SUÇ VE CEZA İLE DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET’İN KARŞILAŞTIRILMASI
Abbas Bilgili
Suç ve Ceza bir Rus ve dünya klasiği, Doğu Ekspresinde Cinayet ise ünlü bir polisiye. Bu iki ünlü romanın benzerliğini ileri sürmek ilk anda şaşırtıcı gelebilir. Zira biri klasikler arasında haklı yerini almış derin felsefi ve psikolojik iç çatışmaların yaşandığı metin iken, diğeri daha çok “katil kim” sorusuna odaklanan bir metin. Ancak faklı gibi görünseler de aslında ciddi benzerlikler olduğu da gözlerden kaçmıyor. İşte bu benzerlikler üzerinden yapılan çözümlemelerde de farklılıkları daha iyi görüyoruz.
Görünürdeki en önemli benzerlik, her iki romanın da bir cinayet üzerinden kurgulanmış olması. Ama bu benzerlik aslında bir başka önemli benzerliği daha içeriyor; o da her iki romanda da cinayete kurban giden kişi toplum için zararlı biridir. Ve yine benzerlik devam ediyor; her iki kurban da topluma zarar verdiği için öldürülüyor. Her ikisinde de cinayeti aydınlatmakla görevli polis ya da dedektif var.
Dostoyevski’den başlayalım… Hukuk öğrenimi için Petersburg’a gelmiş olan Raskolnikov isimli genç, ekonomik sıkıntı çekmektedir ve tefecilik yapan yaşlı bir kadına bazı eşyalarını rehin vererek para almaktadır. Tefecilik, zor durumdaki insanları sömürmek anlamına geldiğinden, topluma zararlı bir olgu olarak kabul edilir. Raskolnikov, hukuk öğrencisi olmanın avantajıyla az da olsa makaleler yazan biridir ve kendisini topluma düzen vermeye adamış “üstün insan” gibi görmektedir. Bu özelliğinden dolayı da zararlı kişileri öldürmeye hakkı olduğu kanısındadır. Nitekim tefeci kadını ve planda olmayan tefecinin üvey kardeşini öldürür. Bizler Suç ve Ceza’nın okuyucuları olarak cinayeti kimin hangi sebeple işlediğini daha romanın başında biliyoruz.
Gelelim Agatha Christie’ye… Doğu Ekspresi’nde Cinayet, trenin İstanbul’dan yola çıkıp Avrupa içlerine doğru ilerlemesiyle başlar. Ağır kış koşullarında çığ düşmesi nedeniyle arızalanan tren dağlık bir alanda durmak zorunda kalır. Bir sabah trendeki yolculardan birinin kompartımandan çıkmadığı anlaşılınca cinayete kurban gittiği görülür. Adam bıçaklanarak öldürülmüştür. Tren müdürü, trende yolcu olarak bulunan Dedektif Mösyö Poirot’dan cinayeti çözmesi konusunda yardım ister.
Anlaşılacağı üzere, Suç ve Ceza’da okuyucu daha başlangıçta katilin kim olduğunu bilirken, Doğu Ekspresi’nde Cinayet’te katilin kim olduğu bilinmiyor. Suç ve Ceza’da okuyucunun bildiği ancak toplumun bilmediği katili bulmakla görevli Porfiry Petroviç, Raskolnikov’un peşindedir. Doğu Eksoresi’nde Cinayet’te ise Dedektif Mösyö Poirot trendeki yolcuları sorgulamakla işe başlar.
Her iki romandaki bu benzerlikler dikkat çekmekle birlikte, çok önemli bir ayrışma da gözlerden kaçmıyor. Suç ve Ceza’nın olay örgüsünde daha başlangıçta cinayet işleniyor ve romanın ana gövdesini Raskolnikov’un iç dünyası, psikolojik bunalımları, ideallerini sorgulaması, inancı ya da inançsızlığı, vicdan azabı ve bu iç çekişmenin dışa yansımaları oluşturuyor. Çünkü roman cinayetin çözümlenmesi üzerine değil, cinayeti işleyen kişinin vicdanıyla baş başa kaldığında doğru yapıp yapmadığının sorgulanması üzerine kurulmuş. Dostoyevski, müthiş bir gözlemci ve psikolog olarak bizi Raskolnikov’un ruhunun içindeki karanlık sokaklarda, ruh dehlizlerindeki tenha köşelerde dolaştırıyor. Savaş, yüreğin içindedir ve iyilik ile kötülüğün savaşıdır.
Oysa Agatha Christie’nin romanında vicdanî muhasebe yok denecek durumdadır ve romanın ana gövdesini dedektifin yolcuları sorgulaması oluşturmaktadır. Trende on iki yolcu vardır ve dedektif bunları tek tek sorgulamaktadır. Burada hukukçular açısından dikkat çeken husus; her yolcunun sorgusu sonunda “tamam, katil bu galiba” kanaatinin doğmasıdır. Dedektifin soruları ve alınan cevaplara bakılınca katilin saptandığını zannediyorsunuz ama sıra diğer yolcuya gelince önceki kanaatinizden vazgeçip, katilin yeni yolcu olması gerektiği kanaatine geliyorsunuz. Burada romanın ana gövdesi sorgulama ve katilin kim olduğuna odaklandırma üzerine kurulmuş görünüyor.
Her iki romanda da katilin kim olduğu belirleniyor. Suç ve Ceza’da Raskolnikov zaten vicdani ızdırap içindeyken cinayeti kendisinin işlediğini, aç kalmamak için fahişelik yapmak zorunda kalan arkadaşı Sonya’ya itiraf ediyor. Devamında ise yargılanıp Sibirya’ya sürgüne gönderiliyor. Sibirya’daki sürgün yeri kapalı bir cezaevi değil, açık bir alandır. (Yazarın Ölü Evinden Anılar’ında da bu açık cezaevi uzun uzun anlatılır.) Peşinden Sibirya’ya gelen Sonya da sık sık ziyaretine gelmektedir. Kendisini üstün insan gibi görürken, kıza fazla yüz vermeyen Raskolnikov, bir sabah uçsuz bucaksız Sibirya düzlüğündeki ufukta gündelik işleriyle uğraşan sıradan insanların özgürlüğüne tanık olunca kendisinin de üstün bir insan değil, sıradan bir insan olduğunun farkına varır ve Sonya’ya daha yakın ve daha insanca davranmaya başlar ve roman burada biter. Dikkat edilirse, bu romanda konunun esasını insanın içindeki dünya, vicdani muhasebe ve iç çekişmeler, suçu itiraf edip etmeme çelişkisi, itiraf edip ceza çekmeyi kabul etme ve sıradan insanları yakında tanıyınca iç huzura erişmesi oluşturuyor.
Raskolnikov, tefecilik yaparak toplum için zararlı biri olan yaşlı kadını öldürmüş, uzun içsel yolculuktan sonra suçunu kabul etmiş, cezası da verilmiştir.
Cezanın verilmesi noktasında Suç ve Ceza, Doğu Ekspresi’nde Cinayet’ten ayrılmaktadır. Agatha Chritie’nin romanında, dedektif, olayı çözer. Öldürülen adam geçmişte çocuk kaçıran, kötü davranan ve öldüren topluma zararlı biridir. Cinayeti trendeki on iki yolcu, adamı on iki defa bıçaklayarak öldürmüştür. Öldürme amaçları da topluma zarar veren adamı ortadan kaldırarak topluma zarar vermesini önlemek ve cezasını vermektir. Yolculara göre bu adam zaten toplum nazarında idamlıktır, kendileri sadece infaz işlemini yapmışlardır. Bu yolcularda Raskolnikov’daki vicdan muhasebesi hiç yoktur, onlar sadece suçlunun cezasını verdiklerini düşünmektedirler. İlginç olan husus ise, dedektif de bu yolcuları (suçluları) raporunda suçlu olarak göstermez. Yani o da cinayeti işleyen on iki kişinin cezalandırılmasından yana değildir, bu sebeple de raporunda bunların suçlu olduğunu belirtmez. Cinayeti işleyenleri sadece dedektif bilmektedir ve raporunda bunu belirtmediği için herkes yoluna gider. Bu yolcularda suçluluk konusunda vicdani çekişme olmamakla birlikte, sanırım dedektifin bu yolcuları ihbar edip etmeme konusunda bir vicdani muhasebesi olmuştur. Romanda bu ayrıntıya yer verilmiyor, ancak biz anlıyoruz ki dedektif de vicdanen bu yolcuların ceza almasından yana değil. Elbette suçlunun cezasının mahkeme değil de bireyler tarafından verilmesi, tartışılması gereken bir konu. Bu tartışma beraberinde mahkemelerin ne kadar adil olduğunu / olabileceğini de düşündürecektir. Topluma zarar veren bir kişinin mahkemelerce değil de yine toplum tarafından cezalandırılması da üzerinde durmayı gerektiriyor.
İkisi de topluma zarar veren bir kişinin öldürülmesi üzerinden kurgulanmış bu romanlarda insana dair, hukuka dair, sorgulamaya ve vicdana dair çok şey var. Biz sadece çok kısa bir göz gezdirmeyle böyle bir karşılaştırma yaptık. Şüphesiz her iki roman da başka yönleriyle daha ayrıntılı olarak incelenebilir. Bizimki belki bir başlangıç ve belki bir giriş olabilir. İki büyük yazarla yol arkadaşlığı yapmak için eserleri bizi bekliyor.




FACEBOOK YORUMLAR