Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Ev meselesi...

13 Haziran 2024 - 09:06

Ev meselesi...

Ev kelimesinin kültürümüzde uğradığı duraklarla tarih ve o tarihi şekillendiren hayat arasında mutlak bağlantı var. Hatta ev anlam olarak Türkçe’de hala açık, tamamlanmamıştır ve tek bir karşılık içermez. Bir taraftan yeniliğe kapı aralarken bir taraftan zihin ve hayat krizine karşılık gelir bu açıklık. Kavramsal olarak ev bir durum kadar hareketi de karşılar fakat Türk Evi dediğimiz zaman gözümüzün önüne net bir şey gelmez. Her tür konar göçerlik hikayelerinin dışında düşünüldüğünde ev bir sorundur. Tam manasıyla bir süreksizlik ve tutarsızlık sorunudur. Ne için kimin adına ve nasıl kurulup çatılacağı, sosyal ve kültürel alanda nerede konumlanacağı, ekonomik ve hukuk açısından nasıl tanımlanacağı net değildir. Hane, oba, ocak, yurt, çatı, dam, çadır, fakirhane, konak, malikane, yalı, gecekondu, daire, kulübe, yerine göre ve birbirine karşı hepsi evdir fakat mesela, yalı denilen ev tipi nereden, hangi ihtiyaçlarla, mimari bakımdan ne tür bir üslupla yapılmış bilmek istediğinizde eldeki envanter kafa karıştırır. Ne bir ev müzesi vardır ne de evi felsefi bağlamda başlı başına tartışmış yeterli sayıda düşünce eseri. Sözgelimi kıl çadırdan şimdiki apartman dairesine kadar geçmişi temsil edecek bir sokak fikri kimsenin aklına gelmemiştir.

Oysa evle yatıp evle kalkıyoruz. Doğudan batıya ev meselesi herkesin aklını başından almış durumda. Neredeyse Karadeniz’den Marmara’ya, Ege’den Akdeniz’e kadar kıyı boyunca evsiz alan kalmadı. Beton bir çittir Anadolu kıyıdan bakılınca. Bunca vatan, yurt, toprak, ülke hamaseti içinde ev denilen boğaz halkasıyla memleketin boynu sıkıldıkça sıkılıyor. Ne kadar ev yapılsa yetmiyor. Yapılanlar kalitesiz ve uzun ömürlü değil. Asıl vahimi, kimliksiz, kişiliksiz. Çek Cumhuriyeti’nden Avusturya’ya geçtiğiniz an mimari üslup ve ev birden değişir. Avusturya’dan da Macaristan’a adım atınca yine aynısı olur. Benzerlikler göze batmaz. Eski Karadeniz eviyle Safranbolu evinin, Akseki eviyle Urfa evinin, Antakya eviyle avlulu kerpiç Konya evinin farkını bilip görmeseydik şimdi Trabzon ile Urfa’yı aynı fason kalıba sokan zihniyete şaşırmayacaktık. Topraklarımızın üzerine ur gibi dikilen yeni zaman totemleri karşısında korkuya kapılmayacaktık. Fakat iş korkuyu geçti karabasana döndü.

Eğer bir ev fikri olsaydı, kendi ülkesine Haçlı Seferi düzenler gibi, ele geçirdiği her yeri parselleyip beton diken ve sonra da Kudüs’ü feth etmiş gibi nara atanlar ortalıkta dolaşmazdı? Neden korkuyor bu insanlar. Toplanıp toplanıp neden topraklarına saldırıyorlar? Neden durmadan yapıp yıkıyorlar. Mahalleleri yok, şehirleri yok! Var mı? Tuzu kuruların, siyaset ve parti vurguncularının, işleri her zaman yolunda gidicilerin özel bölgelerini siz ev mi sayıyorsunuz? Ev bir toplumun ortak şuuraltıdır ve orada herkese ruhsal ve fiziki bir oda mutlaka burunur. Yapı yapı, site site, blok blok ayrılanlar millet sayılmazlar. Onların devlet görünümlü organizasyonları ve hiyerarşik ilişkileri vardır. Dini ve milli duygular arada bir diğerlerinin üzerine sos diye gezdirilir ki kimsenin gözü açılmasın. Oysa evin kültürümüzde ‘iki göz’ diye vasıflandırılmasıyla insan varlığı arasında mutlak irtibat vardır. İki göz sahibi olmak insana ev hakkı verir.

Bir toplum kendi elleriyle bu denli mimari ve yerleşim birikimi zenginliğine sahipken nasıl olur da kendisini evsiz bırakır? Henüz bir ev sahibi olamayanların ne zaman bu imkana kavuşacakları belli değilken ellerinde bir veya birden fazla ev tutanların kendilerini yine evsiz hissetmelerinin temelinde ne var? Toplum bileşenlerinin birbirine karşı ürettiği güvensizliği aşacak kültürel ve akli değerler neden bir araya getirilemiyor? Adına rant dedikleri şey sadece maddi bir olgu mudur? Yoksa asıl rant güncel konformizmin kayığında keyifle sürüklenmek midir? Belki de esastan yol alabilmek için ilkin evsizliği kabul etmek gerekir.

Hayattaki hiçbir mesele gökten düşmez. Mantar gibi yerden de bitmez. Görünen görünmeyen pek çok sebep sonuç ilişkisi içinde oluşur. Anadolu’nun yüzyıllar içinde yıkıla yapıla yaşadığı kuruluş öyküsü bir dizi maddi ve manevi bilgiyi de içerir. Ermenidir bizim evimiz, Rum, Arap, Kürt, Türk, hatta Sırp ve Boşnaktır. Ya şimdiki ev ne? Kime benzer? Sufi şairlerden birinin dile döktüğü ‘taş ve toprak arasında yapılmak’ olgusu sadece malzemeye vurgu yapmaz. Kuruluşun hayatla kurduğu ontolojik ilişkiyi müjdeler. Evet, kredi faizleri, ev kira oranları, taksitler, yapı malzeme fiyatları, mütahitler ve ihaleler arasında olacak şey değil ontolojiden söz etmek. Yaklaşık bir yüz yıl önce de Yahya Kemal öyle yapmıştı ‘Türk Evi’ yazısını yazarken. Asır değişti. Kafa aynı kaldı. Değil mi?

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum