Ayşenur SARI: SESSİZLİK (SESSİZLİĞİN, KELİMELERİN RENGİ)

Ayşenur SARI: SESSİZLİK (SESSİZLİĞİN, KELİMELERİN RENGİ)
11 Mart 2023 - 11:24 - Güncelleme: 11 Mart 2023 - 11:34
SESSİZLİK (SESSİZLİĞİN, KELİMELERİN RENGİ)
Ayşenur SARI


Ses bir gürültüyken, sessizlik belki de birçok sesin hep bir ağızdan konuşulmasıydı.
Sessizlik yalnızlıkla ilişkilendirilebildiği gibi kalabalıkla da ilişkilendirilebilirdi.
Hepi topu bir avuç insanın sessizliğiyle yalnız birinin sessizliği elbette aynı değildi. Kalabalıktaki sessizlik aslında sessizliğin rengiyle ilgilidir. Yalnızlıktaki sessizlik tek bir renkken, kalabalıktaki sessizlik çok renkli bir kuşak gibidir. Birey yalnız bir şekilde otururken aklından geçen kelimeler diline dökülmese bile aslında onlar birer sestir. Sessizliğin sesidir. Sesin tek renkli halidir. Birey dile dökemediği kelimelere bir renk vermek isterse bu tek bir renk olur ve muhtemelen bu kelimelerin rengi beyaz olmalıdır.
Sese dönüşemeyen -dönüşmeyen kelimeler beyaz renklidir. Tıpkı bulutlar gibi köpük köpüktür. Bir anda bir rüzgarla savrulabilirler ya da kara bir bulutun yani kara bir düşüncenin etkisiyle kararıp yağmur yağdırabilirler. Sese dönüşemeyen kelimeler beyazdı o halde sese dönüşen kelimeler, renkli bir kuşak olmalıydı. Sevgi ifade eden iç kelimeler toz pembeyken, nefretler simsiyahtı. Yalanlar gri rengi alırken, ihtiraslar bordo rengi seçerlerdi. Umutlar her zaman uçuk maviydi, hevesler ise çavdar tarlası gibi sapsarıydı. Bu liste böyle uzayıp giderken sesler birbirlerine karıştıklarında tıpkı palette karışan boyalar gibi yepyeni renkler olup çıkıveriyorlardı.
Sessizlik bir bakıma tüm alemin, eşyanın sizinle konuşmasıydı. Oturduğunuz sandalyenin hatta koltuğun belki duvarların bile dile gelmesiydi. Sessizlik, çoklu bir evren gibidir. İç içe geçen kelimeler, farklı renklere bürünür ve eğer basiretli iseniz bu cümbüşe davet edilirsiniz. Eşyalar geceleri konuşmaya başlarlardı, eğer uyanık ve sessizseniz bu sesleri işitebilirsiniz. Duvarlar ve zemin her daim şikâyet halindedirler. Bütün yük her zaman onların omuzlarına çökmüştür, tıpkı bir hamal gibi. Gün içinde ses çıkarmadıklarına aldanmayın. Geceleyin zeminden ve duvarlardan simsiyah bulutlar havalanır, sis gibi. Gün içinde fark etmezsiniz. Geceleyin bu durum daha aşikardır. Bir duman gibi çöker evin içine tabii fark ederseniz, şahit olursunuz. Eşyalara kulak kesilin sık sık … Mesela çaydanlık, çay yapmak istiyor muydu? Defalarca kez ısıtılan ve soğuyan, sonra tekrar ısıtılıp soğuyan demlik, bu vaziyetten şikayetçi değil miydi? Bunların her biri simsiyah dumanlar salgılıyorlardı. Minik kara bulutlar, duvardaki isler. İşte tavandaki ve duvar köşelerindeki siyah lekeler hep bundandı. Elbette anlayana, fark edene….
 Yalnız bir insanın sessizliği, aslında çok sesliydi. Yalnızlığı tercih edip bir köşeye çekilen insan, bir bakıma çok ses duymayı arzuluyordu. Bir köşeye çekilip kendini, sessizliğini dinleyen insan aslında göründüğü gibi yalnız falan da değildi. Aslında o, renk kuşağındaki sese dönüşemeyen kelime cümbüşüne katılıyordu. Bir tiyatro sahnesi gibi düşünün. Emir kipleri başrolken, istek-dilek kipleri hep yardımcı oyuncu kadrosunda olurdu. Tercihen sahne arka planı bembeyazdır. Perdeler uçuk mavi renkte olup her perde açılış ve kapanışında bir umut yayılır sahneye ve izleyicilere. Oyuncular genelde provasız sergilerler oyunlarını. Ezkaza nadir zamanlarda, birkaç gün önceden prova yapılır… Bu prova genelde planlanmış ayrılıkları yahut akılda, gönülde bitirilemeyen küslükleri konu edinir… Kişi bazen zihninde, günlerce prova yaptırır kelimelere. Son gün gelip çattığı zaman perdeler bir anda pervasızca açılır ve kelimeler sahnede sese dönüşürler. İşte o an olan olurdu ya tozpembe bulutlar havada uçuşur ya da bahsi geçen diğer hissi renkler bazen bir ebem kuşağı gibi rengarenk olurdu bazen de saf, tek renk bir kuşak olup çıkardı ama her halükârda ortada peyda olan bir renk vardı. Bütün renklerin anası olan beyaz, bembeyaz. Kelimelerin arka yüzü…
Zihinde yarım kalmış kelimeler deniz köpüğü gibi görünüverir ve sonra sönüp gider, anlamazsınız bile. Sahnede kurgu önemli olduğu gibi ışıklandırma da mühimdir. Işıklar aslında zihnimizin tezahürüdür, varlığıdır. Ben de buradayım deyişidir… Zihnin ışıkları sahneyi aydınlatmazsa duygu içeren kalbî kelimeler, sese dönüşse dahi karanlıkta kalırlar. Bu sebeple zihin ışıkları mühimdir.
Ruhtaki zıtlıklar eğer giderilmezse sahneye bir anda palyaço getirtir.  Gelen palyaço sahneyi ve oyunu bir anda üzerine taş atılan su gibi bulandırır. Karmaşıklaştırır ve hiçbir şey olmamışçasına çekip gider.
Aklınıza, kalbi duygularınıza mukayyet olun. Sahneye bu gibi safsatalar getirmeyin. Zıtlıklarınızı kendinizle, iç kelimelerinizle halledin… Bu renk cümbüşü ve provasız oyunlar her gece, herkesler uyuduğunda Ay ışığında sergilenir. Ayın 28 günü gösterimdeyken bazı günler -ki bu günler çok aydınlık olan dolunaylı gecelerdir. Bir de yarım yamalak ancak en önlerde oturulsa görülebilecek günler vardır -ki bunlar da hilal evresinde olan gecedir. Zihin ışığınızın sahneyi aydınlatmasına izin verirseniz eğer hilalli gecelerde bile her şey yerli yerine oturur ve görüntü netleşir.
Bekle, şimdi gece oluversin. Önce zemin ve duvarlar sonra aşınmış kapı kilidi daha sonra eşikler bir bir dile gelecek. İlkin kulak kesil sonra renk cümbüşü başlayıp oyunun sergilenecek. Zihninde yarım kalan kelimelerin, arka planı beyaz renk olan bir sahnede en arkada öylece dururlarken, emir kiplerin başrolde herkesi yönetecek… Yalnızca bekle, uçuk mavi perdeler rüzgarla havalanıp, açılıp kapanacak. Yalnızca bekle geceyi, sonra sessizlikteki sesi…

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum