Damgalar göçünde kam soylu bir damga: SERVET SOMUNCUOĞLU

Damgalar göçünde kam soylu bir damga: SERVET SOMUNCUOĞLU
17 Eylül 2019 - 21:14

Damgalar göçünde kam soylu bir damga: SERVET SOMUNCUOĞLU

Geçtiğimiz Ramazan ayının son günlerinde ebedî âleme göçen ağabeyimiz, kültür erimiz, Türklük sevdalısı Servet Somuncuoğlu'nu cümlelere sığdırmaya çalışmak bizi acziyete düşürecektir aslında. Ama bu sayfalarda daha hayattayken yazılmış satırları paylaşmayı da görev addediyoruz.

Türkistan coğrafyasını adımlayan ve Türk'ün izine yüz sürmeyi şiar edinmiş ve genç yaşında 'aksakal' sıfatını fazlasıyla hak eden Servet ağabeyimizin başardıklarını vaktinde fark eden bir başka örnek büyüğümüz Yağmur Tunalı beyefendinin Servet Somuncuoğlu hakkında yazdığı ve Türk Yurdu dergisinde çıkan yazıyı burada yayınlıyoruz. Kıymet bilmezliğimizden ötürü Servet ağabeyimizden özür dilerken Allah'tan kendisine rahmet dileriz. Mekânı uçmak olsun.

 



Servet Somuncuoğlu, sanki başka bir mayadan yaratılmıştır. Tek kişilik bir ordudur. Rüzgârı bile, peşine insanlar devşiren yüksek voltajlı bir inanış azminin adamıdır.

Yapmaya kalkıştığı büyük iş, bugün için de yarınlar için de seçmece bir deliliktir: Üzerine ölü toprağı serpilmiş Türklerin, en eski ve belki de en diri damarını yakalamak için insanüstü bir gayretle yollardadır. Türk’ün hâkimiyet haklarını pay etmek isteyenlere, ağız dolusu etnik yâveler kusanlara ve bizim gibi susanlara, buradan taşarak bugüne ve yarına, kuvvetli bir meydan okuyuşun destanını yazmaktadır.

Evet, o bir destan yazıcıdır ve bir tarafıyla da masal kahramanlarına benzer. Hikâyesinin ana fikri üzerinde dururken, bu ışıklı duyuşun zorlu gücünü düşünmemek olmaz.

Servet, Moğolistan’dan daha güneye ve batıya doğru bütün Asya’ya yayılmış taşa yazılmış tarihin izini sürerken işe en doğru yerden başladı. 150 000 km tutan zor yolculuklarda zihin ve beden teri akıttı. Kaya resimleri ve damgaların şifrelerini çözmeye çalıştı.

İnsanlığın, özellikle doğulu millet, toplum ve toplulukların hayat prensipleri bu resim ve damgalardaydı. Batıdan çok önce, bin yıllar içinde târif edilmiş bir hayâtı yaşıyorlardı. Bambaşka bir ruhtaydılar. Düzenli ve disiplinliydiler. Bu düzen mistik karakterdeydi ve bütüne sinmiş din duygusunu andırırdı.Özellikle Türkler böyleydi. Ezelî rakipleri Çinlilerden farklı olarak, çok yazmamışlardı; ancak, hayat görüşlerini aksettiren temel unsurları, kânun ve prensipleri, bâzen de söylemek istedikleri pek çok şeyi sert yaşama şartlarına ve tabiatlerine uygun sert kayalara kazımışlardı.

Bana öyle gelir ki, Servet, bu çok bilinmeyenli işe girme cesâretini göstermekle baştan masal kahramanlarına benzemişti. Masalların sonu mutlaka iyi biter. Masal demem bu yüzden boşuna değil: Bizim kahramanımız da o sert tabîat şartlarında granitleşen kayaları oyan ataları gibi, iyi biteceği çoktan belli bir uzun hikâyeye girdi.

150 000 km’lik ilk turun sonunda ortaya çıkan eserler muazzamdı: Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler ve Saymalıtaş. Servet, o granitlerin ne kadar têsîrinde kalmış olmalı ki, bu kitaplar da onlara benzedi. Hacmi ve ağırlığı bakımından bâzı kitaplara “tuğla gibi” denir ya, Servet’in kitaplarına “kaya gibi” demek ve yeni bir deyim kullanmak da yetmez. Önce, “Fizik gücünüz varsa bu kitaplara yaklaşın, çünkü zihninizin bu ağırlığa hazırlanması lâzım ki anlama gayretiniz de en üst derecede olabilsin!” demek ister gibidir.

Bu tarz yorum ve tahminler bir tarafa, Servet, erbâbına o kayalar kadar sağlam bir yol açıyor. “Taş gibi bir eser” verdiği meydandadır.

Üstelik bu girilen yolun biteceği de yoktur. Kaya resimleri ve damgaların aşkı, Servet’i bırakmamış ve bırakmayacaktır. Yeni yeni seferler, yeni yeni bulgular demekti. Nitekim, Moğolistan ve çevresinden kısa bir zaman sonra, Türkiye içinde de onlara benzer resimlerin bulunması gecikmedi. Az da değildi, bir yere toplanmış da değildi. Anadoluda muhtelif yerlerde de çok miktardaydı.

 

Servet, bunların peşine düştü. Taştaki Türkler ve Saymalıtaş’da olduğu gibi, peş peşe televizyon programları hâlinde halka sunarken, ilim âlemine çok yönlü faydalanılacak kitaplara kazımaya da devâm etti.
Bu plânlı programlı çalışmanın son safhası, Ankara’nın Güdül ilçesinde bulunan damga ve kaya resimleriydi. Televizyon yayınından kısa bir zaman sonra o da kitaplaştı.

Taştaki Türkler ve Saymalıtaş eb’âdında, fakat nispeten daha hafif bir kitap bu. Adı, çok dikkat çekici: Damgaların Göçü. Servet, Ötüken yaylalarından batıya doğru akan Türk göçlerini hatırlatan bir isim koymuş. Demek istiyor ki, bu resimlerin ve damgaların hepsi, daha doğudakilerin aynısı. Bu topraklara gelişimizin târihi de bin yılla sınırlanamaz.

Servet’in, çok heyecan verici ve zihinleri alt üst edici bir tespitte bulunduğu açıktır. Bir bakıma, ilim âleminin bildiklerini gözden geçirmesini talep ediyor. Bulunanlar, runik alfabelerin menşei ve okunuşu gibi çok yönlü tartışmalara yol açsa da mutlaka değerlendirilmeyi bekliyor. Hem Türk Târihinin bilinen yüzyıllarını değiştirecek belgeler ve bilgiler olarak değer kazanıyor, hem de târihçilere, halkıyatçılara, sosyolog –etnolog ve antropologlara nesiller boyu sürecek bir iş çıkıyor.

Belki de, Albert Sorel’in Yahya Kemal’e dediği “Tarihte Türkün bilinmezliği” meselesinin bir yönünü aydınlatacak alanlar açılıyor.

Kitaba yazıları alınan danışmanların bir kısmının ifadeleri de bu sözleri çağrıştırıyor. Özellikle Prof. Dursun Yıldırım’ın önsöz’ünde bu husûsa işaret eden ilmî heyecan çok bârizdir. Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Doç. Dr. Yücel Şenyurt, Doç Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Cengiz Saltaoğlu ve Dr. Atakan Akçay, Servet’le alanda çalışan danışmanlardır ve kitaba yazdıkları kısa-uzun görüşler de, en azından başlangıç için önemlidir.

Yeri gelmişken belirtmeliyim: Servet, keşif mâcerâsını ve bütün değerlendirme metinlerini kendisi yazmıştır. Bol resimli, ona göre daha az metinli görünüş işin gereğidir. İnceleme kolaylığına dikkat eden titiz bir düzenleme ve ona uygun bir baskısı vardır. Hâsılı, araştırmadan çekime, televizyon yayınından kitaba kadar her kademesiyle zor ve büyük bir iştir.

Servet, böyle büyük bir işin rehberidir.

Akademik çevrelerin ilgisi konusunda henüz tam bir heves-istek ve hareketlilik görünmemesi belki de normaldir. Böyle büyük işler, biraz geç kavranabilir. Bu iş tahminlerin ötesinde zordur. İlim aşkı gerektirir. Bilgiye ihtiraslı, Servet gibi aşklı şevkli insanlar ister. Gün gelir, onlar da çıkar, çıkacaktır. Çünkü malzeme artık ortadadır. En azından bir kısmı hazırdır ve inceleme-araştırma için uygun halde sunulmuştur.

Damgaların Göçü’nü inceleyenler, damgaların tek tek büyültülerek ayrıca verildiğini göreceklerdir. Hazırdır derken, bu derece hazır bir malzemeden bahsettiğimiz bilinmelidir.
Servet’in bu büyük projelerine kaynak sağlayan AC YAPI ve kitabın başında kısa bir sunuşuyla tanıdığımız Yönetim Kurulu Başkanı Ali Coşkun Bey, apayrı bir teşekkürü hak ediyor. Demek ki, Türk Kültürüne, üstelik böyle çok da bilinmeyen bir alana yardım edecek iş adamlarımız çıkabiliyor. Ali Bey de Servet’e desteği dolayısıyle, yeni zamanların bir kültür-sanat hâmîsi gibi selâmlanacaktır. Yapılan işin, tarih önünde anılacak kadar değerli olması bu sonucu doğuracaktır.
Sevgili Servet, yollarda milyon km’yi zorluyor artık. Bu rekoru, yaptığı azîm işin küçük bir yansıması gibi saysak da, işin olağanüstülüğünü gösterecek bir büyüklüktür.

Ömrüne, gönlüne bereket Sevgili Servet!


Yağmur Tunalı

Türk Yurdu/Aralık-2012


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum