Zenci mahallesinin ‘Beyaz Türk’ü

Türk basınının şaraptan sperme, siyasetten edebiyata, esmerlikten beyaz Türklüğe her konuda uzman olan eşsiz yazarı, 'zenci mahallesinin beyaz adamı' Ertuğrul Özkök, şimdilerde kişisel tarihinin hesaplaşma dönemini yaşıyor. Günahlarının farkında, ama Kabil de kardeşini öldürdükten sonra "Yazıklar olsun bana," demişti

Zenci mahallesinin ‘Beyaz Türk’ü
18 Eylül 2011 - 15:42

Dedesi ve babası gibi Galatasaray Liseli olan hakiki Beyaz Türk, 'amiral gemisi'nin Ertuğrul Özkök'ten önceki kaptanı, ünlü gazeteci Çetin Emeç, 7 Mart 1990'da bir silahlı saldırı sonucu öldürüldüğünde halefi, bir trajedi üzerine kurulmuş yeni iktidarın sahibi olarak onun koltuğuna oturdu. Oturdu oturmasına ama mesleki atasından tevarüs eden mirası nasıl taşıyacağını doğrusu pek bilmiyordu. Bu anlamda Emeç-Özkök ilişkisinin Osmanlı-Türkiye veya İmparatorluk - Cumhuriyet ilişkisini andırdığı söylenebilir. Vâris Ertuğrul Özkök, 'Birinci Cumhuriyet Türkiyesi gibi reddimiras etmedi. Aksine biraz da beyhude bir çabayla Emeç'in izinden gitmeye çalıştı. Hatta çok sonradan ölçüyü kaçırarak Çetin Emeç öykünmeciliğini 'Beyaz Türkleşme' sendromuyla dışa vurdu. Özkök, bir taraftan da Emeç'in öldürülmesini bir ilk günah miti gibi hep bilinçdışında taşıdı. Çünkü eğer o suikast olmasaydı, Türkiye tarihinin, koltuğunu en uzun süre muhafaza etmiş genel yayın yönetmeni (Metnin bundan sonraki bölümlerinde kısaca GYY olarak anılacaktır) olarak adını tarihe yazdıramayacaktı. Yıllar içinde selefiyle o kadar özdeşleşti ki, koltuğundan suikastla değilse bile, ancak ölümle ayrılabileceğine inanmaya başladı. Öyle olmadı, 2010 başında makamına veda etmek zorunda kaldı. Böylece gösteri sanatlarını biraz da küçümseyerek kendisini jonglöre benzeten Özkök, lobutlardan en önemlisini elinden düşürmüş oldu. Ama hep alışık olduğu üzere kalabalığın bakışlarına mazhar olmaya devam edebilmek için yazarlıkta türlü numaralar denemeye başladı. Ve jonglörlükteki başarısını post-GYY döneminde de devam ettirdi. Aslında Ertuğrul Özkök portresi yazmak için bir vesileye bile ihtiyaç yok ama Özkök'ün her zaman olduğu gibi yakın dönemlerde de, bizlere, hakkında bir şeyler karalanması için hatırı sayılır gerekçeler verdiğini söyleyelim. Bunlardan en çok konuşulanları IMF'nin eski Başkanı Dominique Strauss- Kahn'ın tecavüzle suçlandığı vakayı anlatırken yazdığı sperm yazılarıydı. Özkök, son olarak geçtiğimiz hafta 11 Eylül saldırılarının 10. yıldönümünde New York'a gitti, ilkin Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosuna gönderme yaparcasına Manhattan'ın en büyük camisinde kendi deyimiyle 'son Cuma'yı kıldı, ardından törene ev sahipliği yapan binada bir piyanonun başına Wladyslaw Szpilman edasıyla geçerek fotoğraf verdi.

ŞARAP DA YAZDI, İSTİHBARAT DA
Türk basın tarihinin tartışmasız en tartışmalı şahsiyeti Ertuğrul Özkök, 4 Ağustos 1947 tarihinde İzmir'in Kahramanlar Mahallesi'nin 1423 numaralı sokağında Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İzmir Gazi İlkokulu, Namık Kemal Lisesi ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu'ndan mezun oldu. Paris'te iletişim bilimleri doktorası yaptı. Öğrencilik yıllarında Marksizm, edebiyat ve rock müzikle tanıştı. Rolling Stones ve Pink Floyd dinlemeye, Albert Camus ve Jean Paul Sartre okumaya başladı. Türkiye'ye döndükten sonra bir süre Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı. 1986 yılında Hürriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Koordinatörlük ve Ankara Temsilciliği gibi önemli görevlerde bulundu. Ve 22 Mart 1990'da yayın yönetmenliğine getirildi. O tarihte ben, Adana Borsa Lisesi'nde ikinci sınıfta okuyordum. Kaç jenerasyonun, Özkök'ün uzun iktidarı boyunca büyüdüğünü varın siz hesap edin. Bu portre için, Özkök'ün yaklaşık 15 yıl öncesine kadar yazdığı yazılara yeniden bir göz attım. Siyasetten istihbarata, gazetecilikten edebiyata, kadından şaraba, spermden beyaz Türklüğe 'muhtelif mevzularda' yazıları var.

