VEFATININ 81. VATAN TOPRAĞINA VERİLİŞİNİN 66. YILINDA ATATÜRK - Yazan: ALİ GÜLER

VEFATININ 81. VATAN TOPRAĞINA VERİLİŞİNİN 66. YILINDA ATATÜRK - Yazan: ALİ GÜLER
14 Kasım 2019 - 16:05 - Güncelleme: 14 Kasım 2019 - 16:25

VEFATININ 81. VATAN TOPRAĞINA VERİLİŞİNİN 66. YILINDA ATATÜRK 

Rasattepe’de bir anıt mezar: “Anıt mezarlar”, bütün ülkelerin devlet adamları, liderleri için, onların hatıralarını yaşatmak amacıyla yaptıkları önemli eserlerdir. Eğer bizde olduğu gibi bu devlet adamı, lider aynı zamanda bir “kurucu kahraman” ise O’nun için yapılacak “anıt mezar” daha da önemli hale gelmektedir.

Türk milleti, 10 Kasım 1938’de kaybettiğimiz Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk için, O’na yakışır bir anıt mezar yapmıştır: Anıtkabir… O’nun ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için merkez yaptığı, demokrasimizin tecelligâhı olan TBMM’ni açtığı ve Kurtuluş Savaşı sonrasında da devlet yeniden yapılanırken genç Cumhuriyet’in “Başkenti” ilan ettiği Ankara’da yapıldı Anıtkabir… O zaman Rasattepe, şimdilerde Anıttepe’de…

Anıtkabir inşaatı yaklaşık on beş yıl sürdü. Başlangıcında, dünya bütün insanlığı etkisine alan ikinci bir küresel savaşın içinde, ateş çemberinden geçiyordu. Başka bazı nedenlerle birlikte inşaatın uzun sürmesinin temel nedeni 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı bu olumsuz şartlardı. Bir 10 Kasım günü kaybettiğimiz Atatürk’ü, bir başka 10 Kasım günü “ebedi medfenine” uğurladık. 1926’daki İzmir Suikastı sonrasında kendisine “geçmiş olsun” dileklerini ileten Türk milletine; “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” demişti. 10 Kasım 1953’te vatan toprağı ile sonsuza kadar ayrılmamak üzere kucaklaştı.

Anıtkabir bugün, hem Atatürk’ün mezarının bulunduğu, hem de Atatürk’ün hatıralarının yaşatıldığı bir mekândır. Bu yönüyle 2002’de yenilenerek ve genişletilerek yeniden düzenlenip hizmete sunulan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi işte O’nun hatıralarının genç nesillere anlatılabilmesi bakımından büyük bir işlevi yerine getirmektedir. Anıtkabir, bu müzenin yeni hali ile daha anlamlı hale gelmiştir.

ATATÜRK’ÜN VEFATI VE CENAZE TÖRENLERİ

Bilindiği gibi Atatürk, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak 10 Kasım 1938 günü saat 09.05’te hayata gözlerini yumdu. Dolmabahçe Sarayı’nda idi. Hastalığı devamlı ve danışman doktorları ile konunun uzmanı yabancı doktorlarının teşhisi ile “kanlı karaciğer iltihabı” yani “siroz” olarak belirlenmişti.

22 Ocak 1938’de ilk olarak Prof. Dr. Nihat Reşat Belger tarafından muayenesi ile başlayan süreç yaklaşık bir yıla yayılarak ve özellikle de son beş ayında yani Temmuz 1938’den sonra ağırlaşarak devam edecektir. Haziran ve Temmuz aylarını Savarona Yatı’nda geçiren Atatürk, Ağustos’tan itibaren Dolmabahçe Sarayı’nda kendisi için hazırlanan Pembe Salon’da kalacaktır. 8 Kasım’a kadar zaman zaman ağırlaşarak ilerleyen hastalık süreci, 8 Kasım saat 18.30’da Atatürk’ün “derin bir komaya” girmesiyle bilinen sona doğru yaklaşacak, 10 Kasım sabahı 09.05’te de tıbbi ölüm gerçekleşecektir. Atatürk’ün ölümünden sonra naaşının Anıt Mezar inşaatı nedeniyle uzun süre bekleyebileceği düşünülerek bir dizi işlem gerçekleştirilmiştir. Bu işlemleri ana hatları ile şu şekilde sıralamak mümkündür:

Öncelikle Hıfzıssıhha Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel tarafından Atatürk’ün yüzünün ve ellerinin mulajları (maskları) alınmıştır. Ardından o dönemde İslam Tetkikleri Enstitüsü Müdürü olan Ord. Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya Hoca’nın imamlığında Atatürk’ün naaşı İslami usullere göre yıkanarak kefenlenmiştir. 10 Kasım günü yapılan bu işlemlerin ardından 11 Kasım günü Atatürk’ün naaşı Patolog Prof. Dr. Lütfü Aksu tarafından “tahnit” edilerek kurşun bir tabuta, o da gül ağacından yapılan bir taşıma tabutuna konulmuştur. Taşıma tabutu, Türk bayrağına sarılarak Muayede Salonu’nda hazırlanan bir katafalka konulmuş ve halkın ziyaretine hazır hale getirilmiştir.

16 Kasım günü başlayan halkın ziyareti 18 Kasım gecesi geç saatlere kadar sürmüştür. 19 Kasım sabahı İstanbul’dan Ankara’ya nakil töreni yapılacaktır. Nakil töreni sabah saat 08.30’da başlamadan hemen önce Ord. Prof. Dr. Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın imamlığında hazır bulunanlar tarafından Muayede Salonu’nda Atatürk’ün cenaze namazı kılınmıştır.

Top arabasına konulan Atatürk’ün naaşı, Dolmabahçe, Tophane, Karaköy, Galata Köprüsü, Eminönü, Gülhane Parkı güzergâhı takip edilerek, yoğun bir kalabalıkla Sarayburnu’na getirilmiştir. Burada bekleyen Zafer Torpidosu’na konulan Atatürk’ün naaşı açıktaki Yavuz Zırhlısı’na götürülmüş ve ona nakledilerek İzmit’e doğru yola çıkmıştır. Bu sırada dost ve müttefik ülkelerinde katılımı ile havadan ve denizden bir uğurlama da icra edilmiştir. İzmit’te törenle karaya çıkarılan Atatürk’ün naaşı, yine törenle hazırlanmış bulunan ve Atatürk’ün yurt gezilerinde kullandığı özel vagona konularak, trenle Ankara’ya hareket etmiştir. Bu sırada 2. Cumhur Başkanı İsmet İnönü Ankara’da, Başbakan Celal Bayar ve Tören Komutanı Orgeneral Fahrettin Altay İzmit’ten Ankara’ya Atatürk’ün naaşını götüren trendedir.

Özel tren, 20 Kasım 1938 günü saat 10.00’da Ankara Garı’nda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve diğer devlet erkânı tarafından törenle karşılanmış, trenden alınarak top arabasına konulmuş ve 2. TBMM’ne getirilerek, Meclisin önünde hazırlanan katafalka konularak halkın ziyaretine açılmıştır. Halk bir gün Atasının naaşını ziyaret etmiştir.

21 Kasım 1938 Pazartesi günü Atatürk’ün naaşı devlet töreni ile geçici kabir olarak kararlaştırılan Etnoğrafya Müzesi’ne götürülmüştür. 31 Mart 1939 tarihine kadar burada hazırlanan katafalkta muhafaza edilen naaş, bu tarihte devlet erkânının huzurunda bayraklı tabutuyla birlikte geçici kabrine konulmuştur.

Etnoğrafa Müzesi’ndeki bu geçici kabir, 15 yıl bir nevi Anıtkabir işlevi görmüştür. Özel anma günlerinde buradaki geçici mezara çelenkler konulmuş, yerli ve yabancı ziyaretçiler hatıra defterini burada yazıp imzalamışlardır.

MEZAR KONUSUNDA ATA’NIN BİR TERCİHİ VAR MIYDI?

Atatürk, Türk-İslâm geleneğinde örnekleri görülmesine rağmen sağlığında kendisi için bir mezar yaptırmamıştı. Daima milletine inanan ve güvenen Atatürk, Türk milletinin kurtarıcısını unutmayacağını, onun hatıralarını en iyi şekilde yaşatacağını biliyordu. Bu nedenle Atatürk kendisi ve ailesi için bir mezar yaptırmadığı gibi, gömüleceği yer hakkında da bir vasiyette bulunmamıştı.

Mesela annesi Zübeyde Hanım (1857 Selanik- 15 Ocak 1923 İzmir) için, defnedildiği Ferik Osman Paşa Camii (Karşıyaka-İzmir) bahçesinde Latife Hanım tarafından yaptırılan sandukalı ve uzun kitabeli mezarın resmini gördüğünde ve sonra yerel yöneticilerin gösterişli bir mezar yapılmasını önerdiklerinde Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir: “İlk fırsatta İzmir’e gidersin, bu sanduka ve kitabeyi kaldırırsın, dağdan iki büyük ve uzun taş getirtirsin, birini olduğu gibi temel üzerine tespit ettirir, diğerini baş tarafa diktirirsin ve bunun bir yerini biraz düzelterek: ‘Atatürk’ün Anası Zübeyde Burada Gömülüdür’ diye yazdırırsın. Altına da ölüm tarihini koydurursun yeter.” Gerçekten de Zübeyde Hanım’ın mezarı bugün Atatürk’ün istediği şekilde, bir kayadan ibarettir.

Atatürk’ün, kendi mezarının şekli ve mezarın yeri konusunda sağlığında ne düşündüğü çok yakınında bulunan bazı insanların anılarında nakledilmektedir. Mesela Afet İnan bu konuda şunları anlatmaktadır:

“Atatürk’ün ölümünden sonra O’nun yatacağı yer ve üzerinde kurulacak anıt için, çeşitli düşünceler ileri sürülmüş ve milletin bütün hassasiyeti bu mesele üzerinde senelerce işlemiştir. Bu hususta kendisinin yazılı bir vasiyetnamesi yoktur. Ancak bu meseleye ait bazı hatıralarım vardır. Buna göre Atatürk’ün gömüleceği yer ve toprak, devlet merkezi Ankara’da olacaktı. Çünkü onun en son kuvvetli arzusu bir an önce Ankara’ya dönebilmekti. Fakat bu şehrin neresinde? Atatürk’ün kabri için, sağlığında benim bildiğim iki yerden bahsedilmişti. Biri Eski Büyük Millet Meclisi’nden İstasyon’a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer.

Diğeri Çankaya’daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu münasebetle konuşulmuştur: Bir akşam Atatürk’ün etrafında toplananlar arasında, onun fani oluşu üzerinde durulmuş ve kendisi şu cümlesini tekrar etmişti. ‘Benim nâçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’ Dedikten sonra ‘milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın.’ Büyük Millet Meclisi’nin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan Recep Peker’e ise; ‘iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem.’ Ancak, yine o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok mütehassis ettiğini, bugün gibi hatırlıyorum. Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik müdafaasını yapmıştı. Atatürk, ‘böyle bir fikrin tatbikatından ancak fani vücudu için haz ve gurur duyacağını’ ifade ederken bana bakarak ‘bunu unutma’ demişti. Bu itibarla O, Ankara’da yurdun bilhassa sınırlarından muharebe meydanlarından ve her taraftan gelen toprak üzerinde yatmaktadır.

Bu hatıramın esas noktalarını hülâsa edecek olursam; gösterilen mezar yeri için, O müspet veya menfi bir arzuyu desteklememiştir. Ancak, yurdun her tarafından gelerek toplanacak toprağa yatmayı gönülden arzu etmiştir. Kabir yeri için ikinci hatıram da şudur: 1932 yılının yaz aylarında bir gündü. Çankaya’daki Yeni Pembe Köşk’ün yapılması bitmiş, döşenmiş ve oraya taşınılmıştı. O sırada Atatürk’ün mumdan yapılmış iki cam arasına konmuş bir resmini getirmişlerdi. Bu resim, ancak ışık vurduğu zaman görülebiliyordu ve kırılmasın diye de iki pencerenin arasına koymuştum.

MUSTAFA KEMAL DENİZ’İ ÇOK SEVERDİ

Akşam Çiftlik’te bazı davetlilerle Marmara Köşkü’ne yemeğe gitmiştik. M. Kemal sofrada, gündüz gördüğü bu resmi hatırlayarak konuşmaya başlamıştı. Mumya yapmak âdetinin tarihte geçirdiği safhaların üzerinde durduktan sonra bir ara kendisi, ‘beni öldükten sonra Çankaya’ya gömer hatıramı yaşatırsınız’ demişti. Fakat bu fikrinden derhal vazgeçerek aynen şöyle ifade etmiştir: ‘Beni milletim nereye isterse oraya gömsün, fakat benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya olacaktır’ diye tekrarlamış ve Çankaya’yı kendisinin mezarı olarak istemekten vazgeçmişti.

Atatürk, burada insani bir hisle yaşadığı yere bağlılığını ifade etmişti. Ancak mezarı olacak yer için bir dileğini başka hiçbir zaman vasiyet şeklinde bizlere bildirmedi ve bu geceden sonra Çankaya’ya gömülme meselesini tekrar ettiğini hiç işitmedim.

Böylece O, benim anladığıma göre, Çankaya’nın kendi hatıralarının yaşadığı ve yaşayacağı bir yer olarak kalmasını arzu etmiştir…” Ayşe Afetinan aynı anılarında; “M. Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur” tespitini yaptıktan sonra konuyla ilgili iki hatırayı anlatarak, Atatürk’ün gömüleceği yer ile ilgili şu hükme varmaktadır: “Demek ki, Atatürk gömüleceği yer için, resmi bir vasiyet yazmadığı gibi, hususî arzularını da, benim bildiğime göre, bu vesilelerle izhar etmiş, fakat kesin bir kararını bizlere bildirmemiştir. Ancak bazı arzu ve düşüncelerini ifade etmiştir. Onlar da: a) Sembolik manası olan bütün vatan parçalarından gelen toprakta yatmak, b) Bol yeşillikli ve çam ağaçlı bir yer olmak.”

Bugün Anıtkabir’in bulunduğu ve “Anıttepe” olarak bilinen tepenin adı Anıtkabir yapılmadan önce “Rasattepe” idi. Burada tepenin doruğunda birkaç küçük yapı vardı. Bu yapılar, rasat (meteoroloji) istasyonu olarak kullanılıyordu. “Rasattepe” adı da bundan dolayı verilmişti. Burada bulunan Tümülüslerden dolayı Ankara halkı buraya “Beştepeler” de diyordu.

ATATÜRK’ün yüce kişiliğine uygun bir anıtmezar yapılması düşüncesi ile hükümet, Anıtkabir inşaatının yapılacağı yerin tespiti için özel bir komisyon kurdu. Bu komisyon, Başbakanlık Müsteşarı’nın başkanlığında Milli Savunma Bakanlığından General Sabit ve Hakkı, Bayındırlık Bakanlığı’ndan Yapı İşleri Genel Müdürü Kazım, İçişleri Bakanlığından Müsteşar Vehbi Demirel, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Yüksek Öğretim Genel Müdürü Cevat Dursunoğlu’ndan oluşuyordu.

Komisyon ilk toplantısını 6 Aralık 1938’de yaptı. Toplantıda, Anıtkabir konusunda yerli ve yabancı bilim adamlarının düşüncelerinden faydalanılması ve komisyon toplantılarına bu alanda ünlü kişilerin çağrılması kararlaştırıldı. Bu arada o dönemde yurdumuzda çalışan Ankara’nın imar planını hazırlamış olan ünlü şehircilik uzmanı Prof. Dr. Jansen’e, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni binasının mimarı Prof. Dr. Holzmeister’e, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi binasının mimarı Prof. Dr. Taut’a ve Güzel Sanatlar Akademisi’nden Prof. Belling’e başvuruldu.

İkinci toplantısını 16 Aralık 1938’de yapan Başbakanlık Anıtkabir Komisyonunun yaptığı çalışmalar ve bilim adamları ile sanatçılardan gelen raporlar sonucunda Anıtkabir için şu yerlerin uygun olabileceği tespit edildi: Çankaya, Etnografya Müzesi, TBMM’nin arkasındaki Kabatepe, Ankara Kalesi, Bakanlıklar (Milli Eğitim Bakanlığı için ayrılan arsa), Eski Ziraat Mektebi (Milli Mücadele’nin ilk karargâhı), Gençlik Parkı, Altındağ (Hıdırlık Tepe) ve Gazi Orman Çiftliği. Anıtkabir için önerilen bu yerler arasında en çok benimsenen “Çankaya” olmuştur. Birçok bilim adamı ve yazarlarca da desteklenen bu görüş kabul görmek üzere idi ve Anıtkabir’in Çankaya’ya yapılmasına karar verilecekti.

YER SEÇİMİ İÇİN TBMM DEVREDE

Anıtkabir’in yapılacağı yerin kesin olarak tespiti için TBMM’de 15 milletvekilinden oluşan bir üst komisyon oluşturuldu. Bu komisyonun başkanı Münir Çağıl, raportörü de Süreyya Örge Evren (Balıkesir) idi. Komisyonun üye milletvekilleri ve seçim bölgeleri de şu şekilde idi: Rasih Kaplan (Antalya), Dr. Mazhar Germen (Aydın), Dr. S. Uzel (Manisa), Rafet Canıtez (Bursa), İ. Eker(Çorum), Mazhar Müfit Kansu(Denizli), Necip Ali Küçüka (Denizli), N. KANSU (Erzurum), Tevfik Tarman (Seyhan), Mithat Aydın (Trabzon), F. Rıfkı Atay (Ankara), Ferit Güven (İçel) ve Salâh Cimcoz (İstanbul). Aşağıda değerlendireceğimiz Komisyon Raporu’ndaki ifadeden bu milletvekillerinden Denizli Milletvekili Necip Ali Küçükanın “mazereti dolayısıyla müzakerede bulunamadığı” anlaşılmaktadır.

Başbakanlık’ta daha önce kurulan komisyona Anıtkabir yeri konusunda gelen teklifler, dosyalar halinde düzenlenerek TBMM’ye gönderildi. Üyeler bu dosyaları incelediler. Anıtkabir’in ya Çankaya’da, ya da Etnoğrafya Müzesi’nin bulunduğu yerde kurulmasına karar verilmek üzeri iken; Komisyon Başkanı, “teklif edilen yerleri incelediniz. Üye arkadaşlar, başka yerleri de arayabilirler” dedi. Komisyon üyelerinden Trabzon Milletvekili Mithat Aydın ileri sürülen yerlerin hiçbirini uygun bulmuyordu. Ertesi gün Ankara’nın birçok yerini bu amaçla gezdi, inceledi.

RASATTEPE KEŞFEDİLİYOR

Yüksek Mühendis olan Mithat Aydın, otomobili ile çıkamadığı yerlere yaya tırmanıyordu. Etlik’i, Keçiören’i Cebeci’yi, Altındağ’ı gezdi. En son, o zamanlar üzerinde birkaç küçük yapı bulunan Rasattepe’ye çıktı. Bu tepe şehrin ortasındaydı. Çevresi boştu. Burada yapılacak Anıtkabir çok uzaklardan görülebilirdi. Mithat Aydın, komisyon son toplantısında Anıtkabir yeri olarak Rasattepe’yi önerdi. Tepenin özelliklerini anlattı. Fakat daha önce Çankaya üzerinde düşünce birliğine varmış olan üyeler, kararlarından dönmüyorlardı. Bu sırada Antalya Milletvekili Rasih Kaplan söz aldı ve şunları söyledi:

“Arkadaşlar! Yurdumuzda birçok eserler ortaya koymuş olan bir mühendis arkadaşınız bize yeni bir yer gösteriyor. Biz bu yeni yeri görmeden nasıl reddedebiliriz? Yarın Mithat Aydın Genel Kurulda söz alır ve ‘ben bir yer gösterdim. Gidip bakmadılar bile!..’ derse ne karşılık verirsiniz?” Rasih Kaplan’ın bu açıklaması üzerine komisyonda çetin tartışmalar oldu. Üyelerden büyük çoğunluk Rasattepe’yi görmek istiyordu. Bu yönde karar alındı. Milletvekilleri, hazırlanan taşıtlarla Rasattepe’ye çıktılar. Tepeyi birçok yönden incelediler. Vardıkları sonuç olumluydu. Aynı gün yapılan ikinci toplantıda birçok üye söz aldı. Rasattepe’nin Anıtkabir için uygun olduğunu açıkladılar. Fakat Çankaya üzerinde kararlı olanlar, düşüncelerinden dönmüyorlardı. En son Süreyya Örge Evren söz aldı. Rasattepe’nin Anıtkabir için çok elverişli özelliklerini anlattı ve sözlerini şöyle tamamladı:

“Rasattepe’nin bunlardan başka bir özelliği daha vardır ki, hayali genişçe olan her kişiyi derin bir şekilde ilgilendirir sanırım. Rasattepe, bugünkü ve yarınki Ankara’nın genel görünüşüne göre; bir ucu Dikmen’de, öteki ucu Etlik’te olan bir hilalin tam ortasında, bir yıldız gibidir. Ankara, hilalin gövdesidir. Anıtkabir’in burada yapılması kabul edilirse şöyle bir durum ortaya çıkacaktır: Türkiye’nin başkenti olan Ankara şehri, kollarını açmış Atatürk’ü kucaklamış olacaktır. Atatürk’ü böylece bayrağımızdaki hilalin yıldızının ortasına yatırmış olacağız. Atatürk, bayrağımızla sembolik olarak birleşmiş olacaktır! Ben bu açıklamayı, birçok aydın kişilere ve bu arada Hüseyin Cahit Yalçın’a da yaptım. Bu büyük fikir adamı, ‘Atatürk’ün yatacağı yerin böyle açıklanmasında, gelecek nesilleri teşvik etmek bakımından büyük faydalar vardır’ buyurmuştur. Atatürk Anıtkabir’i için Rasattepe’ye oy verecek olanlar Atatürk’e olan minnet borçlarını ödeme yolunu tutmuş olurlar!..” Süreyya Örge Evren’den sonra İçel Milletvekili Emin İnankur söz aldı ve bir anısını anlattı. Emin İnankur, eski bir öğretmendi. Atatürk onu çok severdi. Atatürk çok defa onu yanına alır, şehri birlikte gezerlerdi. Yine bir gezide yolları Rasattepe’ye düşmüştü. Atatürk şehri buradan seyrettikten sonra Emin İnankur’a dönmüş ve “bu tepe ne güzel bir anıt yeri!..” demişti. Emin İnankur ve Süreyya Örge Evren’in bu açıklamalarından sonra, Rasattepe’yi beğenenler çoğunluğu sağladılar. Anıtkabir’in Rasattepe’de yapılması, büyük çoğunlukla kararlaştırıldı. Karar Hükümet’e bildirildi ve kamulaştırma çalışmalarına 7 Temmuz 1939’da başlandı.

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan ve “Parti Grubu Yüksek Reisliğine” yazılan “Parti Komisyonu Raporu”na göre 15 milletvekilinden üçü Rasattepe’ye muhalefet ile Çankaya konusunda ısrar etmişlerdir. Raporun sonuna itiraz gerekçelerini de yazan bu milletvekilleri; Falih Rıfkı Atay (Ankara), Ferit Güven (İçel) ve Salah Cimcoz (İstanbul)’dur. Bu üç milletvekillerinin itiraz gerekçeleri rapora göre şöyledir: “Hükümetçe teşkil olunan komisyon Ankara şehrinin imar planını yapan şehirci ile iki mimar, bir heykeltıraş ve diğer mütehassıslardan (Anıtkabir) yeri için fikir sormuştur. Mütehassıslar Etnoğrafya müzesi yerinin böyle bir abide için muvafık olmadığı hususunda hemen hemen müttefiktirler. Bizler mütehassısların bu kararına iştirak ediyoruz. Mütehassıslar, istasyon arkasındaki tepeyi tasavvur bile etmemekte haklı idiler. Sonra teklif olunan tepe hakkında ilk raporları imza etmiş olanlardan Ankara’da bulunanlar kati red cevabı vermişlerdir. Bizler bu red cevabına ve onun mucip sebeplerine iştirak etmekteyiz. Mütehassısların ekseriyeti Çankaya mevkiinde toplanmıştır.

Çankaya’daki tepeler grubundan herhangi bir suretle istifade edilmek ihtimalini düşünen Nafia fen heyeti, köşk yolları ile iltisakı olmayan bir tepe seçmiştir. Eski köşkün diğer tarafında, su depolarının bulunduğu tepe de aynı vasıfları haizdir. Bizim fikrimizce Çankaya üstünde karar vermek, fakat tam yerinin intihabını âbide müsabakasına iştirak edenlerle münakaşa ederek tayin etmek daha doğru olur. Atatürk, bütün hayatında Çankaya’dan ayrılmamıştır. Çankaya şehrin her tarafına hâkimdir ve Milli Mücadele, devletin kuruluşu ve inkılaplarımızın hatıralarına ayrılmaz bir surette bağlıdır. En muhteşem abideler inşasına müsaittir. Hülâsa maddî, manevi bütün şartları haizdir. Atatürk’ü ölümünden sonra, Çankaya’dan ayırmayı haklı gösterecek hiçbir sebep bulamadık. Onun için bizler Çankaya fikrinde ısrar ediyoruz.”

ATASINI BEKLEYEN RASATTEPE’NİN TARİHÇESİ

Bugün Anıtkabir’in bulunduğu ve “Anıttepe” olarak bilinen tepenin adı Anıtkabir yapılmadan önce “Rasattepe” idi. Burada tepenin doruğunda birkaç küçük yapı vardı. Bu yapılar, rasat (meteoroloji) istasyonu olarak kullanılıyordu. “Rasattepe” adı da bundan dolayı verilmişti. Burada bulunan Tümülüslerden dolayı Ankara halkı buraya “Beştepeler” de diyordu. Anıtkabir’in Rasattepe’ye karar verilmesinden sonra buradaki Tümülüslerin kaldırılması gerekiyordu. Bu amaçla, Türk Tarih Kurumu’nun da yardımıyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyelerinden Arkeolog Doç. Dr. Tahsin Özgüç’ün başkanlığında bir kurul oluşturuldu. Müzeler Genel Müdürlüğü arkeologlarının da katıldığı bu kurul, Rasattepe’deki Tümülüslerde kazılar yaptı. Yapılan kazılar sonunda bu Tümülüslerin Firiglere ait olduğu anlaşılmıştır.

Firigler, Anadolu’ya M.Ö. 1.200 yılları başlarında Deniz Kavimleri Göçü sırasında gelmişler, Hitit Devleti’ni yıkarak Anadolu’da yeni bir devlet kurmuşlardır. Başkentleri Polatlı yakınlarındaki Gordion şehri idi. Rasattepe’deki Tümülüsler de Gordion’dakiler gibi toprağın içine yapılmış oda biçiminde mezarlardı. Odanın içine ölü ve öteki dünyada kullanacağı düşünülen birçok eşya, silah, yiyecek konulmuş, mezar kalın kalaslarla örtülmüş, sonra da üstüne bir küçük tepe halinde toprak yığılmıştı. Bu Tümülüslerden çıkarılan eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Projedeki en önemli değişikliklerden biri mozolenin üzerindeki “tabuta” benzetilen ikinci katın kaldırılmasıdır. Bunun ana nedeni de yukarıda değindiğimiz zemin ve deprem incelemelerindeki önerilerdir. Anıtkabir yerinin seçilmesinden sonra sıra, bu yapının özelliklerinin belirlenmesine ve proje yarışmasının açılmasına gelmişti.

23 Mayıs 1939 tarihinde Başbakan Refik Saydam, TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada; “Rasattepe üzerindeki kadastro işlemlerinin yapıldığını, bu arazinin bazı bölümlerinin devlete, belediyeye ve özel şahıslara ait olduğunun belirlendiğini, arazinin kapladığı alan ve sınırlarının tespit edildiğini ve gereken haritaların çizildiğini” belirtti. Başbakan ayrıca; “Anıtkabir için 205.000 TL istimlak bedeli, 45.000 TL uluslararası proje yarışması olmak üzere toplam 250.000 TL ödenek ayrıldığını ve 287.000 metrekarelik alanın kamulaştırılmasının planlandığını” belirtti. 7 Temmuz 1939’da TBMM’de Rasattepe’nin kamulaştırılmasına karar verildi. Rasattepe’nin kamulaştırılması için hazırlanan plan, Bakanlar Kurulu tarafından kabul edildi. Kamulaştırma işlemi için oluşturulan komisyonun başkanlığına seçilen Başbakanlık Müsteşarı Vehbi Demirel, bu tepenin kamulaştırılması için Ankara Belediyesine tebligatta bulundu. Anıtkabir sahasının 1939 yılında 214.878 metrekare, 1940 yılında 188.334 metrekaresinin kamulaştırma ilanı Ankara Belediyesince 5 Eylül 1940 tarihli Ulus gazetesinde yayınlandı.

Ankara Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nden Başbakanlık’a “Yüksek Baş Vekâlete” başlıklı yazılan 25. 12. 1940 tarihli bir yazıdan öğrendiğimize göre; 1940 yılının aralık ayı sonu itibarı ile “Yenişehir’de Rasattepesi mevkiinde Anıtkabir inşa edilmek üzere” istimlâk için 1939 yılı mali bütçesinden 250.000 lira; 1940 yılı bütçesinden verilen 1.000.000 liradan da 532.841.06 lira sarf edilmiştir. Bu kapsamda 1939 yılı içinde 32 şahıstan 118.114 metrekare; 1940 yılında da 85 şahıstan 289.061 metrekare olmak üzere toplam 407.175 metrekarelik bir alan kamulaştırılmıştır. Aynı belgeden “henüz arsa sahipleri tarafından müracaat edilmemesi dolayısı ile 27 şahsa ait” toplam 97.048.50 metrekarelik bir alanın kamulaştırılması işinin 1941 yılına kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Kamulaştırma işlemlerinin değişik tarihlerdeki bakanlar kurulu kararları ile devam ettiği görülmektedir. Bu kararlar sırasıyla şu şekildedir:

20 Nisan 1940 tarih ve 1463 sayılı karar,
23 Kasım 1943 tarih ve 3/78 sayılı karar,
27 Haziran 1947 tarih ve 3/671 sayılı karar,
25 Aralık 1947 tarih ve 3/6762 sayılı karar,
21 Eylül 1950 tarih ve 11928 sayılı karar,
1964 yılı kararı,
1982 yılı kararı

Bütün bu kamulaştırma işlemleri sonucunda bugün için Anıtkabir arazisi toplam 750.000 metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Buna “Anıt Bloğu” ve “Barış Parkı” da dahildir. Anıt Bloğu; Aslanlı Yol, Tören Meydanı, Mozole ve on adet Kule’den oluşmaktadır.

ZEMİN İNCELEMELERİ

Rasattepe’nin takribi ağırlığı 150.000 tona ulaşacak olan yapının basıncına dayanıp dayanmayacağının tespiti için, modern yöntemlerle “temel mekaniği” incelemesine ihtiyaç vardı. Bu amaçla Bayındırlık Bakanlığı, İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Salih Sayar’ı görevlendirdi. Prof. Dr. Sayar 18 Mayıs 1945 tarihli raporunda; 907 rakımlı Rasattepe’nin eski bir alüvyon alanı üzerinde bir taraça kalıntısı olduğunu ve Dördüncü Zaman’ın ilk devrelerinde oluştuğunu belirledi. Bu çalışma doğrultusunda Anıtkabir alanındaki temel incelemelerinde, 40 metreye kadar inen sondajlar yapılmış, bu sondajlar sırasında tepenin içinde büyük boşluklar (galeriler) bulunduğu ve bunların birkaç oda büyüklüğünde olduğu tespit edilmiştir. Özellikle Anıtkabir’in Şeref Holü’nün altında bulunan boşluklar temelde değişik tekniklerin kullanılmasını zorunlu kılıyordu. Yapım işlerini kontrol eden mimar ve mühendisler, mozole kısmının temelinin sağlamlaştırılması için uygun hal tarzlarını projelendirerek Bayındırlık Bakanlığına gönderdiler. Bayındırlık Bakanlığı bu projeyi uygun buldu. Bundan başka Anıtkabir temelinin her taraftan demir potrel ve tellerle toprağın içine, “bir geminin su altındaki kesimi” gibi yerleştirilmesi kararlaştırıldı.

DEPREME DAYANIKLILIK İNCELEMELERİ

Anıtkabir yapısının “temel” ve “inşaat” durumunu incelemek üzere 12 Şubat 1946’da Bayındırlık Bakanlığında; bakanlık yetkilileri, Prof. Dr. Emin Onat ve İstanbul Teknik Üniversitesi hocalarından oluşan bir kurul toplandı. Bu toplantıda, Rasattepe’nin Anıtkabir inşasına elverişli olduğu, Prof. Dr. Emin Onat’ın projesindeki mimari esaslar korunarak, üst yapının zemine yapacağı basıncın azaltılması ve depreme dayanıklılığın arttırılması için kâgir ve betonarme bir sistemle inşasının uygun olacağı kararlaştırıldı. Anıtkabir’in depremlere karşı dayanaklı olarak yapılması gerekiyordu. Bayındırlık Bakanlığı bu konuda da bir çalışma yaptırdı. Bakanlık uzmanları ve İstanbul Teknik Üniversitesi hocalarından oluşan bir kurul Anıtkabir inşaatını depreme dayanaklılık bakımından inceledi ve bir rapor hazırladı. 12 Aralık 1948 tarihli bu rapora göre yapıda bazı tedbirlerin alınması gerekliydi:

“Şimdi yürürlükte olan deprem haritasında Ankara şehri, bütünüyle deprem kuşağı dışında bir bölge olarak gösterilmiştir. Bununla birlikte, merkezleri bu bölgeye yakın olan yer sarsıntılarının Ankara’ya yansımasından ötürü Anıtkabir’in gerek kapladığı alanın genişliği ve gerek mimarlık projesinin sismik bakımdan gösterdiği özellikler ve yeri itibarıyla, bu yapının deprem etkilerine göre hesaplanması komisyonumuzca uygun görülmüştür. Bu bakımdan; Yapı mümkün olduğu kadar hafif olmalıdır. Özellikle bu durum, yapının yüksek yerlerinde kesin olarak sağlanmalıdır. Anıtkabir’in üzerinde bulunduğu toprak, alüvyondan meydana gelen bir tepe olduğundan, deprem yüzünden yer kayması ihtimal dahilinde görülmektedir. Bundan ötürü, üst yapı ile temel bölümün yekpare (tek parça) bir kitle teşkil edecek şekilde düzenlenmesi gerekir. Rasattepe’nin yamaç ve eteklerinin ağaçlandırılarak, toprağın aşınmaya karşı korunmasının sağlanması gerekli görülmüştür.” Bütün bu çalışmalar ve raporlar planın yeniden gözden geçirilmesini ve gereken önlemlerin alınmasını zorunlu kılıyordu. Yapının temeli demir- beton karışımı ve üst bölüm tek parça olacaktı. Bu nedenle proje yeniden gözden geçirildi ve teknik raporlarda ileri sürülen tüm önlemler alındı.

Bakanlar Kurulu 21. 9. 1950 günkü toplantısında, “Rar şirketine ihale edilmiş olan Atatürk Anıt-Kabir inşaatında yer sarsıntısı tesirlerinin nazarı itibara alınması ve zeminin çürük çıkması sebebiyle temelde yapılacak olan ihale bedelinin % 20’sini geçen ilave inşaatın eski müteahhide pazarlıkla yaptırılmasına” karar verdi. Temel incelemeleri sonucunda Bayındırlık Bakanlığına sunulan proje uygulanarak Anıtkabir’in temel kısmı, tıpkı bir geminin su altındaki kısmı gibi toprağın içine yerleştirildi. Böylece anıt, doğal tesirlere dayanıklı hale getirildi. Şüphesiz uygulanan projedeki en önemli değişikliklerden biri aşağıda ayrıntılı bir şekilde değinilecek olan, mozolenin üzerindeki “tabuta” benzetilen ikinci katın kaldırılmasıdır. Bunun ana nedeni de yukarıda değindiğimiz zemin ve deprem incelemelerindeki önerilerdir. Anıtkabir yerinin seçilmesinden sonra sıra, bu yapının özelliklerinin belirlenmesine ve proje yarışmasının açılmasına gelmişti. Başbakanlıkta, Başbakanlık Müsteşarı’nın başkanlığında kurulan komisyon bu konudaki ilk çalışmalarını bitirdi ve Anıtkabir’in genel niteliklerini belirleyerek bir bildiri halinde yayınladı. Bu bildiride yer alan ve sonra hazırlanacak “proje şartnamesi”- nin esasını teşkil edecek olan hususlar özetle şu şekildeydi:

ANITKABİR NASIL BİR YAPI OLACAKTI?

“1. Anıtkabir bir ziyaret yeri olacaktır. Bu ziyaretgâha büyük bir giriş bölümünden girilecek; ziyaretgâh binlerce Türk’ün Ata’sı önünde eğilerek saygılarını sunmasına ve bağlılığını bildirerek geçmesine elverişli olacaktır.
2. Bu anıt Büyük Ata’nın, asker Mustafa Kemal, devlet başkanı Gazi Mustafa Kemal, büyük politika ve bilim adamı, büyük düşünür ve nihayet yaratıcı büyük dehanın vasıflarının, güç ve yeteneklerinin bir sembolü olacaktır. Ve onun kişiliği ile oranlı bulunacaktır.
3. Anıtkabir yakından görüldüğü kadar, uzaktan da görülmesi gerekir. Bu bakımdan, ulu bir siluet sağlanmalıdır.
4. Atatürk’ün adı ve kişiliği altında Türk milleti sembolize edilmiştir. Türk milletine saygılarını göstermek isteyenler, Büyük Ata’nın katafalkı önünde eğilerek bu isteklerini yerine getireceklerdir.
5. Anıtkabir’in bir şeref bölümü bulunacaktır.
6. Anıtkabir’de bir Atatürk Müzesi olacaktır.
7. Anıtkabir’de bir Şeref Holü yapılacaktır. Atatürk’ün lahdi buraya konulacağı için Şeref Holü, bu anıtın ruhu ve en önemli bölümü olacaktır. Şeref Holü, başta Büyük Ata’nın yarattığı Türk milleti olduğu halde, milletimize saygılarını sunacak yabancı devlet kurumlarının Ata’nın lahdine yönelecekleri büyük bir salon olacaktır. Bu holde sağlanacak azamet ve güçlülük tesirleri yarışmacılara bırakılmıştır. Bundan dolayı holün biçimi, boyutu ve yüksekliği için hiçbir ölçü verilmemiştir.
8. Büyük Atatürk’ün lahdinin yeri, Şeref Holü’nün ruhunu teşkil etmektedir. Ancak lahdin konulacağı yeri de yarışmacılar seçecektir.
9. Bunlardan başka, Anıtkabir’i ziyaret edecek büyüklerimizin ve yabancı devlet kurumlarının duygu ve düşüncelerini yazacakları bir altın kitap bulundurulacaktır.
10. Atatürk’ün Müzesi, Ata’nın hayatının türlü devirlerine ait fotoğrafları ile kıyafetlerini ve el yazıları, imzaları, bazı eşyaları ile okudukları, inceledikleri kitapların sergilenmesine elverişli olacaktır.”

Anıtkabir Komisyonunca hazırlanan bu açıklama, ayrıntılara girilmese de yapılacak anıt hakkında genel bir fikir veriyordu. Özellikle yarışmaya girecek sanatçıların pek çok bakımdan serbestçe çalışmasına imkân vermesinden dolayı memnunlukla karşılandı.

Başbakanlık Anıtkabir Komisyonu’nun ortaya koyduğu bu ilkeler, Anıtkabir proje yarışması şartnamesi oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26 Mart 1940 günkü oturumunda konuşan Başbakan Refik Saydam, “Anıtkabir proje yarışmasının açılacağını ve yarışma şartnamesinin uluslararası mimarlar tüzüğüne uygun olarak hazırlandığını” belirtti. Konuyla ilgili Başbakanlık tebliği, 18 Şubat 1941 tarihinde basında ilan edildi.

Anıtkabir Uluslar arası Serbest Proje Yarışması Şartnamenin “Yarışma Talimatnamesi” adıyla düzenlenen ilk bölümü 24 maddeden oluşuyordu. “Program” başlıklı ikinci bölümde ise Anıtkabir yapısının özellikleri, anıt yapısının bölümleri 30 madde halinde belirlenmişti. İlk beş maddede Anıtkabir’in yapılış amacı ve genel nitelikleri sıralanmıştı.

İkinci bölümün altıncı maddesi Anıtkabir inşaatının muayyen bedelini 3. 000.000 TL (üç milyon) olarak belirlemekteydi. Projeler, belirlenen muayyen bedeli aşmamak üzere düzenlenecekti. Şartnamenin üçüncü bölümünde “Atatürk Anıt-Kabir Müsabakası İçin İnşaat Malzemesi ve İşçiliği Rayiç Cetveli” verilmektedir. Proje hazırlayan katılımcılar, bu rayiç bedeller üzerinden projenin yaklaşık maliyetini muayyen bedeli geçmemek üzere belirleyeceklerdi.

Bu konuda alınan Bakanlar Kurulu kararına göre Atatürk Anıtkabir Proje yarışmasına yalnız Batılı (Avrupalı) mimarlar girecekti. Türk mimarlar yarışmanın dışında bırakılmışlardı. Hükümetin, nedeni anlaşılamayan bu kararı basında ve aydınlar arasında tepki ile karşılandı. Tepkiler ve tenkitler karşısında Hükümet, ilk kararından vazgeçti. Anıtkabir için Türk mimarların da katılabileceği uluslararası bir yarışma açtı. Anıtkabir serbest proje yarışması şartnamesi Türkçe ve Fransızca olarak hazırlandı. Yarışma Hükümet tarafından 1 Mart 1941 tarihinde açıldı, basında bir ilanla da kamuoyuna duyuruldu. Yarışma 31 Ekim 1941 akşamı son bulacaktı.

Yarışmanın açıldığı 1941 yılı, İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı, en çetin zamanıydı. Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika’nın önemli bir kısmı savaşın içindeydi. İlan edilen yarışma süresi 8 aydı. Bu kısa zamanda Anıtkabir projesinin yetiştirilemeyeceği anlaşılıyordu. Komisyona bu nedenle birçok “süre uzatma” önerileri geldi. Bunun üzerine yeni bir Bakanlar Kurulu kararı alınarak yarışma süresi 2 Mart 1942 tarihi akşamına kadar, 4 ay daha uzatıldı.

Anıtkabir Proje Yarışması, umulanın üzerinde ilgi uyandırdı. İkinci Dünya Savaşı’nın en çetin günleri olmasına rağmen yarışmaya; Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 49 proje katılmıştır. Projelerin ikisi şartnameye uygun olarak gönderilmediği için değerlendirmeye alınmadı. Değerlendirilen 47 projeden 27’si Avrupalı, 20’si de Türk sanatçılara aitti.

HÜKÜMET, Anıtkabir Proje Yarışması şartlarını hazırlatıp dünyaya ilan ederek, son derece önemli bir karar aldı. Bunu da değişik dillerde yayınladı. Yarışmaya katılan sanatçıların eserleri, uluslararası bir jüride incelenerek kesin karara bağlanacaktı. Bu karar memnunluk uyandırdı. Hiçbir sanatçının hakkı kaybolmayacaktı. Hükümetçe kurulan tarafsız jüride, o zamanlar Avrupa’nın ünlü sanatçılarından olan Alman Prof. P. Bonatz, İsviçreli Prof. İvan Tenghom ve Macar Prof. Karoly Wickinger ile ünlü Türk sanatçıları Prof. Arif Hikmet Holtay, Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Reisi Yüksek Mimar Muammer Çavuşoğlu ve Ankara Eski İmar Müdürü Yüksek Mimar Muhlis Sertel bulunuyordu. Belgelerde jüride yer alacak bakanlık temsilcisi Türk mimar/mühendislerin tespit edilmesi sürecinin Şubat 1942’de hızlandığı görülmektedir. 27 Şubat 1942’de Başbakan’ın imzasıyla Nafia (Bayındırlık) ve Maarif (Eğitim) Bakanlıklarına yazılan bir yazıda; “Atatürk Anıt-Kabir proje müsabakasına ait jüri heyetinde güzel sanatları temsil etmek üzere (Nafiaya mütehassıs bir mühendisin) bir zatın bulunması tensip edilmiştir. Aralarından biri seçilmek üzere namzet olarak (3) kişinin tespiti ile isimlerinin acele bildirilmesi” istenmiştir. 28 Şubat 1942’de Nafia Vekili Ali Fuat Cebesoy imzasıyla Başbakanlığa yazılan yazıda belirtilen üç isim; Muammer Çavuşoğlu, Hüseyin Kara ve Sadettin Onat idi. 9 Mart 1942’de Başbakanlık’ta bu üç isimden Nafia Vekaleti Yapı ve İmar İşleri Dairesi Reisi Yüksek Mimar Muammer Çavuşoğlu seçildi. 3 Mart 1942’de Maarif Vekili Hasan Ali Yücel imzasıyla Başbakanlığa gönderilen yazıda belirlenen üç isim; Sedat Eldem, Arif Hikmet Holtay ve Emin Onat idi. 9 Mart 1942’de bu üç isimden Güzel Sanatlar Akademisi Öğretmenlerinden Arif Hikmet Holtay seçildi. Başbakanlık bu iki isme ilave olarak 9 Mart 1942 tarihli kararı ile Ankara Sabık (Eski) İmar Müdürü Muhlis Sertel’i jüri üyeliği için görevlendirdi.

YARIŞMANIN SONUÇLANDIRILMASI

Anıtkabir Proje Yarışması, umulanın üzerinde ilgi uyandırdı. İkinci Dünya Savaşı’nın en çetin günleri olmasına rağmen yarışmaya; Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 49 proje katılmıştır. Projelerin ikisi şartnameye uygun olarak gönderilmediği için değerlendirmeye alınmadı. Değerlendirilen 47 projeden 27’si Avrupalı, 20’si de Türk sanatçılara aitti. Yarışmaya gönderilen projelerin kabul işlemi uluslararası yarışma esaslarına göre yapılıyordu. Projelerin üzerinde ad ve adres olmadığından eserlerin kimlere ait olduğu bilinmiyordu. Yarışmaya müracaat süresi bittikten sonra 12 Mart 1942 tarihinde jüri üyeleri Başbakanlık’ta toplandılar. Ankara Sergi Evi jürinin çalışması için tahsis edildi. Jüri ilk toplantısında Prof. P. Bonatz’ı heyet başkanlığına, Yüksek Mühendis M. Sertel’i de raportörlüğe seçti. Jüri üyeleri ilk toplantısından sonra Etnoğrafya Müzesi’nde Atatürk’ün geçici kabrini ziyaret ederek Zafer Anıtı’na çelenk koyduktan sonra Rasattepe’ye giderek incelemelerde bulundular. Ankara Sergi Evi’nde çalışmalarına başlayan jüri üyeleri yarışmaya gönderilen projeleri incelediler. Her üye üzerinde rumuz olarak rakamlar konulmuş olan projeleri inceliyor ve gizli olarak not veriyordu. Jüri, çalışmalarını 20 Mart 1942’de tamamladı ve projelere ait değerlendirmelerini içeren raporu Başkanlık’a sundu. Jüri üyeleri 21 Mart 1942’de ülkelerine döndü. Başbakanlık Anıtkabir Komisyonu, 23 Mart 1942’de jüri üyelerinin on günlük çalışmalarının sonuçlarını bir tebliğ yayınlayarak kamuoyuna duyurdu. Bu tebliğe göre; üç eser jüri tarafından “ödüle layık” görüldü. Beş eser de “takdire değer” görülerek satın alınması hükümete teklif edildi. Ödüle layık görülen üç eser, ünlü Tanenberg Anıtı’nı yapan Alman Prof. Johannes Kruger (9 Numaralı Proje), İstanbul Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Emin Onat-Doç. Dr. Orhan Arda (25 Numaralı Proje) ve İtalyan Prof. Arnaldo Foschini (44 Numaralı Proje)’ye ait olan eserlerdi. Jüri ayrıca Anıtkabir proje yarışmasına gönderilen eserlerden beş tanesini de “mansiyon” ödülü verilmeye değer buldu. Bunlar şu projelerdi: İsviçreli Mimar Ronald Rohn (42 Nolu Proje), İtalyan Mimar Giovanni Muzio (41 Nolu Proje), İtalyan Mimarlar Giuseppe Vaccaro, Gino Franzi (45 Nolu Proje), Türk Mimarlar Hamit Kemali Söylemezoğlu, Kemal Ahmet Aru, R. Akçay (24 Nolu Proje), Türk Mimarlar Feridun Akozan, M. Ali Handan (29 Nolu Proje). Jüri bu ilk üç proje ve “mansiyon” için önerilen beş proje hakkında oy birliği ile karar vermişti. Ancak bu eserlerden hiçbirini ötekilerden üstün görmemişti. Bundan başka jüri bu üç eseri ayrı ayrı eleştirmiş, her üçünde de bazı değişiklikler yapılmasını tavsiye etmişti. Daha önce hazırlanan ve kamuoyuna ilan edilen “Anıtkabir Proje Yarışması Şartnamesi” içindeki bir maddede; “Jüri Heyeti’nin en iyi addettiği üç projeden birinin kat’i olarak intihap (seçme) keyfiyeti, doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne aittir” deniliyordu. Buna göre jürinin ödüle layık gördüğü üç eserden birini seçme yetkisi hükümete aitti.

JÜRİ, 3 PROJEYİ ÖDÜLE DEĞER BULDU

Durum oldukça hassas, üç projeden en uygun olanını seçebilmek kolay değildi. Jüri, bu üç projeyi niçin ödüle değer bulduğunu bildiren bir rapor vermişti. Hükümet bu konuda yetkili birçok kişinin düşüncesini aldı. Bu düşünceleri de dikkate alan hükümet; Türk mimarlar Prof. Dr. Emin Onat ile Doç. Dr. Orhan Arda’nın eserini uygulamaya karar verdi. Bu kararın dayanakları arasında şu hususlar yer alıyordu: “Yarışmayı kazanan üç proje birçok yönden aynı değerdedir. Fakat bunlar içinde, iki Türk’ün yaptığı eser bu milli konuyu daha başarılı olarak ifade etmiştir. Ayrıca, jüri raporunda belirtildiği gibi, bu projenin araziye uygunluğu öteki projelerden çok üstündür.” Hükümet, 7 Mayıs 1942’de gerçekleşen Bakanlar Kurulu toplantısında yarışma sonuçları ile ilgili jüri heyetinin raporu görüşerek karara bağlandı:

“Kararname

Ebedî Şef Atatürk için yapılacak Anıt-Kabir projelerini tetkik eden jüri heyetinin raporu İcra Vekilleri Heyetinin 7/5/1942 tarihli toplantısında tetkik olundu.

1. Mükafata değer görülmüş üç projeden:
A) Profesör Emin Onat ve Doçent Orhan Arda’ya ait (25) sıra ve (60927) hüviyet numaralı projenin birinci seçilmesine,
B) Profesör Yohannes Krüger’e ait (9) sıra ve (21472) hüviyet numaralı proje ile Profesör Arnoldo Foschini’ye ait (44) sıra ve (14916) hüviyet numaralı projelerin ikinci sayılmasına,
2. Esasen bu üç projeden hiçbirinin doğrudan doğruya tatbike elverişli olmadığı ve tadile muhtaç bulunduğu Jüri heyeti raporunda da tasrih edildiği cihetle birinci olarak seçilen projenin de tatbik edilmemesine,
3. Mansiyon kazanan beş projenin beşinin de satın alınmasına,
4. Binaenaleyh, vergi tevkifatı çıktıktan sonra safi miktar olarak:
A) Birinci seçilen proje sahiplerine müsabaka talimatnamesinin 20’inci maddesinin 2’inci fıkrasına göre (4.000),
B) İkinci sayılan iki proje sahiplerine 19’uncu maddenin 2 inci fıkrasına göre (3.000) er,
C) Mansiyon kazanan beş proje sahiplerine yine 19 uncu maddenin 4’üncü fıkrasına göre 1.000’er lira ödenmek suretiyle, açılmış olan müsabakanın tasfiyesine karar verilmiştir. İmzalar: Reisicumhur İsmet İnönü, Baş Vekil Refik Saydam ve Bakanlar.”

Bu karar gerekçeleri ile birlikte 9 Haziran 1942 tarihinde yayınlanan bir tebliğ ile kamuoyuna duyuruldu. Türk sanatçıların eseri kabul edildikten sonra, Emin Onat’ın projesinin incelenmesi ve jüri heyeti raporunda öngörülen değişikliklerin yapılması için Kasım 1942 başında yeni bir komisyon kuruldu. Bu isimlerin belirlenmesi için Başbakanlıktan 27. 10. 1943’de Maarif ve Nafia Vekilliklerine; “Ebedi Şefimiz Atatürk için Prof. Emin Onat tarafından hazırlanan Anıt-Kabir Projesini tetkik ve neticesini Başvekalete bir raporla arz etmek üzere Maarif ve Nafia Vekaletlerince seçilecek mütehassıs birer mümessil ile Maarif Vekaleti emrinde çalışmakta olan Prof. Paul Bonatz’dan mürekkep bir heyet teşkili muvafık görülmüştür.

Vekilliğinizi temsil edecek zatın müstacelen seçilmesini ve alâkadarlara tebliği ile neticesinin bildirilmesini rica ederim” şeklinde bir yazı yazıldı. Bayındırlık Bakanlığı 2 Kasım 1943’te Başbakanlığa yazdığı yazı ile “Komisyonda bakanlığı temsilen Yapı İşleri Reisi Yüksek Mühendis Sırrı Day’ın seçildiğini” bildirdi. Eğitim Bakanlığı da 5 Kasım 1943 tarihinde Başbakanlığa yazdığı yazı ile “Komisyonda bakanlık adına İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Mimari Şubesi Şefi Sedat Hakkı Eldem ile Yüksek Mühendis Okulu Mimarlarından Prof. Paul Bonatz’ın bulunmasının uygun görüldüğü” bildirildi.

18 KASIM 1943’TE RESMİ KARAR ALINDI

Milli Eğitim Bakanlığı emrinde çalışan Prof. Paul Bonatz, Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Başkanı Sırrı Sayarı ve Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sedat Eldem’den oluşan bu komisyon projede yapılacak değişiklikleri, sanatçılarla da görüşülerek kararlaştırdı. Projede, kale ekseni ve Şeref Holü’nün etrafındaki odalar binanın anıtsal niteliğini kaybettirdiğinden eleştiri konusu oluyordu. Projede öngörülen değişiklikler bu bölümlerin iyileştirilmesini içeriyordu. Eser sahibi mimarlar Emin Onat ve Orhan Arda 5 Nisan 1943’te başlattıkları değişiklik çalışmalarını 7 Ekim 1943’te tamamlayarak komisyona teslim ettiler. Şartnameye göre yarışmayı kazanan projenin uygulanması ve kontrol hakları eser sahibine aitti. Bunun için komisyon, asıl anıt projesi ile anıt sahasına ait park alanı ve bu bütünlüğün Ankara Şehri İmar Planı ile olan ilişkisi hakkındaki düşüncelerini içeren bir yazılı karar alarak, bu hakları 18 Kasım 1943 tarihinde Emin Onat ile Orhan Arda’ya verdi. Komisyonun hazırladığı rapor, proje ve maketler Bakanlar Kurulu toplantısında incelenerek projenin uygulanmasına 18 Kasım 1943 tarihinde karar verildi: “Ebedî Şef Atatürk için Profesör Emin Onat ve Doçent Orhan Arda tarafından hazırlanmış olan Anıt-Kabir proje ve maketleriyle Başvekaletçe teşkil olunan komisyonun buna ait raporu İcra Vekilleri Heyetinin 18/11/1943 tarihli toplantısında tetkik edilmiş ve komisyon raporunda yazılı tavsiyelerden kendisince muvafık görülenler göz önünde bulundurularak yapılacak tadilâttan sonraki şekliyle tatbik edilmek üzere projenin kabulüne karar verilmiştir. İmzalar: Reisicumhur İsmet İnönü, Baş Vekil Şükrü Saraçoğlu ve Bakanlar.” 20 Kasım 1943’te de Anıtkabir inşaatının uygulanması ile Bayındırlık Bakanlığı görevlendirildi.

Anıtkabir’in inşaatına 9 Ekim 1944 günü saat 10.00’da bir temel atma töreni ile başlandı. Anıtkabir’in inşaatının başlamasıyla ilgili İsmet İnönü gönderdiği telgrafta, eserin mümkün olduğu kadar süratle bitirilmesini istemekteydi. Ancak daha sonra aynı İnönü, “gerekli özeni göstermeyerek inşaatın geciktirilmesine neden olmakla” suçlanacaktır.

ŞARTNAMEYE göre, yarışmayı kazanan projenin uygulanması ve kontrolü haklarının eser sahibine ait olması nedeniyle, 4 Temmuz 1944’te Bayındırlık Bakanlığı, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Orhan Arda ile bir sözleşme imzaladı. Bu tarihlerde Rasattepe ve civarının ilk ağaçlandırma çalışmalarına da başlandı. Bayındırlık Bakanlığı, 4 Eylül 1944 tarihinde birinci kısım inşaatı ihaleye çıkardı. İnşaatın kontrol mühendislik hizmeti Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Reisliğine verildi. Şantiye binası olarak rasathane binası kullanıldı. Anıtkabir’in inşaatına 9 Ekim 1944 günü saat 10.00’da bir temel atma töreni ile başlandı. Törene Başbakan Şükrü Saraçoğlu, bakanlar ve kalabalık bir davetli topluluğu katıldı. Bayındırlık Bakanı Sırrı Day törende bir konuşma yaptı. Onun ardından Yapı ve İmar İşleri Başkanı Sırrı Sayarı inşaat hakkında teknik bilgileri içeren bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan sonra Başbakan Saraçoğlu temele ilk kazmayı vurdu. Sonra sıra ile bakanlar, generaller ve törene katılan kuruluş temsilcileri de temel kazılmasına sembolik olarak katıldılar. İnşaatın başlaması nedeniyle Bayındırlık Bakanı Sırrı Day’ın kendisine gönderdiği telgrafa cevaben Cumhurbaşkanı İsmet İnönü şu telgrafı gönderdi: “Anıtkabir’in temeli atılması münasebetiyle yazdığınız tel için çok teşekkür ederim. Anıtkabir’in yüksek mevzuuna layık tarihi bir eser olması için milletimizin gösterdiği dikkat, eserin mümkün olduğu kadar süratle bitirilmesini candan temenni ettirmektedir. Sebatlı ve devamlı çalışma ile Bayındırlığımızın tam bir başarısını tebrik ettiğim gün kendimi bahtiyar sayacağım.” Bu telgrafta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün “eserin mümkün olduğu kadar süratle bitirilmesini candan temenni” etmesi önemli bir husustur. Aşağıda değerlendirileceği üzere İsmet İnönü sonradan “gerekli özeni göstermeyerek inşaatın geciktirilmesine neden olmakla” suçlanacaktır!

TBMM GEREKLİ ÖDENEĞİ VERİYOR

Anıtkabir’in inşaatına başlanması ve kamulaştırma çalışmaları için ilk aşamada 1 Haziran 1944 tarihinde Bayındırlık Bakanlığına 1.000.000 TL. ödenek tahsis edilmişti. Hükümet inşaat başladıktan bir süre sonra 1 Kasım 1944’te TBMM’ye Anıtkabir inşaatı için ödenek tahsisine yetki isteyen bir kanun tasarısı sundu. Bu tasarıya göre, 1945-1949 yıllarını kapsayan dönem için her yıl 2.500.000 TL’yi aşmamak üzere 10.000.000 TL’ye kadar geçici taahhütlere girme yetkisi hükümete veriliyordu. Kanun tasarısının Mecliste görüşülmesi sırasında söz alan Bayındırlık Bakanı, “Anıtkabir için gerekli arazinin kamulaştırılmasının tamamlandığını, ancak halen incelenmekte olan ve genişletilmesi düşünülen inşaat projesinin kabulü halinde bir kısım arazinin daha kamulaştırılmasına ihtiyaç duyulacağını, bu maksatla ek ödenek talep edilebileceğini” açıkladı. Genel Kurul, birinci maddesinin daha açık bir şekilde ifade edilmesi için tasarıyı Bütçe Encümeni’ne sevk etti. Tasarı, Bütçe Encümeni’nde gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra 22 Kasım 1944’te Meclis Genel Kurulunda tartışmaya açıldı. Genel Kurulda söz alan Trabzon Milletvekili Mithat Aydın, “Anıtkabir proje yarışmasının, dünyanın bunalımlı bir dönemine rastladığı, bu yarışmaya değerli profesörlerin katılımının sağlanamadığını, fakat bir Türk projesinin kabul edilmiş olmasının övünülecek bir durum olduğunu” belirterek “10.000.000 TL. ödeneğin tahsis edilmesinin yerinde olacağını” ifade etti. Kanun, 283 milletvekilinin oyları ile 22 Kasım 1944 tarihinde kabul edildi. 4 Aralık 1944 tarihinde yürürlüğe giren 4677 numaralı bu Kanun’un birinci maddesi şu şekildeydi:

“Anıtkabir inşaatı için, senelik ödeme miktarı 2.500.00 TL. yi geçmemek ve her yıl bütçesine konacak parayla ödenmek üzere 10.000.000 TL. ye kadar, 1945-1949 yıllarında geçici taahhütlere girişmeye Bayındırlık Bakanı ve faizleriyle birlikte bu miktarı geçmemek üzere bono ihracına Maliye Bakanı yetkilidir.” Anıtkabir inşaatının dört aşamada tamamlanması planlandı. Yapımına 9 Ekim 1944’te başlandı ve 1 Eylül 1953’te bitirildi. Birinci Kısım İnşaat, toprak tesviyesi ve Aslanlı Yol’ın istinat duvarlarının yapılmasını içeriyordu. Bu bölümün inşaatı 9 Şubat 1944’te müteahhit Yüksek Mühendis Hayri Kayadelen’e ihale edildi. 3 Mayıs 1945’te Prof. Dr. Emin Onat, Yapı İşleri Başkanı Sırrı Sayarı ve Anıtkabir Kontrol Şefi Ekrem Demirtaş tarafından “Anıtkabir İnşaatı Çalışma Proğramı” hazırlandı. Birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944’te başlandı ve Ekim 1945’te tamamlandı.

İkinci Kısım

İnşaat, mozole ve yardımcı binaların yapımını kapsamaktaydı. Bayındırlık Bakanlığının 16. 7. 1945 tarihli yazısı ve Maliye Bakanlığının 3. 8. 1945 tarihli mütalaası üzerine Bakanlar Kurulu 23. 8. 1945 tarihinde “Anıt-Kabir ikinci kısım inşaatının şartlaşması ile sözleşmesine fiyatların değişik olması esasına dayanan yeni bir maddenin konulmasına” karar verdi. Bu bölümün inşaatı 29 Eylül 1945’te Rar- Türk Limited Sosyetesi’ne ihale edildi. Anıtkabir yapısının temel ve inşa durumunu incelemek üzere 12 ve 13 Şubat 1946’da Bayındırlık Bakanlığında iki toplantı yapıldı. Bu toplantılar sonucunda; inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, statik hesapları yapacak olan mühendis ve Bayındırlık Bakanlığı yetkililerinin görüşleri de alınarak esas kitlenin ileride büyük değişikliklere uğramayacağı düşüncesi ile bir temel projesi hazırlanması kararlaştırıldı. Danıştayın da görüşü alınarak, Mimarlar Emin Onat ve Orhan Arda ile 4. 7. 1944’de yapılan ana sözleşmenin 6. Maddesine bir fıkra eklenerek bu işler de mevcut mimarlara verildi. Bu nedenle bir “Ek Sözleşme” hazırlandı (8. 11. 1946). Bu sözleşme ile ilgili olarak Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı 10. 12. 1946 tarih ve 4190/1462/37195 sayılı tezkere ile Cumhurbaşkanlığı onayına sunulan karar, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 19 Aralık 1946 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girdi. Aynı şekilde Bayındırlık Bakanlığı ile Müteahhit Rar Türk Limited Sosyetesi arasında 2. 9. 1945 tarihinde imzalanan Anıtkabir ikinci kesim inşaatı sözleşmesinin 10’uncu maddesi değiştirildi. Danıştayın da görüşü alınarak bir Ek Sözleşme hazırlandı (24. 10. 1946). Bu sözleşme ile ilgili olarak Maliye Bakanlığının hazırladığı 10. 12. 1946 tarih ve 4190/1461/37198 sayılı tezkere ile Cumhurbaşkanlığı onayına sunulan karar, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 19 Aralık 1946 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girdi. 1947 yılı sonuna kadar, mozolenin temel kazısı ve izolasyonu bitirilmiş, her türlü çöküntüyü engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmişti. Ayrıca yardımcı binalardan bir bölümü ile giriş kuleleri de bitirilmek üzereydi. Yolların toprak düzenlemesinin önemli bir kısmı yapılmış, bir kısım yolların kaplamaları, fidanlık tesisi, arazi tesviyesi, park içi yollar, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştı. Bütün bu işler için 4.000.000 TL. harcandı. İkinci kısım inşaatı yüklenen müteahhit firma ile Bayındırlık Bakanlığı arasında “hak edişlerin ve fiyat farklarının ödenmesi” konusunda çıkan anlaşmazlık nedeniyle karşılıklı açılan davalar nedeniyle inşaatın bu kısmında gecikmeler olduğu görülüyordu.

EK ÖDENEKLE İNŞAAT HIZLANDIRILIYOR

Başbakanlık, Anıtkabir inşaatı ile ilgili olarak 1 Şubat 1950’de TBMM Başkanlığı’na “ek ödenek talebi” içeren bir kanun tasarısı sundu. Tasarıya göre 14.000.000 TL. daha isteniyordu. Tasarıda ek ödenek ihtiyacının gerekçeleri özetle şu şekilde açıklanmıştır: “Asırlara intikal edecek anıtın, 4677 sayılı Kanun’la verilen 10.000.000 TL’lik ödeneğe istinaden keşif bedeli üzerinden ihalesi yapılmıştır. İnşaatın 31 Aralık 1949 tarihinde bitirilmesi kaydıyla 29 Eylül 1945’te sözleşme yapılarak işe başlanmıştır. Anıt projeleri kagir olması esasına göre hazırlanmışken, yapılan sondajlar sonucunda çok ağır olan bu kitle için temel zeminin yeter derecede uygun bulunmayışı, statik hesapların düzenlenmesinde son zamanlarda memleketimizde sık sık meydana gelen deprem etkilerinin daha emniyetli bir şekilde dikkate alınmasını zorunlu kılmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi profesörlerinin de katıldığı bir komisyon tarafından yapılan incelemeler sonucunda, kitlenin hafifletilmesi ve bağlantılı olabilmesi için son kagir sistemi yerine, betonarme iskeleti ve içi dışı taştan olan bir sisteme göre inşa edilmesine karar verilmiştir. Gerek bu sistem değişikliği gerek anlaşmanın yapılması sırasında fiyatların düşmeye doğru gösterdiği eğilim dolayısıyla diğer büyük işler gibi, Anıtkabir de değişen fiyat esası üzerinden ihale edilmiş ise de, bu zaman içinde fiyatlarda tahminlerin üzerinde yükselmeler olması, diğer taraftan yeniden bir bölüm arazinin daha kamulaştırılmasına gerek görülmesi nedeniyle, bu yapının bütün ayrıntıları ile bitirilmesi için 14.000.000 TL. ek ödeneğe ihtiyaç olduğu tespit edilmiştir. 1950 yılı sonuna kadar, Anıtkabir ara katı, yardımcı binalar çatıya kadar, müze, kabul kısımlarının birinci kata kadar olan kaba işleri, Aslanlı Yol ve giriş kuleleri inşaatı bitirilecektir.

Bundan sonra ise;

1. 65.000 metrekarelik sahanın kamulaştırılması
2. Mozolede ara kattan yukarı kısmın inşaatı,
3. Yardımcı binaların kaba kısımlarının bitirilmesi,
4. Binaların her türlü kaplama, tesisat ve süsleme işleri ile döşemelerinin yapılması,
5. Parkın toprak işleri, istinat duvarları, yolların ağaçlandırılması ve her çeşit tesisatın ikmali yapılacaktır.” Görüldüğü gibi gerekçede maliyeti arttıran iki önemli husus ön plana çıkmaktadır.

Bunlar aynı zamanda inşaatın gecikmesinin nedenlerini de göstermektedir. Öncelikle zeminin taşıması bakımından “kagir” sistemden “betonarme ve taş kaplama” sisteme geçilmiştir. Ülkedeki enflasyona bağlı olarak fiyatlar artmıştır. Üçüncü olarak yeni kamulaştırma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Anıtkabir inşaatı belli bir aşamaya gelince ikinci bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, yapılacak heykel, kabartma ve yazılacak yazılarla ilgili ana esasları belirleyerek; biri “Anıtkabir’in çeşitli yerlerine yazılacak yazıları seçmek” için; diğeri de “heykel ve kabartma konuları ile kulelere verilecek isimleri belirlemek” için olmak üzere iki alt komisyon kurulmasına karar verdi.

1 MART 1950 gün ve 5581 sayılı Kanun ile, 10.000.000 TL olan ödenek; 14.000.000 TL daha verilerek toplam 24.000.000 TL’ye yükseltilmiş ve ikinci kısım inşaat hızlandırılmıştır. Dönemin Bayındırlık Bakanı Şevket Adalan, 3 Mart 1950’de Anıtkabir ikinci kısım inşaatının kaba işlerinin yıl içinde tamamlanacağını Başbakanlığa bildirdi. Ek ödenek tahsis edilmesi sonucunda, devam eden diğer inşaat işleri ile birlikte kabartma, heykel ve Şeref Holü’nde yapılacak işlerin de tespit edilmesi gerekiyordu. Bunun için, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Üniversitesi ve Türk Tarih Kurumu üyeleri ile Bayındırlık Bakanlığı temsilcisi ve proje mimarlarından oluşacak bir komisyonun görevlendirilmesi kararlaştırıldı. İkinci kısım inşaat 8 Ağustos 1950’de tamamlandı.

Üçüncü Kısım İnşaat, anıta çıkan yollar, Aslanlı Yol ve Tören Meydanı’nın taş kaplama işleri, mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lahit taşının yerine konulması ve tesisat işlerinin yapılmasını kapsıyordu. Üçüncü kısım inşaat işleri 12 Eylül 1950’de Amaç Ticaret A. Ş.ye 2.800.000 TL ye ihale edildi.

Dördüncü Kısım İnşaat, Şeref Holü’nün döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve Şeref Holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Bütün bu işler, müteahhit Muzaffer Budak’a ihale edildi. Bu aşamada; Anıtkabir inşaatının daha ucuz maliyetle ve süratle bitirilebilmesinin mümkün olup olmadığının araştırılıp sonuçlarını bir raporla hükümete arz etmek üzere, Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı Muammer Çavuşoğlu başkanlığında bir komisyon kuruldu. Komisyonda, Prof. Paul Bonatz, Prof. Dr. Sedat Eldem, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Orhan Arda bulunuyordu. Komisyon 20 Kasım 1950 tarihinde toplandı. Çeşitli görüşmelerden sonra mevcut planda bazı tadilatların yapılması kararlaştırıldı. Komisyonun oy birliği ile aldığı kararlar 29. 11. 1950 günü Bakanlar Kurulunda incelenerek kabul edildi. Bayındırlık Bakanı, “Bu tadil şekli ile Anıtkabir’in Kasım 1952’de bitirilebileceğini ve böylece iki sene kazanılmış olacağını, ayrıca da inşaat ve kamulaştırma bedelinden de 7.000.000 TL’ye yakın bir para tasarruf edileceğini” 30 Aralık 1950 tarihinde yaptığı bir basın toplantısında açıkladı.

‘ANITKABİR YAPIMINDAKİ NOKSANLIK GİDERİLMELİDİR’

Bu komisyon raporuna dayanarak yapılan tadilat, sonraki yıllarda birtakım tartışmalara yol açmıştır. Özellikle raporun 3. maddesinde yer alan şu husus sonradan eleştirilmiştir: “3. Üçüncü düşünce, mozolenin kolonat üstünde yükselen kısmının kaldırılması meselesidir. Bu düşünce iki noktada incelenebilir,

a. Bu kısmın kaldırılmasından sonra, binanın dış görünüşü nasıl olacaktır?
b. İç etkisi ne durum alacaktır? 1/100 ölçekli maket üzerinde yapılan incelemeler, yapı mahallinin incelenmesi ve şehrin çeşitli noktalarından bu görünüşün kontrol edilmesiyle komisyonumuz, dış görünüş itibarıyla kolonat üstündeki kitlenin yükselişinin muhakkak lüzumlu olmadığı neticesine oy birliği ile varmıştır. Hatta bu şekilde anıt daha asil bir karakter kazanabilir. Bu itibarla kolonat üzerindeki kitlenin kaldırılması anıtın güzelliğini bozacak bir değişiklik değildir…”

“Oy birliği” ile bu kararları alan ve raporu yazan komisyon üyelerinden ikisi yukarıda da belirttiğimiz gibi Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Orhan Arda, yani uygulanan Anıtkabir Projesi’nin mimarları idi. Prof. Dr. Emin Onat 1953’te yayınlanan bir makalesinde komisyonun kararlaştırdığı ve hükümetin de uygun gördüğü bu “tadil” kararları hakkında şunları söylemiştir: “4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, Şeref Holü’nün ikinci projedeki 28 metrelik yüksekliğini azaltarak, yapı müddetinden bir tasarruf temin etmek imkanının mevcut olup olmadığını mimarlardan sordu. Yaptığımız çeşitli maketler ve etütler sonucunda bu yüksekliğin, kolonatı yükselterek azaltılabileceği sonucuna vardık ve Şeref Holü’nü taş bir tonoz yerine, bir betonarme tavan ile örterek bunu temin etmenin mümkün olduğunu gördük. Bu hal tarzı esasen deprem bakımından büyük zorluklarla karşılaştığımız taştan tonoz yapının teknik mahzurlarını da ortadan kaldırıyordu.” Hükümet, mimarların bu görüşüne katılarak mozole’nin üzerinde Milli Mücadele ve Türk inkılâbını canlandıran kabartmaların yer alacağı çepeçevre dört duvardan oluşan ikinci kattan vazgeçerek, projeyi bugünkü şekli ile uygulamıştır. İşte sonradan eleştirilen konu budur. Yani yarışmayı kazanan ilk projede mevcut olan mozolenin üzerindeki ikinci katın yapımından vazgeçilmesi… Konuyla ilgili tartışmaları özellikle, Anıtkabir’le ilgili en güzel kitaplardan birini hazırlayan Sayın Necdet Evliyagil gündeme getirmiştir. Evliyagil, “Atatürk ve Anıtkabir” isimli prestij yayınında “Anıtkabir’in Yapımındaki Noksanlık Giderilmelidir” başlığı altında şunları söylüyor:

“Anıtkabir’in Mimarı Prof. Onat ile Arda’nın projelerinde Anıtkabir’in üzerinde çepeçevre dört duvardan oluşan ve Türk sanatını yansıtan motiflere yer verilen ikinci bir kat daha vardır… Anıt’ın bu şekliyle yabancı mimari görünümünden uzaklaştırılması amaçlanmıştır… 23 milyon liraya çıkan Anıt’ın ek inşaatı için bütçeden 350 bin lira sağlanamadığından; o zaman projeden çıkarılmıştır… Ord. Prof. Emin Onat, bu kitabın hazırlayıcısı Necdet Evliyagil’le yıllar önce yaptığı konuşmalarından birinde bu üzüntüsünü gözleri yaşararak dile getirmiştir… Şimdi yarım kalan bu projenin gerçekleştirilmesini Türk milleti yüklenmeli ve mimarının vasiyeti niteliğindeki dileğini yerine getirmelidir.” Sayın Evliyagil, mozole üzerindeki ikinci katın yapımından vazgeçilmesi kararının mimarlara rağmen alındığını ve para bulunamadığı için bu bölümden vazgeçildiğini söylemektedir. Şüphesiz gelişmeler ve belgeler bu değerlendirmenin doğru olmadığını göstermektedir. Bir defa mimarların ikisi de “tadil kararı”nı veren komisyonun asli üyeleridir. İkinci olarak komisyon raporunda kararın oy birliği ile alındığı vurgulanmaktadır. Üçüncü olarak, masrafın azaltılması bir gerekçedir, fakat ikinci kattan vazgeçilmesinin tek gerekçesi bu değildir. Zeminin kitlenin ağırlığını taşıma sorunu vardır. Depreme karşı binanın korunması hususu vardır. İnşaatın hızlandırılması söz konusudur. Zaten Merhum Emin Onat, 1952’de yazdığı makalede de bu hususlara vurgu yapmıştır. Sayın Evliyagil’in “Anıt’ın bu şekliyle yabancı mimari görünümünden uzaklaştırılması amaçlanmıştır…” görüşü de tartışmaya açıktır. Mevcut Anıtkabir’in mimari özellikleri açısından yerli ve milli birçok özellikleri barındırdığı bilinmektedir. Anıtkabir inşasında, “İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi”ne uygun olarak genellikle anıtsal binaların duvarlarında kullanılan taş malzeme uygulanmıştır. Anıtkabir’de beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen, gözenekli (delikli), çeşitli renklerde traverten; mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır. Kullanılan travertenler ve mermerler yurdun çeşitli bölgelerinden getirilmiştir.

KULLANILAN MALZEMELER VE GETİRİLDİĞİ YERLER

Travertenler: Polatlı ve Malıköy’den getirilen beyaz travertenler kulelerin iç duvarlarında, Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Kumarlı mevkiinden getirilen beyaz travertenler heykel grupları, aslan heykelleri ve kırmızı travertenler de toplantı alanı ve kulelerin zemin döşemelerinde kullanılmıştır. Çankırı’ya bağlı Eskipazar’dan (Budaklar köyü) getirilen sarı travertenler Şeref Holü’ne çıkan merdivenlerin sağında ve solundaki zafer kabartmaları, bütün Şeref Holü dış duvarları, Tören Meydanı’nı çevreleyen kolonatlar ve arkadlı bölüm kolonatlarında kullanılmıştır. Haymana’dan getirilen beyaz travertenlerle bütün merdivenler ve Aslanlı Yol ile Tören Meydanı döşemeleri inşa edilmiştir. Kayseri’den getirilen bej travertenler ise mozole kolonatları üzerinde lento (kiriş) taşı olarak kullanılmıştır.

Mermerler: Çanakkale’den getirilen krem, Hatay’dan getirilen kırmızı ve Adana’dan getirilen siyah renkte mermerler ile Şeref Holü’nün zemini inşa edilmiştir. Afyon’dan getirilen kaplan postu mermer, Bilecik’ten getirilen yeşil renkte mermer ile Mozole Şeref Holü’nün iç yan duvarları kaplanmıştır. Şeref Holü’ne konulacak lahit taşı için Adana’nın Osmaniye İlçesi’ndeki Gavur Dağları’ndan iki adet yekpare taş getirilmiştir. Bu taşlar, Kayserili Hacı Mustafa Kuranel’in taş ocağında 25.000 TL’ye yaptırılmıştır. Her bir taşın ağırlığı 40 tondur. Afyon’dan getirilen beyaz mermer ile lahit mekanının yan duvarları inşa edilmiştir. Şeref Holü iç duvarlarında kullanılan yeşil mermer Bilecik’in 23 km uzağındaki Hasandere köyü civarında bulunan, bir şahsa ait taş ocağından elde edilmiştir.

Diğer Malzemeler: Anıtkabir inşaatında kullanılan çubuk demirler Karabük Demir-Çelik Fabrikalarından; çimento Sivas Çimento Fabrikasından; kum ve çakıl Ankara Esenkent ve Sincan köyü civarında Çubuk Çayı yatağındaki dört ayrı ocaktan getirilmiştir. Dördüncü kısım inşaatta ithal malı “Germania” marka Alman Portland çimentosu kullanılmıştır. İkinci kısım inşaatın sorumluluğunu alan müteahhit, yardımcı binaların çatı kaplamalarında 2 mm kalınlığında 100 ton kurşun levhayı Almanya’dan ithal etmiştir.

Bronzdan 12 adet aplik meşale, Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulu atölyelerinde; Şeref Holü’ndeki lahit arkasındaki büyük pencere, bütün bronz kapı ve parmaklıklar İtalya Milano’daki Veneroni İ. Preziati Şirketi’nde yapılmıştır. Anıtkabir inşaatı belli bir aşamaya gelince; Anıtkabir’de yapılması düşünülen heykel ve kabartmaların konuları ile anıtın çeşitli yerlerine yazılacak yazıları belirlemek için ikinci bir komisyon kuruldu. Bu komisyon; Yapı ve İmar İşleri Başkanı Selahattin Onat, Türk Tarih Kurumu’ndan Prof. Dr. Halil Demircioğlu, Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ekrem Akurgal, proje mimarlarından Doç. Dr. Orhan Arda ve Anıtkabir İnşaatı Kontrol Şefi Yüksek Mimar Sabiha Güreyman’dan oluşuyordu. Komisyon üyeleri 3 Mayıs 1950’de toplandı. Üzerinde çalışılacak konuların hem çok yönlü, hem de çok önemli olduğunu, bundan dolayı kurulun uzman kişilerle genişletilmesine karar verdiler. Böylece komisyona yeni üyeler de katıldı.

YENİ BİR KOMİSYON KURULUYOR

Bayındırlık Bakanlığında yeni üyelerin de katılımıyla 31 Ağustos 1951’de bir toplantı daha yapıldı. Bu toplantıya katılan yeni üyeler şu isimlerden oluşuyordu: Prof. Dr. Ahmet Hamdi Tanpınar, Prof. Rudolf Belling, Prof. A. Afetinan, Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Doç. Dr. Kemali Söylemezoğlu, Prof. Dr. Emin Barın, Milli Eğitim Bakanlığı temsilcisi Kamil Su, Faik Reşit Unat ve Enver Behnan Şapolyo, Bayındırlık Bakanlığı temsilcisi Müsteşar Muammer Çavuşoğlu ile proje mimarı Prof. Dr. Emin Onat. Bu genişletilmiş komisyon, toplantı sonucunda yapılacak heykel, kabartma ve yazılacak yazılarla ilgili ana esasları belirleyerek; biri “Anıtkabir’in çeşitli yerlerine yazılacak yazıları seçmek” için; diğeri de “heykel ve kabartma konuları ile kulelere verilecek isimleri belirlemek” için olmak üzere iki alt komisyon kurulmasına karar verdi. Yazıların seçimini yapacak komisyonda Prof. A. Afetinan, Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Öğretmen Kamil Su, Öğretmen Faik Reşit Unat ve Öğretmen Enver Behnan Şapolyo bulunuyordu. Heykel ve kabartma konularını belirleyecek olan komisyonda da Anıtkabir mimarları ile Prof. Dr. Ahmet Hamdi Tanpınar, Prof. Rudolf Belling, Doç. Dr. Kemali Söylemezoğlu, Prof. Dr. Ekrem Akurgal yer alıyordu.

Sadece Türk sanatçıların katılabileceği bir yarışma açmaya karar verildi. Bir jüri kuruldu. Jüride yerli ve yabancı ünlü sanatçılar vardı. Anıtkabir heykel ve kabartma yarışması sanatçılarımız arasında büyük ilgi gördü. Bu yarışmada da yarışmaya gönderilen eserlerin kimlere ait olduğu belli değildi. Böylece jürinin tarafsızlığı sağlanmış oluyordu.

BU daraltılmış iki komisyon da çalışmalarını kısa bir zamanda bitirerek vardıkları sonuçları birer raporla üst kurula sundular. Genişletilmiş komisyon kabartma ve heykellerle ilgili komisyon raporunun ışığında, 1 Eylül 1951’de önemli kararlar aldı. Bu kararlara göre kulelere Milli Mücadele, cumhuriyetin kuruluş süreci ve çağdaşlaşma faaliyetlerini anlatan şu isimlerin verilmesi kararlaştırıldı: “Hürriyet, İstiklâl, Mehmetçik, Zafer, Müdafaa-i Hukuk, Cumhuriyet, Barış, 23 Nisan, Misak-ı Milli, İnkılâp.”

HEYKEL, KABARTMA YARIŞMASI VE SONUÇLARI

Konuları ve genel nitelikleri belli olan heykel ve kabartmaların istenilen özellikte nasıl gerçekleştirileceği hususları tartışılmaya başlandı. Bazıları bu heykel ve kabartmalar için Avrupalı sanatçılar arasında; bazıları da sadece Türk sanatçıları arasında bir yarışma açılmasını uygun buluyordu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Öğretim Üyesi Prof. Belling, “Anıtkabir heykel ve kabartmalarının konularının tamamen milli olduğunu, Türk tarihinden alınan bu konuları en içtenlikle, en iyi duyarak ancak Türk sanatçılarının dile getirip canlandırabileceklerini” savunuyordu. Bu tartışmaları ve görüşleri dikkate alan ilgililer, sadece Türk sanatçıların katılabileceği bir yarışma açmaya karar verdiler ve bunun şartnamesini hazırladılar. Bir jüri kuruldu. Jüride yerli ve yabancı ünlü sanatçılar vardı. Jüri başkanlığına Prof. Belling getirildi. Anıtkabir heykel ve kabartma yarışması sanatçılarımız arasında büyük ilgi gördü. Bu yarışmada da yarışmaya gönderilen eserlerin kimlere ait olduğu belli değildi. Böylece jürinin tarafsızlığı sağlanmış oluyordu. Yarışmaya gönderilen 200’e yakın eser birer birer gözden geçirildi. 26 Ocak 1952’de jüri üyelerinin gizli verdikleri notlara göre değerlendirildi. Buna göre;

Aslanlı Yol başındaki kadın ve erkek heykel gruplarının birinciliğini, Aslanlı Yol’daki aslan heykellerinin birinciliğini Hüseyin Özkan kazandı. Şeref Holü’ne çıkan merdivenlerin sağındaki kabartma kompozisyonu birinciliğini İlhan Koman kazandı. Şeref Holü’ne çıkan merdivenlerin solundaki kabartma kompozisyonu ile İstiklâl ve Hürriyet Kuleleri içindeki kabartmalar ve Mehmetçik Kulesi’nin dış yüzeyindeki kabartma kompozisyonu birinciliğini Zühdü Müridoğlu kazandı. Müdafaa-i Hukuk Kulesi iç yüzeyi ile Barış, Misak-ı Milli ve İnkılâp Kuleleri’nin dış yüzeylerindeki kabartmaların birinciliğini Nusret Suman kazandı.

23 Nisan Kulesi’nin iç yüzeyindeki kabartma kompozisyonu için birinciliğe layık eser bulunamadığından ikinci olan Hakkı Atamulu’nun eseri uygulanmıştır. Şeref Holü’ne çıkan merdivenlerdeki Hitabet Kürsüsü süslemesi ile Bayrak Direği’nin kaidesindeki sembolik kabartmanın birinciliğini Kenan Yontuç kazanmıştır. Heykellerin ve kabartmaların seçilmesinden sonra, bunların taşa uygulanması için Bakanlar Kurulu kararı ile 26 Ağustos 1952’de uluslararası bir ihale açıldı. İhaleyi İtalyanların M.A.R.M.İ (Marmi-Affini-Rivestimenti-Mosaici- İtaliani) firması kazandı. Bu arada Bazı kabartmaların birinciliğini kazanan Nusret Suman da M.A.R.M.İ. firmasının taşeronu oldu. Başlangıçta dar bir kadro ile çalışan firma, hükümetin bir an önce bitirilmesini istemesinden dolayı kendi ülkesinden de birçok usta getirterek işi hızlandırdı. Başarı ile bitirdi.

YAZILARIN SEÇİMİ VE UYGULANMASI

Prof. A. Afet İnan, Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Öğretmen Kamil Su, Öğretmen Faik Reşit Unat ve Öğretmen Enver Behnan Şapolyo’dan oluşan yazıların seçimini yapacak alt komisyon 14-17 ve 24 Aralık 1951’de ve 7 Ocak 1952’de toplandı. Komisyon yaptığı toplantılarda şu kararları aldı:

“1. Anıtkabir’e sadece Atatürk’ün söylediği sözler yazılacaktır.
2. Şeref Holü’ne girişin sağ ve soluna yazılacak yazılar birinci raporda tespit edildiğinden, yalnız kulelere yazılacak yazılar kule isimleri ile uyumlu olarak seçilecektir.
3. Özlü sözler, Söylev ve Demeçler’in birinci ve ikinci cildinden, Büyük Nutuk’un birinci ve ikinci ciltleri ile Herbert Melzig’in Kemal Atatürk adlı kitabından seçilecektir.”

Kulelere yazılacak yazıların, kısmen kabartma ve kısmen oyulmuş olarak taşa yontulması işi için 17 Temmuz 1953 tarihinde Bayındırlık Bakanlığında ihale açılmıştır. İhaleyi Prof. Dr. Emin Barın kazanmış ve yazılarda kendisinin belirlediği şablon kullanılmıştır. Kulelerde ve Şeref Holü girişinde yer alan yazıların üzeri altın varak ile kaplanmıştır. Altın varak işini Sabri İrteş isimli usta yapmıştır. Kule içlerine yazılan yazılardan; Müdafaa-i Hukuk, Misak-ı Milli, Barış ve 23 Nisan Kulelerindeki yazılar mermer panolar üzerine hak edilmiştir. Diğer kulelerin içindeki yazılar ise traverten üzerine oyularak yazılmıştır.

MOZAİK SÜSLEMELER

Anıtkabir’de birçok yerde mozaik süslemeler bulunmaktadır. Şeref Holü’ne giriş bölümünün tavanında, Şeref Holü tavanında ve yan galerileri örten çapraz tonozların yüzeyinde mozaik süslemeler yer almaktadır. Ayrıca, sekizgen mezar odasında ve kulelerdeki pencerelerin üst kısımlarındaki kemer aynalıklarında ve Mehmetçik Kulesi’ndeki pencerelerin iç kemer aynalıklarında da mozaik süsleme yer alır. İstiklâl, Hürriyet ve Zafer Kulelerinin içlerinde traverten taşların birleşme bölümlerinde yere paralel 14 sıra halinde ve pencere çerçevelerinin kenarları tek sıra turkuaz renkte çini bordürlerle çevrelenmiştir. O döneme kadar Türkiye’de mozaik süsleme uygulaması yapılmadığı için, Bayındırlık Bakanlığı Anıtkabir mozaik işlerinin yapılması noktasında bir araştırmaya girişti. Birçok Avrupa ülkesinden çeşitli firmalar bu işi yaptıklarını kanıtlayan belgeleri gönderdiler. Tekliflerini verdiler. Bu teklifler incelendikten sonra, Anıtkabir’deki heykel ve kabartma işlerini de yapan Milano’daki İtalyan M.A.R.M.İ. firmasının teklifi uygun bulundu. Şeref Holü tavanı “15 ve 16. yüzyıl halı ve kilimleri”nden alınmış motiflerle süslüdür. Bu motiflerin seçimi için İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki kilim ve halılar üzerinde uzun incelemeler yapıldı. Mimarlar, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Orhan Arda tarafından uygun motifler seçilerek, bu motiflerin onbir tanesi birleştirilmek suretiyle bir kompozisyon oluşturuldu. M.A.R.M.İ. firması, sekiz kişiden oluşan mozaik ustaları (sonra onikiye çıktı) ile 22 Temmuz 1952’de Anıtkabir mozaik işine başladı. Firma, 14 Ekim 1953 tarihine kadar toplam 880.62 metrekarelik bir alanın mozaik kaplama işini bitirdi. Sonradan İtalya’dan ilave olarak getirilen 4 usta da toplam 763.17 metrekarelik bir alanı bir ayda tezyin ettiler. Sonuçta, Anıtkabir mozaik süsleme işleri 9 Kasım 1953 tarihine kadar hızlı bir çalışma ile sürmüş ve bu süreç içinde toplam 1.643.79 metrekarelik alan mozaik ile kaplanmıştır.

FRESK SÜSLEMELER

Anıtkabir’de mozoleyi çevreleyen kolonların tavanlarında ve Anıtkabir yan binalarının önünde bulunan revakların tavanlarında ve kulelerin piramidal tavanlarında fresk tekniğinde süslemeler yapılmıştır. Ayrıca Cumhuriyet ve İnkılâp Kuleleri’ndeki kapıların hatıl yüzeylerinde de aynı teknikle süslemeler uygulanmıştır. Fresk süslemelerin tamamında “15. ve 16. yüzyıl Türk kilim motifleri”nden örnekler yer almaktadır. 10 kulenin piramidal tavanlarında uygulanan motifler birbirinden farklıdır.İnkılâp, Misak-ı Milli, Cumhuriyet, Müdafaa-i Hukuk, Mehmetçik, Zafer, 23 Nisan ve Barış Kulelerini bağlayan kolonların tavanlarındaki kasetler içinde yer alan kilim motiflerinin göbeğinde, birbirinden ayrı sitilize “koç boynuzları” vardır. Bu boynuzların arasında dikdörtgen bir bölüm bulunmaktadır. Bu motif, her kule arası kolonlarda 11 defa tekrarlanmıştır. Zafer ve Barış Kuleleri arasındaki revak tavanlarında, yine kasetler içinde stilize edilmiş iki “koç boynuzu” bu defa birleşmiş olarak uygulanmıştır. Bu motif 25 defa tekrarlanmıştır. Kasetlerin bordürlerinde de stilize “koç boynuzları” yer almaktadır. Böylece Tören Alanı’nı çevreleyen kolonların tavanlarında toplam 69 adet “kilim motifi” vardır. Mozole kısmını çevreleyen kolonların tavanlarında, kısa kenarlarda yedişerden on dört; uzun kenarlarda onüçerden yirmi altı olmak üzere toplam “kırk” adet “kilim motifi” kasetler içerisinde uygulanmıştır. Bu motiflerde açık gri, kiremit ve sarı renkler kullanılmıştır. Anıtkabir’deki fresk süsleme işleri 27 Mart 1953’te ihaleye çıkarıldı. İhaleyi dekoratör Tarık Levendoğlu, 25 Eylül 1953 tarihinde bitirmek üzere 82.153 TL bedelle aldı. Bu sanatçı ile 11 Nisan 1953’te bir sözleşme yapıldı ve tavan süsleme işlerine 30 Nisan 1953’te başlandı. 1 Temmuz 1953 tarihine kadar yan binaların ve revak kısmı tavanlarının; 5 Ağustos 1953 tarihine kadar Şeref Holü kolonlarının yarısının fresk süslemeleri tamamlandı. Kuru fresk tekniğinde yapılan süslemelerde mat ve solmaz boya kullanılmış, motifler “Pelikart Tempera” boya ile yapılmıştır.

ANITKABİR’İN MİMARİ ÖZELLİKLERİ VE TARTIŞMALAR

Anıtkabir’in mimari yapısı ile ilgili olarak inşaatın bitiminden günümüze çeşitli tartışmalar yapılagelmiştir. Bunlar arasında daha çok “Anıtkabir’in ‘Yunan’ eserlerini andırdığı”, “milli mimari özelliklerinden uzak olduğu” şeklindeki iddialar veya değerlendirmeler öne çıkmaktadır. Bu iddialar şüphesiz bazı şekli algılardan kaynaklanmaktadır. Öncelikle iddia sahiplerinin dönemin mimari özelliklerini, iç ve dış siyasi-askeri olaylarını, eğitim ve kültür politikalarının mimari anlayışa olan etkilerini dikkate almadan bu eleştirileri yaptıkları görülmektedir. İkinci olarak, mimarların projeyle ilgili olarak dayandıkları “felsefe” ve eserde yer alan milli-tarihi unsurların görmezden gelinmesi (veya bilinmemesi) de söz konusudur. Şimdi bunları kısaca değerlendirelim.

TÜRK MİMARLIĞI VE ANITKABİR

1940-1950 yılları arası, Türk mimarlığında “İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi” olarak anılmaktadır. Bu tarihsel kesit içinde meydana gelen iç ve dış olayların mimarlık anlayışı ve uygulamalarını da etkilediği görülmektedir. Bu olaylar içinde 1938’de Atatürk’ün ölümü ve 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması sayılabilir. Şüphesiz, dönemin “Türk kimliğini koruyarak çağdaşlaşma” ve “Anadolu’da doğmuş ve yaşamış bütün medeniyetlere sahip çıkma” şeklinde özetlenebilecek olan kültür ve eğitim politikaları da mimari anlayışı etkilemiştir.

İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi’ne girerken bu olayların anıtsal yönü ağır basan, simetriğe önem veren, taş malzemeyi yeğleyen büyük boyutlu binalar belirli bir yoğunluğa ulaşmıştır. Bu yıllarda Türk mimarları, iklim koşullarına uygun geleneksel mimarlıkla ilişkili yerli malzeme ve işçilikle yapı üretmenin gerekliliği üzerinde duruyorlardı. Bu dönemde Türk mimarların yarışmalara katılımı artmış; dış ve iç etkilerle beslenen, duygusal bir düzeyde gelişen bu akım, savaş ve benzer koşulların değişmesiyle etkilerini yitirmiştir.

Bu dönemden günümüze pek çok yapı ulaşmış bulunmaktadır. Bunların başında Anıtkabir gelmektedir. Bu boyutlarda olmamak üzere, başta Ankara ve İstanbul’da olmak üzere, yurdun değişik yerinde daha çok kamu yapılarında bu dönemle ilgili örneklere rastlanmaktadır.

İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi’nde ürün vermiş ünlü mimarlar olarak Sedat Hakkı Eldem, Paul Bonatz ve Emin Onat’ı verebiliriz. Bu mimarların eserleri topluca incelendiğinde, kesme taşın kullanım biçiminde, mimarlık öğelerinin arasındaki oranda, pencere ayrıntılarında, saçaklarda “biçimci bir yaklaşım”ın egemen olduğu görülür.

Yapıların anıtsal görünümlere ulaşabilmesi için değişik öğelerden yararlanılmış, ayrıntıların çözümüne büyük bir titizlik gösterilmiştir. Bunu Anıtkabir başta olmak üzere, İstanbul Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde, Ankara Fen Fakültesi’nde, Çanakkale Anıtı’nda, İstanbul Radyo Evi’nde, İstanbul Taşlık Gazinosu’nda ve diğerlerinde gözlemek mümkündür.

GEÇMİŞİN GERÇEK DEĞERİNİ GÖSTERMEK

Proje mimarlarından Prof. Dr. Emin Onat, Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e nakledilmesinden beş gün önce (5 Kasım 1953) Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Anıtkabir’i Nasıl Yaptık?” başlıklı makalesinde projenin dayandığı ana felsefeyi ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. O şöyle diyor:

“Atatürk’ün başardığı devrimlerin en önemlilerinden biri, şüphe yok, bize geçmişin gerçek değerini göstermek olmuştur. Osmanlı devri şereflerle dolu bir devir olmakla beraber, itiraf etmek gerekir ki, skolastik ruhun hüküm sürdüğü kapalı bir âlemden ibaretti. Gerçekte ise tarihimiz, bir zamanlar Ziya Gökalp’in ‘ümmet devri’ dediği bir içe kapanmış medeniyetten ibaret değildi. Akdeniz milletlerinin birçoğu gibi, tarihimiz binlerce yıl önceye gidiyor. Sümerlerden ve Hititlerden başlıyor ve Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar birçok kavimlerin hayatlarına karışıyor. Akdeniz medeniyetinin klasik geleneğinin en büyük köklerinden birini teşkil ediyordu. Atatürk, bize bu zenginliğin ve verimli tarih zevkini aşılarken, ufuklarımızı genişletti. Bizi Ortaçağdan kurtarmak için yapılmış hamlelerden en büyüğünü yaptı. Gerçek geçmişimizin Ortaçağ değil, dünya klasiklerinin ortak kaynaklarında olduğunu gösterdi.

Gerçek milliyetçiliğin, içe kapanmış bir Ortaçağ gelenekçiliğinden asla kuvvet alamayacağını, onun yalnız ortak ve eski medeniyet köklerine inmekle canlanabileceğini anlattı. Avrupalılaşmakla, medenileşmekle, millileşmenin aynı şey olduğunu, bundan iyi hangi fikir ifade edebilirdi?

Bunun içindir ki biz, Türk milletinin skolastikten uyanma, Ortaçağ’dan kurtulma yolunda yaptığı devrimin Büyük Önder için kurmak istediğimiz anıtın, O’nun getirdiği yeni ruhu ifade etmesini istedik. Bu ruh, milletin içinden geçtiği medeniyetlerden birine ait, ölümlü bir ruh olamazdı. Atatürk’ün dehası bize gösterdi ki, dünyanın en büyük medeniyeti olan Sümer medeniyeti, Türkler tarafından yaratılmıştır. O, önce Akdeniz medeniyetinin temeli olduğu gibi, zamanımızda, dünya medeniyetinin köklerini aynı yerde bulacaklardır. İşte bunun içindir ki batılılaşma yolunda en büyük hamlemizi yapan Ata’nın Anıtkabiri’ni, bir sultan veya veli türbesi ruhundan tamamen ayrı, yedi bin yıllık bir medeniyetin, rasyonel çizgilerine dayanan klasik bir ruh içinde kurmak istedik.

Uzun yıllar dayanabilecek yapılar kurulmak istenirse, tabiatın vergisinden başka bir şeye gitmemek gerekir. Ancak tabiatın taşıdır ki vakar ile ihtiyarlar. Bu itibarla anıtın taştan yapılması düşünülmüştür. Anıtın mimari kuvveti her taraftan görünüşün aynı olması ile husule geleceğinden, bu nokta göz önünde tutulmuş, binanın dışının bir maske halinde olmayıp, içinin bir ifadesi olarak yaratılması önemle dikkate alınmıştır…”

TARİHİ VE KÜLTÜREL ÖZELLİKLER

Bütün bu görüşler ve yapının bünyesinde yer alan bazı özellikler çerçevesinde bakıldığı zaman Anıtkabir’in bütünüyle Türk milli kültür değerlerinden beslendiği ve bu değerleri yansıttığı rahatlıkla söylenebilir. Bu tarihi ve kültürel değerleri ve sembolleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Özellikle “Mozole”den hareketle anıtın dış görünüşü; “Yunan” eserlerinden değil, E. Onat’ın Sümerlerden yola çıkarak “Akdeniz medeniyeti” olarak ifade ettiği “Anadolu medeniyetleri” nden kaynaklanmaktadır.

2. Yine dış görünüş itibarıyla diğer anıt mezarlardan farklı olarak; “alle” (Aslanlı Yol)den sola dönünce Mozole ile karşılaşılmaktadır. Diğer anıt mezarlarda genellikle “alle”de yürüyüşe başladığınızda “mozole” karşınıza gelir.

3. İnşaatta kullanılan malzeme tamamen yerlidir ve yukarıda anlatıldığı gibi, Türkiye’nin değişik yerlerinden getirilmiştir.

4. Alle’ye adını veren “aslan heykelleri” tamamen “konar-göçer” Türk kültürünün sembolüdür ve on iki sağda, on iki solda olmak üzere toplam 24 adet olarak yerleştirilmiştir. Her bir aslan heykeli ile 24 Oğuz Boyu’nun her biri, yani Türk milletinin birlik ve bütünlüğü temsil edilmiştir.

5. Mezar Odası, Selçuklu ve Osmanlı türbe mimarisi stilinde sekizgen planlı olarak yapılmıştır.

6. Heykel ve kabartmaların tamamı milli- tarihi konular ile motifler ve mesajlar taşımaktadır.

7. Yapının çeşitli yerlerinde yer alan “mimari plastikler” (süslemeler) arasında “kabaralar”, “gül rozetleri” ve “çarkıfelekler” bulunmaktadır. Bunlar da Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden alınmadır.

8. Anıtkabir’de yine Osmanlı mimari sanatında çokça yer alan “kuş sarayları” (kuş evleri) uygulaması yer almaktadır.

9. Bunların dışında kuleler ve Şeref Holü dış duvarlarının çatı ile birleştikleri yerlerde yapıyı dört yerden saran “testere dişi bordürler” de Türk taş sanatının zarif motiflerinden oluşmaktadır. Yine bütün bina ve kulelerde yağmur suyunu tasfiye içi kullanılan “traverten çörtenler” Türk ev mimarisinden esinlenilmiştir.

10. Anıtkabir’de yer alan 10 adet “kule”nin üzerleri pramidal biçimde çatılarla örtülüdür. Bu stil “Türk çadır mimarisi”ni yansıtır. Nitekim Çatıların tepelerinde eski Türk çadırlarında görülen “tunç mızrak ucu” vardır.

11. Yukarıda da değinildiği gibi, Anıtkabir’deki bütün mozaik ve fresk süslemelerde kullanılan motifler geleneksel “Türk halı” ve “Türk kilim” motiflerinden alınmadır. Bu motifler içerisinde özellikle “koç boynuzu” motifi dikkatleri çekmektedir. Bilindiği gibi “koyun ve koç”, Türk “konar-göçer” medeniyetinin en önemli motiflerinden biri olup, Türk mitolojisinin ana unsurlarındandır. Bütün bunları çoğaltmak mümkündür. Sonuç olarak; Anıtkabir mimari özellikleri ve mimari felsefesi açısından Türk milli kültür değerlerinden kaynaklanan bir yapıdır. Köklerini Türk milli kültüründen ve evrensel değerlerden almış, yapıldığı dönemin mimarlık anlayışından etkilenmiştir.

NAKİLDEN ÖNCE YAPILAN İŞLEMLER

Anıtkabir İnşaatının bitirilmesinden sonra Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e taşınması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. Nakil töreninin önce 29 Ekim 1953 Cumhuriyet Bayramı gününde yapılması düşünülmüş, fakat Mezar Odası’ndaki hazırlıklar bitirilemediği için tören 10 Kasım 1953 gününe ertelenmiştir.

10 Kasım 1953 günü gerçekleştirilecek nakil töreni öncesinde yapılan bazı işlemler vardır. Bu işlemleri Tarih sırasına göre şu şekilde özetlemek mümkündür: 4 Kasım 1953 günü devlet erkânının da hazır bulundukları bir törenle Atatürk’ün Etnografya Müzesi Girişi’nde geçici kabrinde bulunan naaşı çıkartılarak hazırlanan bir katafalka konulmuştur.

Öğrenciler ve askerler saygı nöbetine başlamışlardır. 9 Kasım 1953 günü yine devlet erkânı huzurunda Prof. Dr. Kamile Mutlu Hoca ve öğrencisi Doç. Dr. Cahit Özen tarafından Atatürk’ün 15 yıldır “tahnitli” bir şekilde saklanan tabutu açılarak bir bozulma olup olmadığı kontrol edilmiş, geçici bir tahnit yapılarak tekrar kapatılmıştır. 10 Kasım 1953 günü nakil töreni başlamadan Doç. Dr. Cahit Özen tarafından Atatürk’ün tahnitli naaşını saklayan “kurşun tabut” açılmış, Atanın naaşı tahniti çözülmüş bir şekilde ceviz ağacından yapılmış bulunan yeni bir tabuta nakledilmiştir.

O tabut da gül ağacından yapılmış olan taşıma tabutuna konulmuş, onun üzerine de Türk bayrağı örtülerek nakle hazır hale getirilmiştir.

SON TÖREN: ANITKABİR’E NAKİL (10 KASIM 1953)

09.05’te saygı duruşu ile başlayan Anıtkabir’e nakil törenine Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, İsmet İnönü, TBMM. Başkanı Şükrü Saraçoğlu ve Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan Hanımefendi başta olmak üzere; bütün mülki ve askeri erkân ile kalabalık bir halk topluluğu katıldı. Tören Komutanı Tümgeneral Mithat Akçakoca idi. Atatürk’ün İstiklal Madalyası, Tuğamiral Şerafettin Karapınar tarafından taşınıyordu.

Top arabasına konulan Harbiyeli Mustafa Kemal’in naşını 1953 mezunu Harbiyeliler çekiyorlardı. Arabanın önünde 90, arkasında 46 Harbiyeli vardı. Harp Okulu Alay Sancağı ve flaması bandonun arkasında yürüyen Harp Okulu Alayı’nın önünde gidiyordu. Top arabasına refakat eden 12 general şu isimlerden oluşuyordu: Korgeneral Yusuf Adil Egeli, Korgeneral Mustafa Erem, Korgeneral Tahsin Çelebican, Tümgeneral Mahmut Kayaalp, Tümgeneral Kemal Niş, Tümgeneral Fahrettin Özdilek, Tümgeneral Hikmet Gerçekçi, Tuğgeneral Aziz Avman, Tuğgeneral İzzet Sözen, Tuğgeneral Kemal Yücet, Tuğgeneral Abdurrahman Ertemiz, Hava Tuğgeneral Enver Akoğlu. Kortej, Opera, Ulus, TBMM, Gar, Tandoğan Meydanı güzergâhını takiben Anıtkabir’e ulaştı. Kortejin uzunluğu 1.5 kilometreyi buluyordu. Bir ucu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ulaştığı sırada, öteki ucu Opera Meydanı’ndaydı. Aslanlı Yol’un başında top arabasından alınan Tabut, askerlerin omuzunda 262 metre uzunluğundaki Aslanlı Yolu geçerek Mozole önünde hazırlanan katafalka getirildi. Saatler, 12.42’yi gösteriyordu.

Saat 12.55’te Cumhurbaşkanı katafalkın arkasında hazırlanmış olan mikrofonların başına geldi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar çok duygulu bir konuşma yaptı. Konuşmasına;

“Büyük Türk Milleti,

Atatürk, tam 15 yıl önce bugün, hayata gözlerini kapamıştı. O gün, bütün Türk milleti gözyaşı dökmüş, insaniyet âlemi elemimize iştirak etmişti. Çünkü, Türk milleti büyük bir evladını, beşeriyet, insanlık idealine hadim en kuvvetli bir rüknünü kaybetmişti.

Şimdi, şu anda, maneviyatını ruhlarımızda mukaddes bir varlık halinde yaşattığımız Kemal Atatürk’ün ‘fani vücudunu’ ebedi metfenine, ‘Anıt-Kabir’ adını verdiğimiz buraya, tevdi etme için toplanmış bulunuyoruz” diyerek başlayan Milli Mücadele’nin Galip Hocası, Onun üstün vasıflarını anlattıktan sonra sözlerini Atatürk’e hitap ederek şu şekilde tamamladı:

“Atatürk!

Sen bizdendin. Seni halife yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu, iltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin. Hayat ve şahsiyetini milletinin hizmetine vakfettin.

Türk’ün gıpta ettiği, taziz ettiği, övdüğü ve övündüğü vasıflara maliktin, bütün bu meziyetlerinle Türk’ün ta kendisiydin. Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz.

Bil ki: Hakiki yerin, daima inandığın ve bağlandığın Türk Milletinin, minnet dolu sinesidir.

Nur içinde yat!”

CUMHURBAŞKANI’nın konuşması bitince, sadece protokole mensup zevat mozoleden içeri girerek sağ taraftaki merdivenlerden aşağı kata indiler ve galerili koridoru takiben sola dönerek Mezar Odası’na geldiler, mezarın etrafına dizildiler. Tabutun getirilmesini beklemeye başladılar. Komutanları Üsteğmen Cemal Tezgörücü’nün (sonradan Tuğgeneral rütbesine kadar yükselmiştir) komutasında, Muhafız Alayı’ndan 12 Mehmetçik, Ata’nın tabutunu omuzlarına alarak mozoleye girdiler. Devlet erkânının tersi istikamete, sola döndüler, alt katta yer alan mezar odasına inmek için sık dönüşlü merdiven başına geldiler. Daha önce çam ağaçlarından merdivene yapılmış bulunan kızakların üzerine tabutu özenle koydular. İpler kullanılarak tabut alt kat galerili koridora indirildi. Burada tekrar omuzlara alınan tabutla birlikte koridor geçilerek sağa dönüldü, biraz daha ilerlenerek Mezar Odası’na gelindi. Tabut kapıdan içeri sokulup, odanın sağ iç kenarına doğu- batı istikametinde yere konuldu.

Gül ağacından yapılmış bulunan dış tabutun üzerinde örtülü bulunan atlas bayrak görevli subay ve erler tarafından özenle toplandı. Etnoğrafya’da çıkarıldıktan sonra tamir edilerek yenilenmiş bulunan gül ağacı tabutun vidaları sökülerek kapağı açıldı. Bu büyük tabutun içinde esas naaşın bulunduğu ceviz ağacından yapılmış koyu renkli, bayrağa sarılı tabut göründü. Bu tabutun üzerindeki bayrak da özenle toplandı. Tabut alınarak, daha önce vatan toprakları ile hazırlanmış bulunan mezara baş kısmı batıya, ayak kısmı doğuya gelecek şekilde indirildi. Saatler 13.30’u gösteriyordu. Gömme işi ile meşgul olan Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisi mezara girerek tabutun kapağını açtı. Ata’nın naaşını hafif sağına, Kıbleye çevirdi. Kefenin boğulu olan baş tarafını çözdü. Kefeni araladı. Vücut ile kefen arasında bulunan pamuklar göründü. Kefeni biraz daha araladı. Yüzünü yokluyormuş gibi yaptığı anda, Ata’nın tahnit edilmiş esmer burnu görünür gibi oldu. Belki yüzü tamamıyla açacaktı. Fakat Celal Bayar’ın ‘açma’ hitabıyla birlikte, kefenin baş tarafı örtüldü. Tabut kapağını kapadı, yukarı çıktı.

Sıra toprak atılmasına gelmişti. Portatif küreğin gelmesi için biraz beklendi. Önce Cumhurbaşkanı Celal Bayar, sekiz köşeli dış mezarın hemen 60 cm. kadar altındaki sedde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Nurullah Tolon ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Fikret Belbez’in yardımlarıyla inerek, bir kürek ana vatan toprağını, yukarıdan bakıldığında tabutun sol baş tarafına bıraktı. Sonra sırasıyla Meclis Başkanı Refik Koraltan, İkinci Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün yakın silah arkadaşı İsmet İnönü ve Başbakan Adnan Menderes toprak attılar. Üzüntüden yüzünün rengi solmuş olan İsmet Paşa, sedde indirilirken yardım istememesine rağmen, oradakiler tarafından tutulmuş ve tabutun üzerine bir kürek toprak bırakmıştır. Bu arada Prof. Fuat Köprülü, toprağı attıktan sonra fenalık geçirmiş, Eski Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ise toprağı güçlükle atmıştır.

Yürümekte zorluk çeken Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Salim Burçak’ın yardımıyla geldi. Ağlayarak, ağabeyinin mezarına toprak attı ve su serpti. O sıra görevli olarak bulunan öğrenci temsilcisi Yekta Güngör Özden koluna girerek çıkmasına yardımcı oldu. Bu arada, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın eşlerinin gönderdiği sure yazılı bir kâğıt, Daire Müdürü Memduh Bey tarafından toprağa karıştırıldı. Ayrıca, mozolenin girişinde sağ ve solda yer alan Onuncu Yıl Nutku ve Gençliğe Hitabe’nin yazı şablonlarını da hazırlamış bulunan Prof. Dr. Emin Barın’ın ceylan derisi üzerine hat sanatının incelikleriyle yazdığı Atatürk’ün ölüm raporu bir gümüş muhafaza içinde mezara konuldu.

Protokole mensup zevat odanın dışında beklerken; Anıtkabir Bölük Komutanı Piyade Yüzbaşı Halit Yener, Üsteğmen Cemal Tezgörücü, Üsteğmen Mustafa Eser, Mühendis Osman Bey, 12 er ve iki işçi içeride mezar başında kalmış ve mezarı kapatma işini yapmışlardır. Anıtkabir Bölük Komutanı Yüzbaşı Halit Yener, arkadaşlarıyla birlikte kaleme aldığı notlarında bir ayrıntıyı öğrenmemizi sağlıyor: “Mustatil (dikdörtgen) mezar kısmını örtecek küçük arabanın üzerindeki beton levhalar hazırlanırken, mezar başında ben, C. Tezgörücü, 12 Er, Mühendis Osman, Binbaşı Şevki, Üsteğmen M. Eser ve iki amale kalmıştı. Kimin sorduğunu hatırlamadığım ‘tabutun kapağını açmak lazım mı?’ hitabına kimseden cevap çıkmayınca veya cevap verecek salahiyetli kimse kalmadığından uzun bir sükût oldu. Ben ‘açmak lazım’ derken, C. Tezgörücü’nün mezara inmesini söyledim. İndi, tabut kapağını açtı, etraftan konuşmalar oldu ve kapak bir karış kadar açık bırakıldı…”

Mezar kısmını örtecek, küçük bir arabanın üzerinde kenarda bekletilen beton levhalar hazırlandı. Mühendis Osman’ın nezaretinde daha önceden mezarın üzerine kurulmuş bulunan iskele vasıtasıyla vinç kullanılarak bu beton kapaklarla mezarın üstü örtülmeye başlandı. Bu levhalar ile tabutun arasındaki mesafe 120 cm. kadardı. Son levha tam uymadığından biraz yontularak yerleştirildi ve mezarın üzeri tamamıyla kapatıldı. Beton levhaların üzerine tekrar toprak atıldı. Bu iş bittikten sonra, mevcut çelenkler toprağın üzerine serpiştirildi. Kapı kilitlenerek anahtar Cumhurbaşkanlığına gönderildi. Atatürk’ün naaşının defnedildiğine dair resmi tutanak şu şekildedir: “Büyük Atatürk’ün naaşının 10.11.1953 Salı günü Etnoğrafya Müzesi’ndeki muvakkat kabirden alınarak 10. 11. 1953 Salı günü saat 13. 30’da ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’deki metfenine getirilmiş olduğu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Refik Koraltan, Başvekil Adnan Menderes, Büyük Millet Meclisi eski Reisi Abdülhalik Renda, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Orgeneral Nuri Yamut, Riyaset-i Cumhur Umumî Kâtibi Nurullah Tolon, eski Riyaset-i Cumhur Umumî Kâtibi Kemal Gedeleç, Ankara Valisi Kemal Aygün, Ankara Belediye Başkanı Atıf Benderlioğlu’nun huzurlarıyla konulduğunu gösteren işbu tutanak müştereken tanzim ve imza edilmiştir (İmzalar).”

DOÇ. DR. CAHİT ÖZEN TÖREN VE DEFİN İŞLEMİNİ ANLATIYOR

“Tabut on iki yüksek rütbeli subay tarafından alınarak Etnografya Müzesi önünde bekleyen top arabasına yerleştirildi. Belirli saatte Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, sivil ve asker protokole dahil zevat, yabancı elçiler ve davetlilerle büyük bir halk kalabalığının katıldığı kortej Anıtkabir’e doğru hareket etti. Ben, Dr. Nusret Mutlu ve Dr. Şeref Yazgan resmi bir otomobil ile başka bir yoldan Anıtkabir’e gittik. Bir süre sonra kortej Anıtkabir’e geldi. Anıtkabir avlusunda hazırlanan bir katafalk önünde Cumhurbaşkanı bir konuşma yaptı. Anıtkabir’de mezar, lahit taşının bulunduğu yerin altındaki bir odada hazırlanmıştı. Mezar kenarında illerden gelen toprak bulunuyordu. Gül ağacından yapılmış tabut ve madeni sanduka müzeye konulmak üzere alındı. Naaşın bulunduğu tabut, bir vinç ile mezara indirildi, üst kapağı aralandı. Mezar odasına inen Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü mezara birer kürek toprak attılar. Mezarın beton kapakları kapanıncaya kadar ben de orada bulundum.”

NAKİL TÖRENİ VE DEFİN İŞLEMİ RADYODAN CANLI YAYINLANIYOR

Atatürk’ün naşının Etnoğrafya’dan Anıtkabir’e nakil töreni, Bayındırlık Bakanı M. Çavuşoğlu imzasıyla ilgili kurumlara yazılan görevlendirme yazılarıyla hem radyodan canlı yayınlanmış, hem de filme alınmıştır. Basın Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü’ne yazılan 10 Ekim 1953 tarihli, Anıtkabir-33154-89 sayılı ve Atatürk’ün ebedi istirahatgâhına nakli merasimi hakkında görevlendirme şu şekildedir:

“1. Aziz Atatürk’ün naşı 10 Kasım 1953 günü ekli programa göre anıt-kabirdeki ebedi istirahatgâhına tevdi edilecektir.
2. Törenin bütün safhalarının radyo ile yayınlanması tertip komisyonunca karar altına alınmıştır.

Etnoğrafya müzesindeki ve Anıt-Kabirdeki lahitin bulunduğu mahallerin çok dar olması ve protokol icabı bulunacak zevatın da çokluğu dolayısıyla buralara girecek gazete ve foto muhabirlerinin miktarının tahdidi ile kendilerine birer belge verilmesini ve bütün merasimin filime alınması için gerekli hazırlıkların yapılmasını rica ederim. Bayındırlık Vekili.” Yine film alınması müsaadesi hakkında bir yazı da 2 Kasım 1953 tarihinde Anıt-Kabir 35378-89 sayı ile Milli Eğitim Vekaleti Öğretici Filmler Merkezi Müdürlüğü’ne yazılmıştır: “12.10.1953 gün 1019/34 sayılı yazı karşılığıdır: Aziz Atatürk’ün naaşının Anıt-Kabre nakli dolayısı ile 10.11.1953 günü yapılacak olan defin merasiminin safhalarını filmlerle tespiti uygun görülmüştür. Ekibinizin merasim zamanında ve vazifesini görebilmesini temin edecek tedbirlerin alınması için Ankara Valiliğine yazılmıştır. Buna göre gerekli temasın Vilâyetle yapılmasının teminini rica ederim. Bayındırlık Vekili. M. Ç.” Töreni milyonlarca insan radyodan yapılan naklen yayından dinledi. Ankara Radyosu, Anıtkabir’deki Mezar Odası dahil 28 noktaya yerleştirdiği muhabirleri ile töreni ve defin işlemini canlı yayınlıyordu. Canlı yayına Devlet Tiyatrosu sanatçılarıda yaptıkları söyleşiler ile katıldı.

Ankara Radyosu; 10 Kasım 1953 günü nakil töreninin canlı yayınına şu anonsla başladı: “Radyomuz bugün, Türklerin en büyüğü şanına layık bir törenle ebedi istirahatgâhına tebliğ edilirken bu hazin, hazin olduğu kadar da muhteşem merasimin bütün tafsilatını memleketin dört bucağına ve bütün dünyaya duyurabilmek gibi tarihi bir vazifenin tarifi imkansız duygularıyla huzurunuza çıkmaktadır. Günlerdir Atatürk’ün şu birkaç dakika sonra Etnoğrafya Müzesi’ndeki muvakkat kabrinden ihtiram elleri üstüne alınarak Anıttepe’nin ebediyet ufuklarına yaslanan ölümsüz kalbgâhına teslim edilecek olan muazzez naaşın çevresinde çırpınıyoruz. O muazzez naaşa titreyerek bakan gözlerimizi sizin gözlerinizle bir etmek ve işittiklerimizi aynen size duyurmak için hazırlıklar yapmış bulunuyoruz. Sayısı elliye varan spiker ve söz sanatkârı ve teknisyen arkadaşlarımız büyük cenaze alayının geçit yollarının en hâkim mevkilerinde stüdyolarda yer almışlardır.

Bugün Ankara’yı bir mahşere döndüren yüz binlerce mahzun vatandaş selinin ortasında eşsiz bayrağımıza sarılmış olarak bir kere daha haşmetle, muhabbetle yeryüzünden geçen Atatürk’ün başucunda, ayağı ucunda dökülen gözyaşlarını size anlatmaya çalışacağız, dilimizin döndüğü kadar. Çünkü onun varlığını tasvire kalkışan diller tanrısal bir kudrete ulaşabildikleri zamandır ki, ancak bütün özüyle gerçeği ifade edebilirler. Şimdi Sayın Yurttaşlarımız, Atatürk’ün Anıtkabir’deki ebedi istirahatgâhına tevdi merasimine başlamakta olduğumuz şu sırada Etnoğrafya Müzesi mevkiinde bulunan arkadaşımız Can OKAN’a sözü bırakıyoruz…”

Ankara Radyosu’nun bu yayını sırasında, tören korteji 10.30 civarında Türkiye Büyük Millet Meclisi önünden geçerken olayı canlı anlatanlardan birisi de ünlü şairimiz Behçet Kemal Çağlar’dır. Behçet Kemal Çağlar, konuşmasına şu sözlerle başlıyor, ardından heyecanlı sesiyle çok güzel bir ağıt okuyordu: “Ankara’nın güzel bir sonbahar günü. Pırıl pırıl ışıklar, Atatürk’e sahip olan Türk milletinin gönlündeki gurur gibi pırıldıyor. Sarı sarı yapraklar Atatürk’ü kaybeden Türk milletinin kalbindeki hüzün gibi düşüyor.

Atatürk’ün şehri Ankara, yapılarından ağaçlarına, sütunlarından insanlarına kadar ayakta. Bir saygı duruşu içinde Atatürk’ü ebediyet yolunda uğurlamaya hazırlanıyor. Şimdi önümüzde rüzgârda dallar gibi ağır ağır sallanarak kadın ve erkek izleyiciler geçiyorlar. Bu şehirden kaç defa, kaç defa böyle uğurlandı. Kâh cepheye bozgunları durdurup zaferler sağlamaya; kâh yurt köşesine yeni bir imar ve iman hamlesi götürmeye; kâh bir memleket kasabasında yeni bir inkılâbın fikriyatını yapıp yaymaya…

YARIN: Mezara konulan topraklar nerelerden ve nasıl geldi?

Bu sefer de gidiyor. Fakat artık dönmemek üzere! 15 sene evvel yine böyle bir kasım günü Ankara’ya bir daha ayrılmamak üzere, bir daha cisim olarak görünmemek üzere gelmişti. Şimdi o günü hatırlıyoruz. O, yurdun bütün bir kalp halinde çırpındığı, bir çift göz halinde bütün milletin ağladığı gün..

“Yok gayri bizlere uyku dünek vay
Kime bel bağlayak kime dönek vay
Vay amansız ecel alçak felek vay

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Ağla gözüm ağla yaşlar dil olsun
Kurumuş dereler baştan sel olsun
Çiçek kara açsın çayır kül olsun

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

En büyük en güzel en yiğit kayıp
Dereler denizler çağlar ağlayıp
Rabbim de gözyaşı dökmezse ayıp

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Her gittiği yerde o şan verirdi
Aslan bakışını görse erirdi
Kaşları yeleden nişan verirdi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Bakışları şimşek gibi çakardı
Yarını görürdü düne bakardı
Kürsüye çıktı mı, arşa çıkardı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Her belâyı önler arda atardı
Dermandı her dalda hemen yeterdi
Babamızdı elimizden tutardı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Kaybını yıldızlar bile bileler
Kırıla kanatlar sola yeleler
Kurt kuş duyup cenazene geleler

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Millet Atan gitti başın sağ olsun
Ölümü devr açsın yeni çağ olsun
Dağlar birer birer yanar dağ olsun

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gitti her ocağın söndü alevi
Yeryüzü dediğin bir ölü evi
Cihan türbe olsa almaz o devi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Dönmüş denizler gözyaşı taşına
Dünya ortak çıkmış Türk’ün yasına
Her evden bir ölü çıkmışcasına

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gökler ağıtlardan titriyor kat kat
Düştü üstümüze gerilen kanat
Onsuz dünya yarım, insanlık sakat

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

O hep dolu tuttu boş atmadıydı
Söz verince yaptı aldatmadıydı
On beş yıl tek burun kanatmadıydı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Bizdendi sevinci bizdendi derdi
Biz uyurduk o bizleri beklerdi
Uyudu nöbeti bizlere verdi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Kuru yapraklara benzedik bu güz
Her göz kan içinde sapsarı her yüz
Milyonlarız bir babadan öksüzüz

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gök düşsün toprağa toza belensin
Mezarına gece yıldız elensin
Şehitler doğrulsun nöbet dolansın

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Dünya hem kahr olur hem onu gömer
Yıldızlar kandildir semalar kemer
Sus boğulayazdın sus Âşık Ömer
Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı”

Atatürk’ün naaşı, Mezar Odası’ndaki mezara, tamamen İslami ölçülere uygun olarak, dualarla “vatan toprağı”na defnedildi. Bütün vilayetler (toplam 105 yerden) ile Selanik’teki Atatürk’ün doğduğu evin bahçesinden, Kore’deki Türk şehitliğinden, Suriye’deki Süleyman Şah’ın türbesinden ve Kıbrıs’tan getirilen ve harmanlanan vatan toprağı, büyük Ata’sını kucakladı.

NAKİL törenini takip eden yerli ve yabancı basın mensupları Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın konuşmasından sonra Mezar Odası’nda gerçekleştirilen defin işlemi için içeriye alınmamış, sadece Ankara Radyosu spikeri protokole mensup devlet erkânı ve görevlilerle birlikte Mezar Odası’na alınmıştır. O anda Mezar Odası’nda bulunan ve canlı yayınla faaliyetleri halka anlatan radyo spikeri Suat Taşer’dir. Mezar Odası’ndaki gelişmeleri S. Taşer şu şekilde anlatmaktadır: “Kabre girildi. Sükûnet içinde bekleniyor. Kabrin etrafında emsaline rastlanmamış mücessem bir sessizlik. Gömülme merasiminin son hazırlıkları bitirilmek üzere. Tabutun gelmesi bekleniyor. Aziz ölü omuzlar üzerinde, şimdi daha çok yaklaştı. Geliyorlar. Ara katın bir bölmesini geçiyorlar. Aziz Ata şimdi ebedi istirahatgâhına yöneldi.

Şimdi mukaddes tabut yurt topraklarıyla bezenmiş ebedi istirahatgâhına indirilmek üzere. Dıştaki tabutun vidaları çıkarılıyor. Şimdi dış tabutun içinden çıkarılan, Ata’mızı saklayan asıl tabut çıkarıldı. Kahraman erlerin yiğit elleriyle ebedi metfene indirilmektedir. İndiriyorlar. Ata ebedi istirahatgâhına şu anda yerleşmiş bulunuyor. Bir yandan gömülme merasimi devam ederken zabıt heyeti de protokolü imzalamaya devam etmektedir. İmza merasimi devam etmektedir ve ebedi metfende de Ata’nın yurt topraklarıyla örtülmesi devam etmektedir. Bu topraklar yurt topraklarıdır. İçinde üç tane de yurt dışı toprak bulunmaktadır. Bunlardan biri Aziz Ata’nın Selanik’te doğduğu evin bahçesindeki dut ağacının dibinden alınan topraktır. İkincisi Kore şehitlerimizin mezarından getirilmiş topraktır. Üçüncüsü Kıbrıs’tan getirilmiş topraktır.

Böylece tabutun etrafını saran yurt topraklarının üzerine beton kapaklar kapatılıyor. Onun üzerine tekrar toprak serpilecek. O toprağın üzeri alçılanacak. Onun üzeri tekrar toprakla doldurulacak ve onun üzerine de mermer plakalar kapatılacak.” Atatürk’ün naşının Anıtkabir’e nakli ve defin törenine katılmak için Basın Yayın Genel Müdürlüğünün talebi üzerine yurdun değişik yerlerindeki 12 adet Gazeteciler Cemiyeti ve Sendikası temsilcilerinin kortejde dernekler arasında yer aldığını görüyoruz: Trakya Basın Mensupları ve Teknisyenleri Derneği (Edirne), Gazeteciler Cemiyeti (İstanbul), Türk Basın Birliği (İstanbul), İstanbul Gazeteciler Sendikası (İstanbul), İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İzmir), Ankara Gazeteciler Cemiyeti (Ankara), Bursa Gazeteciler Cemiyeti (Bursa), Güney Bölgesi Gazeteciler Cemiyeti (Adana), Konya Gazeteciler Cemiyeti (Konya), Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti (Eskişehir), Zonguldak Gazeteciler Cemiyeti (Zonguldak), Basın Yayın Birliği (Zonguldak).

MEZARA KONULAN TOPRAKLAR NERELERDEN VE NASIL GELDİ?

Atatürk’ün naaşı, Mezar Odası’ndaki mezara, tamamen İslami ölçülere uygun olarak, dualarla “vatan toprağı”na defnedildi. Bütün vilayetler (toplam 105 yerden) ile Selanik’teki Atatürk’ün doğduğu evin bahçesinden, Kore’deki Türk şehitliğinden, Suriye’deki Süleyman Şah’ın türbesinden ve Kıbrıs’tan getirilen ve harmanlanan vatan toprağı büyük Ata’sını kucakladı. Yine aynı gün, Kore’de Türk Şehitliği’nde yapılan bir törenle, “Ata’nın kabrinden alınan toprak, Türk sancağının altına konuldu.”

Ata’nın mezarına gönderilecek bu topraklarla ilgili olarak Bayındırlık Bakanlığı 9 Haziran 1953 günü bütün valiliklere bir yazı yayınladı. Bu yazıda; “(…) kabir kısmına yurdun her köşesinden gelen topraklar konulacaktır. Bunun için vilayetinizin muhtelif semtlerinden (varsa muharebe meydanlarından) alınacak toprakların (5 kiloyu geçmemek üzere) ambalajlı olarak Anıt-Kabir İnşaatı Kontrol Şefliği’ne gönderilmesi” isteniyordu. Çanakkale, İnönü, Sakarya, Dumlupınar Zafer Meydanları ile Hava Kuvvetleri Şehitleri (Eskişehir) toprakları ve çeşitli şehitliklerden de getirilen ve Etnoğrafya Müzesi’nde muhafaza edilen topraklar düzenlenen bir yazılı protokol ile 3. 11. 1953 günü Anıtkabir Kontrol Şefliği adına Bekir Atagerçiğe teslim edilmiştir.

Bayındırlık Bakanlığı’nın Bakan M. Çavuşoğlu imzasıyla, bir kısmı 18 ve bir kısmı da 25 Kasım 1953 tarihinde olmak üzere Valiliklere ayrı ayrı yazdığı yazılardan anlaşıldığına göre; “Anıtkabir için vilayetiniz adına gönderilen sembolik yurt toprağı aşağıda isimleri yazılı temsilcilerinizden alınmış ve 10 Kasım 1953 günü yapılan teftin merasiminde diğer yurt toprakları ile birlikte Aziz Atatürk’ün metfenine konmuş ve mahfazası da Anıtkabir Müzesi’ne konulmak üzere saklanmıştır.” Valiliklere yazılan bu yazılardan hareketle şu illerden toprak getirilmiş, Atatürk’ün mezarına konulmuştur: Ağrı, Afyon, Ankara, Antalya, Amasya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çoruh, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Isparta, İçel, İstanbul, İzmir, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Maraş, Mardin, Muğla, Muş, Niğde, Ordu, Rize, Samsun, Seyhan, Siirt, Sinop, Sivas, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Urfa, Uşak, Van, Yozgat, Zonguldak,

İzmir’den gönderilen toprak, dönemin İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal başkanlığında bir heyet tarafından “Atatürk’ün Sayın Valideleri Bayan Zübeyde’nin medfun bulundukları İzmir Karşıyaka Osman Paşa Camii yanındaki medfenlerine topluca gidilerek” oradan alınmış ve Ankara’ya getirilmiştir. Sakarya Şehitleri Âbidesi’nden alınan toprak ile ilgili yapılan tören şu şekilde gerçekleşti: “Polatlı’da sabahın erken saatlerinde Kaymakam Tevfik Kurama, Polatlı Topçu Okul Komutanı General Rahmi Belger, C. H. P. Başkanı Ahmet Üstün, D. P. Başkanı Gence, Belediye Başkanı Emin Özbek, Sakarya 13 Eylül İlk ve Ortaokul öğrencileri ve kalabalık bir halk kütlesi tarafından Sakarya Şehitleri Âbidesi’nden Anıt-Kabir’e konulmak üzere merasimle toprak alınmıştır.

Saat 9’da törene ti işaretiyle başlanmış, Kaymakam Tevfik Kurama günün önemini belirten bir konuşma yaptıktan sonra, Ankara’ya toprağı götürecek olan heyet, iki mezar arasından toprağı alarak daha evvel hazırlanmış gümüş bir vazo içine koymuştur. Bundan sonra da kafile doğruca Polatlı İstasyonu’na gelmiş, toprak hazırlanan özel bir trenle Ankara’ya gönderilmiştir. Saat yarımda Ankara’ya gelen trenden alınan toprak merasimle Anıt-Kabre konulmuştur.” Bütün bunların dışında dikkat çeken, yurdun değişik yerlerinden getirilen bazı topraklar da bulunmaktadır. Mesela Yunus Emre köyü halkı, Yunus’un mezarından aldıkları toprağı; Ankara Atatürk Orman Çiftliği heyeti yeşil bir kadife içinde Atatürk’ün diktiği bir ağacın dibinden alınmış toprağı Anıtkabir’deki vazifelilere teslim ettiler. Siyasal Bilgiler Derneğine mensup üniversiteliler de kanlarıyla yoğrulmuş toprağı Anıtkabir’e getirerek teslim ettiler.

Bu arada, Kara Lisesi öğrencilerinden bir grup, öğretmenleri Nihat Bilge’nin başkanlığında lise öğrencilerinden Nuran Bayraktar tarafından işlenen bir bayrağı; Eskişehir Lisesi öğrencileri de kanlarıyla yaptıkları bir bayrağı Ankara’ya getirerek Anıtkabir yetkililerine teslim ettiler.

DEFİNDEN SONRA ANITKABİR’DE NELER YAŞANDI?

Devlet erkânı defin zaptını imzaladıktan sonra Mezar Odası’nda son saygı duruşunu yaptılar. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve beraberindekiler yukarı çıkarak mozolede Şeref Holü (Salonu)’ne geldiler. Lahit önünde son defa saygı duruşunda bulunarak dışarı çıktılar. 10 Kasım 1953 günü sabah saat 9.05’te Etnoğrafya’da başlayan nakil töreni, saat 13.30’da defin işleminin tamamlanması ile Anıtkabir’de bitti. Bundan sonra, korteje dahil olan yabancı ülke diplomatları, milletvekilleri, diğer kuruluşların temsilcileri, izciler ve gençler mozoleye girerek saygı duruşunda bulundular. Ardından saat 14.30’dan itibaren Anıtkabir halkın ziyaretine açıldı. 10 Kasım 1953 günü gece 24.00’e kadar ziyarete açık bulundurulan Anıtkabir’e o gün yaklaşık 70.000 kişi gelerek saygı geçişinde bulundu. 

KAYNAKÇA

AFETİNAN, A., Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 2. Baskı, Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, Ankara, 1968. Anıtkabir Tarihçesi, Anıtkabir Komutanlığı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001. EVLİYAGİL, N., Atatürk ve Anıtkabir, Ajans-Türk Matbaacılık Sanayi A. Ş., Ankara, 1988. GÜLEKLİ, N. C., Anıtkabir Rehberi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993. GÜLER, Ali, Atatürk’ün Son Sözü: “Aleykümesselam”, Yeditepe Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2015. GÜLER, Ali, Bir Vedanın Ardından, Atatürk’ün Ölümü, Cenaze Töreni ve Defin İşlemi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2009, I-VIII., 1-132 s. GÜLER, Ali, Milletin Sinesinde Atatürk ve Anıtkabir, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017. GÜLER, Ali, Sonsuza Yolculuk, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016. KOCATÜRK, U., Atatürk Çizgisinde Geçmişten Geleceğe, Atatürk ve Yakın Tarihimize İlişkin Görüşmeler, Araştırmalar, Belgeler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2005. ÖNDER, M., Atatürk Evleri, Atatürk Müzeleri, Ankara, 1993. ÖZDEN, Y. G., “Atatürk Gerçeğine Küçük Bir Katkı”, Anıtkabir Dergisi, Sayı: 2 (Nisan 2000), s. 21-23. SOYAK, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, C: I-II., Yapı ve Kredi Bankası A. Ş., Yayınları, İstanbul, 1973. SÖZEN, M., Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı (1923-1983), Ankara, 1984. TURAN, Şerafettin, , Mustafa Kemal Atatürk, Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2004. YENER, Halit, (Anıtkabir Bölük Komutanı Piyade Yüzbaşı), “Atatürkümüzün Anıtkabir’e Gömülüşüne Ait Müşahadeler” Anıtkabir Belgeliği.

Kaynak: https://www.turkgun.com/yazar/ali-guler

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum