ŞİİR NEDİR, NE DEĞİLDİR? – Cevdet Kudret Solok
ŞİİR NEDİR, NE DEĞİLDİR? – Cevdet Kudret Solok
Şiir tanımlarını sever misiniz bilmem. Ben kendi hesabıma, bilimsel tanımları hiç sevmem. Nesnel olarak kaygısıyla yola çıkan bilim adamları, şiirin yakasını bıraksalar iyi ederler. Nedir onların yaptıkları? Bir çeşit çokbilmişliktir, ukala dümbelekliğidir. Esinle ilgili şeyleri besinle ilgili sanırlar. «Musiki ruhun gıdasıdır» derler. Şiir için de öyle düşünürler. Yaşayan taze bir bitkiyi incelemek için kesip kuruturlar. Kuru fasulye gibidir onların şiir dedikleri. Gaz yapar… Ama öznel tanımlar hiç öyle değildir. İnsanın ulkunu genişletir, içine ferahlık verir. Çok hoşlanırım onlardan… Buraya birkaç tanesini almadan edemeyeceğim:
Şiir, göklerde uçan nazenin bir balondur.
(Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan)
Şiir, yana yana dönen bir donanma fişeğidir.
(Salâh Birsel, «Doğa» Yusufçuk, no. 14)
Şair (…) ya kafeste siyah perdeler içinde mahpus olmuş olan bülbüllerin nağmesi kadar hazin, ya öfkeyle aşağı süzülen şahinlerin sesi kadar acı feryatlara başlar. İşte şiir, o türlü feryatlardır.
(Namık Kemal, Cezmi)
İnsan (…) acz ile bir feryat koparır, yahut pek karanlık bir şey söyler, yahut da hiçbir şey söyleyemez de, kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar şiirdir.
(Abdülhak Hâmit. «Birkaç Perişan Söz», Makber)
Boğaziçi kıyılarından sandalla geçtiğiniz ve duygularla dolup taştığınız bir akşam, bir yalı penceresinden gelip ruhunuzda yankılanan bir keman sesi size neler duyuracaktır? İşte az şiirde bu duyumculuk vardır.
(Nihat Sami Banarlı.
Metinlerle Edebi Bilgiler, 1950, s. 124)
Dedim ya, bilim adamlarının tanımlarında iş yoktur: okul kitaplarına onların yerine bunları koymalıdır. (Nitekim, son metin bir okul kitabından alınmıştır). O zaman, edebiyat derslerinin birdenbire ne kadar canlı, renkli ve sevimli bir hal alacağını düşünün. Öğretmen soracaktır:
– Evlâdım, şiir nedir:
Verilecek yanıtların şirinliğine bakın:
– Göklerde uçan nazenin bir balondur, efendim.
– Donanma Jlşeğidir, efendim.
-Ayak altında ezilen kalemdir, efendim.
– Boğaziçi kıyılarından sandalla geçerken, yalı penceresinden gelen keman sesidir, efendim.
Kimi tanımlar da var ki, çocukların terbiyesini bozar düşüncesiyle, «Talim ve Terbiye Heyeti» onların edebiyat kitaplarına alınmasını engeller. Onlar ancak cinsel eğitim dersinde okunabilir:
Şiir, dilin belini getirmektir.
(İlhan Berk, «Şiirin Gizli Tarihi III», Yusufçuk, no. 20)
Şiir kapatmalarla dolu bir haremi ele güne açmak gibi.
(Behçet Necatigil. Bile/Yazdı, 1979)
Cinsel eğitim öğretmeni gözünü dört açmalı, verilecek yanıtın altından çapanoğlu çıkacağını düşünerek. «- Şiir nedir?» diye sormamalıdır.
Bunca örnekten sonra, ben de bir tanım yapmak hevesine kapıldım:
Şiir, mayın tarlasıdır.
Bana bu heves nerden geldi, anlatayım:
Genç ozanları severim. Elimden geldiğince izlemeğe çalışırım onları. Son zamanlarda, «nesir gibi şiir» söyleme eğitimi belirdi kimilerinde. Bunu bir çığır haline getirmek istiyor sanısına kapıldım. Şu nesir parçasını okuyalım:
Onlar tarihin akışını, birbirinden bağımsız olayların art arda sıralanması olarak görüyorlardı. Zaferleri ve yenilgileri bireysel alınyazılarına bağladılar.
Ne var kİ. sanatçı bunu nesir diye değil, şiir diye yazmış. Satırları şöyle düzenlemiş:
Onlar tarihin akışını
Birbirinden bağımsız olayların ard arda sıralanması
olarak görüyorlardı
Zaferleri ve yenilgileri
hep bireysel alınyazılarına bağladılar.
Bir yazı eğer nesirse, satırları şurasından burasından kırınca şiir olmaz. Orhan Veli ve arkadaşları gerçi ölçek, ayak, hatta ahenk ve mecaz ögelerini şiirden attılar; ama hepsinin yerine “eda” ögesine ağırlık verdiler. Onların Şiirinin albenisi oradan geliyordu. Şiirden edayı da atınca, geriye bir şey kalmaz gibi geliyor bana. Kim bilir belki de yanılıyorum. Bu “nesir gibi şiir” çığırı da günün birinde bir yerlere ulaşır belki. Ben kendi beğenimden söz ediyorum. diyorum ki şiir, mayın döşenmiş bir tarla gibi olmalıdır. yürürken yürürken hiç ummadığınız bir yerde bir mayın patlayıvermeli. Divan ozanı buna “mısra-i berceste” (seçkin dize) demiştir. Halk ozanı:
Ferman padişahın dağlar bizimdir
mayınını patlatmıştır. Dikkat edilirse, yeni edebiyatta da bu yoldaki dizeler hemen yaygınlık kazanmıştır:
Akşam, yine akşam, yineakşam
Göllerde bu dem bir bir kamış olsam.
(Ahmet Haşim)
Yazık oldu Süleyman Efendiye.
(Orhan Veli)
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
(Ülkü Tamer)
Madem ki genç ozanlar dolayısıyla girdik bu konuya, ustaları bir y ana bırakıp, gençlerin mayınlarından örnekler verelim:
İsteyen denize isteyen kendine baksın
(Süreyya Berfe)
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın Hepsi de ölümle cinaslı
(İsmail Uyaroğlu)
Saati kur, unutma
kendinle
buluşacaksın.
(Egemen Berköz)
Sular gibi akıp gidiyor yaşam Yağmurlarla ıslanmayı öğrenemeden
(Turgay Fişekçi)
Yukarıdaki tanımlarda, şiirin ne olduğu anlatılmaya çalışılmıştır; kimi yazarlar da şiirin ne olmadığı üzerinde durmuşlardır. Bir iki örnek de onlardan verelim:
Şiir, kendi kendine mırıldanılan bir türkü değildir.
(Mehmet H. Doğan, «Şiirin Ne Olmadığını Üzerine Düşünceler III», Yusufçuk, no. 23)
Şiir maydanoz değildir.
(Salâh Birsel. Yusufçuk, no. 17)
Öyleyse nedir? Belki de teredir. O zaman bütün tarımları bir yana atmak gerekir. Çünkü tereciye tere satılmaz
(Kelemin Ucu-1981)
FACEBOOK YORUMLAR