Mevlana Yolu - Belh'ten Konya'ya

Afganistan etabında kervanın hareket ettiği Belh kentinden Türkmenistan sınırındaki Murçak'a doğru uzanan göç yolunda, zamanın dışında kalmış ortaçağ kentlerinde Mevlana'dan izler aradı.

Mevlana Yolu - Belh'ten Konya'ya
00 0000 - 00:00 - Güncelleme: 06 Mayıs 2020 - 01:42

Afganistan'ın kuzeyinde, geçmiş zamanların kavşak noktası Belh kentindeyiz. Merkezin hemen dibinde, Hacı Golak köyünde. Kubbeleri çökmüş, duvarları göçmüş, kerpiç bir medrese harabesi...Diyorlar ki, Mevlana'nın babası burada ders verdi ve Mevlana bu köyde doğdu!


Harabenin biraz berisinde, yaprakları yeni patlamış dut ağaçlarının altındayız. Yağmur yağıyor. Her damla toprak kalıntıdan bir parçayı kapıp yokluğa götürüyor. Altı kişiyiz. Rehberimiz ortada. Farsça yazılmış bir kitabı açıyor. Kalbim yerinden fırlamak üzere...
Bir sihir yapıp zamanı tam burada donduralım ve o çözülene kadar biraz geçmişe, olayların başlangıçına gidelim.

Mevlana'nın babasının adı Bahaeddin Veled'di. Hayat öyküsünü kaleme alanlar ona efsanevi özellikler yüklemiştir. Horasan'da 'Bilginler Sultanı' olarak tanınıyor, derslerinde ilahi bilgiler saçıyor, pazartesi ve cuma günleri halka vaaz veriyordu. Öyle güzel konuşuyordu ki, ağlayanlar eksik olmuyor, feryatlar yükseliyor, düşüp bayılanlara rastlanıyordu. Minyatür, Sultanü'l-Ulemâ'yı Konya'da bir mezarlık yakınında hutbe verirken resmetmiş; iki mezar açılıyor ölüler dışarı çıkıp Bahaeddin'i onaylıyor.

 

 

Mevlana Celaleddin Rumi -ki o sırların sözcüsüdür- Doğu'da yetişen en büyük sufi şair ve düşünürlerden biridir. Türkiye'de yaşayan hemen herkes onu ya bir dizesi, bir sözü ya da sema gösterilerinden dolayı bir şekilde tanır. Ne var ki hayat öyküsünü bilen pek yoktur. Ondan söz etmeye kalkıştığınızda mutlaka araya girilir: 'Ama Mevlana Konya'da doğmadı mı?'


Mevlana, Konya'da doğmadığı gibi Anadolu'ya da çok uzun bir yolculuğun sonunda geldi; babası, ev halkı ve kalabalık bir toplulukla birlikte. Kafile o devirde Horasan'ın başkenti sayılan Belh'ten hareket etmişti. En az bir yıl sürmüştü Anadolu'ya gelene kadar yolculuk.


Yurdundan ayrılmak Mevlana'yı -ki o çevresinde seyyarelerin döndüğü bir güneştir- derinden etkilemiş olmalı. Büyük dostlarından birinin rivayetine göre, göğsünü açarak feryat edip ahlar çekecek kadar. Fakat bunun en güçlü işareti Mevlana'nın başyapıtı kabul edilen, yüzyıllardır çeşitli dillere çevrilmiş Mesnevi'dir. Çünkü daha ilk dizeden 'ayrılıklar' ile başlar:
'Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor.
'Diyor ki: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımla erkek de ağlayıp inmemiştir, kadın da.'


Tıpkı sırrını anlattığı ney gibi Mevlana da kökünden kesilmiş, toprağından sürülüp sonu gelmeyen yolları itilmişti. Kaydı tarihe düşmüş bu kafile acaba hangi şehirlerden, kasabalardan, köylerden geçmişti? Hangi çölleri, vadileri, dağları aşmış, neler, neler, nelerle karşılaşmıştı?

 

 
 

 

 

Atlas dergisi olarak, 2007'de dünya çapında kutlanacak olan Mevlana'nın 800. doğum yıldönümü adına bir ilki yapalım, ışığını tüm dünyaya Anadolu'dan yayan bu güneşin yörüngesini izleyelim dedik. Böylece hem hayat öyküsünde neredeyse üzerinde hiç durulmamış bir bölümü, göç yolculuğunu işlemiş, hem de onun çocukluğunun coğrafyasını okurlara aktarmış olacaktık.
Fakat yola çıkmadan önce bazı sorunları çözümlememiz gerekiyordu. Mevlana'nın çocukluk dönemiyle ilgili bilgiler çok azdı; olanlar da çelişik. Örneğin Mevlana -ki o manevi âlemlerin padişahıydı- nerede doğmuştu?


Aslında yirmi yıl öncesine kadar böyle bir sorun yoktu, doğum yeri kesin olarak biliniyordu, Belh şehriydi. Yedi yüz yıldır da bunun aksi bir şey söyleyen tek bir kişi çıkmamıştı. Fakat 1980'li yıllardan itibaren, Mevlana ve çevresindekilerin eserlerini inceleyen birkaç Batılı akademisyen onun Belh'te değil ama yaklaşık 200 kilometre daha kuzeydoğusunda, bugün Tacikistan sınırları içerisinde kalan Vahş kasabasında doğmuş olabileceğini ileri sürdüler. Tezin dayanaklarını Mevlana'nın babasının Maarif adlı kitabı -Vahş'tan söz eden cümleler vardı- ve Mesnevi'nin IV. cildinde Mevlana'nın Vahş'a duyduğu özlemi ifade eden bir dize oluşturuyordu.


'İki yerde doğum' sorununu çözümleyecek yeterli kanıt bugün için yoktu. Şuna karar vermiştik: Afganistan'a vardığımızda komşu Tacikistan'a da geçmeyi deneyecektik. Geçebilirsek Vahş'a da gidecek, burayı da Atlas okurlarına sunmaya çalışacaktık. Ne çare ki bu mümkün olmayacaktı.

Ruhların Hizmetkârı

İpek Yolu üzerinde Kaysar'ın yakınındaki yerleşimlerden biri Şah. At arabalarında kullanılan otomobil lastikleri, motosiklet ve birkaç plastik eşya dışında neredeyse modern dünyaya ait hiçbir şey yok. Kılık kıyafet tarzından toprak evlere ve susamın elekten geçirilmesine kadar her şey aynen yüzlerce yıl öncesi gibi.

 

 

Kabil'den karayolu ile Mezar-ı Şerif'e, oradan da Belh'e varmıştık. Zamanın dışına çıkmış bir kentti Belh. Kılık kıyafetlerden tutun da evlerin mimarisine kadar bir şaşkınlıktan kurtulup başka bir şaşkınlığa düşüyorduk. Sanki elyazması bir kitabı yaşıyorduk!


Kentin merkezinde, çevresinde dükkânların yer aldığı, sokakların ve köy yollarının buluştuğu, ağaçlandırılmış geniş bir dairesel alan vardı. Hace Ebu Nasr Parsa'nın türbesi buradaydı. Önce burada çivilenmiştik. Çünkü ilk kez bir 'türbe hizmetkârı' ile karşılaştık! Upuzun bembeyaz sakallar, bembeyaz bir sarık, bembeyaz uzun bir giysi ve yaşlı bir zat. Kendini 1460'ta ölen Hoca Parsa'nın hizmetine adamıştı. Türbenin içinde, ceviz kabuğu kadar minik odasının kapısında yanıtlamıştı rüyalarla, sezgilerle ilgili sorularımızı. Bizi derinden etkileyen ruhların hizmetkârına Mevlana'nın doğduğu yeri de sormuştuk, tarif de etmişti. İlk sorduğumuzda Mevlana Celaleddin Rumi adı ona bir şey ifade etmemişti, ancak neden sonradır ki Mevlana Celaleddin Belhi deyince tanımıştı. Başka yerlerde de bu durumla sık sık karşılaşacak ve 'Rumi' demekten vazgeçecektik!

Jan 17 2011 10:43AM

Yazı: Hüseyin Keçe
Fotoğraflar: Özcan Yüksek

Atlas Dergisi


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları