Aanatole France’ın Pengunler Adası
Abbas Bilgili
Fransız edebiyatının Nobel ödüllü yazarı Anatole France Türkçede daha çok Fransız Devrimi’nin terör dönemini konu edinen Tanrılar Susamışlardı isimli romanıyla bilinir. Ancak Türkçeye çevrilmiş çok önemli bir romanı da Penguenler Adası’dır. Metafor ve mizah üzerinden Fransa tarihinin anlatıldığı bu roman bir yönüyle de Dreyfus Olayı’na değinir. 
Fransa’yı 1894-1906 arasında on iki yıl meşgul eden ve hukuk tarihinin gerçekleri saptırma konusundaki en bilinen davalarından olan Dreyfus Davası, Fransa’nın sınırlarını aşarak dünyada yankı bulmuş bir davadır. Yazar, 1844-1924 arasında yaşamış olması nedeniyle Dreyfus Davası’nın dönemini de yaşamış, görmüş ve takip etmiştir. Nitekim bu davada kamuoyunun aksine Dreyfus’un masumluğuna inanan Emile Zola’nın çok cesurca yazıları ve girişimlerine destek verenlerden biri de Anatole France’dır. Dreyfus’un suçsuzluğunun tam olarak yargı kararıyla tescil edildiği ve haklarının iade edildiği 1906 yılından iki yıl sonra 1908 yılında yayınlanan Penguenler Adası, Fransa tarihini hicvederken, o tarihte henüz çok taze olan Dreyfus Olayı’na da bir bölüm ayırmıştır. Dreyfus Olayı’ndan hemen sonra yayınlanmış olması sebebiyle, bu romanın söz konusu on iki yıllık dönem içinde yazılmaya başlandığı ve bu olaydan esinlenerek yazıldığını tahmin etmek güç değil.
Romanda yoğun bir hiciv rüzgârının varlığı hemen dikkat çekiyor. Fransa tarihini, insanlığın başlangıcından, romanın yazıldığı dönemi de aşarak geleceğe dair bölümle bitirdiğini görüyoruz. Ancak bu bildiğimiz bir tarih biçimi değildir. Kurgu bir romandaki penguenler üzerinden tercih edilmiş bir anlatım.
Kendini Tanrı’ya adamış, Tanrı hizmetkârı keşiş Mael, kayığıyla çıktığı gezide sürüklenerek bir adaya çıkar. Adada hiç insan yoktur. Tamamen penguenlerle doludur. Yaşlı keşiş, gözlerinin de iyi görmemesi nedeniyle penguenleri insan zanneder. Görevi, dinden habersiz insanları inanca döndürmek olduğu için penguenleri vaftiz eder. Penguenlerin vaftiz edildiği cennette duyulunca bir tartışma başlar. Din bilginlerinden bazıları vaftizin insanlara özgü olduğunu, bu sebeple de penguenlere yapılanın geçersiz olduğunu savunur. Aksi görüşte olanların da güçlü argümanları vardır. Uzun tartışmalardan sonra Tanrı’nın gönderdiği bir melek, keşiş Mael’e seslenerek, Tanrı’nın gücünü kuşanarak penguenlere insana dönüşmelerini söylemesini ister. Keşiş de söyleneni yapar ve o anda penguenler insana dönüşür.
Romanın “Eski Çağ” bölümünde insana dönüşen penguenlerin çıplaklığı gündeme gelir ve giyim konusu üzerinde durulur. Giyimle bağlantılı olarak cinsellik, erkek, dişi, iffet ve günah üzerinde durulduğunu görüyoruz. Penguenlerin insana dönüşmesi ile toprak parçasını çitle çevirerek mülk edindikleri, mülkiyet üzerinden kavga ettikleri, bu kavgadan hukuku doğurdukları ve güç kavramı üzerinde durulur. “Mülkiyetin tek ve gurur verici kaynağı güçtür. Mülkiyet, güç vasıtasıyla doğar ve muhafaza edilir” cümlesi de eleştirel bir yaklaşım gibi görünüyor. Yine verginin gerekliliği ve soyluların vergi vermemek için yaptıkları da mizahi bir dille ele alınıyor.
“Orta Çağ ve Rönesans” bölümünde din, bağnazlık, düşünce, karanlık, aydınlık konusu üzerinde durulur, Penguenlerle Foklar arasındaki yüz yıl savaşları da Avrupa tarihine dair ip uçlarını verir. “Diğerlerinden farklı düşünen her penguen derhal yakılarak öldürülürdü” cümlesi de dönemi anlatmak için yeterli. Katolik- Proteston kavgasında galibin Katolikler olmakla birlikte, kuşkuculuğun da yavaş yavaş yerleşmeye başladığı “Yeni Çağ” bölümünde filozoflar ve Fransız Devrimini anımsatan satırlara rastlıyoruz. Devrimin soylular ve ruhban sınıfı üzerindeki etkisinden cumhuriyet ve demokrasi kavramlarına ulaşıldığını görüyoruz.
Romanın özellikle hukukçuları yakından ilgilendiren bölümü “Modern Çağ: Seksen Bin Balya Saman Hadisesi” bölümüdür. Bu bölüm Fransa’yı 1894-1906 arasında meşgul eden Dreyfus Davası’nın işlendiği bölümdür. 1894 yılında Fransız Ordusu’na ait bazı bilgilerin Almanlara sızdırıldığı bilgisini alan Fransız İstihbaratı, suçlunun Yüzbaşı Dreyfus olduğunu iddia eder. Ciddi bir kanıt olmamasına karşın, Dreyfus’un Yahudi olması suçluluğu için yeterli görülür, yargılanır ve uzak bir sömürge adasında ömür boyu sürgün cezasına çarptırılır. Dreyfus sürgündeyken, akrabaları ve ordudaki Binbaşı Picquart suçlunun Dreyfus değil bir başkası olduğunu tespit ederler. Ancak bunu Savaş Bakanlığı’na ve Genel Kurmay’a kabul ettiremezler. Gerçeği ortaya çıkaran Binbaşı Picquart Tunus’a sürülür. Konu basına intikal edince kamuoyu ikiye bölünür. Dönemin ünlü yazarı Emile Zola, Cumhurbaşkanına hitaben “Suçluyorum” başlığı altında ağır ifadelerle gerçek suçluyu gizleyen Savaş Bakanlığı ve Genel Kurmay’ı ve başka ilgilileri suçlar. Zola’yı da yargılayıp para ve hapis cezasına çarptırırlar. Ancak Dreyfus’un dosyasını da yeniden açmak zorunda kalırlar. İkinci yargılamada bu defa da “suçsuz” diyemezler ve on yıl hapis cezası verip, temyiz etmezse Cumhurbaşkanınca affedileceği mesajı verilir. Dreyfus istemeyerek de olsa Cumhurbaşkanından af talep eder ve affedilir. Ancak tam olarak aklanması ancak 1906 yılında Yargıtay’ın ve meclisin kararı ile olur ve hakları iade edilir, orduya yeniden döner.
Anatole France’ın romanında Dreyfus olayı mizahi bir üslupla farklı şekilde anlatılır. Romanda Dreyfus’un ismi Pyrot, Emile Emile Zola’nın isimi ise Colomban’dır. Penguen orudusuna katılan Pyrot isimli Yahudi, komutanlarınca sevilmemektedir. Bir gün orduya ait seksen bin balya saman kaybolur. Savaş Bakanı, Dreyfus’u, bu samanları çalıp ezeli düşman foklara satmakla suçlar. Genel Kurmay Başkanı da “bunda şüphe yok” dedikten sonra “geriye bunu kanıtlamak kalıyor” der. Araştırma sonunda kanıt bulunmayınca Savaş Bakanı “kanıt bulacaksınız, hemen Pyrot’u tutuklayın” diye emir verir. Bütün ülkeye basın yoluyla Pyrot adlı bir hainin bunu yaptığı anlatılır. Herkes Pyrot’u suçlu kabul eder. Olayın nasıl olduğu konusunda kimse bir şey bilmiyordu. Sanık da bir şey bilmiyor. Yazar mizahi bir üslupla “Pyrot’u savunanlar da savcılığın kanıtlarını çürütemiyorlardı, çünkü hiçbir kanı yoktu” diyor.
Aslında samanın çalınması diye bir şey yoktu. Ülkenin tanınmış soylularından bir Kont, seksen bin balya samanı devlete satmış, parasını almış, ama devlete teslim etmemişti. Pyrot yanlıları, durumu öğrenip de Kont’un aslında bütün gelirinin, çalıştırdığı bir randevu evinden olduğunu kanıtladılar. Bu adamın yüzünden suçsuz Pyotr’un bir kafeste çile çektiğini söylediler. Ancak Savaş Bakanı’nın şerefi söz konusuydu! Bakan, ağırlığını koydu ve suçsuz Pyotr’u savunanları suçlu ilan etti.
Bu gelişme sonrasında penguen sosyolojisi üzerine altmış ciltlik eser yazmış olan ünlü yazar Colomban, Pyrot’un suçsuz olduğuna dair afişler yapıp, şehrin muhtelif yerlerine yapıştırmaya başlar. Ancak Pyrot’un suçluluğına ikna olmuş halk, ünlü yazara “vatan haini, alçak, hırsız, kahpe” diye saldırmaya başlar. Sokağa çıktığında taşlanır ama gerçeği açığa çıkarma mücadelesinden vazgeçmez. Pyrot’u suçlu gösterenler; “Suçlu olduğu için mahkum edilmediyse, mahkum edildiği için suçludur, ikisi de aynı şey” diyorlardı. “Onu tutukladığımızda yeterli kanıt yoktu ama şimdi var” diyorlardı ve kanıt aramaya devam ediyorlardı. Savaş Bakanı “Bu kadar kanıta gerek yok, çürütülemeyen tek kanıt suçlunun (veya masumun fark etmez!) itiraflarıdır” diyordu. Pyrot Karşıtları Derneği kurdurdular ve onu da kamu yararına çalışan dernek kabul ettiler. Colomban Ordunun şerefini beş paralık ettiği için yargılandı. Genel Kurmay Başkanı tanıklık yaparak Colomban’nın suçlu olduğunu ilan etti. Davada Pyrot’un davasından bahsetmek yasaktı. Tanıklık yapan bir teğmen, Pyrot suçsuzdur deyince tutuklandı. Colomban da suçlu bulundu. Bu arada hükümet değişti ve Pyrot’un suçsuz olma ihtimalini düşüneler konuyu araştırmaya başladılar. Dosyayı inceleyenler, kanıtlar arasında Rüya Yorumları kitabı bile buldular. Sonuçta uzun zaman sonra Pyrot’un suçsuzluğu anlaşıldı. Ülkedeki düzen benzer şekilde devam etti.
Penguenler Adası, her ne kadar Dreyfus davası için yazılmış intibaı veriyorsa da, insanlık tarihini, Fransa Tarihi bağlamında ele alıyordu. Dreyfus hadisesinden sonraki kısımlarda “Modern Çağ” anlatılıp, sonrasında ise “Gelecek Çağ: Bitmeyen Öykü” bölümüne sıra geliyor. Sonuç sayılacak bu bölümde insanlığın geleceğine dair ciddi kehanetlerde bulunuluyor ki, bunların önemli bir kısmı gerçekleşmiş durumda. Romanda tarih içinde din, siyaset, batıl inançlar, savaşlar, kadın erkek ilişkileri, hukuk, hukuksuzluk, bilim, aydınlanma konuları kurgu ile gerçek harmanlanarak ve metaforik bir anlatımla ele alınmıştır diyebiliriz.
Dünya edebiyatındaki 100 büyük romanı inceleyen Abraham H. Lass, bu romanı da inceleme kapsamına almış ve Penguenler Adası, yirminci asrın Candide’sidir demişti. Candide, bilindiği üzere düşünür Voltaire’ın metafor üzerinden toplum eleştirisi yaptığı hiciv yüklü felsefi bir romanıdır. Penguenler Adası’na dair bu benzetmenin isabetli olduğunu belirtmemiz lâzım.




FACEBOOK YORUMLAR