BERGÜZAR KOREL BİLE DAHA BEYAZ
'Vay Şerefsiz' ve '411 El Kaosa Kalktı' gibi skandal manşetleri atan, sit-com gazeteciliğinin mucidi, şimdilerin Star Akademi jüri üyesi Ertuğrul Özkök, ülkesinin vicdanı olamamış kudretli yazar-aydın tipinin şahikası. Onunki de 'tarzını beğenmediği' Yılmaz Güney'in trajedisini andırıyor. Emeçler'in kuşaklar boyunca yaptığı şeyi, Türkiye'nin ileri gelenleri arasına girmeyi, yalnızca bir insan ömrüne sığdırdı. Bu bir başarı evet, ama her hızlı değişim gibi genleri tahrip ediyor. Boşuna değil, Özkök'ün, aslında öyle olmadığı halde son zamanlarda kendisini sık sık 'Beyaz Türk' olarak lanse etmesi. Halbuki kendisi de biliyor ki, babası Galatasaray Lisesi mezunu olan Bergüzar Korel kadar bile 'beyaz' değil. "Ben Beyaz Türküm," diyerek yapmaya çalıştığı şey, kavgaya girerken mahallenin daha güçlü çocuklarının desteğini arayan sabilerin davranışını andırıyor. Zaten beyazlaşma sendromu, ayrıcalıklarının bir bölümünü kaybetmesinden sorumlu tuttuğu AK Parti'ye karşı muhalefet bayrağını açtığı dönemde baş gösterdi. Muhalefet limanında demirlediğini de söyleyemeyiz. Nitekim şimdilerde AK Parti'ye sık sık 'zeytin dalı' uzatıyor. Şaşırtıcı değil, çünkü zaten Ertuğrul Özkök'ün yazarlık hayatı zikzaklarla dolu. Kısa ömrüne bu kadar 'başarı' sığdıran birinin zikzak çizmemesi mucize olurdu. Özkök, yalnızca güçlü ve seçilmiş olanın hayatta kaldığı sistemde en yukarılara tırmanmak için en yüksek viteste gitmesi gerektiğini başlangıçtan itibaren biliyordu. Bu farkındalık sayesinde zirvesine tırmandığı sistemi anlatırken, onun pek sevdiği bir kelimeyi teşbih malzemesi olarak kullanabiliriz.

TÜRK BASININI DÖLLEDİ
Özkök,mesleki anlamda sperm gibi hızlı, delişmen, kıvrak, mütecaviz ve hepsinden önemlisi dölleyici bir karakter. Öyle ya, son 20 yılda Türk medyasını rahmetli Ufuk Güldemir'den çok onun döllemediğini kim söyleyebilir. Umarız, 'sense of humour'u gelişmiş biri olarak insanın hammaddesine benzetilmesini hakaret addetmez. Hem bu tür eleştirilere karşı şerbetli olduğunu her fırsatta söyleyen de kendisi. Onu şerbetli hale getiren de, artık vaka-i adiyeden sayılan basındaki Ertuğrul Özkök eleştirileri. Tekmil mesaisini Özkök eleştirisine harcamanın, günde beş vakit Ertuğrul Özkök'e vurmanın gereksiz olduğu da izahtan vareste. Özkök'ün her kul gibi 'günahkâr' olduğunu bilmek ve yeri geldiğinde bunu dile getirmek yeterli. Kendisi de yaptığı kötülüklerin farkında olduğunu söyleyecek kadar olgun biri. Gelgelelim yaptığı kötülüklerin ayrımına varmak insanı temize çıkarmıyor. Kabil bile kardeşini öldürdükten sonra "Yazıklar olsun bana," demişti. Ertuğrul Özkök de kişisel tarihinin hesaplaşma dönemini yaşadığı şimdilerde "Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz," diyen büyük Yunan düşünürü Herakleitos'un sözünü sürekli hatırda tutarak, nehir kenarında oturup, dönüşsüz bir biçimde akan günahlarının geçit törenini izliyor.


SABAH GAZ.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum