ARZU KURAYŞİ YAZDI: BENİM HİKAYEM

Nerde o kuşlar, o çocuklar, o insanlar, o yeşillik? Sokaklar bomboş, evlerin çoğu ya yıkılmakta ya da yıkılmış bulunuyor. Çoğu insan sevdiği insanı kaybettiğinden göz- yaşı döküyordu.

ARZU KURAYŞİ YAZDI: BENİM HİKAYEM
27 Aralık 2022 - 20:44
        BENİM HİKÂYEM (1.Bölüm)

        Bu gece her hayat hikâyesinde olduğu gibi güzel günlerin yanı sıra kötü ve zor günlere de sahip olan hayat hikâyemi anlatmak isterim.

        Her gece olduğu gibi bir hayat hikâyesinin içine dalmak bu yalnızlık dolu anlarımda beni bırakmayacak tek şey oluvermiş. Oluvermiş diyorum çünkü beni günün yorgunluğundan sonra rahatlatabilecek tek şey yazmaktır. Hele insan dertlerini yazınca kendini daha çok rahat hisseder.

        Dertlerini yazarak onlardan ya ders alır ya da unutmaya çalışır. Çok mutlu olduğu, çok güzel geçen anlarını da yazarak yine onlardan ders alır. O anları hatırlayarak da tekrar o anın mutluluğunu yaşayabilir.

        Kötü gün ve iyi gün arasında ders almak ortaktır. İnsanoğlu geçmişini unutmamalı. Yaptıklarından, gerçekleşen olaylardan, sevdiği, sevmediği durumlardan ders almalı. Aldıkları derslerini de gelecek ve şimdiki zamana aktarmalı, hayatta da uygulanmalıdır.

         Aziz okuyucularım, kelimeleri birleştirerek oluşturduğum cümlelerim, karaladığım bu satırlar, satırların bitmesiyle biten defterdeki yaprak, yapraktaki tüm güzel cümleler sizin olsun. Hep mutlu olmanız dileğiyle hikâyemi yazmaya başlıyorum:

          Afganistan’ın büyük şehirlerinden biri olan Herat’da aylardır savaş sürüyor. Bitmek bilmeyen bu savaş, tüm sokaklarda izini bırakıvermişti. Bu şehir içindeki insanlar da gece gündüz ağlıyordu. Bazı sesler kaybolmuş yerine bazı sesler duyuluyordu. Savaşın öncesinde gelen, geçen günlerde kuşların sesi, sokakta koşan çocukların sesi kahkahalar atarken duyuluyordu. Ama artık duyulmayıp bu seslerin yerini silah sesleri, bağıran, çağıran, ağlayan, insanların sesleri duyuluyordu.

          Nerde o kuşlar, o çocuklar, o insanlar, o yeşillik? Sokaklar bomboş, evlerin çoğu ya yıkılmakta ya da yıkılmış bulunuyor. Çoğu insan sevdiği insanı kaybettiğinden göz- yaşı döküyordu. Bu şehirde kimse kimseyi soramıyor. Herkes kendi derdinde yanıyordu. Ve sönüp kül oluyordu.

          Bu şehrin koskoca, güneşe doğru uzanan dağlarında savaşıyor, kan dökülüyordu. Dağların tam aşağılarında küçücük bir köy bulunur. Köyün erkeklerinin hepsi savaşta… Bu savaşta en çok zarar gören köyün insanlarıydı. Kara bulutların arkasından güneş nasıl çıkıyorsa bu köyün insanları da her gün savaşın bitmesi ümidiyle kalkarlar, savaşın bitme hayalleriyle geceyi sabah ederlerdi. Bu insanlar silah sesleri yüzünden uyku gözlerine girmeyip ellerini göğe doğru kaldırıp Allah’tan savaşın bitmesini dilerler.  Yorulmuşlar artık, bıkmışlar artık. Burası yeşillik dolu, ağaç dolu, çiçek doluydu savaşın öncesinde. Koskoca dağlarının arkasından güneş doğduğunda günede başlanıyordu. Günün başlamasıyla dar sokaklarda insanlar sabah namazını kılmak için camiye doğru hareket etmeye başlarlardı.  Dini programların çok gerçekleştiği bu köyde çocuklar dört yaştan itibaren kuran-ı kerimi öğrenmiş oluyorlardı. Ama şimdi her şey değişti. Köyün erkekleri savaşta, kadınlar da onların sağ salim dönmeleri için Kuran-ı kerimi titreyen elleriyle tutup okuyorlardı. Yüksek sesle dua ediyorlardı. Çocuklar da babalarının dönmesini beklerlerdi. Bu günlerde onları mutlu edebilecek tek şey vardı. Savaşın bitmesi ve tekrar o güzel günlere kavuşmalarıydı. Ama şimdiki günlerde son günleriymiş gibi yaşıyorlardı.

           Sabahın erken saatlerinde dağdan köye ağır adımlarla ilerleyen bir asker görünüvermiş. Savaştan dönen köyün erkeklerinden biriydi.

            Herkes askerin geldiği tarafa doğru bakakalmıştı. Kafaların hepsinde sorular gerçekleşmeye başladı. Asker yaklaştı yaklaştıkça nefeslerinin sesini duyuluyordu. Biri “nedir bu halin?” diye sorar. Asker ağlamaya başlar. Herkes ne olduğunu anlamıştı artık. Askerin kan dolu yüzü, ellerindeki yaralar ve kıpkırmızı gözleri herkese her şeyi anlatıyordu. Asker şehit olanların adlarını yüksek sesle söylemeye başladı. Bu kahrolası saatte birçoğunun babası, diğerinim abisi, askerin en yakın arkadaşları ve daha bir sürü insan hayatlarını kaybetmişti. Bu gün köyün en kötü en zor günü olarak adlandırılırdı.
            Bir gece daha geçmektedir zor geçen gecelerin arasından. Çoğu evin yanından geçmeseniz bile o evden ağlama sesini duyardınız. Ağlama seslerinin yanı sıra silah sesleri de kulaklarınızda çınlayacaktır. Bu gece de geçerdi her gecenin geçtiği gibi. Yarın 27 Nisan, sabaha karşı olunca çoğu kadın köyün dar sokaklarından bir sokakta, dökülen bu evlerden bir tanesinin yanında beklemişlerdi. Dakikalar geçtikten sonra biri içerden kapıyı açıp “Allah’a çok şükür. Hanımlar ikisi de sağ salim.” der. Diğerleri bu haberi aldıktan sonra eve dönerler. Evin içinden bir bebeğin ağlama sesi duyuluyor. Tam savaşın ortasında. Kimsenin mutlu olmadığı herkesin gözyaşı döktüğü bir dönemde dünyaya gelmiş bulunuyordu.
   
              Maalesef sadece savaş değildi bu insanların derdi köyde bulaşan hastalıklarda bu köyün üzerinde izini bırakmadan geçemiyordu. Dünyaya yeni gelen bu bebeği de bulaşıcı hastalıklar yakalamıştı. Bebek her geçen zayıflıyordu. Annesi hariç herkes bebeğin öleceğini düşünüyordu. Ne bir hastane, ne bir doktor hiç bir şey bulunmuyordu. Hastaneye gidebilmek için yaklaşık iki üç saat gitmek gerekir. Ama bu savaşta gitmeleri imkânsızdı. Bebeğin babası işi için İran’da çalışıyordu. Bebeği hastaneye götürecek olan tek kişi komutan olan dayısı Emir beydi. Ama o da günlerdir savaşın ortasında.
         
               Nasıl ona haber verebilirlerdi. Başka çareleri bulunmuyordu. Komutan Emir Herat’ın büyük komutanlarından olup milleti için, ülkesi için yıllardır savaşıyordu. Yüzündeki yaralar ne zor günlerinin olduğunu anlatıyordu. Komutan Emir Cuma günlerinde savaşı bırakıp dönerdi. Köyün camisinde ibadet yapmaya başlardı. Yarın cuma günüydü. Komutan Emir gelir dediler. Gelince bebeği hastaneye götürmesini isteriz. Bebeğin nefesleri zorla çıkıyordu. Başucunda annesi ve Kur’an okuyan babaannesinin sesi kulaklarında. Sabaha karşı olunca bebeğin annesi kapıya bakakalıp abisinin gelmesini bekledi. Bebeğine bakınca gözyaşları sırayla akıp “seni Allah’a emanet ediyorum.” Derdi titreyen sesiyle. Herkes bebeğinin öleceğini haberini duyacaklarını düşünürken Komutan Emir kapıyı çalar. Kapıyı açarlar. Kadının abisi içeriye girer. Bir taraftan bebeğin doğru düzgün nefes alamadığını görüyor. Diğer taraftan da kız kardeşinin gözyaşları akar, hem de “seni Allah’a emanet ediyorum.” Cümlesini titreyen sesiyle söylediğini görüyordu.

            -Abi bebeğim ölmekte. Bak kıpırdamıyor, nefes alamıyor. Bir şey yap abi. Yalvarırım sana yardım et kardeşine. Abisi kıpkırmızı gözleriyle kardeşine sarılır. Ve yorulmuş sesiyle:

            -Allah korusun canımdan daha çok sevdiğim kardeşim. Allah ‘a yemin olsun senin gözyaşlarını gören ben senin ağlamaman için elimden ne geliyorsa yaparım. Büyük Allah’a güven. Kalk bebeğini al kucağına. Allah’ın yardımıyla yola çıkacağız.

             Saatlerce süren yol bitmiş olup hastanede bulunduklarında bebeğe bakan doktorun söyledikleri şu cümlelerdeki “bebeğiniz bu hastalık yüzünden maalesef zor nefes alacak. Hatta bazen de nefesi durabilir. Bu yüzden hastane de bulunması bebeğiniz için daha iyidir .” Bebeği bırakıp eve döndüler. Günler geçmiş ve savaş hala sürmekte olup hastaneden hiç arama olmadı. Haftalar geçemeye başladı. Yine bir Cuma günü daha olmuştu ve yine Komutan Emir gelirdi. Kardeşi yine onun gelmesini dört gözle beklerdi. Ama bu sefer Komutan Emir’in yanında başka biri de vardı. Kardeşi abisi ve o kişiyi görünce günlerdir yüzü gülmeyen kadının yüzü mutluluk dolmuştu. Çünkü abisinin kucağında haftalardır onu bekleyen bebeğiydi. Bebeğini kucağına alıp küçücük ellerini sıkıca tutmuştu. Komutan Emir bebeğe bakıp “senin adın Arzu olsun “ cümlesini söyler. Kardeşi abisine saniyelerce bakar ve aynı cümleyi sessizce tekrar eder. “Senin adın Arzu olsun” der.

               “ARZU” herkesin öleceğini düşündüğü bebeğin adıydı. Bu dünya da yaşayacaktı. Bu dünyanın tüm zorluklarına katlanıp dayanacaktı, tıpkı hastalığa dayandığı gibi. Hep emek verip Allah’a güvenecekti. Çünkü biliyor ki onu başarıya ulaştıran tek yol vardı. Emek, emek ve Allah’a tevekkül etmekti.

            İşte hayat dediğimiz bu. Her şey gerçek olmayıp bir göz açıp kapatmakla bitecek. Unutmayın, bu dünya da gerçek olan tek şey vardır. Bu dünyanın gerçek olmaması bir gerçektir. İyi bir insan olup, iyi insanlar yetiştirip, hep iyi insanlarla karşılaşmanız dileğiyle...

           Aziz okuyucularım, saat 23: 00 bu gece de bitmek üzere. Dün zamanla bu gün, bu gün ise zamanla yarın oluverir.

Arzu KURAYŞİ 20.12.2022







 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 4 Yorum