Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

MÜZİK’TEN KÜLTÜR’E

02 Temmuz 2014 - 11:23

MÜZİK’TEN KÜLTÜR’E

 

Türk Milleti, Orta Asya’dan başlayan, dünyanın şeklini değiştiren yürüyüşlerine devam ederken, milli kültürü içinde kendine has müziğini de meydana getirmiştir. Atalarımız, bağlama sazının eski şekli olan kopuz’u da en yakın dostu olarak bilmiştir.

 Bugün bile Orta Asya da Kırgızistan’da aylarca süren ozan atışmaları yapılmakta, bu şenliğe binlerce ozan katılmakta, bir ozan doğaçlama olarak hiç durmadan birkaç bin mısra okumaktadır.

 

Daha sonraki Devlet ve İmparatorluğun musiki seyrinde ise iletişim kurduğu topraklar ve insanlardan da harmanlama yaparak ve mevcudu içinde gelişip büyümekle müzikte de sentez elde edip, bu alanın da zirvesine erişmiştir.

 

Milletin bu müziğini; Klasik Türk Müziği, Halk Müziği, Tekke Müziği gibi çeşitli ayrımlara tabi tutanlar çıkmışsa da biz buna, yekpare olarak Türk Müziği demek istiyoruz.

                                                                                        

Eski devirlerde şarkılar, türküler, yaşayış ve kültürümüzden nemalanmıştır. Gâh sevdalısına karşılıksız bağlanmış, gâh güzeli ve güzelliği övmüş, gâh kahramanını sevmiş, kızgınlığını ve itirazını bile nezaketli bir şekilde anlatmış, çok zaman kadere itaat etmiş, kendini İlahi bir varlıkta görmüş, insan olmanın öz değerlerini terennüm etmiş olan müziğimiz,  medeniyetimiz gibi bir incelik sanatıdır. Tıpkı Dede Efendinin dediği gibi;

 

Yüzündür cihanı münevver eden

Fedadır yoluna bu can ve ten

Senin çün yandığım nedendir neden

Senden midir benden midir?

Dilden midir bilmem ah…

 

Bir imparatorluk coğrafyasının eseri olan klasik müzik uzun yıllar verilen emek, birikim ve devamlılıkla ses ve sözü en usta ve lirik söyleyişlerle işleyip şaheserler meydana getirmiş, bilinenin aksine yalnızca saray ve konakların değil halkın da arasına inmeyi bilmiştir.

Halk müziği ise Orta Asya’dan gelen bir geleneğin devamı olan sazın öncülüğünde büyük kitlelere ulaşmış halkımızın tercümanı olmuştur.

 

Yaklaşık dört asır önce yaşayan Evliya Çelebi Manisa’yı anlatırken: Karaköy Semtindeki kahvehanelerde bulunan hanende, sazende, rakkase, hikâyeci, meddah, gazelhanlardan söz eder ve bu sanat ve müzik faaliyetlerine gösterilen ilginin büyüklüğü de göstermek babında günde bir kantar kahve sarf edilir diye anlatır.

 

Ayrıca başka bir alanda da icra edilen Tekke Musikisinde, hem halk hem klasik musikisiyle iç içe geçmiş dini eserler meydana getirilmiş olduğu kadar, buradaki akademik eğitim ile yetişen sanatkârlarının elinden ve dilinden dindışı eserlerin de en şaheserleri oluşturularak, geniş kitlelere ulaşmıştır.

 

On beşinci yüzyılın başında yazılan mevlit, bugün de aynı heyecanla okunmaktadır. Büyük Itri’nin Tekbir’i ve Türk Musikisi makamlarıyla okunan ezan gibi, cihanı kaplamaktadır.

 

O sanatı ve güzel sesi yakalamış bütün kadim müzikler önünde saygıyla eğiliriz. Lakin bu günkü müzik anlayışına baktığımızda, sanayileşme çabasından mıdır nedir çekiç ve balyoz seslerindeki o gürültünün başımızda patlamasını müzik sayıyoruz. Kendi müziğimizi dinlemek ise çağ dışılık kabul ediliyor veya altyapımız olmadığından kolayca red edip, anlamadığımızı söyleyebiliyoruz.

 

Bir de artık müziği temaşa yani göz zevki ve görselliğe feda etmiş bulunuyoruz.

 

Değişerek gelişmek her şeyin başıdır. Her dem değişerek bugünlere gelen müziğimizi yenilenerek gelişmesinin önünü açacak olan sanatkârları teşvik etmek ve Türk müziğini dinlemek ve de çocuklarımıza sevdirmek, Tarihimize ve kültürümüze karşı bir vefa borcumuzdur.

 

Celil Altınbilek