KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ AKŞAM OLMAKTA
Ahmet Haşim’in ünlü şiiri Merdiven’den alınan “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” dizesi, bu defa bir romanın adı olarak karşımızda. Yazar Taner Ay’ın Ötüken’den çıkan yeni romanından bahsediyoruz. Yazarın önceki kitaplarını okumuş değilim. Yalnız Hikayelerini Rüzgârların Fısıltılarına Yazmışlardı başlıklı kitabını biraz karıştırmış ve özellikle de çok sevdiğim John Steinbeck ile ilgili bölümü okumuştum. Karar’daki köşesinde kitap tanıtımı ve nostaljik yazılarını ise ilgiyle okuyoruz.
Kızıl Havaları Seyret ki Akşam Olmakta, çok da uzun olmayan bir metin ancak, roman kahramanı Hüseyin Hilmi’nin kat ettiği yol hayli uzun. Önemli bir şiirden alınan başlık, belki hüzün kokan bir romantizmi çağrıştırabilir ama durum biraz farklı. Tam anlamıyla bir macera romanı diyebileceğimiz kitap, aslında “kızıl” terörle ilgili. Buna Stalin terörü de denilebilir, ancak bu terörün Stalin’i aşan boyutları olduğu için “Sovyetlerde Devlet Terörü” ya da “Yoldaşını Öldürmek” gibi kavramlarla da ifade edildiği biliniyor ki, bu konuda bir literatür de oluşmuş durumda. Dünyanın bir çok yerinde Sovyetlere sempatik bakan aydınların, gezip gördükten sonra (sadece gösterilenler üzerinden) edindikleri deneyim büyük bir hayal kırıklığı da yaratmıştı. Bazıları anılarında hayal kırıklığını yazmış, bazıları sessiz kalmayı tercih etmişti.
Stalin’in estirdiği terör ülke dışına da taşmış ve dışarıya kaçmış yoldaşlar takip edilerek öldürülmüşlerdi. Hüseyin Hilmi’nin macerasında, 1917 ile 1967 yılları arasında hem Sovyetler dışına taşan takip ve öldürme eylemleri hem de Küba, Bolivya gibi ülkelerde sol üzerinden yapılan yorumlar dikkat çekmektedir.
Totaliter rejimler, özgür bireyler değil, iki yüzlü bireyler yetiştirir. Çocukların, komşuların, sevgililerin ihbarcı olma ihtimali çok yüksektir. Bu tür ihbarlarda suçlananlar genellikle “halk düşmanı” olarak anılır. Hüseyin Hilmi de Bikka isimli sevgilisinin ihbarı üzerine yakalanmış ve hapse atılmıştır. On iki yıl Solovki isimli hapishanede yatmıştır. Bu hapishane çok sıkıdır ve kaçmak pek de mümkün değildir. Hüseyin Hilmi, iki kişi ile birlikte kaçmayı başarır ve kendisini ihbar eden Bikka’yı öldürerek, kapağı Avrupa’ya atar. İspanya’ya gider. İspanya o dönemde iç savaşı yaşamaktadır. Stalin’in cellatları artık Hüseyin Hilmi’nin de peşindedirler. İspanya iç savaşında yoldaşlara yardım için gelen Stalinciler, yardım yerine Sovyetlerden gelmiş olan muhaliflerin peşinde koşarlar. Yakaladıkları Stalin karşıtlarını infaz etmek amacındadırlar ve öyle de yaparlar. Hüseyin Hilmi de İspanya’daki durumu görmüştür.
Bu durum Hüseyin Hilmi için çok şaşırtıcı değildir. Çünkü Sovyetlerdeyken de aynı şey sürekli yaşanmakta, farklı düşünenler sudan bahanelerle infaz edilmektedir. Bu infazların en önemlilerinden biri de Sultan Galiyev’in öldürülmesidir. “Kızıl” kelimesini Galiyev’le ilgili bölümde görüyoruz. Karısı Fatma ile nehir kenarı yürüyüşleri.. Ve “Moskova’nın akşamın kızıl renginde kaybolduğu 1918 senesinin sonbaharıydı.” Fatma o gün Galiyev’in hayatta en fazla kitapları sevdiğini öğrenmişti, bir de Gürcü arkadaşı Stalin’i.” Ama sonrasında Stalin, en yakın arkadaşını öldürtmüştü, çünkü Galiyevcilik yok edilmeliydi.
İspanya’dan Meksika’ya geçen Hüseyin Hilmi, bu defa da Troçki’nin peşinde olan Stalinci istihbaratçılarla karşılaşır. Ekim Devrimi’nin önemli isimlerinden Troçki, artık bir halk düşmanıdır. Stalin için ortadan kaldırılması gereken önemli bir hedeftir. Ulaştıkları Troçkistleri öldüren Stalin’in adamları Troçki’yi de infaz ederler. Frank Jacson isimli kişi buz baltasını Troçki’nin kafasına indirir. İlginç olan yönlerden biri de Troçki’nin çevresinde olan bazı kişilerin bu ortamı hazırlamak gibi işlev görmesidir. Örneğin ünlü ressam Frida Kahlo bunlardan biri olarak takdim ediliyor.
Hüseyin Hilmi daha sonra Küba istihbaratında Ahmet Şazi ismiyle görev yapar. Arkasından Bolivya’da La Paz’da Adolfo Mena Gonzalez (Che) ile ilgili bölüm yine nefes kesen bir macera. Che’nin CIA tarafından yakalanmasında da çevresindeki bazı dost bildiği kişilerin payının varlığı da ima ediliyor. Daha doğrusu Che’nin tuzağa düşürülmesinde kapitalist ve sosyalist dünyanın istihbarat örgütleri müşterek amaçta birleşmiş görünüyor.
Taner Ay’ın romanını oturduğu siyasi zeminden soyutlayarak okumak, konuyu anlamamak olur ya da anlamsız bir okuma olur. Hüseyin Hilmi’nin ayak bastığı ülkelerdeki dönem siyasetine, ideolojik çekişmelere ve Stalin terörüne biraz aşina olmak gerekiyor. Aksi halde maceranın tadı ve derinliği kalmaz. Bir diğer husus ise, kısa metindeki çok sayıdaki kişi ve yer isminin dikkatlice takip edilmesi gerektiğidir. Okuyucu, yabancı olan bu isimler iyi takip etmez ise anlamakta zorlanır. Şahsen bu zorluğu aşmak için isimlerin altını çizerek ve izi kaybetmemek için geri dönüp bakmak durumunda kaldım. Siyasetin ve ideolojinin odak noktasındaki konu, kurgu ve gerçekle harmanlanmış vaziyette sunulmuş. Keyifli ve düşündürücü bir roman.




FACEBOOK YORUMLAR