Şiddet Kültürünün Tarihsel ve Dini Arka Planı

Dini ve tarihsel arka planın bugünün dünyasını anlamakta önemli bir anahtar olduğunu söylemek gerekir.

Şiddet Kültürünün Tarihsel ve Dini Arka Planı
19 Ekim 2023 - 09:35
Şiddet Kültürünün Tarihsel ve Dini Arka Planı
 

Ortadoğu, şiddet kültürünün tarihin erken dönemlerinden günümüze sürdüğü bir coğrafya. Gazze’de yaşananların nedenlerine baktığımızda Musevilikle bağlantı kurulacak noktalar var. Bu yazıda buna değinmek istiyorum. Tarihi olayları açıklarken Marks, Weber gibi isimlerin teorilerini kullanmak şüphesiz gerekli ve önemli. Bunlara ilave olarak din de açıklayıcı bir faktör. Musevilik üzerinden yapılacak açıklamanın iki boyutunu belirtmek gerekir. Biri bizzat Eski Ahit’teki Musevi tanrısı Yahve’nin intikamcı, kinci ve cezalandırıcı kimliğidir. Aslında Yahve bir “baba” figürü olarak cezalandırıcı kimliği kadar, ödüllendirici bir kimliğe de sahiptir. Yine tarihsel süreçte, 2500 yıllık tarihte Musevilerin çektiği çileler, yaşadıkları sürgünlerin yarattığı etkiyi belirtmek gerekir. Bu iki tarihsel ve dini miras, Musevi kimliğinin kolektif bilinçdışını derinden etkilemiş olsa gerektir. Bunlara değinmeden önce sözünü ettiğim iki yönü açıklamak isterim.

Eski Ahit’e baktığımızda Musevi tanrısı Yahve’nin Musevilere karşı ödüllendirici ya da cezalandırıcı tavrı, bir babalarının çocuklarını cezalandırması ya da ödüllendirmesi gibidir. Dolayısıyla Yahve’nin cezalandırmasıyla Museviler, başkalarının şiddetine de uğrayarak mazlum olmakta ama bazen de Yahve’nin ödüllendirmesiyle ve teşvikiyle başkalarına şiddet uygulayabilmekte zalim olmaktadır. Aslında 2500 yıllık tarih mazlumlukla zalimlik arasında bir salınım gösterir.

Eski Ahit’te şu belirtilenler Musevilerin mazlumluklarının bir özeti ve kehaneti gibidir:

“Ellerinizi açıp bana yakardığınızda gözlerimi sizden kaçıracağım; ne kadar çok dua ederseniz edin dinlemeyeceğim; elleriniz kan dolu” (İşaya 1:15).

“Size iyilik yapmak, sizi çoğaltmak RAB'bi nasıl sevindirdiyse, sizi yıkmak ve yok etmek de öyle sevindirecektir…

Uluslar arasında ne esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada RAB size titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek.

Sürekli can kaygısı içinde yaşayacaksınız. Gece gündüz dehşet içinde olacaksınız. Yaşamınızın güvenliği olmayacak” (Tesniye 28:63-66).  

Yahve, soyut Tanrı anlayışına geçiş tam gerçekleşmediğini gösterir. İntikam alan, cezalandıran, ödüllendiren bir Tanrı olarak, put ile soyut Tanrı arasında gibidir. Kendisine inananlarla, Peygamberi Hz. İbrahim ile antlaşma yapar; onlara yurt vaat eder. Bu yurt, Nil ile Fırat nehirleri arasında olup, Kudüs merkezlidir.

O gün Rab Avram'la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: ‘Mısır Irmağı'ndan büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan bu toprakları, Kenliler'in, Kenizliler'in, Kadmonlular'ın, Hititler'in, Perizliler'in, Refalılar'ın, Amorlular'ın, Kenanlılar'ın, Girgaşlılar'ın, Yevuslular'ın topraklarını senin soyuna vereceğim’ “ (Tekvin 15:18).

Baba/Tanrı, Hz. İbrahim yaptığı antlaşmayı Hz. Musa ile de yenileyecektir. Ancak Yahve zaman zaman kendisine itaat etmeyen halkını cezalandırır. Mısır’daki kölelik inanışa göre 430 yıl sürer. Onları oradan kurtaran Hz. Musa olur. Kölelikten arınma, çölde 40 yıllık dolaşma ile mümkün hale gelecektir. Ancak bu beraberinde isyan, şiddet ve Yahve yerine buzağıya tapma gibi eğilimleri beraberinde getirir. Elbette bu nokta Yahve’nin gazabını da tadarlar. Bu noktada Museviliğin tarihi, bir yere kök salamamanın, diaspora olmanın da tarihidir. Mısır’dan kurtuluşları şöyle anlatılır:

“İbrahim'e, İshak'a ve Yakup'a Her Şeye Gücü Yeten Tanrı olarak göründüm, ama onlara kendimi Yahve adıyla tanıtmadım. Yabancı olarak yaşadıkları Kenan ülkesini kendilerine vermek üzere onlarla antlaşma yaptım. Mısırlılar'ın köleleştirdiği İsrailliler'in iniltilerini duydum ve antlaşmamı hep andım. Onun için İsrailliler'e de ki: 'Ben RAB'bim. Sizi Mısırlılar'ın boyunduruğundan çıkaracak, onların kölesi olmaktan kurtaracağım. Onları ağır biçimde yargılayacak ve güçlü elimle sizi özgür kılacağım. Sizi kendi halkım yapacak ve Tanrınız olacağım. O zaman sizi Mısırlılar'ın boyunduruğundan çıkaran Tanrınız RAB'bin ben olduğumu bileceksiniz. Sizi İbrahim'e, İshak'a ve Yakup'a vereceğime ant içtiğim topraklara götüreceğim. Orayı size mülk olarak vereceğim. Ben RAB'bim” (Çıkış 6:2-8).

Filistin meselesinde kendi sınırlarımızın farkında mıyız?

Mısır’dan Çıkış sonrasında, İsrailoğullarının tanrısı Yahve’nin vaat ettiği toprakları savaşla, kanla, kadın, çocuk, hayvan ayırmadan kanlı bir şekilde fethetmelerini görmekteyiz. Eski Ahit’te, dini metinlerde bunun bolca örnekleri yer almaktadır. Yahve’nin Musevilerin düşmanlarına ilişkin şiddetli ve kanlı cezalandırma yöntemleri, bazen Museviler için de Yahve tarafından uygulanmaktadır. Çünkü Yahve’ye itaat edilmemekte, verilen sözler tutulmamaktadır:

Kötü işlerinle beni bıraktığın için, sen helak oluncaya kadar ve sen çabucak yok oluncaya kadar, yapmak için el attığın her işte Rab senin üzerine lanet, şaşkınlık ve tekdir gönderecektir. Mülk edinmek için gitmekte olduğun diyar üzerinden seni bitirinceye kadar, Rab sana vebayı bağlayacak. Rab seni veremle, ve sıtma ile, ve iltihapla, ve yakıcı sıcaklıkla, ve kuraklıkla, ve sam yeli ile, ve küfle seni vuracak ve sen yok oluncaya kadar bunlar seni kovalayacaklar. (…)

Rab senin diyarını toz ve kum edecek ve sen helak oluncaya kadar göklerden senin üzerine inecek. (…) Ve bütün bu lanetler senin üzerine gelecek ve sen helak oluncaya kadar seni kovalayıp sana yetişecekler; çünkü Rabbin sözünü dinlemediniz. (…)

 Rab'bin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız. RAB sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.

Rab uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu - dilini bilmediğiniz bir ulusu - birden çullanan bir kartal gibi başınıza getirecek. Rab sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. (…) Siz yok oluncaya dek Rab … her türlü hastalığı ve belayı da başınıza getirecek” (Tesniye 28:20-62).

Aynı Yahve, bir baba olarak bağışlayıcı ve lütufkar da olabilmektedir:

“Ne mutlu sana, ey İsrail! Var mı senin gibisi? Sen RAB'bin kurtardığı bir halksın.

RAB seni koruyan kalkan ve şanlı kılıcındır. Düşmanların senin önünde küçülecek ve sen onları çiğneyeceksin” (Tesniye 33:29).

Eski Ahit’te anlatıldığına göre, Hz. Musa sonrası dönemde Yeşu, Yahve’nin vaat ettiği yerleri ele geçirirken büyük katliamlara imza atar. Ayrıntılı olarak anlatılan bu katliamlar, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayan, tüm canlıların katledilmesini içeren niteliktedir. Musevilerin Eski Ahit’te mazlum ile zalim arasında salınım gösterdikleri açık bir şekilde görülmektedir.

2500 yıllık tarihsel süreç Musevilerin yaşadıkları sürgünler, uğradıkları katliamlar ile doludur. Bunun başlangıç noktası olarak M.Ö. 500’lerde ilk Musevi mabedinin yıkılmasını ve sonra da M.S. 70’te ikinci mabedin yıkılması sayılabilir. Avrupa tarihi açısından bakıldığında Avrupa tarihinin antisemitizmin, Yahudi düşmanlığının tarihi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bilindiği gibi Haçlı Seferleri, kutsal toprakların Müslümanlardan alınması ve bölgenin zenginliklerinin ele geçirilmesine yöneliktir. Ancak Haçlı Seferleri sırasında Avrupa’da çok sayıda Yahudi katledildi. Takip eden dönemde Museviler İngiltere’den (1290), Fransa’dan (1306), İspanya’dan (1492) ve Portekiz’den (1497) sürüldüler. 16. Yüzyılda Almanya, Polonya ve Rusya’da şiddete ve zulme uğradılar. 17. Yüzyılın ortalarında Ukrayna’da katledildiler. Avrupa’da antisemitizmin tepe noktası elbette İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş yıllarıdır. 6 milyon Musevi’nin Hitler Almanya’sı tarafından soykırıma uğratılmasıdır. Aslında İsrail, bu utanç sürecinin sonucunda kuruldu.

Dini ve tarihsel arka planın bugünün dünyasını anlamakta önemli bir anahtar olduğunu söylemek gerekir. Analitik Psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung, kişisel bilinçaltının yanı sıra bireyi aşan, daha derin katmanlara uzanan kolektif bir bilinçaltından söz eder. Kolektif bilinçaltı bireyin kendi çabası ya da tecrübesiyle oluşmaz; mensup olunan toplumsal kimliğin, atalarımızın şekillenmesini sağlaması ile oluşur. Hatta doğan her bebekte bile bu kolektif bilinçaltının olduğu varsayılır. Jung’a göre kişisel deneyim ve çaba, kişiliğin oluşmasında elbette etkilidir. Ancak kişisel bilinçaltının yanı sıra kolektif bilinçaltı daha fazla ölçüde etkili olabilmektedir. Dolayısıyla benzer kolektif bilinçaltına sahip bireyler, benzer deneyimler karşısında benzer tepkiler gösterebilmektedir. Musevilerin dini ve tarihi deneyimleri, kolektif bilinçaltlarını şekillendirerek benzer tepkiler vermelerinin nedenleri arasında sayılmalıdır. Ancak bu durum sadece şüphesiz Museviler için geçerli değildir. Mazlumdan zalime geçiş, Hamas için de rahatlıkla söylenebilir. Diğer taraftan genellemelerde bulunmak hiç de kolay değildir. İsrail toplumunun homojen bir yapı olmadığı, Netanyahu yönetimi karşısında ülkede yakın zamana karşı yaşanan muhalefet hareketinin varlığı unutulmamalıdır. Mazlumdan zalime, zalimden mazluma geçiş her zaman ve herkes için mümkün olabilir. O nedenle gösterilen tepkilerin insanlık adına olması, ırkçılık, antisemitizm gibi eğilimleri içermemesi hayati derece önemlidir. Aksi takdirde şiddet arketipi hepimizi sarmalamaya devam eder. Üstelik kimsenin bunun dışında kalmayacağını da unutmamak gerekir. Umudumuz ve çabamız barıştan, insanlıktan yana olmalıdır. Yine Eski Ahit ile bitireyim:

“ve insanlar kılıçlarını çekiçle dövüp saban demiri, mızraklarını bağcı bıçağı yapacaklar. Ulus ulusa karşı kılıç kaldırmayacak, savaş eğitimi yapmayacaklar artık” (İşaya 2:4-5).    

Kaynak:

Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1966. 

https://www.acarindex.com/pdfler/acarindex-dd7c2e46-df26.pdf
İlk yayın yeri:https://www.egemeclisi.com/siddet-kulturunun-tarihsel-ve-dini-arka-plani


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum