'Yirminci yüzyılın defterini dürmek

YENİ ŞAFAK Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Yazarı İbrahim Karagül, Türkiye'deki ve Ortadoğu'daki son gelişmeleri 'Yirminci yüzyılın defterini dürmek' başlığı altında analiz etti.

'Yirminci yüzyılın defterini dürmek
25 Mart 2013 - 15:07

SON.TV - YENİ ŞAFAK Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Yazarı İbrahim Karagül, Türkiye'deki ve Ortadoğu'daki son gelişmeleri 'Yirminci yüzyılın defterini dürmek' başlığı altında analiz etti. Karagül, "Hızlı, radikal, keskin gelişmeler oluyor ve bu hıza ayak uyduramayanlar sürecin gerisinde kalıyor. Hız daha da artacak. Arttıkça çatışmanın da ortaklıkların gerekçeleri daha da hızlı değişecek. Ülkeler yeni durumlara uyum sağlamak için hızlı olmak, önyargılarından ve eski hesaplardan kurtulmak zorunda" dedi. 

'YİRMİNCİ YÜZYILIN DEFTERİNİ DÜRMEK'

İbrahim Karagül'ün, YENİ ŞAFAK Gazetesi'nde “Yirminci yüzyılın defterini dürmek” başlığıyla yayımlanan (25 Mart 2013) yazısı şöyle:

"Siyasi ve ekonomik açıdan 'güç haritaları değişiyor, merkezdekiler kan kaybediyor, yeni aktörler öne çıkıyor, bu değişim bölgesel ve uluslararası düzeyde siyasi haritalar üzerinde bile değişikliğe sebep olabilir' derken soyut bir şeylerden söz ediyoruz sanki. Bir tür hayal, öngörü ya da umut gibi…

Oysa öyle değil. Hiç öyle değil. 20. yüzyılın başlarındaki kırılmanın bir yenisini, benzerini yaşıyoruz. Aslında bugün değil, yirmi yıldır yaşıyoruz. Her gün kırılmanın sonuçları daha da çarpıcı hale geliyor. Bir çoklarına anlam vermekte zorlanıyoruz, okuyamıyoruz, eski alışkanlıklarımızla türlü bahaneler buluyoruz.

Yeni tür gelişmelere elli yıl öncesinin, tamamen başka bir iklimin çözüm ve analizlerini dayatıyoruz. O kırılmanın oluşturduğu yapı aslında çöktü. Şimdilik itelemelerle, yamalarla, zorlamalarla ayakta tutmaya çalıştıkları yapının daha ne kadar dayanabileceğini tahmin etmek güç değil.

Bunu kabullenmekte zorlanıyoruz. Ezberlerimiz de, birikimlerimiz de, kullandığımız dil de bu 'yeni' dünyaya yabancı kalıyor. Eskinin liderlikleri, eskinin siyasi söylemleri, eskinin toplumsal algıları yok artık.

Hızlı, radikal, keskin gelişmeler oluyor ve bu hıza ayak uyduramayanlar sürecin gerisinde kalıyor. Hız daha da artacak. Arttıkça çatışmanın da ortaklıkların gerekçeleri daha da hızlı değişecek. Ülkeler yeni durumlara uyum sağlamak için hızlı olmak, önyargılarından ve eski hesaplardan kurtulmak zorunda. Özellikle bizim yaşadığımız coğrafyada, 20. yüzyılın defterini düremeyenler, 20. yüzyılın güç ilişkilerinden medet umanlar kaybolup gidiyor.

Bölgede hatta dünya genelinde ekonomik dinamikler, siyasi eğilimler, toplumsal yönelimler değişiyor. En dramatik gelişme de, artık bu değişimleri, gelişmeleri yönetenlerin iktidar güçlerini, etkileme yeteneklerini önemli ölçüde yitirmeleri oldu.

Onlar dünyayı eskisi gibi yönetemiyor. Bırakın dünyayı kendilerini bile eskisi gibi yönetemez hale geldiler. Buradan hareketle; ülkelerin iç siyasetinden bölgesel çatışmalara kadar senaryo üstüne senaryo uygulayanların, askeri müdahalelerden iç savaşlara ya da bölgesel dizayn projelerinden toplumsal eğilimlere kadar her şeye müdahil olanların ellerinin nasıl da zayıfladığını görüyoruz.

Bu güçler, eski tarz uygulamalarına devam ettikçe, bir tür isyan çağının muhatapları olacak ve bugün Ortadoğu'da kaybeden liderler ve rejimler gibi güç kaybedecek hatta bazıları savrulup yok olacaktır.

İşte Türkiye'nin çevresinde olup bitenlere biraz buradan bakmak lazım. Onlarca yıldır ayrışma ve çatışma tezleriyle yatıp kalkarken ne oldu da yeniden barış ve uzlaşma arayışları öne çıktı. Bu, birilerinin kurgusu değil. Bu, o muktedir güçlerin ellerinin zayıflamasından, bölge dinamiklerinin kendini ve geçmişini yeniden keşfetmesinden kaynaklanıyor.

On yıl, yirmi yıl önce olsaydı, PKK ve Kürt meselesinde bugünkü barış ortamını hazırlamak imkansız olacaktı. O zamanın Türkiye'si de, örgütler de, bölgesel konjonktür de buna izin vermeyecekti. Peki bunları kim belirliyordu? Bölge içi dinamikler mi? Elbette hayır… Çünkü, barışa da savaşa da bölgeyi yönetenler ya da yönlendirenler karar veriyordu.

Yeni durum bir güç kaybından mı yoksa onların bölgeye bakışlarındaki değişiklikten mi kaynaklanıyor? İlk yorum 'elbette onların bakışı değişti' şeklinde olacaktır.

Oysa bu en büyük yanlışlıklardan biridir. Bu, eski güç ve tarzın devam ettiğine yönelik bir ezber ve inançtan kaynaklanıyor. Ben güç kaybettiklerine inanıyorum. Aylar ve yıllar geçtikçe bu kaybın çok daha çarpıcı örneklerini göreceğiz.

Bu yüzden, Türkiye'nin Kürtlerle yeniden yakınlık hatta ortaklık kurmaya çalışması, bölgedeki değişimin zorlayıcı gücü haline gelmesi, bir süre sonra daha geniş çevrede daha güçlü ortaklıklara dönüşebilir. Bunun önünde hiçbir engel yok. Engel sadece zihinlerimizde, kuşkularımızda, korkularımızda..

Türkiye bağlantılı 'yeni' gelişmeleri, küresel değişim dalgasıyla birlikte ele alıyoruz. Bu dalga müthiş fırsatlar sunuyor, boşluklar oluşturuyor. Konjonktürel ya da sadece Türkiye'ye özgü gibi görünen her gelişmeyi yorumlarken gözlerimizi kaldırıp Türkiye'nin ötelerine de bakmak doğru tespitlere ulaşmamızı, anlık yorumların tuzağına çekilmemizi ya da Türkiye içindeki öfkelerimize kurban gitmemizi önleyecektir.

Barış sürecini, İsrail'in özür dilemesini gündelik gelgitlerin dışına çıkıp bu çerçevede değerlendirebilmeliyiz. Türkiye'nin önyargı ve önkabullerinden kurtulabilmesini, öfkenin ve acının üstesinden gelebilmesini teşvik etmeliyiz.

Etnik kimlik, dini kimlik, mezhep kimliği ya da bir başka çatışma sebebine saplanıp kalmadan, ayrışmaları ortaklıklara dönüştürebilme becerisine destek vermeli, Türkiye'nin artık buradan güç alabileceğini anlamalıyız.

Bölgeyi ve dünyayı dikkate alarak bakınca; barış sürecinin bütün sabotaj girişimlerine rağmen devam edeceğini, barış halkasının daha da genişleyeceğini, bölgesel iktidar değişimlerinin durdurulamayacağını, çatışmadan ortaklıklara doğru bir dönüşün söz konusu olacağını, 'kaos kuşağı'nın şaşırtıcı biçimde ortaklıklara sahne olacağını göreceğiz.

Cesur adamlar, cesur adımlarla yola devam edecek."sontv

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum