Müslüman Olmak, Mazide Yaşamak Değildir / Prof. Dr. Hasan Onat

Müslüman Olmak, Mazide Yaşamak Değildir / Prof. Dr. Hasan Onat
14 Mayıs 2020 - 02:47 - Güncelleme: 14 Mayıs 2020 - 02:53

Müslüman Olmak, Mazide Yaşamak Değildir

Yaşlıların, niçin daha çok gençlik ve çocukluk yılları ile ilgili hatıralara tutunduklarını hep merak etmişimdir. Yaratıcılık, insanın en belirgin özelliklerinden birisidir. Hayatın anlamının ve mutluluğun yaratıcılıkla doğrudan ilgisi vardır. Anlam arayışının engellenmesinin ciddi psikolojik sorunlara yol açtığı bilinen bir husustur. Günümüz Müslümanı, daha çok kendisinin ürettiği ciddi bir anlam daralması ile karşı karşıyadır.

Bir başka ifadeyle, en temelde insan hayatına anlam kazandırmak için var olan İslam dini, mevcut anlaşılma biçimi ile, insanın anlam arayışına sağlıklı cevaplar üretilemez hale getirilmiştir. Din alanında şeklin ön plana çıkması, evrensel ölçekte değer üretilemeyişi, dini hayatın yeterli düzeyde nezih hale getirilemeyişi hemen göze çarpan belirtilerdir. Daha da önemlisi, geçmişe öykünme, hem Müslümanların psikolojisini bozmakta ve yaratıcı yetileri dumura uğratmakta; hem de yoğun bir günahkarlık ve suçluluk duygusu uyandırmaktadır.

İnsan ister istemez şöyle düşünmek zorunda kalmaktadır: Yaratıcılıklarını yitiren birey ve toplumlar, tutunabilecek bir dal bulabilmek için bütünüyle maziye yönelirler; mazide yaşamaya, hatta mazide tatil yapmaya başlardır. İnsan hayatına anlam kazandırmak için var olan din, bu işlevini insanı özgürleştirerek gerçekleştirir. Bu özgürlük, geçmişe ve geleceğe yönelik olmak üzere iki boyut taşır. İnsanın geleceğe yönelebilmesi, gelecek tasarımı yapabilmesi için geçmişin esiri olmaktan kurtulması lazımdır. Bunun için de, geçmişin eleştirel bir yaklaşımla doğru okunmasına ve sağlıklı bir tarih bilincinin oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Sağlıklı tarih bilinci ancak doğru, sağlam ve güvenilebilir bilgi ile inşa edilir. Aslında tarih, geçmişten bize intikal eden bilgi, belge ve bulgulara göre insanın gerçekleştirdiği bir inşa faaliyetidir. Tarih ve geçmiş aynı şey değildir. İşte tarih bilinci, öncelikle tarihle geçmişin farklı olduğunu fark etmekle başlar. İnsan tarihsel bir varlıktır. Yeterli tarih bilgi ve bilincinden yoksun olmak, eğer gelecekle ilgili belirsizlikler insanı bunaltmaya başlarsa, geçmişin idealize edilmesi gibi bir sonucu beraberinde getirebilir.

Müslüman kültürde, özellikle son iki asırdır gittikçe yoğunlaştığını gördüğümüz geçmiş özlemi, biraz da gelecekle ilgili belirsizliklerden beslenmektedir. Bu durum, gerçekle bağı kopmuş, idealize edilmiş bir erken dönem tasavvuru oluşturmakta; İslam’ın her zaman ve mekanda en iyi şekilde anlaşılma ve yaşanma imkanını ortadan kaldırmakta; mitolojik zırha bürünmüş bir peygamber anlayışıyla, onun “örnek” alınmasını güçleştirmektedir. Oysa İslam dininin en önemli ayrıcalıklarından birisi Kur’an’ın Allah katından geldiği haliyle bize ulaşması ise, diğeri de, Hz. Muhammed’in vahiy alan bir beşer olarak hayatının bütün safhalarının açık seçik bilinmesidir.

Kur’an, Hz. Muhammed’in “örnek” olduğunu ve “yüksek bir ahlaka sahip” olduğunu belirtir. Sağlıklı tarih bilincinin olmayışı, çözümün sürekli geçmişte aranması gibi bir sonuç doğurmaktadır. Geçmiş, hiçbir zaman sorun çözmez. Kökleri geçmişte olan sorunların çözümü bile, geçmişin doğru anlaşılmasına bağlıdır. Kur’an, geçmiş topluluklardan, onların yaşadıklarından söz ederek bize bu zengin hazinenin kapılarını aralar. Kur’ân’ın neredeyse üçte ikisini kıssalar oluşturmaktadır. Yüce Allah, insanoğlunu uyarmak için, sık sık tarihten örnekler vermekte, geçmişte olup bitenleri anlamamızı istemektedir. İsterseniz, gelin hep birlikte, bunun sebebi üzerinde biraz duralım. Acaba, Yüce Allah, Kur’ân’da, geçmiş topluluklarla ilgili bilgilere niçin çok geniş bir yer ayırmıştır? Bunun bize vereceği bir mesaj yok mudur?

Hemen akla gelebilecek bazı hususları şöyle sıralayabiliriz: 1. İnsanın bireysel ve toplumsal planda başına gelen olumsuzluklar, insanın tercihlerinin, yapıp etmelerinin, Kur’an’ın ifadesiyle “elleriyle işledikleri”nin sonucudur. 2. Kendi geleceğini kurmak isteyenler, önce, iyi anlayarak geçmişin esiri olmaktan kurtulmak zorundadırlar. İyi anlamaksızın geçmişin olumsuz etkilerinden kurtulabilmek biraz zordur. Geçmişi görmezlikten geldiğimiz zaman da onun bizim geleceğimizi belirlemesinden kurtulmuş olmuyoruz.

Çünkü, yok farzetmekle, geçmişin etki alanının dışına çıkmamız iyice güçleşiyor. 3. Bugün bize miras kalan sorunlar –ki toplumsal sorunların çoğunun kökleri geçmiştedir- değişerek, dönüşerek bize gelmişlerdir. Onların çözümsüz gibi görülmesi, acılarla büyüyerek bize ulaşmalarındandır. Acılar, hele “kuyruk acısı”na dönüşen acılar, mıknatıs gibi bütün acıları kendisine çekerek seçilmiş travma halini alır. 4. Süreçleri doğru okumadan geçmiş doğru anlaşılamaz. 5. Geçmişinize layık bir durumda değilseniz, geçmişe öykünmeniz, size geçmişin bataklığında zevk alarak boğulma fırsatı sağlar. 6. Geçmiş, sağlıklı bir gelecek inşa etmek için vardır; geçmişte tatil yapmak için değil. Kur’ân’daki eski topluluklar hakkında verilen bilgiler, muazzam bir tarih felsefesi içermektedir.

Geçmişi doğru anlamak, insanın yapısından kaynaklanan bir zorunluluktur. Kendi geleceğini belirleme konusunda insiyatif almak isteyen birey ve toplumlar, öncelikle, geleceği belirleme iradesini ortaya koymak zorundadırlar. Biz, birey ve toplum olarak kendi geleceğimizi belirleme çabası göstermezsek, ya geçmişin, ya da başkalarının elinde oyuncak haline gelebiliriz. İnsanlığın geleceği, daima gelecek hakkında planı, projesi olanların istedikleri şekilde gerçekleşmektedir. Bunun için de, Müslümanların maziye mahkum olmaktan kurtulup, geleceğe bakmaya başlamaları lazımdır. İslam’ın mevcut anlaşılma biçiminin yeterli olmadığı her türlü tartışmanın ötesindedir.

Öyleyse, Kur’an’ın kurucu ilkelerinden hareketle, Hz. Muhammed’i örnek alarak ve insanlığın ortak tecrübesinden ve bilimsel birikiminden yararlanarak daha sağlıklı bir İslam anlayışı üretmek, bir sorumluluk olarak bizleri beklemektedir. İslam’ın kök değerlerinden hareketle üretilebilecek evrensel boyutlu anlam bilinci, varoluşsal anlam boşluğuna düşmüş olan insanlık için yeni bir umut ışığı olabilir. İslam, insanların bir arada insanca yaşayabilmelerine yeniden ciddi katkılarda bulunabilir. Bunun gerçekleşebilmesi için, hem geçmişin, hem de insanlığın mevcut birikiminin doğru anlaşılması gerekmektedir.

Prof. Dr. Hasan Onat

Kaynak: http://www.hasanonat.net/

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum