Belma AKSU Yazdı:MONOTONLUK

Akşam saat 6 suları... Bir ürpertiyle başlıyor işkillenmem, "N'apıyorsun?" diyor kafamdaki ses.

Belma AKSU Yazdı:MONOTONLUK
09 Kasım 2017 - 09:34
MONOTONLUK
 
 
               Akşam saat 6 suları... Bir ürpertiyle başlıyor işkillenmem, "N'apıyorsun?" diyor kafamdaki ses. "Etrafina bak". Kulak asmıyorum başta. Uşak'tan yola çıkan trenin, Manisa yolu üzerindeki ilk durak olan İnal'a varmasına birkaç dakika kalmış. Tren çok sessiz. Dışarıdaki hava çiseleyen yağmura karşı mağrur gibi. Size havanın şiirselliğinden bahsedebilirim, ya da Harry Potter izlemiş bir nesil olarak "Ruh Emici" saldırısına karşı yanımda bitter çikolata bulundurduğumdan, bitabi romantik bir fransız filmi tadında hayatımın aşkıyla karşılıklı kahve içerek sohbet ettiğimizden bile konuşabiliriz... 
 
 
          Ama hayır vize sınavlarından sağ çıkmam bir mucizeyken, beyin ölümüm ve göz reflekslerim anlatım bozukluğu aramaktan heba olmuşken, hayal gücümü riske atamam, bu yüzden biraz yalın bir gerçeklikten söz açsam kırılmazsınız umarım. Mesela 4 koltuk ötede çaprazımda oturan teyze uyuyor. Nereden mi anlıyorum? Teyze öyle bir horluyor ki kulaklığımdaki müziğin sesini duyamıyorum. Sesi ilk duyduğumda "Aslan mı o?" deme gafletine düşüp gayr-i ihtiyari etrafıma bakmıştım. Sesin merkezini saptayınca müziği yükseltip kitaba yoğunlaştım, ama Eşme'yi geçmeme rağmen içimdeki ses "Bırak şu kitabı da önüne bak" diyordu. Önce iç sesimle tartışacak kadar psikolojimin bozuk olduğunu ve olmayan paramla gittiğim psikoloğun  bana verdiği cevapları kafamda analiz ettiğimi düşündüm. Sonunda kafamı kaldırıp yeni geçtiğimiz Armutlu tepelerine baktım. Kitabı bir yana, kulaklığı diğer yana bıraktım. Sisin tek tük köy evlerinin, ağaçlarının ve yamaçların etrafına dağılmasını izledim. Tünellere her girdiğimizde kaybolan görüntülerin tünel  duvarlarında şekillenmesine, ardından tünel çıkışlarının o büyülü anı tekrar yaşatmasına kadar her şeyi izledim. Durakların yanına konuşlanmış çocuk mezarlıklarına, mezar taşlarının üstündeki isimlere baktım, hepsini okudum, hepsini unuttum tekrar bakmaya sebebim olsun diye. Sislerin içinde kaybolmalarını izledim. Güneş ışıklarının son çırpınışlarla gökyüzüne vurduğu darbelerin kalıntılarını sisin el verdiği ölçüde izledim. Dağların ardinda kızıl darbeler, gri bulutlarla buluşup gündüzü geceye çeviriyordu. Tren ilerliyor, sanki havanın soğukluğu ve kasveti trende can buluyordu. Anın monotonluğunu dağıtan tek şey kondüktörün her durakta binen yolculara kestiği biletle değişiyordu. Sessizlik sonu gelmez bir senfoniyi çağırıyordu. 
 
 
      Aslında her şey olması gerektiği gibiydi: Benimde dahil olduğum genç grup kulaklarında kulaklık müzik dinliyordu, diğer avare takımsa mesaj ve sanal alemde tozu dumana katıyordu, kaymak tabaka yaşlılarsa etrafa attikları küçümseyici bakışlarda dahil Gümüşçay'a vardığımızda neden olup biteni incelediğimi hala algılayamamıştım. Evde benim için yapılan yemekleri ve bitecek özlemi düşünürken ne ara buralara geldim, hiç bilmiyorum. Hava tamamen karardığında Alaşehir'e vardık. O zaman biraz normale döndüm, ama hala tedirgindim. 
 
      Bir anda aklıma şu yazdıklarımı ev arkadaşlarımın okuduğu hayali düştü: Muhtemelen "Safinaz yeter artık, okumaktan beynin yandı bi çiğdem çitlede aklın başına gelsin" derlerdi. Belki de haklılar. Ben en iyisi kafamı koltuğa yaslayıp uyuyayım, yoksa sonuç pek iç açıcı değil. 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum