Orta Avrupa Gezi Notları (III) Masal Şehir; PRAG - Yazan: FAZLI KÖKSAL

Orta Avrupa Gezi Notları (III) Masal Şehir; PRAG - Yazan: FAZLI KÖKSAL
21 Mart 2021 - 13:40
Hele sabahları hele baharda
Prag  şehri yaldızlı bir dumandır
Nazım Hikmet
 
Berlin’den Prag-Budapeşte hattına giden tren gara gelince kızıma  “Hangi vagona bineceğiz?” diye sordum.  “Üzerinde 2. Mevki yazan herhangi bir vagona binebiliriz” dedi. Öyle yaptık… Yalnız tren hareket etmek üzere iken, gelen iki yolcu “burası bizim yerimiz” deyince yerimizi değiştirmek zorunda kaldık. Meğer bileti aldıktan sonra check-in yapmak gerekiyormuş, ama kızım bilmediği için yaptırmamış. İnternet üzerinden yaptırmayı denedik,  tren hareket ettiği için o da mümkün olmadı… Zorunlu olarak boş bulduğumuz yerlere oturduk… Üç saat herhangi bir sorun çıkmadı… Avrupa’da tren yolculuğu çok zevkli, çevreyi, köyleri, tarım arazisini, ormanları ve akarsuları izleyerek geçen bir yolculuk. Her taraf yem yeşil. Etrafı seyrederken gördüğüm yeşillikler, bağlar, bahçeler, ırmaklar, pınarlar, meyveler Kuran’ın cenneti anlatan ayetlerini  hatırlatıyor…
Vagonumuzun yarıya yakını, birlikte yolculuk yapan Alman gençler ile doluydu… Bir taraftan onların söylediği Almanca şarkıları dinliyoruz… Prag’a bir saat kala yolculuğun tadı kaçtı… İki yolcu bizim oturduğumuz 3 koltuktan ikisi için bilet almışlar… Mecburen ben ve kızım kalktık. Prag’a kadar yaklaşık bir saat ayakta yolculuk yaptık… Satılan bilet sayısı yolcu sayısından çok fazla olmalı ki, ayakta yolculuk yapan çok kişi vardı… Prag’da üç tren istasyonu varmış. Biz yanlışlıkla doğu Prag’da indik. Ama trenden inenlerin sayısının çok az olduğunu görünce, görevlilerle doğru istasyonda inip inmediğimizi sorduk. Yanlış istasyonda indiğimizi anlayınca, hareket etmek üzere olan trenin başka bir vagonuna bindik.
 
Prag Merkez Garında trenden inince Uber’i arayarak bir araç çağırdık. Daha önce kızım araştırmıştı; Amsterdam’da, gerek taksi gerekse Uber pek kullanılmıyordu. Genelde toplu taşım kullanıyordu. Berlin’de Uber vardı, ama yaygın değildi, yer yer de taksiden pahalıydı… Ama Prag’da Uber yaygındı. Taksiden çok ucuzdu, hatta 3-4 kişilik kısa mesafeli yolculuklarda Uber toplu taşımadan bile hesaplıydı… Prag’da Uber’i 4-5 kez kullandık. Çok da memnun kaldık.  Kateriska Cad. No.16’daki Hotel 16’ya girince, sonradan adının Zora olduğunu öğrendiğimiz resepsiyon görevlisi yüzünden hiç eksik etmediği –kesinlikle yapmacık olmayan- gülümsemesiyle karşıladı… Odamızı göstermeden içecek ve meyve ikramında bulundu… Amsterdam ve Berlin’de konakladığımız otellerin aksine, klima ve buzdolabı da var odamızda… Yataklar rahat ve kaliteli... Odalar bir otelde değil de evinizdeymiş gibi algılamanızı sağlayacak şekilde tefriş edilmiş… Tüm gün boyunca, çay, kahve ve meyve ücretsiz… Sabah Kahvaltısı da ücretsiz… Ama Sabah Kahvaltısı bize hitap edecek mi bilmiyorum? Valizlerimiz boşaltıp duş aldıktan sonra, Berlin’de Alsancak Simit Saray’ında aldığımız bir kısmını sabah kahvaltısında yediğimiz poğaça ve açmaların kalanını öğle yemeği niyetiyle yedikten sonra Prag’la tanışmak üzere Otelden Çıktık…
 
Prag, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti ve en büyük şehri… Orta Bohemya‘daki Prag’ın içinden  Vltava Nehri geçiyor.. Başka bir ifadeyle Vltava Nehri şehri ikiye bölüyor… 
Dergah’ın Ağustos 2019 sayısındaki Muaz Yanılmaz’ın şu mısraları sanki Prag’ı anlatıyor gibi;
“Seninle ikimiz
Bir nehrin iki yakası gibiyiz
Ortamızdan akıyor dünya
Şehirler uzuyor mesela en çok geceleri”
1,6 milyona yakın nüfusu olan Prag  “Altın Şehir”, “Doksanların Sol Bankası”, “Masal Şehri”, “Şehirlerin Anası” , “Avrupa’nın Kalbi” ve “Bin Kuleler Şehri” gibi isimlerle de anılıyor… Ve gezimiz sonlandığında anladık ki bu abartılı görünen isimleri fazlasıyla hak etmiş bir şehir…
 
Otelden çıkınca en yakın Tramvay durağına yöneldik… Tramvay için bileti otelden almıştık. Old Down (Eski Şehir) meydanına yakın bir noktada tramvaydan indik. Old Down meydanı Prag’ın anıtsal binalarının, kiliselerinin, astronomik saat kulesinin, turistlere hitap eden mağazalarının bulunduğu bir meydan… Ama Prag’da ilk ziyaret noktamızın bu meydan olmasının nedeni Prag’da en uygun fiyatlarla döviz alıp-satan döviz bürosunun, bu meydana yakın bir sokakta olmasıydı… Çekya AB üyesi olmasına rağmen geçerli olan para birimi Çek kronu… Avro geçmiyor… Dolayısıyla elimizdeki Avro’ları Krona çevirmek durumundaydık… Çekya’ya daha önce giden tanıdıklar, Prag’da döviz bozdururken çok dikkatli olunması gerektiğini, bazı büroların %40’a yakın komisyon aldıklarını, komisyon almadıklarını söyleyenlerde de kur makasının çok açık olduğunu söylediler… İnternetteki bilgilerde aynı tespiti doğruluyordu. Son olarak, otelimizin sevimli personeli (aslında her şeyi demek daha uygun, resepsiyon görevlisi, müdürü, gündüz sorumlusu, fedakarca çalışmasına bakınca belki de sahibi) kendilerinin de döviz bozduklarını, ancak kurlarının uygun olmadığını söyleyerek bu döviz bürosunun ismini vermişti. Kurlar uygun olunca döviz  bürosunda kuyruk oluşmuştu. Kızım kuyruğa girdi. Ben de döviz bürosunun bitişiğindeki  Franz Kafka’nın  1889-1896 yılları arasında yaşadığı, yüzü  Rönesans freskleriyle kaplı evi  Dům U Minuty’yi dışından inceleme imkanı buldum… Evin ve Franz Kafka’nın isminin verildiği sokak tabelalarının fotoğrafını çektim…
Kafka demişken ayrı bir parantez açmak gerekir.. Prag’da doğan uzun yıllar Prag’da yaşayan Franz Kafka Prag ile bütünleşmiş… Prag’a yakıştırılan  bir isim de “Kafka’nın Kenti”… Prag’ı anlatmak üzere kalemi ele alan yazarlar, bir bakıyorsunuz Prag’ı değil, Kafka’yı anlatmış…  Tezer Özlü’de bu geleneğe uyanlardan… Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabının Prag’ı anlattığı bölümlerinde yalnıza Kafka’yı yazmış.. Şehrin her yerinde Kafka’dan izler görmek mümkün.  Prag’da Kafka’nın yaşadığı evler korumaya alınmış. Bir Kafka Müzesi var… Onun adını taşıyan bir cadde birkaç sokak.. Onun adını taşıyan Cafeler, Oteller, restaurantlar Birkaç heykeli var.. Müzenin önündeki işeyen Kafka heykeli ilginç… Ama 42 adet müstakil çelik katmandan oluşan, her çelik katmanın farklı hızlarda hareket ettiği ve çok kısa süre büst bütünlüğünün görülebildiği 45 ton ağırlığındaki devasa büst mutlaka görülmeye değer. Kafka  Prag’da bir ticaret, bir pazarlama metaına dönüştürülmüş... Tişörtlerde, kupalarda, anahtarlıklarda, bardak altlıklarında, hatta çikolatalarda, özetle her turistik eşyada Kafka’nın resmi..  Kafka'nın da hayatını Yahudi Mahallesinde geçirmiş. Bu mahallenin tarihi 13. Yüzyıla kadar dayanıyor…  Yahudi Mahallesinde pek çok sinagog  var. Ve  Kafka’nın da   gömülü olduğu Yahudi Mezarlığı…
Kafka’dan bu kadar bahsettikten sonra yeniden Old Town’a (Eski Şehir) dönelim… Old Town, Barok tarzı binalarla dolu bir bölge.. Çeşitli restoranlar, publar, dükkânlar, galeriler ve müzeler bulunuyor.  Eski şehrin tarihi binaları içinde 10. Yüzyıldan kalanlar bile var… Old Town meydanı UNESCO Tarih Mirası listesinde yer alıyor.  Meydan çok kalabalık, her taraf turist… Etrafı izlerken, kendinizi bir masal dünyasında hissediyorsunuz.  Meydanın ortasındaki Protestan lider Juan Huss'un heykeli var. Gösterişli alımlı… Juan Huss, katoliklere karşı savaşmış ve esir düşmüş… Galip Katolikler tarafından da yakılarak öldürülmüş…  Meydandaki en görkemli bina, eskiden belediye sarayı olarak kullanılan  Old Town Hall Tower (Staromestská radnice) var… Belediye sarayının iç süslemeleri çok gözalıcı.  Bu tarihi binanın kulesinden Prag’ı seyredebilirsiniz… Kuleye çıkmak ücrete tabii… Bilet aldıktan sonra yürüyerek veya asansörle kuleden Prag’ı izleyebiliyorsunuz… Ünlü Astronomik saat de Old Town Hall’in ön yüzünü kaplıyor…
Çok ilginç bir öyküsü var Astronomik Saat’in. 15. Yüzyılda Prag’ı yönetenler, Belediye Sarayına konulmak üzere ünlü saat ustası Hanus’tan görülmedik bir saat yapmasını isterler… Saat farklı görünümü ve orijinal haliyle herkesin beğenisini kazanır. .  Herkes Saatçi Hanus’tan saati nasıl yaptığını öğrenmeye çalışır. Şehri yönetenler de bu ilginç  saatin yalnızca Prag’da olması, başka bir yere  benzerinin yapılmaması için, saatçi Hanus’un gözlerini kör ederler. Hanus da öç almak için saate zarar verir ve saat tam anlamıyla tamir edilemez. Her tamir deneyiminden sonra saat yeniden bozulur.  En son 1865’de ciddi bir tamirat geçiren Astronomik Saat, II. Dünya Savaşı’nda da ciddi şekilde zarar görmesine rağmen hâlâ ihtişamını koruyor.
 
Her saat başı birçok turistin önünde toplandığı saat kulesinde yelkovan her 12'yi gösterdiğinde ilginç bir gösteri başlıyor.  Zil çaldığında saatin üzerinde  iki küçük pencere açılıyor ve içinden 12 havariyi temsil eden kuklalar çıkıp izleyenleri selamlıyor. Saatin sağ yanındaki yaşam ve ölümü temsil eden iskelet figürü elindeki asayı yere vurarark izleyenlere ölümü hatırlatırken , yanında elinde sazıyla bir Osmanlı ve  saatin öbür ucundaki Yahudi kuklaları beliriyor. ''Hayır'' dercesine kafasını sağa-sola sallıyor. Yüzlerce insan saat başı yaklaşınca, ellerinde fotoğraf makineleri, saati ve bu ilginç gösteriyi en iyi görecek yerde konuşlanıyorlar… Saatin zili çalıp kuklalar çıkınca kameralar çalışmaya başlıyor…  Tabii bu kalabalıktaki itiş kakıştan hırsızlara yankesicilere gün doğuyor… Zira Prag, Roma’dan sonra en fazla hırsızlık olayının olduğu ikinci Avrupa başkenti.. Nazım Hikmet yurttan kaçtıktan sonra, bir süre de Prag’ı mesken tutmuş ve Prag hakkında da epey şiir yazmış. Mesela bir şiirinde Astronomik saati şöyle anlatmış;
Şair memleketten uzak,
Hasretten delik deşik
Eski Kent’te duruyordu.
Meydanlıkta yapayalnız
Gotik duvar üstünde
Hanuş ustanın saati 
On ikiyi vuruyordu. 
Ve çanları çalan ölüm
Ve yukarda öttü horoz
Şair memleketten uzak,
Hasretten delik deşik

Old Town’un Meydanında ayrıca  1381’de inşa edilmiş olan şapel, sanat galerileri, Meryem Ana Kilisesi ve  eski hapishane binası gibi görülmeye değer binalar var..
 
Başta Old Town olmak üzere Prag’ın her yerinde, yoğun bir Tarçın ve Kızarmış hamur kokusunu hissediyorsunuz…  Bu Çekyaya özgü Trdelnik denen tatlının kokusu… Ateşte çevrilerek pişirilen içi boş hamura,  pişirme esnasında tarçın ve şeker dökülmesiyle yapılan bir tatlı Trdelnik… Piştikten sonra içine çikolata veya dondurma, isterseniz her ikisi de konularak yeniyor… Bizim damak zevkimize çok uygun değil… Üçümüz de aldığımız dondurmalı trdelnikleri bitiremedik… Meydandaki parkta güvercinlere ikram ettik… Güvercinler çok sevdi doğrusu… Tatlılar bittikten sonra, belki yine verirler umuduyla uzun süre yanımızdan ayrılmadılar… 
Parktan çıkarken, duyduğum galiz bir Türkçe küfür ile irkildim… 16-17 yaşında, birisi başörtülü, iki genç kız birbirlerine –herhalde kimsenin anlamayacağından emin olmanın verdiği güven duygusuyla- ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı… Eşim dayanamayarak “kızlar yakışmıyor” dedi. Şaşırdılar… Kısa bir suskunluktan sonra devam ettiler… Utandık…
 
Old Town’u gezdikten sonra, ismini bir Çek Kralından alan, Çekce Karel İngilizce  Charles köprüsüne ulaşmak üzere Vltava Nehri’ne doğru yola çıktık… Vltava Nehri, Avrupa’nın en uzun nehirlerinden Elbe Nehrinin en büyük kollarından birisi… Debisi düzenli olduğu için nehir deniz ulaşımına elverişli… Gemilerin, tekneler ile yolculuk yapılıyor.. Vltava Nehri’nin iki kenarında boylu boyunca -yer yer binalar tarafından kesintiye uğrasa da- parklar yer alıyor… Nehirde irili ufaklı sekiz adad yer alıyor. Zaman zaman parklarda oturarak, zaman zaman fotoğraf çekerek haritada Karel köprüsü olarak gördüğümüz köprüye doğru yürüdük… Köprüye geldiğimizde hayal kırıklığına uğradık… Meşhur köprü bumuymuş? Ne özelliği var ki? Diye söylendik… Bir çelik yığını… Yanıldığımızı kısa süre anladık… Haritayı yanlış okumuşuz. Charles Köprüsü yerine Vltava Nehri’ndeki 18 köprüden bir başkasına gitmişiz… Vltava Nehri boyunca aksi istikamette yeniden yürümeye başladık. Geri dönüş günbatımına denk geldi… Oldum olası günbatımı fotoğraflarını çok severim… Hele su ve tarihi binalar var ise… Charles köprüsüne gelene kadar bol bol fotoğraflar çektik… Kale, şatolar, Vltava Nehri, konaklar/saraylar… Hava karardıktan sonra Charles Köprüsü’ne ulaştık..
Charles Köprüsü  516 metre uzunluğunda… Köprü üzerinde sağlı sollu 30 heykel grubu var ve bunların her biri farklı bir hikâye anlatıyor. Köprü kemerlerinin ayaklarında buz kırıcılar ve onların üzerinde de heykeller yer alıyor. Köprüyü korumak amacıyla iki tarafına 30 metre yüksekliğinde dört kule yapılmış… Köprü, kuleler ve heykeller sizi masal çağında gibi hissetmenize neden oluyor… Yapımına 1357’de başlanılan köprü 1402 yılında tamamlanmış. 4. Charles tarafından yaptırılan ve sağlam olması için, inşaatın sürdüğü yaklaşık elli yıl boyunca, yapımında her yıl 10 bin yumurta akı kullanılmış.  
Köprüdeki 30 heykel grubundan en fazla ziyaretçi toplayanı, Hristiyan turistlerin elleri sürerek dilek diledikleri Aziz Nepomuk heykeli... Efsaneye göre, kraliçeye çok yakın olan Aziz  Nepomuk, kıskanç kralın hışmına uğrayınca bu köprüden aşağı atılmış. Suya düşerken de göğe pek çok yıldız yükselmiş. Bu nedenle Nepomuk'un heykelinin başında altın renginde yıldızlar serpiştirilmiş.
Köprüde en fazla ilgimi çeken heykel ise Türk Gardiyan heykeli oldu… Bu heykel Türklere karşı duyulan korku ve ön yargının bir göstergesi. Heykelde, elinde tespih bulunan iri yarı Türk gardiyan neşeli bir şekilde zindanın kapısında beklerken, üç Aziz içerideki Hristiyan esirleri kurtarmaya çalışırken gösteriliyor.
Charles Köprüsü’nde heykelleri tek tek inceledik. Fotoğraflar çektik. Seyyar satıcıları, köprü üstünde resim yapanları, dans eden gençleri, şarkı söyleyenleri izledik. Ayaküstü bir şeyler atıştırdık. Köprü ve civarında yaklaşık 3 saat geçirmişiz. Vakit gece yarısına yaklaşıyordu.  Uber’i arayarak bir araç çağırdık. Otele gittiğimizde yeni bir güne girmiştik…
27. Ağustos 2019 sabahı güzel bir kahvaltı ile başladık güne…
 
Prag’a gelmeden önce  yalnızca beş Çek’in, daha doğrusu beş Çekoslavakyalı’nın adını duymuştum.Yazarlar; Franz Kafka, Milan Kundera, Yazar ve Cumhurbaşkanı Vaslav Havel, Çekoslavak Komünist partisi Genel Sekreteri ve Çek Baharı’nın öncüsü  Aleksander Dubçek, bir de ünlü atlet Emil Zatopek… İnternette yaptığım araştırmada, Prag’da Alexander  Dubçek hariç, hepsinin adı bir şekilde bir yere verilmişti;  müze, cadde, sokak, bina, konferans salonu vb… Dubçek hariç.. Dubçek, Çekoslavakya Komünist partisi sekreteri idi… Prag Baharı diye tanımlanan Çekoslavakya’da başlatılan “despotik olmayan sosyalizm”in öncüsüydü.  Bu değişime tahammül edemeyen SSCB Çekoslavakya’yı işgal etmişti. Hatta o olay Türk Solunun parçalanmasına neden olmuştu… Mehmet Ali Aybar Çekoslavakya’nın işgaline karşı çıkmış buna karşılık, Behice Boran ve Sadun Aren işgali savunmuştu. Dubçek daha sonra Çekoslavakya’nın Ankara büyük elçisi olarak görev yapmıştı… Ankara'da onun adını taşıyan bir cadde var. Zora’ya Prag’da “Dubçek” adını taşıyan bir tesis olup olmadığını sordum. Zora "bu da nereden çıktı?" der gibi baktıktan sonra olmadığını söyledi… Sonradan araştırdığımda Dubçek'in Slovak olduğunu, Çeklerin Slovaklara karşı hoşgörülü davranmadıklarını, ne kadar ünlü Slovak varsa, isimlerini cadde ve tesislerden kaldırıldığını öğrendim.
Dubçek ve Havel
 Kahvaltıdan sonra tramvay ile Petrin tepesine doğru yol aldık… Petrin tepsine yakın bir noktada tramvaydan indik… Bir botanik park gibi olan Petrin tepesinden Prag’ı kuşbakışı izledikten sonra, önceleri kraliyet bahçesi olarak kullanılığı 2002 yılında halka açılan Royal Garden’a yürüyerek geldik. Çeşitli Egzotik bitkilerin bulunduğu bu bahçe de görülmeye değer. Royal Garden’dan  Prag Kalesi’ne geçtik…
 
Prag Kalesi/Sarayı’na Kale Meydanından giriliyor. Kale Meydanı tamamen Arnavut kaldırımı dediğimiz tarzda parke taşlarla kaplı. Meydanın çevresinde saraydan başka  Çekoslovakya’nın oluşmasını sağlayan Tomas Garrigue Masaryk’nin heykeli, çeşitli kilise ve anıt binalar yer alıyor...
Saray kapısı bayağı gösterişli. Giriş kapısı sütunları üzerinde titanların mücadelesini canlandıran heykeller, demir parmaklıklar üzerinde ise melek heykelleri yer alıyor. Bahçe duvarının dışında iki Çek askeri nöbet tutuyor. Onların önünde de, tarihi kiralık kostümlerle fotoğraf çektirmek isteyen turistleri bekleyen fotoğrafçılar yer alıyor… Kale, içindeki saray ile mimarisi ve büyüklüğüyle göz kamaştıran katedral, müzeler, Romanesk manastır, Altın sokak ve çeşitli galerilerin olduğu binalardan oluşuyor. Uzun süre kuyrukdan geçip arandıktan sonra kaleye girebiliyorsunuz.
Kalede en dikkat çeken yapı, uzun yıllar inşaatı tamamlanamayan, Çek Cumhuriyeti'nin en büyük katedrali Aziz Vitus Katedrali... Yapımına 1344 yılında başlanan ancak 1929'da tamamlanan katedral, dünyanın 5. büyük katedrali. Çevresindeki çirkin suratlı ejderha heykellerinin de yapıyı kötü ruhlardan koruduğuna inanılan katedralde, bu heykeller  yağmur oluğu görevini de yerine getiriyor.
Kalede, Orta Avrupa'nın en eski kilisesi St. George ile savaşta kocası ölen kadınlar için  açılan huzurevi de yer alıyor. Bir zamanlar ünlü yazar Kafka'nın da çalıştığı Altın Sokak ise kalenin en popüler yeri. Surların üstüne yapılmış küçük odalardan oluşan sokakta, bir dönem simyacılar bulunduğu ifade ediliyor.
Kalenin diğer önemli yanı da Çek Cumhurbaşkanlarının da burada yaşaması... Krallık döneminden bu yana sürdürülen bu gelenekle, Cumhurbaşkanları kalenin ikinci avlusundaki binada kalıyor ve konuklarını burada ağırlıyor. Cumhurbaşkanının makam arabasının yanı da dahil, turistler hemen her yerde fotoğraf çektirip, dolaşabiliyorlar, sadece Cumhurbaşkanlığının çalışma binasının içine giremiyorlar.  Hatta Cumhurbaşkanının zaman zaman korumasız olarak ziyaretçilerin arasında dolaştığı, onlarla sohbet ettiği de ifade ediliyor.
Prag Kalesi’nde turistlerin en fazla ilgi gösterdikleri etkinlik;  görevli askerlerin nöbet değişimi merasimi…  Bu gösteriyi biz de kısmen izledik.
Aziz Vitus Katedralinde, kızım fotoğraf çekerken, eşim ve ben sıralara oturduk, dinleniyorduk. Ne için bilmiyorum el çantamı açtım. Ve şaşırdım; cüzdanım yoktu. Biraz şaşkın, biraz mahcup; “cüzdanım yo, çalınmış herhalde” dedim. Fotoğraf çekmekte olan kızıma seslendik, o da “baba  belki otelde unutmuşundur, gidip bakalım. Orda da yoksa polise gideriz” dedi. Uber’den bir araç çağırarak doğru otele gittik.  Cüzdan otelde de yoktu. Çalınmıştı ama ne zaman? Eşime ve kızıma göre bir gün önce Astronomik Saatin  önündeki kalabalığın itiş kakışı sırasında, az bir ihtimalle de Charles köprüsünde… Ben ise bugün, muhtemelen Saray’da veya Aziz Vitus Katedralinde çalındığını iddia ediyordum… Eşim “Ben sana, çantanı sürekli önünde tut, çantanın fermuarını açık unutma, diye defalarca uyarmadım mı?” derken kızım da “baba her gün cüzdanı odadaki kasaya koyuyorduk, Prag’da  niye yanına aldın?” diye hesap soruyorlardı… İkisi de haklıydı. Eşim defalarca çantayı önümde tutmam ve fermuarını açık unutmamam konusunda uyarmıştı. Kızım daha da haklıydı. Cüzdanımda yanımda taşımamı gerektiren bir şey yoktu; ikiyüz dolar, 700 TL’ye yakın Türk Lirası, kimlik kartı, kredi kartı ve banka kartları. Tüm harcamayı kızım yapıyordu.. Dolar ve Türk lirası da Prag’da geçerli değildi… Olacağı varmış… Herhangi bir sorunla karşılaşmamak için polis karakoluna suç duyurusunda bulunmaya karar verdik.
 
Otelin resepsiyonunda görevli Caroline de nöbetinin bittiğini, bizi karakola kadar götürebileceğini, Çek Polisi arasında İngilizce bilenin az olduğunu, bu nedenle bize yardımcı olabileceğini söyledi. Carolline, kızım Aycan ve ben birlikte otele en yakın polis karakoluna gittik. Karakolun ziline bastık, kapıyı açan polis bir bekleme salonuna aldı. Biz bekleme salonuna girdikten sonra, bekleme salonunun kapısını kapattı. Kendisi de diğer polislerle birlikte çalıştığı odaya geçti. O kapıyı da kilitledi. Yaklaşık 15 dakika bekledik, ne gelen ne giden var. 15 dakika sonra kapıyı açan polis geldi, Çekçe bilip bilmediğimizi ve tercüman isteyip istemediğimizi Çekçe sordu. Caroline gerek olmadığını kendisinin tercümanlık yapacağını söyledi. Bize doldurulmak üzere üç form verdi. O üç forma kimlik bilgim, geçici konaklama adresim ve  olayı anlattığım beyanımı Caroline Çekçe yazdı yakınıcı olarak ben imzaladım,  tanık olarak da o imzaladı. Ama doldurulan belgeyi almaya kimse gelmiyordu. Bu arada karakolun kapı zili çalındı. Bu kez arabasından, bilgisayar, çanta, telefon vb. eşyaları çalınan bir Belçikalı aile geldi… Anne, Baba ve 4 çocuk… Polise meramlarını bizim Caroline vasıtasıyla anlatabildiler. Konuşmalardan  Emniyet Genel Müdürlüğünden tercüman çağırıldığını öğrendik… Polisler daha doldurduğumuz formu almaya gelmediler… Bu uzun zaman sürecinde Caroline ile uzun uzun sohbet etme imkanı bulduk… Caroline’in babası İsviçreli annesi Slovak… Lisansını Turizm alanında Çekya’da , Yüksek Lisansını İsviçre’de tamamlamış. Çekçe, Slovakça, Almanca, Fransızca ve İngilizce’yi mükemmel konuşuyor… Avrupa’nın hemen her ülkesini gezmiş. ABD’ye de gitmiş. ABD’de doktora yapmak istediği için, kızıma pek çok konuda sorular yöneltti.Türkiye’ye gelmek istediğini söyledi bizde gelirse mutlaka beklediğimizi söyledik. Bu arada polis geldi, doldurduğumuz formları aldı. Yaklaşık yarım saat sonra, elinde formlarla yeniden geldi, anlamadığı, tereddüt ettiği konuları  sordu. Kamera taramasında kullanılmak üzere fotoğraf çekip çekemeyeceğini sordu. Önden, yandan ve arkadan boy fotoğrafımı çekti. Yeniden bir bekleme sürecine girdik… İki saate yakın süre geçmesine rağmen Belçikalı aile için henüz tercüman gelmemişti. Formlara son halini verdikten sonra yeniden imzaya getirdiler… Üç saate yakın karakol maceramız sonra, karakoldan çıkarken tercüman yeni gelmişti… Caroline’e defalarca teşekkür ettim… Caroline olmasa karakol maceramız beş saati bulabilirdi…
 
Karakolda geçen zamana eski saray-otel-karakol-otel arasında geçen yolculuk  ile oteldeki oyalanmamız da ilave edildiğinde Prag’daki 2. Günümüzde yaklaşık beş saati heba etmiştik… Bunun sonucunda da gitmeyi planladığımız müzeleri (Mumya Müzesi, İşkence Müzesi, Komünizm Müzesi, Fosil Müzesi, Kafka Müzesi, Mucha Müzesi) programımızdan çıkarmak zorunda kaldık…
 
Otelden  doğruca Lennon Duvarı’na gittik. Lennon Duvarı; efsanevi  The Beatles’ın en ünlü mensubu John Lennon‘ın 1980 yılında vurularak hayatını kaybetmesinin ardından Lennon’un anısına graffiti ve şiirlerle anıtlaştırılmış… İnsanlar fotoğraf çektirmek için kuyruğa girmiş… İnsanların seveni olması, yıllarca unutulmaması ne güzel… Bir nevi ölümsüzlük..
Avrupa’nın en büyük şehirlerini gezmiş olanlar, Prag’ın en güzel ve romantik şehir siluetine sahip olduğunu belirtirler. Bu güzel ve tarihi kentin  Old Town (Staré Město), Lesser Meydanı (Malá Strana) ve New Town’ı (Nové Město) ve Wenceslas Square UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Çok kısa sürede bunların hepsini gezebilmemizi kızımın becerisine ve özenli planlamasına borçluyuz…
 
Çok istememize rağmen Tekne turu yapmamız da Prag için ayrılan iki günün yetersiz olmasından kaynaklandı…
 
Prag gezimizi güzel bir restaurantta yediğimiz nefis akşam yemeğinden sonra şehirde kısa bir tur attıktan sonra 23.00 sularında otelimize geldik…
 
Ve 28 Temmuz 2019 günü Hotel 16’da yaptığımız güzel bir kahvaltıdan sonra, bize gerçekten çok iyi ev sahipliği yapan Zora ve Carolina ile vedalaşıp, Uber’den çağırdığımız araç ile hava alanının yolunu tuttuk…
 
THY uçağı havalandığında, bu güzel kente son kez bakarken, güzel bir rüya ile süslenmiş uykudan uyanmış gibi hissettim kendimi…

Meraklısına Not: Prag Emniyet Müdürlüğünden suçluyu bulamadıkları konusunda çekçe bir bilgilendirme notu geldi...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum