RÜMEYSA ERTEM: EMİNİZ

Kendisine inandı ki, açtı kollarını göçmen kuşuna, kartala... Bir de serçesine, kanaryasına ve dahasına. Sema da olsa, beşer de olsa; inanmak varlığın özünden geçerdi, sözünden değil...

RÜMEYSA ERTEM: EMİNİZ
20 Haziran 2015 - 19:26

EMİNİZ 

 

 

Akrep ve yelkovanın damarlarında akıyordu hayat. Ve yaşam dedikleri şey, ölüm ateşinin minvalinde uçuşan sineklerdi. Bir, gün gelecekti. İki, gün gidecekti. Gün de olsa, beşer de olsa, gelen gideni her zaman aratacaktı. Gün gelince, çiçek dalından şüphe edecekti. Gün gidince, çiçek dalını gözleyecekti. Çiçek de olsa, beşer de olsa, kimse kimseden emin değildi... Ay gelecekti, yıl gidecekti. Ama yıllar ayları hep özleyecekti. Asırların yılları özlediği gibi; ay da olsa, beser de olsa, bir gün herkes özleyecekti. . .

 

Bir ses gelecekti dağlar yerinden oynadığı vakit. . . Öyle ki, insan bir an duracak; şüphe ve korku içinde fısıldayıp "eyvah!” diyecekti. Çünkü artık gelen yoktu. Günler, aylar, asırlar; onlar hep gidendi. Filmin son sahnesinde, herkes o sesi dinleyecekti. Biri ki sur'a üfleyecekti. Kıyama kalkacaktı on sekiz bin âlem. Ve bu kıyam, beraberinde son secdeyi getirecekti. Âlem de olsa, beşer de olsa, ölümün sesi herkese ve her şeye duyurulacaktı. . . 

 

Biz ki insanoğlu, Âdemoğlu... Ah ki insanoğlu, vah ki Âdemoğlu… 

Vefadan bahsediyor lakin vefayı bilmiyordu. Vefa etmediğinden, feda da edemiyordu. Âşık oluyor, aşkı tanımıyordu. Aşkı tümüyle beşer sanıyordu. Maşuk aşkından emin olmadan, kim adını "Aşk” koyuyordu? Şems emin olmasaydı, Rumi'yi kim çıkarırdı ki karşısına? Şems güvenilir olmasaydı, Rumi kanmazdı onun kara gözüne, kaşına... Rumi kansa, Şems inanmasa; yaratan izin verir miydi, hala bu dillere pelesenk olan dostluğa? 

 

Biz ki insanoğlu, Âdemoğlu... Vah ki insanoğlu, Ah ki Âdemoğlu... 

Yalnızca ekmeğe aç değildi artık; samimiyete, sadakate, emniyete, içten bir selama, vefaya... Sevgiden, sevmekten bahsediyordu ama sevmiyordu. Sadakatten söz ediyordu fakat sadakati bilmiyordu. Belki de biliyordu, menfaatine yaramıyordu... Yazık ki, "İkra!"dan bile emin değildi insanoğlu. Nasıl okuyayım, ne okuyayım, boş ver okumayayım; diye dönüp duruyordu. . .

 

İnsan, söylemek ile inanmayı, eş olmadığı halde, eş kılıyordu. Dilde söylenince, kalpte her şey halloluyordu. . . Kanatsız kuş "ille de kanadım var” dese, uçamadıktan sonra ne çıkardı ki. . . İnsan ki, kanatsız kuş gibi, yalnızca kendini avutuyordu. Kuş da olsa, beşer de olsa, tam anlamıyla inanmadan hiçbir varlık benliğiyle bütünleşemezdi... Çünkü asıl olan, kendini bilmekti. 

 

Ne ırk, ne din, ne renkteydi emin olmak. Eğer öyle olsaydı, bir gayrimüslime emanet etmezdi peygamber, kıblenin sahibi olan, Kâbe'nin anahtarını... Çünkü birinden emin olmak için, renge ihtiyaç yoktu. Ve hakikattir ki, birinden emin olmak, önce kendinden emin olmaktan geçerdi. Gökyüzü şüphe duysa kendinden, martılar da duyardı. Lakin sema emindi mavisinden veyahut bulutundan, uçsuz bucaksızlığından... Kendisine inandı ki, açtı kollarını göçmen kuşuna, kartala... Bir de serçesine, kanaryasına ve dahasına. Sema da olsa, beşer de olsa; inanmak varlığın özünden geçerdi, sözünden değil... 

 

Beşer hakiki bir maşuk ise, aşkı beşeride değil; ilahidedir. Beşer, gül de olsa dikenini sevendir. Ve aslında bülbül dediğin, gülü dikeniyle kabullenendir. Diken bülbülü ne kadar kanatırsa kanatsın, bülbül gülden emindir. Ve gece, günesin ışığını ne kadar örtbas ederse etsin, güneş geceden emindir. Elbette ki yıldız da, elbette ki mehtap da... Gece de olsa, bülbül de olsa, beşer de olsa; eminlik tür veya cinste değil, özdedir...

 

Eminlik; Peygamberin yarası kanar iken sahabenin çektiği acıdır. Celalettin'in "Gel” diye kucaklayışıdır. Eminlik, Fatihin gözündeki ve gönlündeki İstanbul'udur. Veysel'in türküleri, Ferhat'ın deştiği dağlarıdır... Ve aslında dağ da olsa, beşer de olsa, emin olmak; aynadaki görünene ve görünmeyene teslim olmaktır... 

 

20.06.2015 Rümeysa ERTEM 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum