Türk Birliği

Türk Birliği mümkün müdür? Turan bir Hayal mi? Türk Keneşi'ni oluşturan şartlar nasıl gelişti?

Türk Birliği
22 Eylül 2023 - 09:46
Türk Birliği

Yaşar Yeniçerioğlu 

SSCB’nin dağılması ve Doğu blokunun çökmesiyle birlikte 1991 yılında beş Türk Devleti bağımsızlığını ilan etmiş; Rusya ve Kafkasya’da özerk cumhuriyetler doğmuştur. Balkanlar’da ve diğer bazı bölgelerde de Türk topluluklarının varlığı anlaşılmıştır.

Çeşitli kaynaklarda farklı açıklamalar bulunmakla birlikte 300 milyonu aşan nüfusuyla büyük bir Türk Dünyası görünür hale gelmiştir.

Öncelikle şunu belirtmek isterim: Bizler, Türkiye’nin dışında da Türklerin olduğunu biliyorduk. Çünkü gençliğimiz, dünyanın çeşitli yerlerinde esaret altında olan Türklerin varlığını anlatan konferansları dinlemek ve bu konudaki eserleri okumakla geçti. Kendilerini rahmetle andığım Atatürk’ün söylemlerinden, Başbuğumuz Alpaslan Türkeş’ten ve diğer büyüklerimizden öğrenmiştik. Mesela; Ülkemizde yaşanan 1944 olayları bunun en bariz örneğidir. Anlayacağınız; davaya gönül verdiğimiz 16-17 yaşlarımızdan beri haberliydik.

1980 öncesinde esir Türklerin özgürlüklerine kavuşmaları için mücadele ettik. “Esir Türkler Haftaları” ile bu gerçeği vatandaşlarımıza ve dünyaya anlatmaya çalıştık. O zaman verdiğimiz mücadele, SSCB’nin yıkılmasında etkili oldu mu? Onu bilemem ama SSCB’nin yıkılması, Türklük için bir dönüm noktası oldu. Kadim Türk Milleti’nin önüne “Türk Dünyası” veya “Dış Türkler” gerçeğini ve büyük bir coğrafyayı açmış oldu.

Mücadele henüz bitmedi. Hâlâ özgürlüğüne kavuşamamış 30 milyonluk “Doğu Türkistan” Türklüğü ile dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Türk kökenli halklar var.

Bazıları anlamamakta inat etseler de veya hain/kötü niyetli olsalar da Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde millî mücadele yapılmamış ve gerçekçi bir strateji uygulanmamış olsaydı, belki biz de bugün esaret altında yaşıyor olacaktık.

Bazıları, ortaya çıkan bu gerçeği, hâlâ görmemekte ısrar etmektedirler. Bu kesimler, bazı dinî çevreler ile -ulusal solcular hariç- aşırı sol (komünistler) ve bölücülerdir. Birinciler, kendilerince “İslâm’da ırkçılık yok” diye uzak duruyorlar; ikincilerse, ideolojilerinin esiri olarak komünizmi savunuyor, şakşakçılığını yapıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni bile içlerine sindiremiyorlar.

Özellikle Siyasal İslamcılar, yeri geldikçe -bizce de doğru olan- “Türkler, İslâm’ın bayraktarlığını yaptı” cümlesini kullanıyorlar ama Türk’ü kötülemekten veya aşağılamaktan da geri durmuyorlar. Bunu, bazıları saflığından bazıları da hainliğinden yapmaktadır. Türk olmayanlardan “Türk’üm” demesini beklemiyoruz ama en azından saygılı olmalarını beklemek hakkımızdır!..

Öte yandan, Türk tarihini biraz derinlemesine okursanız; asimile olmuş, Türklüğünü unutmuş “kayıp Türkleri” görürsünüz. Kimisi Ortadoğu’da ve Arap yarımadasında, kimisi Kuzey Afrika’da, kimisi Rusya’da ve Sibirya’da, kimisi Uzak doğudaki Hindistan, Pakistan, Kore gibi ülkelerde kaybolmuşlardır.

Birçok defa bahsettim: Türklerin en büyük zaafı, fethettikleri veya gittikleri her yerde kendi dillerini, dinlerini, kültürlerini yayacaklarına, yerli halklara uyum sağlayıp kaybolup gitmişlerdir.

Her neyse!.. Türk Dünyası’nın ortaya çıkması, beraberinde fırsatlar da yaratmıştır. Açıkçası, talih Türklere yeniden gülmüştür; değerini bilelim.

Türk Konseyi (Keneşi)

Bu teşkilatın temeli, 29-30 Ekim 1992 tarihlerinde “Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirvesi” adıyla Ankara’da yapılan ilk toplantıyla atılmıştır. Muhakkak ki, bu çalışmaların baş mimarlarından biri, rahmetli başbuğumuz Alparslan Türkeş’tir (1993’den itibaren TÜDEV kanalıyla “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İş Birliği Kurultayları” yapılmıştır). Bazı yıllar kesintiye uğrasa da 10 zirve gerçekleştirilmiştir. İlk toplantılara ısınma hareketleri olarak bakabiliriz. Biraz da dönemin şartlarından kaynaklı sebeplerle istenilen çalışmalar yapılamamış, ortaya konulan fikirlerin gerçekleştirilmesi mümkün olamamıştır.

16 Eylül 2010 tarihinde İstanbul’da düzenlenen zirvede “Türk Konseyi’nin kuruluşu resmen ilan edilmiştir. “Türk Devletleri Zirveleri” adıyla toplantılara devam edilmiştir. Bu süreç 30 yılı aşmıştır. Zorluklar da fırsatlar da önümüzdedir.

Artık önümüze çıkan bu fırsatları; aklın, bilimin, mantığın, diplomasinin gerçekleri çerçevesinde değerlendirip Türk Birliği’ni güçlendirmenin yolları aranmalıdır. Türk halklarının birlikteliği, bütünlüğü ve refahı hususunda gerekenler yapılmalıdır. Başkalarını ürkütmeden, her alanda yakın iş birliği içinde olunmalıdır. Her konuda, devletlerin aynı düşünmesi beklenmemelidir; ama ortak fikir, düşünce ve önerilerin oluşturulmasına çaba gösterilmelidir.

Artık akılla, inançla, uzak görüşlülükle ve gelecek öngörüsü ile ortaya doğru ve gerçekçi “büyük hedefler” konulmalıdır.

Türk’e Mensubiyet

Önceki yazılarım da “Türk, Türklük, Türk Milleti” konularında yazdığım için bunlara girmeyeceğim. Sadece Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Ne mutlu! Türk’üm diyene…” sözünü hatırlatmak istiyorum. Dikkat edilirse “Ne mutlu! Türk olana…” dememiştir. Yani, önemli olan Türk Milletine mensubiyet duymak ve bu şuurla hareket etmektir.

1000 yıldır birbirimizden kopuk ayrı coğrafyalarda yaşıyoruz. Türk halklarının çoğu, 70 yıldır SSCB’nin yoğun baskısı ve propagandası altında yaşamıştır. Farklı soy kimlikleri verilerek veya kimliksizleştirilerek; ayrı alfabe, dil, kültür oluşturularak Türklükten uzaklaştırılmaya ve birbirine düşman edilmeye çalışılmıştır. Tatar, Kazak, Özbek, Uygur, Karakalpak, Kırgız, Azeri, Yörük, Türkmen gibi isimler verilerek ayrıştırılmışlardır.

Tarih boyunca, Türkler hiç rahat bir hayat yaşamadığı gibi rahat da bırakılmamışlardır: Birbirine düşürülmeye çalışılmıştır. Anadolu ile bağlantıları olsa da açıktan iş birliği yapılamamıştır. Unutmayalım! İlk defa yakın iş birliği içindeyiz. Onun için kolay değildir: Şimdi bize düşen sabır ve zamandır.

Burada en çok dikkat etmemiz gereken hususlardan biri, ayrışmaya sebep olacak konulara hiç girmemektir. Mesela; inanç farklılıkları gündeme getirilmemelidir: Herkesin dini ve inancı kendinedir.

Diğeri de, bu konu bir “Millî dava” dır ve devlet meselesidir. Şu iktidarla, bu iktidarla veya şu partiyle, bu partiyle ilişkilendirilmemelidir. Her olumlu gelişme hepimizi sevindirdiği gibi, olumsuz hadiseler de hepimizi üzmektedir, üzmelidir.

“Türk’ün, Türk’ten başka dostu yoktur” sözü, hayalî ya da hamasî bir söz değildir: Tüm dünya Türkleri bu şuurda olmalıdır. Her ülke, öncelikle kendi çıkarlarını düşünür. Hele de ABD, Rusya ve Çin gibi emperyal devletlerle ilişkilerde dikkatli olunmalıdır.

Bizim misyonumuz; öncelikle Türklük davasıdır. Gaspıralı İsmail Bey’in dediği gibi; “dilde, fikirde, işte birlik” davasıdır. Tüm dünya Türklerinin, bulundukları coğrafyalarda refah içinde rahat, huzurlu ve mutlu yaşamaları davasıdır. Kısacası “Türk Birliği” davasıdır.

Türkler, dünyanın her yerine dağılmakla birlikte -farklı sebepleri olsa da- hep Batı’ya doğru göç veya akın etmişlerdir. Orta Asya, bizim Doğu’daki uzantımız ise; Balkanlar da Batı’daki uzantımızdır: Ama Türklerin olduğu her yön, bizi bağlar.

Bu çerçevede, uzun zamandır okuduğum kitap, dergi, makale ve yazılardan notlar ve bilgiler aldım. Görüşlerinden yararlandığım bilim insanlarımızın ve köşe yazarlarımızın isimlerini -yer darlığı sebebiyle- belki anamayacağım; şimdiden özür dilerim.
İlk yayın yeri:https://millidusunce.com/turk-birligi-2/


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum