Bir asır sonra yeniden İstiklâl mahkemeleri

Bir asır sonra yeniden İstiklâl mahkemeleri Aksiyon dergisi İdris Gürsoy 08 Haziran 2015

Bir asır sonra yeniden İstiklâl mahkemeleri
14 Haziran 2015 - 11:04

Kâzım Karabekir, İstiklâl Mahkemeleri Kanunu’nu Meclis’e sevk eden İsmet Paşa’ya şöyle demişti: “Yirminci asırda zan ve vehimle millet idare edilemez.” Bu mahkemeler, Meclis’in 2 ciltlik çalışmasında bugüne de ışık tutacak şekilde ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Gözaltına alınanlardan Tanin gazetesi sahibi ve mesul müdürü Hüseyin Cahid Bey, İkdam gazetesi sahibi Cevdet Bey, İkdam gazetesi müdürü Ömer İzzeddin Bey, Tevhid-i Efkâr gazetesi sahibi Velid Bey ve Tevhid-i Efkâr gazetesi müdürü Hayri Muhyiddin Bey’in tutuklanması ile başlayan sürece, 13 Kânunuevvel’de sorgulamalarla, 15 Kânunuevvel’de ise duruşmalarla devam edilmiştir. İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey davası, gazeteciler davası, halkı kavanin-i hazıraya muhalefete ve yekdiğeriyle mücadeleye teşvik ve tahrik etmek suretiyle devletin emniyet-i dâhiliyesini ihlale cüret, Meclis’in meşruiyeti aleyhinde kavlen tahrikâtta bulunmak, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne tefevvühatta bulunmak, Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne ve Cumhuriyet’e suikast ile ezmine-i muhtelifede eşhas-ı müteaddideyi sırran ve kavlen hıyanet-i vataniyeye tahrik etmek davaları karara bağlanmıştır. Bu davalarda 17 kişi hakkında karar verilmiştir.”

Bu cümleler, İstanbul İstiklal Mahkemesi’nin bilgi ve faaliyet raporundan. Mahkemeler, İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nun 13. maddesinde yer alan “Her İstiklal Mahkemesi ayda bir defa Heyet-i Umumiye’ye hülasa-i hüküm ve mesai cetveli göndermeye mecburdur.” hükmü gereğince düzenli olarak Meclis Başkanlığı’na çalışmaları hakkında rapor sunuyordu. Bu hususta Meclis Başkanlığı’nın 22 Kânunusani 1340 (22 Ocak 1924) tarihli telgrafıyla talep edilen rapor, Mahkeme Başkanlığı’nca 29 Ocak 1924’te hazırlanmıştı.

İstiklal Mahkemesi’nin gözaltına aldığı gazeteciler ve onlara yöneltilen bu suçlamalar, yaklaşık bir asır önce basın üzerindeki baskıları gösteriyor. Türkiye, 2015’te yeni bir ‘cinnet senaryosu’ ile karşı karşıya. Güvenlik paketi, MİT’e verilen yetkiler, kapalı devre çalışan özel mahkemeler eli ile toplumsal muhalefet susturulmak isteniyor. Bugün de gazetelere, televizyonlara el konacağı, gazetecilerin tutuklanacağı yazılıyor. ‘Vatana ihanet ve casusluk’ suçlaması ile yine gazeteciler hedefte. İşin ilginç yanı tek parti dönemi uygulamalarını eleştirerek iktidar olan bir parti ve onun liderleri eliyle aynı yöntemler kullanılarak bu yapılmak isteniyor.

Eskişehir Sulh Ceza Hâkimi iken Anayasa Mahkemesi’ne 10 sayfalık dilekçeyle iptal başvurusunda bulunan Kemal Karanfil, “Sonradan kurulan Sulh Ceza Hâkimliklerinin sistemi ve uygulamaları, tarih kitaplarında İstiklal Mahkemelerinin 21. yüzyıl versiyonu olarak anılacak.” demişti. Peki, Sulh Ceza Hâkimlikleri ile İstiklal Mahkemeleri arasındaki paralellikler neler? TBMM’nin kısa süre önce tutanaklarını açıkladığı belgelerde İstiklal Mahkemelerinin kurulması aşamasında yaşanan tartışmalar ve mahkemelerin uygulamaları ile ilgili bu kadar da olmaz diyeceğiniz benzerlikler bulunuyor...

“Yirminci asırda zan ve vehimle millet idare edilemez!” Bundan yaklaşık bir asır önce Kâzım Karabekir, Meclis’te İstiklal Mahkemeleri Kanunu görüşülürken bu sözleri söylüyordu. Ancak eller kalktı, indi ve basını susturacak yasa maddeleri muhalefetin itirazlarına rağmen kabul edildi. İsmet İnönü’nün başında bulunduğu Ankara hükümeti, İstanbul’da yayın yapan ve ülkenin toplumsal hayatını etkileyen, gerektiğinde eleştirel tutum alabilen gazeteleri ‘yola getirmek’ istiyordu. 1925’te çıkan Takrir-i Sükûn Kanunu ile olağanüstü ek yetkiler verilen İstiklal Mahkemeleri harekete geçti.

Mahkemelerdeki yargılamalar delil yönteminden çok vicdani kanaate göre yapılmaktaydı. Kararları kesindi; itiraz ve temyiz hakkı yoktu. Meclis’in onayına gerek olmadan idamlar hemen infaz ediliyordu! Mahkeme üyeleri milletvekiliydi. Birçok gazeteci, ‘casusluk yaptığı ve rejime muhalefet ettiği’ gerekçesiyle tutuklandı. Dönemin ünlü gazeteleri kapatılırken, önde gelen gazetecilerin ellerine kelepçe vuruldu. İdam sehpalarında sayıları bugün bile tartışılan yüzlerce kişi sallandırıldı. Hapis cezaları ve sürgünlerle Türkiye büyük acılar yaşadı. İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu’nun çıkmasından yaklaşık 1,5 yıl önce bastırdığı ve “Millî Eğitim Bakanlığı” tarafından da onaylanan “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli risaleden dolayı yargılanıp idama mahkûm edildi.

1920’den 1927’ye kadar görev yapan İstiklal Mahkemelerini cumhuriyetin kuruluşundan önce ve sonra diye ikiye ayırmak gerekiyor. Cumhuriyet kurulmadan önce daha çok asker kaçaklarını cezalandırmak için ihtiyaç duyulan mahkemeler, cumhuriyetten sonra yeni rejime başkaldırıları sindirmek amacıyla faaliyet gösterdi.

Gazeteciler ve muhalifler hedef

Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan ilk mahkeme, İstanbul İstiklal Mahkemesi’ydi. Diğerleri ise Şark ve Ankara... Başvekil İsmet Paşa, Meclis’e sunduğu teklifte kanunun gerekçesini, memleket dâhilinde asayiş ve huzurun sağlanması, kamu düzenini ihlal edecek irtica ve ihtilal hareket ve teşebbüslerine karşı icap eden tedbirlerin alınması, cumhuriyetin nüfuz ve kudretinin ve inkılabın esaslarının güçlendirilmesi olarak izah etmişti. Aynı gün Meclis’te Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiş, 117 numaralı Meclis kararı ile mahkemeleri kurulmuştu.

Söz konusu kararla, Şark İstiklal Mahkemesi’ne aldığı idam kararlarını uygulama yetkisi verilirken, Ankara İstiklal Mahkemesi’nin idam kararlarının Meclis’in onayından sonra infaz edilmesi hükme bağlandı. Ancak 20 Nisan 1925’te, Meclis’in tatilde olduğu süre boyunca Ankara İstiklal Mahkemesi’ne de verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi tanındı.

Şark İstiklal Mahkemesi yaklaşık iki yıl süren görevi sırasında birçok önemli davaya baktı. Bunların başında mahkemelerin kurulmasına gerekçe gösterilen Şeyh Said ve arkadaşlarının davası gelmekteydi. Ankara İstiklal Mahkemesi başlangıçta askerlikten firar edenleri yargılamakla birlikte, daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile alakalı yargılamalar da yaptı. Mahkemede ayrıca birçok gazeteci rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanarak yargılandı. Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak birçok gazete ve dergi kapatıldı. Pek çok tanınmış gazeteci tutuklanıp hapsedildi. Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Velid Ebuzziya, İsmail Muştak gibi isimler derdest edildi. Seyyid Tahir Efendi, Tahirül Mevlevi, Ömer Rıza Doğrul, Hasan Basri Çantay gözaltına alındı.

Rejime muhalif olanlardan iktidara destek vermeyen gazetecilere, Şapka İnkılâbı’na muhalefet edenlerden İzmir Suikastı’yla itham edilenlere, Şeyh Said’den İskilipli Atıf Hoca ve İttihatçılara kadar farklı davalara bakan İstiklal Mahkemeleri farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl görev yaptı ve 7 Mart 1927’de Meclis’in aldığı kararla kapatıldı.

Sert tartışmalar

İstiklal Mahkemelerinin kuruluşunda sert tartışmalar yaşandı. 25 Eylül’deki görüşmelerden de bir sonuç alınamayınca 26 Eylül’deki oturuma Mustafa Kemal de katılmıştı. Rasih Efendi ve arkadaşları İstiklal Mahkemeleri Kanunu’na bir madde eklenmesine dair kanun teklifinde bulunmuşlardır. Teklif kabul edilmiş ve İstiklal Mahkemelerinin baktıkları davalar genişletilmişti. Hüseyin Avni Bey özel yetkilere karşı çıkıyor, “İstiklal Mahkemeleri engizisyon mahkemeleri değildir.” diyor. Kâzım Karabekir Paşa, cumhurbaşkanının onayı ile basının neşriyattan men edilebilmesine imkân veren maddeye itiraz ediyor, “Vehim ve zanlara dayanarak kanun çıkarılamaz.” diyordu. İşte Karabekir’in itirazlarından bazı bölümler:

Kâzım Karabekir Paşa (İstanbul): Muhterem arkadaşlar! Evvelce bu kürsüden söylediğim vechle hadise-i isyan zuhur eden mıntıkada hükümetimizin her türlü kanuni icraatına taraftarız ve bunu bir daha tekrar ediyorum. Fakat bu muayyen hadise karşısında milletin hukuk-ı tabiyesini tazyike matuf olarak icraata katiyen taraftar değiliz. Huzur-ı âlinize getirilen kanun gayr-ı vazıh ve elastikidir. Eğer bu kabul edilirse, buna istinaden Teşkilat-ı Esasiyemizin ruhundan doğan siyasi taazzuvlar ve bunların faaliyetini tahdide veyahut matbuatı tazyike teşebbüs edilirse halk hâkimiyeti tenkis edilecek demektir. Çünkü artık milletvekillerinin sadaları dahi bu kubbe altından harice çıkamayacaktır. Bu kanunu kabul etmek, cumhuriyet tarihi için bir şeref değildir. İstiklal Mahkemelerine gelince: İstiklal Mahkemeleri isminin medlulü vechle, istiklal harplerimiz esnasında yapılmış ve yapılması lazım gelen bir mahkeme idi. Binaenaleyh bunların tarihe karıştırılması da Meclis-i Âliniz için tarihî bir şereftir. İsmet Paşa Hazretleri eğer İstiklal Mahkemelerini ıslahat aleti zannediyorlarsa pek ziyade yanılıyorlar.

Kâzım Karabekir Paşa (İstanbul): Efendim! Receb Beyefendi bi’l-hassa İstanbul matbuatını hedef ittihaz ederek lazımı kadar beyanatta bulundular. İsmet Paşa Hazretleri de herhangi zatın beyanatı karşısında muhalif fırkanın hiçbir söz söylemediğini söylediler. Şimdi esasen bu kanunun bi’l-hassa birinci maddesinden endişemiz bu iki vehim ve zandandır. Bugün matbuat bu milletin makes-i efkârıdır. (Asla, asla sesleri) (Gürültüler)

Mustafa Bey (Tokat): Bunlar satılmış kimselerdir. Keratalar satılmıştır.

Kâzım Karabekir Paşa (İstanbul): Müsaade buyurun efendim! Bütün azadan çıkan sözlerin muhassalası olmaz. Sonra bendenize arzu buyuran zevat, benden sonra cevap verir. Muhalif fırkanın beyanatta bulunmaması hakkında İsmet Paşa Hazretleri’nin böyle bir zan ve vehmi demek oluyor ki, böyle bir kanunu tevlid etmiştir.

Kâzım Karabekir Paşa (Devamla): İşte efendiler! Bizim endişemiz böyle elastiki ve böyle her şeye cezb edilebilir ve istenildiği şekle sokulabilir bir kanunla, hakk-ı hürriyeti tahdid etmemek içindir. Binaenaleyh bu kanunun kabulüyle matbuat, memleketimizde tamamıyla takyid edilmiş olacaktır (Asla sesleri). İnşallah öyle olur ve muhalefet erkânına karşı ve yahut herhangi bir yerde siyasi, taazzuvlara karşı zan ve vehimlerle birçok icraata kıyam edebilmek daima muhtemeldir.

Maarif Vekili Hamdullah Subhi Bey (İstanbul): Merak etmeyiniz.

Kâzım Karabekir Paşa (Devamla): Ben şunu arz ederim ki bi’l-hassa İsmet Paşa Hazretleri’ne yirminci asırda zan ve vehimle millet idare edilemez (Sağdan alkışlar).

Receb Zühdi Bey (Sinop): Vehim sizdedir Paşa!

Reis-i Cumhurun emri ile...

Takrir-i Sükûn Kanunu MADDE 1: İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı ictimaisini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bi’l-umum teşkilat ve tahrikât ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyat-ı hükümet, Reis-i cumhurun tasdikiyle, re’sen ve idareten men’e mezundur. İşbu ef’al erbabını hükümet İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir.
 
Avukatlarla geçirecek vaktimiz yok

(İstiklal Mahkemesi tutanaklarından): Şükrü Bey söz istedi: -Bu işte Abdülkadir’in pek mühim bir rol oynadığı anlaşılıyor, tavzih edeceğim (açıklama yapacağım). Bir avukat tutacağım... Reis Kel Ali (Ali Çetinkaya): -İstiklal Mahkemeleri, dava vekillerinin cambazlığına gelmez. Mahkememizin derecatı yoktur. Millet hükme intizar ediyor, ne söyleyecekseniz açıkça söyleyiniz. Avukatlara falan geçilecek vaktimiz yok.

O zaman anladım terör bana kadar ulaştı

Gazeteci Zekeriya Sertel, o günlerde yaşadığı kâbusu anlatıyor: “Memlekette bir terör havası esiyordu. Biz ne rejime düşmandık, ne de doğrudan doğruya günlük politikayla uğraşıyorduk. Onun için bu fırtınanın bize kadar geleceğini sanmıyorduk. İşimize devam ediyorduk. Fakat bir gün akşamüzeri eşimle birlikte beş yaşındaki yavrumuzu alarak Gülhane Parkı’na gitmiştik. Bir ağaç altında yavrumuzu seyrederek konuşmaya dalmıştık. Birden karşımıza bir polis dikildi ve beni Polis Müdürlüğü’nden istediklerini bildirdi. Bu davetin önemini o anda anlamadım. - Peki, dedim, çocuğu eve bırakalım, gelirim. Polis güldü: - Öyle değil efendim, dedi. Şimdi beraber gitmemiz lâzım. O vakit anladım. Terör bana kadar ulaşmıştı. Karımı ve çocuğumu parkta bırakarak polisle birlikte müdürlüğe gittim. Beni derhal bir odaya aldılar. Kapıyı kapadılar. Hiçbir şey sormadılar, hiçbir şey de söylemediler. Niçin tutulmuştum, ne olacaktım, hiçbir şey bilmiyordum. (Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950, Gözlem Yayınları, İstanbul 1977)

Seyit Rıza: Ayıptır, zulümdür, cinayettir

İhsan Sabri Çağlayangil anlatıyor: “Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa doğru bağırdı: - Evlad-ı Kerbelayık. Bi hatayık. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir, dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı.” (Mehmet Ali Brand, Apo ve PKK, Milliyet Yayınları, İstanbul 1992)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum