Yabancılaşma - Prof. Dr. Nazife Güngör

Yaşamımızın ne kadarı bize ait? Daha doğrusu yaşamımızın gerçek anlamda özneleri miyiz yoksa nesneleri mi? Kendi yaşamımıza ait kararları biz mi veriyoruz yoksa başkaları mı? Ne yaşıyoruz, niçin yaşıyoruz, kimin için yaşıyoruz, daha da önemlisi kime göre yaşıyoruz?

Yabancılaşma - Prof. Dr. Nazife Güngör
31 Ekim 2020 - 18:32

Etraftaki insanların telaşlı, kaygılı, korku dolu koşturmalarını gördükçe bu ve benzeri sorular düğümler oluşturarak gezinip duruyor kafamda. Arttıkça da artıyor.
Herkesin bir yaşam koçu var neredeyse.
Herkesin bir terapisti, bir diyetisyeni var.
Tele rüya yorumcularından, fincan falcılarına, oyun kağıdından gelecek okuyucularına tuhaf bir ağın içerisinde kıvranıp duruyoruz adeta.

Çıkış mı yok, biz mi çıkmak istemiyoruz buradan?
Nerede nasıl davranacağımızı bilemiyoruz, birileri söyleyince öğreniyoruz.
Protein yüklü kahvaltı, hafif kalori ara öğün, bol yeşillik, yanında kırmızı et öğle yemeği, akşam balık vs.
Ama yine de öğrenemedik bir türlü, hangi yiyecek ne verecek. Diyetisyen söyler, biz yeriz. Kilolar gider, zayıflarız, bitkin düşer yemeğe dalarız. Yağ toplar şişeriz. Spor salonları, diyetisyen, psikolog derken koşturup dururuz deforme olan bedenimizi forma getirmek, ayarından çıkan beynimize de tekrar ayar vermek için.
Ve beğeniler.

Renklerimiz, zevklerimiz, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz nelerdir bilemedik bir türlü. Fırsat da kalmıyor da bilmeye. Tam bir modelde, bir tarzda, bir renkte karar kılıyoruz, derken modası geçiveriyor. Kala kalıyoruz öylece. Moda koşar, biz kovalar.

Peki ne istediğimizi, ihtiyacımızın ne olduğunu biliyor muyuz?
Bilmiyoruz.
Ya da farkında olamıyoruz. Daha doğrusu birileri bizden daha hızlı davranarak ihtiyaçlarımızın ne olduğunu bize söylüyorlar veya dayatıyorlar. Ünlü düşünür Herbert Marcuse 1940’lı yıllarda bunun farkına varmıştı ve insanlığı uyarma misyonunu yerine getirmişti (Marcuse, 1991). Yaşamda kalmak için insanların  gerçek gereksinimleri vardır. Beslenme, barınma, korunma, giyinme vs. İnsanlar bu gereksinimleri kendi koşulları içerisinde yerine getirmeye çalışırlar. Ancak bir de durmaksızın üreten bir sistem var, içerisinde yaşamak zorunda oldukları. Sürekli üretime, sürekli tüketim lazım. Sürekli üreten birileri varsa, gereksinim duysun ya da duymasın, sürekli tüketen birilerinin de olması lazım. Marcuse’ye göre sürekli üreten sistemin ayakta durması için insanların durmak bilmez biçimde tüketime teşvik edilmesi gerekir. Bu da insanlarda birtakım yapay ihtiyaçlar yaratmakla ancak mümkün olabilmektedir.
Dolayısıyla da birileri gereksinimlerimizi, beğenilerimizi, hazlarımızı biçimlendirerek bütün gündelik yaşamımızı bize sormaksızın, bizim fikrimizi almaksızın, bizim duygularımıza,  isteklerimize aldırmaksızın biçimlendirmektedirler.

Birileri bizim yaşamlarımızı, kendilerinin iktidar oyun meydanları olarak işletiyorlar. Ve biz bundan rahatsız bile olamayacak kadar bihaberiz (Güngör, 2017).

Kültürün endüstriyel üretim ortamında üretilip, paketlenerek bize sunulan kültür parçacıklarıyla kültürleniyoruz (Güngör, 2067).  Birileri tarafından organize edilen, planlanan gündelik yaşamın içerisinde kıvranıp duruyoruz.
Gerçekte bizim olmaktan çıkmış bir yaşamı yaşamak için çırpınıyoruz. Yaşadığımız yaşamın öznesi olmaktan çoktan çıktık, ama bunun farkında değiliz. Nesnesi olarak yaşamaya maruz kaldığımız bu yaşamı içselleştirmekte de güçlük çekiyoruz.

Yabancılaşıyoruz. Yabancısı oluyoruz içinde yaşadığımız dünyanın.

Kaynakça:
Güngör, N. (2016), İletişim Kuramlar Yaklaşımlar, Siyasal Kitabevi.
Güngör,N. (2017), İletişime Giriş, Siyasal Kitabevi.
Marcuse, H. (1991), One Dimensional Man, Boston.

Nazife Güngör

Kaynak: 
e-Psikiyatri - Nöroloji, Psikoloji, Psikiyatri Birlikteliği


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum