Yeni Vesikalara Göre Yunus Emre'nin Ahi Evran, Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı İle İlişkisi

Baki Yaşa ALTINOK'un kaleminden...

Yeni Vesikalara Göre Yunus Emre'nin Ahi Evran, Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı İle İlişkisi
14 Mart 2023 - 15:48 - Güncelleme: 14 Mart 2023 - 17:38
Bu toprağın yetiştirdiği Karacoğlan, Köroğlu ve Yunus Emre’yi Anadolu insanı sınıf, bölge farkı gözetmeksizin kendi yaşayış tarzıyla özdeşleştirir. Karacoğlan’daki her güzel şeye güzel gözle bakmayı, Köroğlu’daki yiğitliği, Yunus’taki Çalabı’na tam teslimiyeti kalbinde taşıyan halkın, bunların ya-şadığı ve yattığı yerlerin de kendi yöresinde olmasını istemesi gayet doğal-dır. Bu nedenle doğduğu ve öldüğü yerlere dair yazılı kaynaklar oldukça az olmasına karşın, bunlar hakkında Balkanlar’dan Doğu Türkistan’a kadar yoğun bir sözlü kültür oluşmuştur.
İnsanlar yaşadıkları dönemin tarihiyle iç içe yaşarlar. Yunus Emre’yi de yaşadığı dönemin sosyal, siyasal ve ekonomik tarihiyle birlikte ele almak gerekir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin bir uzantısı olarak şekillenen Anadolu Selçuklu Devleti, Türkmenlerin yoğun çabalarıyla güçlü esaslar üzerine ku-rulmuştur. (Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930: 503-504). Savaşa savaşa batı-ya akan Oğuz kütleleri, geçim olanakları sağlamak amacıyla, geniş otlakla-ra sahip Anadolu’yu kendilerine yurt edindiler. Selçuklu ve Osmanlı Dev-letinin kurulmasına zemin hazırladılar. (Haddon, 1941: 23-24). Haçlı Sefer-leri’ne de başarıyla karşı koydular. “Türklerin meşru mülkleri olan bu böl-genin Haçlılara karşı savunması sırasında, hükümdar Kılıç Arslan Da-vut’un gösterdiği yiğitlik ve yücelik düşmanlarının hayranlığını kazanmış ve adının tarihe geçmesini sağlamıştır. (Erer, 1993: 41). Göçlerle gelenlerin içinde, Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin çok sayıda melâmet neşvesiyle yetişen mutasavvıf gönül erleri bulunuyordu. (Barthold, 1975: 192-194) Yine bunların arasında dokumacılar, demirciler, silah ustaları, saraçlar ve ağaç oymacılığı işiyle uğraşan sanat erbabı muta-savvıflar vardı. Zira Yesevî geleneğinde sanatı olmayan ve başkasının ka-zancıyla geçinen insan, dergâhlara alınmazdı.

Yesevî dervişlerinden Hazini, şeyhi Seyyid Mansur’un hayatı, mesleği ve tasavvufî geleneği hakkında şu bilgiyi verir: “Moğol fetret devrinde Anado-lu’da kıtlık had safhadadır. Geçinmek için çul dokur, kaşık yontar, kaşıktıraş lakabıyla anılır. Semerkand’a gider daha sonra da Buhara’daki Süleyman Gaznevî dergâhında yıllarca odunculuk ve suculuk yapar.” (Ha-zini, 1995: VIII).
Bu gelenekle yetişen Yunus Emre’nin de dergâha salt odun taşıyan biri-si olmadığı, ağaç oymacılığı, kaşık, kepçe yapan sanat sahibi olduğu araştı-rılmalıdır. Çünkü Kırşehir, Mucur, Hacıbektaş ve Ortaköy yöresindeki köylerden yaşayan bazı yaşlı kadınların ve erkeklerin düğün yemeği, salça ve bulgur kaynatırken kullandıkları kepçeden büyük çömçeye “Yonuz Çömçesi” dedikleri bilinmektedir.
Yunus Emre, şiirlerinde Ahmed Yesevî’nin adını anmaz, fakat onun dü-şüncelerinde ve şiir söyleyiş tarzında etkilendiğine dair şu örneği vermek yeterli olacaktır:

Ahmed Yesevi

Aşkın kıldı şeyda meni
Cümle âlem bildi meni
Kaygum sensen tüni güni
Menge sen ok kerek sen.
(Eraslan, 1983: 30; Hakkulov, 1995: 297;
Bice, 2009: 128: Tosun, 2015: 112).


Yunus Emre
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanaram düni güni
Bana seni gerek seni
(Âşık Yunus Emre Divanı, 1327: 169; Gölpınarlı, 1981: 185;
Yunus Emre Divanı, mcmlxxıv: 168).


Diğer yandan Fütüvvet ehli diye adlandırdığımız Melâmeti Horasan Er-leri de denilen Alp Erenlerin kurmuş olduğu teşkilatların, zaman içinde Anadolu’ya yayılmış olması, Anadolu’da güçlü bir tasavvuf cereyanı mey-dana getirmiştir. (Gölpınarlı, 1992: 66).

“Alp Erenler, faaliyetlerinin şevkli ve canlı kalabilmesi sırrını yakalamış idealist kimselerdi. Aksiyoncu, fakat arınmış ruhlarıyla serhatlerde ve stra-tejik önemi olan mevkilerde kurdukları tekke ve zaviyeleriyle insan ruhu-na hizmet ettikleri kadar, ziraate, sanata, kültür, inanç ve ahlâka da yar-dım ederek, halkın estetik kabiliyetlerini şiirleri, ilâhileri, türküleri, des-tanlarıyla beslerlerdi.” (Ayverdi, 1976: 400).

Ünlü mutasavvıf Cüneyd-i Bağdadî’nin “Fütüvvet Şam’da, lisan Irak’ta, doğruluk Horasan’dadır.” (Abdülkerim Kuşeyri, 1999: 306). Sözüne karşılık Anadolulu mutasavvıflar: Kur’an Hicaz’da, hadis Şam’da, fıkıh Irak’ta, ta-savvuf Basra’da, iman Türkistan’da, akıl Horasan’da, lisan Kaşgar’da, fütüv-vet Anadolu’dadır”demişlerdir.

Fütüvvet mistik eğilimiyle birlikte İslâm’ın anladığı manada bireyin er-demli bir hayat sürdürülebilmesini sağlayacak kurallar bütünüdür. (Wittek, 1995: 53). Fütüvvet, güzel ahlâkı Hz. Muhammed’den, yiğitlik ve kahramanlığı Hz. Ali’den, cömertliği Hatem Tai’den almıştır. (Sülemi, 1977: 3).

Fütüvvet hareketi Anadolu’ya geldikten sonra İslâm dünyasının hiçbir döneminde görülmeyen, büyük gelişmeler göstererek Ahi teşkilatı dediği-miz yalnız Türklere özgü bir kuruluş haline dönüşmüştür. Ahiler, Müslü-man Türklerin Anadolu’da yeni fethedilen şehirlere yerleşmelerine önemli katkıda bulundular. Şehir merkezlerindeki ticareti ellerinde tutan yabancı-lara karşı lonca üyeleri olarak, bir sosyal ve manevi yardımlaşma topluluğu haline geldiler. Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus’un teşkilata girmesiyle Ahiliğin ana tüzüğünü oluşturan Fütüvvetnâmeler, dönemin Anadolu yapılanmasına uyarlanarak, Ahilik tasavvufî bir dönüşüme baş-lamıştır. (Cahen, 1984: 132).

Fütüvvet geleneğini Anadolu’da Ahi loncaları adı altında toparlayan Kayseri, Konya, Denizli’den sonra Kırşehir’e yerleşen Ahi Evran Şeyh Nasıreddin Mahmud, (m. 1171) olmuştur. Ahi Evran, Anadolu’da kırk gün devam eden uluslar arası bir Pazar olan “Yabanlı Pazarı”nı kurarak ticare-tin gelişmesini sağlamıştır. (Altınok, 2006: 1-18).

1219 yılında Selçuklu tahtına oturan I. Alaaddin Keykubad’ın özellikle ticaret adamını ve ticari hayatı desteklemesi neticesinde, şehirlerde yaşa-yan halk ekonomik yönden yüksek bir hayat tarzı yakalamıştı. Ticaret yol-ları üzerinde eşkıyanın kesebileceği dar ve dağ geçitlerine gözcü birlikleri yerleştirilerek yolcuların güvenliği sağlanmaktaydı. Bu dönemde Anado-lu’da yapılmış olan kervansarayların çokluğu da yol güvenliği ve ticari ha-yatın geliştiğinin önemli bir kanıtıdır. Karedeniz limanlarından gelen mallar Trabzon, Samsun, Amasya, Kırşehir istikametiyle Akdeniz’e ulaştığı gibi, Tebriz’den gelen mallar da Erzurum, Sivas, Kayseri, Kırşehir, Aksaray ve Konya yoluyla Payas kıyılarında Alaiye ve Antalya limanlarına kolaylıkla ulaşıyordu. (Selen, 1960: 59).

Oğuzların “Ulu Sultan” dedikleri I. Alaaddin Keykubad döneminde Anadolu’da fikrî ve ekonomik hayat hareketli ve bereketlidir. Göçlerle gelen Türkmen aşiretleri Orta Anadolu’ya iskân edilmiş ve bu aşiretler bir takım köyler kurmuşlardı. (Köprülü, 1972: 85; Akdağ, 1999: I, 53-343; Bar-kan, 2002: 8-9).

Anadolu’da Türk birliğinin kurulması ve korunup geliştirilmesi için büyük çaba gösteren I. Alaeddin Keykubad, M. 1237 yılı Ramazan bayramının üçüncü günü oğlu II. Keyhüsrev ve yandaşları tarafından düzenlenen bir suikast sonucu zehirlenerek öldürüldü. (Kazvînî, 2015: 118; Gregory Abû’l-Farac, 1987: II, 536-542; Turan, 2005: 409; İbn Bîbî, 2007: 151-152).
Bu olaya Ahiler ve Türkmenler sert tepki gösterdiler. Vezir Sadeddin Köpek’inde kışkırtmasıyla Ahi ve Türkmenlere karşı yoğun bir sindirme hareketine başlayan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, dönemin Ahi ve Türkmen lideri konumunda olan Kırşehir’deki Baba İlyas’ı Amasya’ya, Konya’daki Ahi Evran’ı Denizli’ye, Yine Kırşehir’deki Şeyh Ede Balı’yı, Kırıkkale Balı-şeyh’e sürgün etmişti. Hacı Bektaş’ı ise o zaman bir köy olan şimdiki Hacı-bektaş’ta göz hapsinde tutuyordu. (Altınok, 2004: I, 63-77).

Alaeddin Keykubad’ın öldürülmesiyle başlayan iç karışıklıklar ve sür-günler, tarihçi Şikâri’nin ‘ulu şeyh’ dediği Baba İlyas ve Baba İshak’ın öncü-lük ettiği tarihteki Babai İsyanına dönüşmüştür. (Şikari, 1946: 15-16).

“Anadolu Selçuklu Devleti, iç karışıklıklar nedeniyle 1243’te Moğol or-dusuna Kösedağ’da yenilmesi ile siyasal birliğini kaybetti. (Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, 2001: 88-89). Bir müddet sonra Saltanat Naipliğine atanan Celaleddin Karatay şeyhleri, âlimleri kollayıp gözetti, tutuklanan Türkmen liderlerini serbest bırakmıştır. (Uzluk, 1951: 34).

Moğolların tayin ettikleri valilerin ağır zulümleri, Selçuklu idarecileri-nin açgözlülüğü, Orta Anadolu’da hayatı çekilmez hâle getirmiştir. (Werner, 1986: I, 106-107). Bu baskı ve zulümlere daha fazla dayanamayan Aksaraylı Kızıl Ahmet, başına topladığı dört bin kadar Türkmenle birlikte isyan etti. Aksaray yakınlarında Moğol ordusuyla karşılaşan Kızıl Ahmet Bey, bozguna uğradı ve geri çekildi. (Şapolyo, 1972: 204).Fuad Köprülü ve Şehabeddin Süleyman'ın yazmış olduğu "Yeni Osman-lı Tarihi Edebiyatı" adlı eserde, o dönemde yaşayan Yunus Emre'nin de Kızıl Ahmetli Türkmenlerinden olduğunu bildirirler. (Köprülü-Şihabeddin Süleyman, 1332: 111).
Yine bu konu hakkında Kırşehir’de yazılmış Osmanlıca bir cönkte Kızıl Ahmet’in düşmanla Ekecik Dağı’ında savaştığını dört kıtalık aşağıdaki ağıt bize bildirmektedir:

Kırşehir'de çıktım sâsen selamet
Goca Han'a vardım koptu gıyamet
Adımı sorarsan Gılgızıl Ahmet
Vur kamayı kanım aksın sinemde
Ayırdılar ihvanımda yarende.
Aman Mevlam zulüm arşa dayandı
Kadı Müftü kapılarda dilendi
Sabi sıbyan al kanlara boyandı
Çal kamayı kan damlasın ucunda
Kim ırar ki alınmıyan öcümde.
Virane ellerde duman tüter mi?
Bozuh bahçalarda bülbül öter mi?
Adam düşmanına dostum diyer mi?
Vur hançeri kanım aksın yerlere
Zalim düşman kadem bastı ellere.
Yetemedim Kızılırmak kıyına
Çıkamadım Melendizin Dağına
Ekticek'te yettim düşman koluna1
Vur kamayı kanım aksın yaremde
Ayırdılar selvi boylu sunamda. (Altınok, 2003: 12-15).

Yukarıdaki dizelerden de belirtildiği üzere Moğol ve Selçuklu idarecile-ri, halka öyle zulümler ediyorlardı ki, memleket baştan-başa harabeye dönmüştü. Halk aşağılanmaktan, zulümden, bu yetmiyormuş gibi Anado-lu’yu kasıp kavuran kıtlıktan aç ve yoksul düşmüştü. Anadolu’nun çok problemli bir döneminde bu topraklarda doğup (1240-41-?) büyüyen ve bu olayları yaşayıp gören Yunus Emre, şiirlerinde o günleri şöyle anlatır:

Gitti beyler mürveti, bindiği yüğrük atı
Yediği yoksul eti, içtiği kan olusar
Beğler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmuşdur (Cunbur, 1977: 1/6)

Ağır vergiler nedeniyle aç ve çıplak kalan halkın yoksulluğu neticesinde özellikle Orta Anadolu’da bir tek baca dahi tütmez olmuş, halk bölgeyi terk etmeye başlamıştı.
Şeyh Ede Balı o dönem Ankara yakınlarındaki şimdiki Kırıkkale’ye bağlı Balışeyh’te oturuyordu. Moğol otoritesinin bu bölgede zayıf olması nede-niyle, daha sakin bir bölge olan batıya sorunsuz göç etmiştir. Kırşehir’deki Malya Ovasını askerî karargâh olarak kullanan Moğollar yöre halkını sıkı takibe almıştı. Kırşehir yöresinde yaşayan (Kültepe, 1982: 2-1, 1/5). Yunus Emre de göç etmek istemiş fakat izin verilmemiştir.

Ahi Evran, Hacı Bektaş, Şeyh Ede Balı ve Yunus Emre’nin ülke mesele-leri başta olmak üzere her konuda birlikte hareket ettiklerini, Ahi Evran hakkında, 1588 Milâdi yılında Kırşehir’de 93 beyitlik “Menâkıb-ı Ahi Evran-ı Velî” adıyla manzum bir eser yazan Süleyman bin Alaüddevle b. Abdullah şu dizelerle anlatmaktadır:

Şol karındaşun Öyük’de kodı
Hacı Bekdeş idi kim erin adı (Menâkıb nr. 38)
Gidem didi ol eri salmadılar
Her bir yanın yollarun bağladılar (Menâkıb nr. 39)
Hem Ede Balı İnacü’l Gülşehri
Ol hüma olmuşdı Evran’ın yâri (Menâkıb nr. 40)
Namına dirlerdi erin Balı Şeyh
Vardığı yire ad oldı Ballı Şeyh (Menâkıb nr. 41)
Yunus bile anınla düşdi yola
Nice âhiyi buluben şâd ola (Menâkıb nr. 42)
Hayli erin yolların bağladılar
Kor saçuben ciğerin dağladılar (Menâkıb nr. 43)
Diğer yandan Yunus’un;
Ben bunda garib geldim, ben bu ilden bezerem
Bu tutsaklık tuzağın, demi geldi üzerem
Yetmiş iki millete, suçum budur Hak dedim
Kırkı hiyânet durur, ya ben niçin kızaram
(Köprülü, 1991: 319; Toprak, 1966: 69).
*
Geldim uş yine varam, yine Rahman’ım bulam
Sanurlar beni bunda, davara mala geldim
Tuzaktayım ne gülem, ne haldeyim ne bilem
Bir garipçe bülbülem, ötmeğe güle geldim
Tuzağa düşen gülmez, âşık hiç rahat olmaz
Kimse hâlimden bilmez, bir aceb ile geldim (Köprülü, 1991: 318-319).

Dizeleri yukarıdaki Menâkıb’ın verdiği bilgilerle örtüşmektedir. Diğer Türkmen liderleri gibi Yunus Emre de bir müddet hile ile yakalanarak göz hapsinde tutulmuş ve seyahat etmesi kısıtlanmıştır.
Moğol zulmü, adalet duygusunun yok oluşu, Selçuklu yöneticilerinin taht kavgaları ve basiretsizlikleri sonucu çok yönlü kıskaca alınan halk ne yapacağını bilemez bir durumdaydı. Yunus Emre o günleri dizelerinde şöyle anlatır:

Şeriat göğe çekildi, zulm-ile iller yıkıldı
Yüz-suyu yere döküldü, kıyametten işaret var
Ne kadı adalet eyler, ne kayguluyu şad eyler
Ne ümmi itikat eyler, ne imamda sahavet var
*
Müslümanlar zamâne yatlu oldı
Helâl yinmez haram kıymetlü oldıOkunan Kur’an’a kulak tutulmaz
Şeytanlar semirdi kuvvetlü oldı
Harâm ile hâmir tutdı cihânı
Fesâd işler iden hürmetlü oldı.
----
Şâkird üstâd ile arbede kılur
Oğul ata ile izzetlü oldı.
Fakirler miskinlikten çekdi elin
Gönüller yıkuben heybetlü oldı.
Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başına zahmetlü oldı. (Timurtaş, 1980: 213-214).

Anadolu halkı arasında çaresizliğin ve bezginliğin doruk noktasına çık-tığı bir dönemde Mevlâna başkent Konya’da daha ziyade okumuş insanlara hitap ediyor. Selçuklu devlet adamlarına bu kaostan kurtulma morali aşılı-yordu. Yukardan da belirtildiği üzere Kırşehir’deki Ahi Evran esnafları örgütleyip ticareti canlandırmaya çalışıyordu. Hacı Bektaş Veli de o za-manki adı Sulucakarahöyük olan şimdiki Hacıbektaş’a yerleşmiş, halkın birliğini, kardeşliğini pekiştirmek gayesiyle bölgelerinde etkin olan erenle-ri dergâhına davet ederek görüşüp konuşuyordu.
1605-1667 yıllarında Hacı Bektaş Dergâhı’nda postnişinlik yapan Hacı Zülfikar Çelebi tarafından yazılan ve Turabi Baba tarafından tekrar yazıya çekilen “Kerâmat-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî” adlı yazma eser, Hacı Bektaş’ın Tapduk Emre ile görüşmesi hakkında şu bilgiyi verir:

“Hacı Bekdeş Sultan'ın ünü her tarafta duyulmuş idi. Emre Sultan eyitti. Erenler meclisinde nasip alup viren Bekdeş ismin görmedik deyüp ulu dergâha gelmedi. Bu sözü üstüne, çırası bir daha kim hiç yanmadı. Hatasın anlayıp Hünkâr'ın huzuruna vardı. Hünkâr'ın eli ayasındaki yeşil beni görünce, şimdiye değin nasip aldığı el olduğın anlayup, heman kim taptuk sultanım, taptuk sultanım, taptuk sulta-nım deyü niyaz eyledi. Kızılırmak yanında er Taptuk karyesinde tavat-tun eylemiştir.” Yani Kızılırmak yanındaki bir köyde oturmaktadır demektedir. (Altınok, 2003: 27/177-194).

Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde faaliyet göstermiş olduğunu 1333 yılında Niğdeli Kadı Ahmed tarafından yazılan el-Veledü’ş Şefik adlı eserden de öğrenmekteyiz. (Niğdeli Kadı Ahmed, 1333: 216).Kadı Ahmed, Tapduklular hakkında hiç de iyi niyet beslemez ve ağır if-tiralarda bulunur. Yine bu eseri Aksaraylı Yusuf, 1340 yılında tekrar yazıya çekmiştir.

Moğol istilaları sonrasında altüst olan tüm dengelerin ardından serbest ticaret, ziraat ve çalışma ortamı bozulmuş, halk yoksullaşmıştı. Bunlar yetmiyormuş gibi o yıllarda yörede ağır bir kıtlık hüküm sürmeye başla-mıştı. (Niğdeli Kadı Ahmed, 1333: 154a). Mükemmel bir iman ve irfan sahi-bi olan Hacı Bektaş Velî, aynı-zamanda iyi bir ziraatçı idi. Orta Anado-lu’nun coğrafi ve iklim yapısını incelemiş, ilk üç yılı ağır, dört yılı hafif olmak üzere, her 36 yılda yedi yıl kıtlık yaşandığını biliyordu. Bu nedenle de ambarlarını her türlü tahıl ile doldurmuş, yörenin yoksul insanlarına dağıtıyordu.
Yukarıda Tapduk Emre hakkında bilgi veren “Kerâmat-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî” adlı yazma eser, Yunus Emre’nin Hacı Bektaş’a gidip buğday istemesini şöyle anlatır:
“Kızılırmak kenarında Sarıköy dirler bir köy var idi. Kötü kıtlık çe-kerler idi. Yunus bu köyde ekincilik eder, öküz sürer idi. Hünkâr'a varmak diledi, utancından dağ alucı koparup Hünkâr'a götürdü. Hünkâr'ın dergâhına geldi. Huzura ilettiler, Hünkâr üç kez nefes virmek diledi amma ki o buğday istedi. Verdiler, gelürken gönlü bu-landı. Gerisin Hünkâr'ın huzurına vardı kim nefes dilendi. Hünkâr, ‘O iş bundan tez Taptuğa virildi. Gitsin nasibini orada alsun’ didi. Yunus, Taptuğa vardı. Bu dergâhta kırk yıl odunculuk edip cezbeye kapıldı. Söylediğini Hak içün söyler oldı. Sözlerinin hattı hisabı bilinmez. Kızı-lırmak kenarında Sarıköy üstünde tevattun eder. Mezarı burada ka-imdir (Altınok, 2003: 27/177-194).”

Yunus Emre’nin Hacı Bektaş Velî’yi kutsayan bir şiiri:

Kundağının kulpu nurdan
Rızkı gelir Beytullahtan
Nesli pâki Abdullah’tan
Hacı Bektaş Pîrim Sultan.
Dervişleri konar göçer
Âb-ı zülâlinden içer
Güvercin donunda uçar
Hacı Bektaş Pîrim Sultan.Kudretinden kaynar aşı
Gâni cömert bir er kişi
Ervâhı erenler başı
Hacı Bektaş Pîrim Sultan.
Miskin Yunus bile vardı
Hikmetinden himmet aldı
Yeşil benli bir el gördü
Hacı Bektaş Pîrim Sultan. (Altınok, 2008: 384).

“13. yy. Anadolu'nun hayatı sûfilik cereyanını bütün halk tabakalarına yayılmasını sağlayacak bir haldeydi. Yukarda da görüldüğü gibi Moğol isti-lası, merkeziyetçi sistemi alt üst etmiş, Selçuklu hanedanını da birbirine düşürmüştür. Bu kargaşalıkta hem Moğollara direnen hem de yeni bir düzen sağlama gayreti içinde olan beyler halka manevi ümitler sağlayacak olan şeyhlerin nüfuzundan istifade için her tarafta tekke ve zaviyeler yaptırıyor, onlar için vakıflar kuruyorlardı (Berkay, 1973: 115-116).”

Konya’da kendini gösteren iktidar boşluğu şehir ve köylerde yaşayan halk tarafından doldurulmuş, kardeşlik ve gençlik örgütleriyle bir çeşit özerk yönetimler oluşturmuşlardı. (Parmaksızoğlu, 1982: 10). Diğer yandan kasaba ve köylerde yaşayan Türkmen kökenli birçok gönül eri mutasavvıf, önemli geçit bölgelerinde tekkeler ve hangâhlar kurmuşlardı.
O dönem Karadeniz limanlarından ve Tebriz’den gelen malları başkent Konya ve Akdeniz limanlarına taşıyan kervan yolu yoğunlukla Kayseri, Kırşehir, Aksaray’dan geçmektedir. “İpek Yolu, Anadolu Selçuklu döne-minde doğu-batı, kuzey-güney yönünde Anadolu’yu hiçbir ülkede olmadı-ğı kadarıyla bir ağ gibi dolaşır, doğuda Erzurum, Sivas, Kayseri ve Kon-ya’da düğüm oluşturan bu yollar kuzeyde Sinop, güneyde Antalya’ya kadar uzanırdı. 13. yüzyılda Anadolu kervan yolları, önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlarken, başkent Konya’da düğümleniyor, böylece başkentin her yöne ilişkisini sağlıyordu.” (Günel, 2010: 135). Bu yol güzergâhındaki Kızılırmak üzerindeki köprünün (Kesikköprü) yanıbaşına açıkhava mesci-di, kervansaray, hanlar ve tekkeler yapılmış idi. Yöredeki Ekecik Dağı ile Hasan Dağı arasındaki eşkıyanın kesebileceği dar dağ geçidi de bu bölgede kurulan tekkeler vasıtasıyla korunmaktaydı. Kesikköprü Ribatı gibi ker-vansarayların aynı zamanda Anadolu Selçuklularında kale, menzil, derbent gibi savunma yapıları olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Karadeniz ve Tebriz kervan yolunu başkent Konya’ya bağlayan bu yol, Tabduk Emre ile Yunus Emre dergâhı tarafından korunuyor. Öncelikle yol güvenliği olmak üzere yolcuların ve yöre halkının her türlü ihtiyaçları sağ-lanıyordu. Bu bölgede kendilerine verilen topraklarda tarım yapıyor, hay-van besliyor, bağ bahçe kuruyorlardı.
Tapduk Emre’nin mezarı bu yol üzerindeki bugün kendi adıyla bilinen Tapduk köyündedir. Tapduk köyü, Aksaray’ın 34 km. kuzeyindedir. Yunus Emre, Aksaray, Ortaköy ilçesine bağlı olan ve Ortaköy’e 20 km. mesafedeki Beşağıl, Sarıkaya, Ayvazlı, Aşağı Mahalle, Sarıkaraman olmak üzere beş ayrı yerleşim merkezinden oluşan Sarıkaraman köyüne 4 km mesafedeki Ziyaret Tepe’de yatmaktadır. Tepenin alt tarafında ise Yunus’un çilehânesi bulunmaktadır. (Soykut, 1982: 78-79). Resmi arşiv belgelerinde bu yörede-ki aşiretler, “Saralı (Saralu) Karaman eyaleti, Aksaray Sancağı, Konar-Göçer Türkmen Taifesi” olarak belirtilir. (Türkay, 2001: 551).

Dönemin birçok Alp Ereniyle birlikte Yunus Emre’nin de asıl kimliği örtülerek, elinde asa, sırtında heybe, diyar diyar dolaşarak, ilâhiler söyle-yen miskin, ülkede yaşanan sosyal olaylara kayıtsız bir şahsiyet olarak ta-nıtılmıştır. Yukarıdaki şiirlerinden de görüldüğü gibi Yunus Emre, Moğol zulmü, Selçuklu idarecilerinin adaletsizliğini çekinmeden şiirlerinde dile getirmiştir.
Yunus Emre, Türk edebiyat tarihinde önemli bir yer tutar, klâsik edebi-yat dışında mistik felsefenin şiirini yazarak, kendisinden sonrakilere etkili olmuştur. Bu nedenle de dinî ve tasavvufî halk edebiyatında başlı başına bir tarz, bir okuldur. (Türk Halk Bilgisi, 1929: 5).
Yunus Emre toprak üstünde yatanlardan değil, toprak altında yaşayan-lardandır. Arı-duru bir iman ve gönül eri olan Yunus’ta halkın sevgisi ön planda idi. Çünkü ‘halka makbul olmayınca Hak’tan mağfur’ olunmazdı. Yaşadığı dönemin zor koşullarına rağmen sevgi ve hoşgörüsüyle insanlara yaşama azmi aşılayan Yunus Emre, yazdığı şiirleriyle Türkçeyi edebiyat sahasında ebedileştirerek, Türk dilinin canlı ve halkın zevkine uygun hale gelmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Aksaraylı ünlü Melâmi şeyhi Pir Ali şöyle der: “Sözün güzeli özlü ve kı-sa olanıdır.”

KAYNAKLAR
Abdi’r-Rahman Muhammed ibn el-Hüseyin es-Sülemi, (1977), Tasavvufta Fütüv-vet, Çev. Süleyman Ateş, Ankara Üni. İlahiyat Fak. Yay., Ankara.
Abdülkerim Kuşeyrî, (1999), Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Ya-yınları.
Ahmed-i Yesevî, (1983), Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara.
Ahmed Yesevî, (2015): Edi. Tosun, Prof. Dr. Necdet, Ahmet Yesevi Üni. Yay., An-kara.
Ahmet Yesevî (Hikmetleri), (1995): Haz. İbrahim Hakkulov, Çev. ve Sade. Erhan Sezai Toplu, M.E.B. Yay., İstanbul.
Akdağ, Mustafa, (1999), Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, c. I, Barış Yay., An-kara.
Altınok, Baki Yaşa, (2006), “Selçuklu Ekonomisinde “Yabanlu Pazarı” ve Bu Pa-zar’ın Kurulmasında Ahi Evran’ın Rolü” II. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırma-ları Sempozyumu, 13 Ekim, Kırşehir, Bildiriler.
Altınok, Baki Yaşa, (2003), Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları, Oba Kitabevi, Ankara.
Altınok, Baki Yaşa, (2004), “Yeni Vesikalar Işığında Ahi Evran Velî İle Arkadaşları-nın Sürgün ve Şehit Edilmesi” I. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sem-pozyumu, c. I, 12-13 Ekim, Kırşehir.
Altınok, Baki Yaşa, (2003), “Hacı Bektaş Veli Hakkında Yazılmış Bir Menakıbnâme ve Bu Menakıbnâmede Belirtilen Anadolu’daki Alevi Ocakları,” Gazi Üni. Hacı Bektaş Veli Dergisi, Güz 2003/27.
Altınok, Baki Yaşa, (2008): Pehlivanlı Türkmen Aşireti Cönkleri, Ankara.
Ayverdi, Samiha, (1976), Milli Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız, İstanbul.
Barkan, Ö. L. (2002) Kolonizatör Türk Dervişleri, Hamle Basın Yayın, İstanjbul.
Barthold, W, (1975), Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Yay., Y. K. Kopraman-A. İ. Aka, Ankara.
Berkay, Fügen, (1973): Yunus Emre’nin Türk Toplumundaki Yeri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
Cahen, Claude, (1984), Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, Türkç. Yıldız Moran, E, Yayınları, İstanbul.
Cunbur, Müjgan, (1977), Milli Kültür, yıl 1, Sayı 6, Haziran.
Erer, Râşid, (1993): Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Bilgi Yay., Ankara.
Gregory Abû’l-Farac, (1987), Abû’l-Farac Tarihi, , c. II, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara.Gölpınarlı, Abdülbâki, (1981), Yunus Emre, Altın Kitaplar Yay.
Gölpınarlı, Abdülbâki, (1992), Yunus Emre ve Tasavvuf, İnkılâp Kitabevi, 2 baskı, İstanbul.
Güzel, Prof. Dr. Abdurrahman, (1991): Mutasavvıf Yunus Emre Hayatı-Eserleri, Kılıç Yay. Ankara, tarihsiz.
Günel, Gökçe, (2010), “Selçuklu Döneminde İpek Yolu-Kervansaraylar-Köprüler” Kebikeç, /29.
Haddon, A. C. (1941), Kavimler Muhacereti, İng. Çev. Zekiye S-Eglâr, İdeal Bası-mevi, Ankara.
Hazini, (1995), Cevâhiru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr (Yesevî Menâkıbnamesi), Ci-han Okuyucu, Kayseri.
Hoca Ahmed Yesevi, (2009), Divan-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara.
İbn Bîbî, (2007), Selçuknâme, Mükrimin Halil Yinanç, Haz. Refet Yinanç.-Ömer Özkan, Kitabevi Yay., İstanbul.
Köprülü, M. Fuad, (1972), Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Yay. O. Köprülü, Ankara.
Köprülü zâde Mehmed Fuad-Şihabeddin Süleyman, (1332), Yeni Osmanlı Tarihi Edebiyatı, c. 1.
Kültepe, Ekrem, (1982), “Yunus Emre Kırşehir’de Yatmaktadır” Ahi Edebiyatı, Sa-yı: 2, Yıl: 1, 1/5.
Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, (2001), Câmiu’d-Düvel “Selçuklular Tarihi” , c. II, Yay. Haz. Ali Öngül, Akademi Kitabevi, İzmir.
Niğdeli Kadı Ahmed, (733/1333), el-Veledu’ş-Şefik, Fatih, Süleymaniye Kütüpha-nesi, nr. 4518, 216.
Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, (1991), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Yay. Haz. Dr. Orhan F. Köprülü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara-
Soykut, Refik H. (1982), Emrem Yunus, Bas-Yay Matbaası, Ankara.
Şapolyo, Enver Behnan, (1972), Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara.
Şikarî, (1946), Karamanoğulları Tarihi, Konya Halkevi Tarih ve Müze Yay. Konya.
Prof. Dr. Hâmit Sadi Selen, (1960), Ticaret Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul.
Parmaksızoğlu, İsmet, (1982): Türklerde Devlet Anlayışı (İmparatorluk Devri 1299-1789) Ankara.
Timurtaş, Faruk Kadri, (1980), Yunus Emre Divanı, Ankara.
Türk Tarihinin Ana Hatları, (1930), Devlet Matbaası, İstanbul.Toprak, Burhan, (1966), Yunus Emre Divanı, Türkiye İş Bank. Kültür Yayınları.
Turan, Osman, (2005), Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yay., İstanbul.
Türkay,Cevdet, (2001), Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, İşaret Yay., İstanbul.
Uzluk, Feridun Nafiz, (1951), Anonim Selçuklu Tarihi, Ankara.
Werner, Ernest, (1986), Büyük Bir Devletin Doğuşu Osmanlılar, c. 1, Çev. Orhan Esen-Yılmaz Öner, Alan Yay. 1 baskı, İstanbul.
Wittek, Paul, (1995), Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, Çev. Fatmagül Berktay, Pencere Yay., İstanbul.
Yıldız, Hakkı, Dursun, (1992), Büyük İslâm Tarihi, c. 8, Çağ Yay. İstanbul.
Yunus Emre Divanı, (1327), İstanbul.
Yunus Emre Divanı, (mcmlxxıv), İstanbul Maarif Kitaphanesi.
Yunus Emre, (1929), Türk Halk Bilgisi Derneği Neşriyatı Sayı: 6, Ankara.

Yunus Emre Kitabı, Ed. Orhan Kemâl Tavukçu, Aksaray Valiliği, 2017, Aksaray, ss229-242.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları