HÜSEYİN ÇELİK’İN GÖZÜNDEN SULTAN ABDÜLHAMİT
Abbas Bilgili
Tarih, ibret almak ve ders çıkarmak için başvuracağımız bir laboratuvardır. Ancak çoğu zaman gündelik siyaset çekişmemizde bizi haklı çıkarması için malzeme devşireceğimiz bir saha olarak görme eğilimindeyiz. Bu bakış açısı da tarihsel olayları ve şahsiyetleri kafamızdaki ideolojik şablona göre yorumlamaya yol açıyor. Gerçeklikten kopartılan kurgu olaylar ve kurgu şahsiyetler üretiyoruz. Bir nevi ideolojik çarpıtma olan bu durum, bazı şahsiyetleri fazlasıyla ideolojik kavganın merkezine taşıyor ve üretilen ürün, gerçeğinden hayli uzaklaşmış oluyor. Sultan II. Abdülhamit tam da böyle bir çarpıtmaya maruz kalmış bir Osmanlı padişahıdır. Uzun süre tahtta kalması ve döneminde önemli siyasi ve sosyal gelişmelerin yaşanmasının üstüne, kişiliği ile ilgili bazı uygulamaların de eklemlenmesiyle tarih tartışmasının odak noktası haline gelmiştir. Osmanlı’nın 34. Padişahı olan II. Abdülhamit, imparatorluğun çöküşe doğru hızla gittiği çalkantılı yıllar olan 1876-1909 arasında 33 yıl başta kalmıştı.
Hakkında en çok konuşulan ve çok sayıda kitap ve makale yazılan padişahtır. Üstelik bu yorumlar yüzde yüz zıt olabilmektedir. Bazıları onu göklere çıkartırken, bazıları da yerin dibine geçirmektedir. İdeolojik çekişmenin malzemesi olunca durum böyle oluyor. Kızıl Sultan da odur, Ulu Hakan da odur. İdeolojinin elinden kurtulamayan Abdülhamit, gerçeklikten kopartılarak, bambaşka bir şahsiyete büründürülmüştür. Günümüzün siyasal İslamcısı, Tv dizilerinde İngiliz elçisine tokat atan bir Abdülhamit dahi üretmiştir. Oysa bunun gerçeklikle hiç ilgisi yoktur. Çünkü Sultan, elçilere gayet iyi ve saygılı davranan biridir.
Ak Parti hükümetlerinde önce Kültür Bakanlığı, sonra Millî Eğitim Bakanlığı yapan Hüseyin Çelik de Sultan Abdülhamit’le ilgili bu çekişmenin farkında olan bir entelektüel olarak konuya müdahil olma gereği duyup, bir kitap yayınlamıştı. 2023 yılında basılan (Alfa, 1. Baskı, 2023) kitap akademik bir sistematikle değil, genel okuyucuya hitap eden soru cevap şeklinde kaleme alınmıştır. Hüseyin Çelik’in siyasetçiden çok akademisyen olduğunu ve Yeni Osmanlılar üzerine ciddi tarihsel çalışmaları yaptığını belirtmemiz lâzım. Başta İngiltere olmak üzere bazı ülkelerin arşivlerinde araştırmalar yapmış olması da yayınlarına kalite ve güvenilirlik kazandırmıştır diyebiliriz. Milletvekili ve bakanlık dönemlerinde doçent olan Çelik, politika sonrasında üniversiteye dönerek profesörlük ünvanına da sahip olmuştur. Bu sebeple Sultan Abdülhamit isimli 208 sayfalık eserinin önemli mesajlar içeren ciddi bir yayın olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Hüseyin Çelik’e göre günümüz İslamcılarının Sultan Abdülhamit’i kutsaması, akla ziyan bir durumdur. Günümüz İslamcılarının kafalarındaki Abdülhamit’in kaynağı “çok iyi bir şair ama çok kötü bir ideolog olan Necip Fazıl’dır.” Duyguları aklının önünde olan Necip Fazıl, adeta Kemalizme karşı bir Hamidizm üretmiştir. Bu tarihin üretilmesindeki ikinci kişi de Kadir Mısıroğlu’dur (sh. 203).
Çelik, kitabını 24 soru ve 24 cevap olarak hazırlamış. Daha çok tartışmalı yönleri ele alarak hazırlanan bu soru cevaplarda ulaştığı sonuçları açıklamış. Elbette burada 24 sorunun tamamının cevabını verecek durumda değiliz. Bazı kısımlara değinerek kitap hakkında fikir vermeye çalışacağız.
Şehzadelik döneminde koyun, boya ve buğday ticaretiyle uğraşan Abdülhamit, parasını ünlü Rum bankerlerden Yorgo Zarifi aracılığıyla işleterek, Galata Borsası’ndan hatırı sayılır para kazanmış. Amcası Sultan Abdülaziz’in bir darbe ile padişahlıktan düşürülmesi soncunda kısa süre V. Murad’ın padişahlığının ardından tahta çıkmıştır. Amcasının darbe ile indirilmesi ve şehzadelerin önceleri uzun süre sarayda toplumdan uzak kafeste tutulmaları uygulaması onun psikolojisinin de bozuk olmasına neden olmuştur. Tahta çıktığı ilk yıllarda vaziyete çok da hakim değilken önemli ve yetenekli devlet adamlarıyla çalışmış, ama zamanla duruma hakim olunca liyakati bir kenara bırakarak, kendine sadakat gösteren liyakatsiz ve ehliyetsiz kişilerle çalışmış. Yazar, bu konuda günümüze de gönderme yapmakta ve şöyle demektedir: “Esasen tek adam rejimiyle bütün Doğu toplumlarında durum aynıdır. Liderler, zayıfken veya kendilerini yeteri kadar güçlü hissetmedikleri zaman etraflarına liyakat ve ehliyeti esas alarak güçlü insanlar toplarlar. Ne zaman ki güçlenirler veya kendilerini yeteri kadar güçlü hissederler, liyakat ve ehliyet ortadan kalkar, liderler etraflarına mutlak sadakat gösterecek ve her durumda kendilerine biat edecek kişileri toplarlar.” (sh. 16). Günümüz siyasal İslamcıları Abdülhamit’in yeteri kadar yerli ve millî olduğunu zannetseler de, durum öyle değildir. Padişah önemli ve kritik mevkilerde çok sayıda Ermeni, Rum, Yahudi devlet adamlarıyla da çalışmıştır. Bunların küçük bir listesi de kitapta mevcut (sh. 20).
Abdülhamit döneminde Osmanlı ekonomisi iflasın eşiğindedir. Avrupa’nın sanayi devrimi ile fabrikasyon üretime geçerken, Osmanlı’da el tezgâhları ile yapılan üretimin rekabet ve dayanma gücü yoktur. Devletin hazinesi ağzına kadar doluyken Topkapı Sarayı ile yetinilmiş, ama çöküşün başladığı 19. Yüzyılda peşpeşe saraylar ve köşkler yaptırılmıştır. Topkapı dışındaki tüm saraylar çöküş dönemi eserleridir. Ekonomi iflasta olduğu için bu saraylar Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde büyük ölçüde borç alınarak yaptırılmıştır. Abdülhamit tahta çıktığında amcası Abdülaziz, borçları ödeyemediği için iflas anlamına gelen moratoryum ilan etmişti. Abdülhamit döneminde eğitim, sağlık, ulaştırma ve haberleşme alanlarında çok önemli yatırımlar yapılmakla birlikte, dışa bağımlılık zirve yapmış ve ödenemeyen borçlar yüzünden 1881’de Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kurularak, yabancı devletler imparatorluğun gelirlerine el koymaya başlamıştır. 1854’te borç alınmaya başlanmış ve son borç taksiti de 1954’te Cumhuriyet döneminde ödenmiştir. 1901’de devlete borç veren Fransız asıllı iki Galata bankeri alacaklarını tahsil edemeyince devleti mahkemeye vermiş ve davayı kazanmışlardır. Hazinede para olmadığı için mahkeme kararına rağmen ödeme yapılamamış ve bu defa büyükelçi ülkeyi terk etmeye kalkışınca Sultan durdurmaya çalışmış ve başaramamıştır. Ödenmeyen borç yüzünden yedi gemiden oluşan Fransız savaş filosu Midilli Adasını abluka altına alarak gümrüklere el koymuştur (sh. 26).
Günümüzün bazı cahil İslamcıları Abdülhamit döneminde bir karış toprak kaybedilmedi diyorlar. Oysa o dönemde bugünkü Türkiye’nin iki katından daha fazla toprak kaybedildiği inkâr edilemeyecek bir gerçek. Kıbrıs, Tunus, Mısır, Sırbistan, Romanya, Karadağ ile Rumeli’deki bir çok yer o dönemde kaybedildi. Kars ve Ardahan yıllarca Rusların işgalinde kaldı (sh. 33). Kıbrıs’ın kaybedilmesine kitapta ayrı bir bölüm ayrılmış. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Abdülhamit, Ruslara karşı kendisini koruması için İngilizlerle bir anlaşma yaparak Kıbrıs’ı adeta onlara armağan etmiştir (sh. 87-90).
Abdülhamit, uğraşmasına rağmen kapitülasyonların kaldırılmasına bir santim ilerleme sağlayamamış ve bu ancak Lozan Antlaşmasıyla yeni Türk devletine nasip olmuştur. Osmanlı’da çok sayıda yabancı devletlerin açtığı okullar mevcuttu ve bunların yüzde 90’ı Sultan Abdülhamit döneminde açılmıştır. Örneğin Amerika’ya ait 400’ü aşkın okulda 20.000’e yakın öğrenci vardı. Bu okulların misyonerlik yaptıkları da bilinmektedir (sh. 37-39).
Çelik’e göre onu “yerli ve millî” göstermeye çalışanlar ısrarla onu Batı ve Batılılaşma karşıtı olarak takdim ediyorlar ki, bu doğru değildir. Müslümanların halifesidir ama tam bir Batılı burjuva gibi yaşamıştır. Şarap haramdır diyerek rom ve konyak içmiştir. Onun bir dindar ve veli olduğu iddialarının gerçeklik payı yoktur. Saray tiyatrosunda Avrupa’daki son opera ve operetleri ailesiyle birlikte seyrederdi. Türk müziğinden hoşlanmazdı, bütün çocuklarına Batı müziği eğitimi aldırdı. İlk içki fabrikası olan bira fabrikasını Bomonti kardeşlere açtıran da odur. Padişahın şahsi mal varlığının da oldukça kabarık olduğu belirtilerek, bunların bir kısmının listesi de verilmiştir. Abdülhamit, bir darbe ile padişahlıktan düşünce, mal varlığına da büyük ölçüde el konulduğunu belirtelim.
Yazar, kitabında dönemin İslamcı aydınlarına önemli ve fazlasıyla yer vermiştir. O dönemin İslamcı aydınları Abdülhamit’in baskıcı ve jurnalci yönetimine şiddetle muhalefet etmişlerdir. Başta Mehmet Akif olmak üzere hemen hepsi de padişahın karşısında olmuştur. Mehmet Akif, onun hakkında çok ağır şiirler yazmıştır. Bunun çok sayıda örnekerini kitapta görmek mümkün. Saidi Nursi’ye de kitapta hayli yer verilmiş. Nursi, Mehmet Akif gibi padişahın şahsiyetine dair yazmamış ise de, onun istibdadını hep eleştirmiştir. Mehmet Akif, Saidi Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır’ın sonradan bu düşüncelerinden döndükleri yönünde günümüz İslamcılarında bir görüş varsa da, bunlar gerçek değildir ve görüşlerinden hiçbir zaman dönmemişlerdir. Filozof Rıza Tevfik ve bazıları Abdülhamit’ten sonra İttihat ve Terakki’nin berbat yönetimin görünce Abdülhamit’i övgüyle anmışlarsa da, bunun Abdülhamit dönemini aklamak anlamına gelmediğini, İttihat ve Terakki yönetiminden kaynaklandığını belirtme ihtiyacı duyulmuştur.
Onun amansız bir Yahudi düşmanı olduğu, dünya siyonizminin babası Teodor Herzl’e haddini bildirdiği de bir şehir efsanesidir. Aksine Sultan, Teodor herzle’e ve Rothschild ailesiyle yakın dostluk kurmuş, onları ikram ve ihsanlara boğmuştur (sh. 201).
Hüseyin Çelik’in kitabında Sultan Abdülhamit’le ilgili daha fazlası var. İlginç ve tartışmalı konulara kendi penceresinden yorumlar getirirken, bunları arşivlerden elde ettiği belgelere dayandırdığı anlaşılmaktadır. Soru cevap şeklinde olduğu için kolay okunan, bilgilendiren ve düşündüren bir kitap.




FACEBOOK YORUMLAR