kitabın yazarı, Leo HUBERMAN’dır. Aşağıda özeti yer alan baskı, İletişim Yayınlarından yayınlanmış ve Murat BELGE tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

1. BÖLÜM: DUA EDENLER, SAVAŞANLAR VE ÇALIŞANLAR

Yazar, bölüm girişinde Ortaçağ’ı anlatan kitapların bu dönemi yanlış aksettirdiklerine değinerek feodal toplumun üç sınıftan meydana geldiğini belirtiyor. Bunlar; dua edenler (kilise mensupları), savaşanlar (askerler) ve çalışanlardır (köylüler/serfler). Çalışan insanlar, kilise sınıfıyla askeri beslemek için çalışmaktadırlar. Batı ve Orta Avrupa’nın çiftlik arazilerinin büyük kısmı, “malikane” adlı bölgelere ayrılmıştı. Malikane, birkaç yüz dönüm ekilebilir toprak ve bir köyden meydana gelmekteydi. Her malikane arazisinin bir beyi vardı. Bu beyler kendi şatolarına sahiptiler, hatta bu şatolar bazen birden fazla da olabiliyordu. Elverişsiz topraklar ortaktı, buna karşılık ekilebilir alan ikiye ayrılmıştı. Bunlardan biri beye aitti ve yalnız onun adına ekilirdi. Öteki ise birçok kiracı arasında bölünürdü ve toprak şimdi olduğu gibi tek parçalı tarlalar halinde değil de dilimler halinde ekilip biçilirdi. Diğer yandan, kiracılar yalnız kendi topraklarında değil aynı zamanda da lordun toprağında çalışmak zorundaydılar.

O günlerin tarım alanındaki en büyük gelişmesi ise ikili tarla sisteminden üçlü tarla sistemine geçiştir. Köylülerin her türlü konuda önceliği lordlardı. Kendi toprağından ve ürününden önce, lordunki gelirdi. Haftanın iki veya üç günü lordun toprağında ücretsiz çalışırdı. Kısacası karnını zor doyururdu. Köylüler köle değil, serfti. Köle her yerde ve her zaman alınıp satılabilecek bir maldı ama, serf topraktan ayrı olarak satılamazdı. Serfler ne kadar kötü muamele görse de evi ve toprağı kullanma hakkı ona kendini güvende hissettiriyordu. Bu yüzden özgür ama meteliksiz bir şekilde yaşarlardı.
 
Lordlar köylülerin lord için var olduğuna inanırlardı. Aralarında eşitlik olma ihtimalinden kesinlikle söz edemeyiz. Feodal dönemde gelenek, 20. yüzyılın yasa gücüne sahipti. Toprağa sahip olmak bugünkü gibi toprağı dilediğince kullanmak anlamına gelmezdi. Sahiplik, birisine karşı getirilmesi gereken yükümlülükler demekti.

2. BÖLÜM: TÜCCAR İŞE KARIŞIYOR

Feodal toplumlarda para çok fazla kullanılmaz, yiyecek temini malikanelerden yapılırdı. Ama Haçlı Seferleri ile ticaret küçük çapta olmaktan çıktı. Haçlı Seferleri dua edenleri, savaşanları, çalışanları ve çoğalan tüccar sınıfını bütün kıtaya yayarak Batı Avrupa’nı feodal uykusundan uyanmasına katkı sağlamıştır.

3. BÖLÜM: ŞEHRE GİTMEK

Ticari büyümenin en önemli etkilerinden birisi şehirlerin büyümesidir. İlk şehirleşme İtalya ve Hollanda’da olmuştur. Tüccarlar serbest hareketlerine engel olan feodal kısıtlamalarla karşılaşınca “lonca” ya da “hanse” denilen birlikler kurdular. Tüccarlarla şehirlerin kazandıkları haklar bir servet kaynağı olarak ticaretin artan önemini gösterir. Şehirlerdeki tüccarların durumu da toprakta zenginliğe karşı para zenginliğinin artan önemini gösterir.

Eski feodal dönemde insanın zenginliğinin ölçüsü yalnızca topraktı. Ticaretin yaygınlaşmasından sonra yeni bir servet çeşidi ortaya çıktı:para serveti. Feodal dönemin başlarında para durgun, yerleşik, hareketsizdi; şimdi etkinleşmiş, canlanmış, akıcılık kazanmıştı. Feodal dönemin başlarında dua edenlerle toprağın sahibi olan savaşçılar toplumsal ölçeğin bir ucunda, toplumsal ölçeğin öteki ucunda duran serflerin emeğini yiyerek yaşıyorlardı. Şimdi yeni bir grup türemişti – yeni bir biçimde alarak ve satarak yaşayan orta sınıf. Feodal dönemde, tek servet kaynağı olan toprağın mülkiyeti, yönetme gücünü de rahiplerle soylulara verirdi. Şimdi, yeni bir servet kaynağı olan para mülkiyeti yükselen orta sınıfa yönetime katılma imkanı veriyordu.

4. BÖLÜM: ESKİ FİKİRLER YERİNE YENİ FİKİRLER

Tefecilik ve faiz Kilise tarafından günah olarak addedilirken söz konusu kendileri olduğunda bunu özel bir durum olara varsayıyorlardı.

5. BÖLÜM: KÖYLÜ ZİNCİRLERİNİ KIRIYOR

Bu dönemde köylü özgürleşmeye başlamıştır. Özgür köylünün, özgür olmayan köylüye göre daha üretken olduğu lordlar tarafından anlaşılmış ve ücretli emek gittikçe yayılmıştır. Lordların çoğu serfe özgürlük vermenin ve gündelik nakit ücret karşılığında özgür işçi kiralamanın, kendi keselerine daha yararlı olacağını anlamışken, kilise hala özgürleşmeye karşı direniyordu.
Toprağın herhangi bir meta gibi böylece alınıp satılması, serbestçe müdahale edilmesi eski feodal dünyanın sonu demekti. Değişimi yaratan güçler Batı Avrupa’yı boydan boya taramış ve yüzünü tamamen değiştirmişlerdi.

6. BÖLÜM: “VE ADI GEÇEN ZANAATTA HİÇBİR YABANCI ÇALIŞMAYACAK…”

Eskiden endüstri evde yürütülürdü ve üretimin amacı sadece evin ihtiyaçlarını karşılamaktı. Ama endüstri de değişti. Loncalar kuruluyor ve gelişiyordu. Loncalar da zaman içerisinde değişerek irili ufaklı bir hal almaya başlamıştı. Büyük loncalar şehirlerin gerçek yöneticisi haline geldiler. Loncaların yükseliş döneminden sonra düzensizlik ve ardından da çöküş dönemi yaşanmıştır. Serbest şehirlerin kudreti azalmıştı. Bir kere daha, dışarıdan destekleniyorlardı – bu sefer, öncüleri bildikleri dük, prens ya da krallardan daha güçlü, örgütsüz kesimleri bir ulusal devlet haline toplayı, perçinleyen biri tarafından.

7. BÖLÜM: İŞTE GELİYOR KRAL!

Yükselen orta sınıf çağdaş feodal sistemin daha fazla gelişmelerine ayak bağı olduğunu seziyordu. Bu sistemin müstahkem mevkii olan Katolik kilisesinin ilerlemeye engel olduğunu anlıyordu. Kilise feodal düzeni saldırılara karşı koruyordu; kendisi de feodal yapının önemli bir parçasıydı; feodal bir lord olarak toprağın üçte birine sahipti ve ülkenin servetinin büyük bir kısmını emiyordu. Yükselen orta sınıfın feodalizmi her ülkede ayrı ayrı silmeden önce merkezi örgüte, kiliseye karşı saldırıya geçmesi gerekiyordu. O da öyle yaptı.
Bu mücadele dini bir görünüş altında yürütüldü. Adına Protestan Reformu dendi. Özünde, yükselen orta sınıfın feodalizme karşı ilk önemli savaşıydı.

8. BÖLÜM: “ZENGİN ADAM…”

Genişleyen ticaretin ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli mali mekanizma onaltıncı yüzyılda tüccarlar ve bankacılar tarafından hazırlanmıştır. Şüphesiz o zamandan beri değişen koşulları karşılayacak daha yeni ve daha iyi yöntemler de eklenti, ama yüzlerce yıl önce temel oradaydı.
Sömürecek yeni ülkeler açıldıkça, ticaret öne atılıp tüccarlarla bankacılar zenginleştikçe, bu Fugger’ler çağının tarihe insanlığın refahı ve mutluluğunun altın çağı olarak geçeceğini düşünebilirsiniz. Ama öyle düşünürseniz yanılırsınız.

9. BÖLÜM: “…YOKSUL ADAM, DİLENEN ADAM, HIRSIZ”

Toprağın, üzerinde harcanan emek miktarına göre önemli olduğu yolundaki eski düşünce ortadan kalkmıştı; ticaretle endüstrinin gelişmesi ve fiyatlardaki devrim parayı insanlar için daha önemli yapmıştı ve toprak da artık bir gelir kaynağı olarak görülüyordu. İnsanlar toprağa da genel olarak mülkiyete baktıkları gözle bakmaya alışmışlardı – para amacıyla alıp satan spekülatörlerin oyuncağı olmuştu toprak.

Çevirme hareketi büyük acılara yol açmıştı, ama tarımı geliştirme imkanlarını da genişletti. Kapitalizm de, endüstri işçilerine ihtiyaç duyduğu zaman, artık hayatlarını kazanabilmek için iş güçlerinden başka satacak bir şeyleri kalmayan, toprağından sürülmüş talihsizler stokundan da adam aldı.
 
10. BÖLÜM: İŞÇİ ARANIYOR – İKİ YAŞINDAKİLER BAŞVURABİLİR
 
Küçük ve dengeli bir pazar için, üreticini, işyerine gelip sipariş veren bir müşteriye eşya yaptığı bir pazar için mal üretmek bambaşka bir şeydir. Esnaf loncası kuruluşu küçük mahalli pazara uygun bir kuruluştu; pazar ulusal ve uluslararası olunca lonca buna uymaz oldu. Mahalli zanaatkar bir şehrin zanaatını anlayabiliyor, yürütebiliyordu, ama dünya ticareti apayrı bir sorundu. Pazarın genişlemesi, işçilerin yaptığı malları yüzlerce ya da binlerce mil ötede olan tüketicilere eriştirme görevini yüklenen aracı tipini ortaya çıkardı.

11. BÖLÜM: ALTIN, BÜYÜKLÜK VE ŞAN

Devlet, ticaret yoluyla büyük sayılıyor, ticaretin ve toprağın genişlemesinden payını alıyordu. Merkantilizm, tüccarizm demekti. Merkantilistler ticaret alanında bir ülkenin kazancının ötekinin kaybı olduğuna, yani bir ülkenin bir başka ülke zararına ticaretini genişletebileceğine inanıyorlardı. Ticaret karşılıklı yarar sağlayan avantajlı bir mübadele değildi onlarca, iki tarafın da en büyük parçayı almaya çabaladığı sabit bir nitelikti. Altın, Büyüklük ve Şan merkantilistlerin erişmeye ulaştıkları hedefi iyi özetlemektedir.

12. BÖLÜM: BIRAKIN BİZİ

Üretkenlik işbölümü sonucunda artıyorsa, işbölümü de pazarın genişliğiyle sınırlıysa, şu halde pazar ne kadar genişlerse işbölümü de o kadar büyür ve üretkenlik de o kadar artar – yani, ulusun serveti o kadar büyür. Serbest ticaret pazarları alabildiğine genişlettiğine göre, işbölümü de istediğiniz kadar gelişir, dolayısıyla üretkenlik de istediğiniz kadar artar. Serbest ticaret bu yüzden iyidir.

Ülkelerarası serbest ticaret azami çizgisine ulaşmış işbölümü demektir. Adam Smith’in toplu iğne imal eden fabrikası işbölümü avantajlarına dünya ölçüsünde sahiptir. Her ülkenin en ucuz üretebildiği mallarda uzmanlaşmasını sağlar, böylece dünyanın toplam servetini arttırır.

13. BÖLÜM: “ESKİ DÜZEN DEĞİŞİYOR…”

İngiltere’de 1689’a kadar ve Fransa’da 1789’dan sonra pazar serbestliği kavgacı orta sınıfın zaferiyle sonuçlandı. Feodalizme öldürücü darbeyi Fransız Devrimi vurduğuna göre Ortaçağ’ı 1789’un bitirdiği söylenebilir. Dua edenler, savaşanlar ve çalışanlarıyla feodal toplumun yapısı içinden bir orta sınıf doğmuştu. Bu sınıf yıllar boyunca güçlenmişti. Feodalizme karşı uzun, zorlu bir savaş vermiş, bu savaşta üç dönüm noktası çarpışma olmuştu: İlki Protestan Reformu, ikincisi İngiltere’nin Şanlı Devrimi, üçüncüsü de Fransız Devrimi’ydi. Burjuvazi onsekizinci yüzyılın sonunda artık feodal düzeni yıkacak kadar güçlenmişti. Feodalizm yerine, malların serbest mübadelesine dayanan, öncelikle kar etme amacını güden değişik bir toplum burjuvazi tarafından kuruldu. Bu sisteme kapitalizm diyoruz.

14. BÖLÜM: KAPİTALİZMDEN…?

Ticaretten gelen sermaye birikimi mülksüz emekçi sınıfın varoluşuyla birleşince endüstriyel kapitalizmin başlangıçları ortaya çıktı. Fabrika sistemi kendisi daha fazla servet birikimini sağlıyordu. Bu yeni servetin sahipleri tasarruf eder ve tasarruflarını yeniden yaratırlarsa cennetlik olacaklarına inanarak sermayelerini yeniden fabrikalara yatırdılar. Böylece, bildiğimiz modern sistem doğdu.

15. BÖLÜM: DEVRİM- ENDÜSTRİDE, TARIMDA, ULAŞIMDA

Tarım ve endüstrideki devrimlere ulaşımdaki devrim eşlik ediyordu. Onsekizinci yüzyılda yol yapımında ilerlemeler ve kanal yapımı başladı. Bilgiğimiz makadam yolu ondokuzuncu yüzyılın başında ortaya çıktı, demiryolu ve buharlı gemi de kısa zamanda onu izledi. Bir yandan nehir yatakları derinleştirilmişi kanallar kazılmıştı. Ulaşımdaki devrim sadece iç pazarın her yönde gelişmesini sağlamadı; aynı zamanda dünya pazarının iç pazar olmasını sağladı. Nüfusta büyüme, ulaşımda, tarımda, endüstride devrim – bütün bunlar birbirine bağlıydı. Birbirlerini etkiliyordu. Yeni dünyayı yaratan güçlerdi bunlar.

16. BÖLÜM: “EKTİĞİN TOHUMU, BAŞKASI BİÇİYOR…”

Sendikalar bir günde doğmadı. Sınıf çıkarının birliği duygusunun gelişmesi epey zaman adı ve o zamana kadar ulusal ölçüde gerçek örgütlenme mümkün olmadı. Endüstri Devrimi ile sendikacılık muazzam adımlar attı. Bunun böyle olması zorunluydu çünkü Endüstri Devrimi işçileri şehirlerde yoğunlaştırmış, ulus çapında örgütlenme için çok gerekli olan ulaşım ve iletişim ilerlemesini gerçekleştirmiş ve bir işçi hareketini o kadar gerekli kılan ortamı yaratmıştı. Böylece işçi sınıfı örgütlenmesi hem sınıfı hem sınıf bilincini hem de işbirliği ve iletişimin fiziksel araçlarını yaratan kapitalist gelişme ile birlikte ortaya çıktı.

17. BÖLÜM: KİMİN “DOĞA YASALARI”?

Adam Smith ve onu izleyenlerin Serbest Ticaret öğretisine karşı gümrükçü korumadan yana olan List klasik okulun yanılmazlığından şüpheye düşenler arasındaydı ve bunların sayısı gittikçe çoğalıyordu. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında o kadar popüler ve güçlü olan klasik iktisat yüzyılın ikinci yarısında gücünü kaybetmeye başlamıştı. Bu sıralarda, klasikçilerin ileri sürdüğü ilkelerin bazılarını kabul etmekle birlikte bunları değişik bir yoldan tamamen değişik bir sonuca vardıran bir başkasının eserleri ortalıklarda dolaşmaya başladı. Bu başkası bir Alman’dı. Adı Karl Marx.

18. BÖLÜM: “ÇALIŞANLARIN İKTİSADI…!”

Marx ve Engels kapitalizmin çöküşünün yaklaştığını seziyorlardı. İşçiler hazır olmazsa bu çöküş bir kaos olurdu; işçiler hazırsa sosyalizm olurdu. “O zaman ilk olarak insan belirli bir anlamda hayvanlar krallığının geri kalan kısmından nihai bir şekilde kopar ve yalnızca hayvani varoluş koşullarından gerçekten insani koşullara yükselebilir. Ancak o zamandan itibaren insan kendi tarihini gittikçe daha bilinçli bir şekilde bizzat kendisi yapacaktır – ancak o zamandan itibaren insanın harekete geçirdiği toplumsal nedenler genel olarak ve gittikçe artan ölçüde istediği sonuçlara ulaşacaktır. Bir insanın zorunluk dünyasından özgürlük dünyasına yükselişi olacaktır.”

19. BÖLÜM: “ELİMDEN GELSE GEZEGENLERİ DE ZAPTEDERİM…”

Uluslararası birleşik şirketler dünya pazarını paylaşınca rekabet sona erecek ve kalıcı bir barış dönemi başlayacak sanılabilir. Ama böyle bir şey olmaz, çünkü güç ilişkileri durmadan değişmektedir. Bazı şirketler çökerken ötekiler büyür ve güçlenir. Böylece bir an için doğru olan, bir başka anda eğri görülür. Güçlenen grup hoşnutsuzdur, daha büyük bir pay için mücadele başlar. Bu da çok kez, savaşa yol açar.

20. BÖLÜM: EN ZAYIF HALKA

Marx analizi ile bölüm bitiriliyor: Kapitalistler, ücretleri düşük tutarak karı sürdürmelidirler, ama bunu yaparken, karın gerçekleşmesinin bağımlı olduğu satın alma gücünü yok ederler. Düşük ücret yüksek karı mümkün kılar, ama aynı zamanda mala talebi azalttığı için karı imkansızlaştırır. Çözülmez bir çelişki.

21. BÖLÜM: RUSYA’NIN BİR PLANI VAR

1929 çöküntüsünden çok zaman bir dünya buhranı olarak söz edilir. Üretimin felce uğramasının ve buna eşlik eden, kitleler için işsizlik ve sefaletin, yeryüzünün her köşesini kasıp kavurduğu söylenir. Ama Ruslar bunun doğru olmadığını ileri sürüyorlar. Buhran, tek bir ülke dışında tüm ülkelerin üstünden kocaman bir dalga gibi geçip gitmiştir. Sovyetler Birliği’nin ise sadece kıyısına çarpmış – ve gerilemiştir. Sosyalistçe planlanmış ekonomi seddinin arkasında Ruslar rahattırlar.

22. BÖLÜM: ŞEKERİ BIRAKACAKLAR MI?

Faşizm savaş demektir. İki Faşist ülkenin önderleri bundan hoşlandığı için savaş değil; Faşist ekonomi, kapitalizmin emperyalist döneminde, genişleme ve pazar bulma ihtiyacını duyan bir kapitalist ekonomi olduğu için böyle.
Kapitalist ekonomi çöküp işçi sınıfı iktidara yaklaşmaya başlayınca, kapitalistler kurtuluş yolunu Faşizm’e sarılmakta bulurlar. Ama Faşizm de sorunlarını çözemez, çünkü iktisadi açıdan, burada da temelde hiçbir şey değişmemiştir. Kapitalist ekonomide olduğu gibi Faşist ekonomide de üretim araçlarının özel mülkiyeti ve kar amacı temeldir.

Büşranur TENİK – SASAM Stajyeri
https://sahipkiran.org/2015/06/01/feodal-toplumdan-yirminci-yuzyila/


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum