MEHMET BURAK ÇERİ - ZEYTİN AĞAÇLARI

Okyanusu ararken çöle mi düşmüştü? Yoksa okyanusun tuzu muydu ciğerini yakan? Emin olamadı meczup.

MEHMET BURAK ÇERİ - ZEYTİN AĞAÇLARI
06 Mart 2016 - 21:57 - Güncelleme: 01 Kasım 2016 - 23:56

                                                                ZEYTİN AĞAÇLARI

 

  Dağlara bakıyordu usulca. Bakıyordu ama sadece susuyordu. Söylenecek çok şey olmasına karşın, takati yoktu. Kendi imkansızına tutulmuşken, kimse anlamazdı onu. Anlasalarda derman yoktu. Hayal kırıklıkları gönlüne dökülüp yaralıyordu. Kanatıyordu orayı kırıklar.Elindeki sabrına tutunmuş,güneşin gölgelerine sığınıyordu. Okyanusu ararken çöle mi düşmüştü?  Yoksa okyanusun tuzu muydu ciğerini yakan? Emin olamadı meczup. Siyahlı beyazlı sakalı eski bir film gibiydi. Yorgunluk göz bebeklerine çökmüşken, ömrünü adadığı o müjdeli haberi bekliyordu. Teni eskisede taptazeydi kalbi. Çektiği elemlerdi yüreğinin rütbesi.

  Sonra kafasını başka yöne, zihnini ise başka düşüncelere çevirdi. Hayal etmezken yine hayale daldı, zeytin ağaçlarının tükenmez yeşilliğine imrendi. Papatyalar gibi mevsimlik değildi. Güven veriyordu. Güneş bile batıyordu ve yeniden doğuyordu da derdi neydi bu zeytinlerin? Neden hep yemyeşildi ve tazeydi? Yoksa onlarda mı benim gibi çok dert çekmişti zamanında? Yoksa tufanlar geçirip ayakta mı kalmıştı? Güvercinin gagasında ilk umut oluvermek mi yazılmıştı onlara ? Bizimle beraber varolmak için ne çok uğraşmıştı oysa zeytinler. Tabor dağında Hz Adem’in dudaklarından doğarken dünyaya, düşünmedi mi hiç ahvalini? Neydi zeytinin derdi neydi ?İnsanla Allah arasında barış için mi yaratılmıştı ? Biriniz söleyin. Yoksa ölümzülüğü insanın aklını düşürüp kandırır mıydı Adem oğlunu ? Söyleyin...

  Sorular esir aldı aklını. Kalabalıklar arasında bu meczubun sorularına cevap yoktu. Derdi aşk mıydı? Aşk ise eğer hangi aşktı bu ? Yine zeytinlere döndü. ‘’Sende mi susarsın eyy zeytin?’’ Diye sitem etti. Baktı ki zeytinlerde suskun. Döndü yüzünü meczup. Şuurunda biriken karaltıyla baş etmeye çabalıyordu. Canı ağır gelmiş bedenine, Allah’ı arzuluyordu. Ruh kuşunun kanadından yapılan kalemle yazılmış kader arzusuna yenik düşüyordu. Sorular içinde kaybolmuşken en vahim en korkunç ve en zor soru düştü gencin aklına. ‘’Ben ne arıyorum’’? Onulmaz bir eksikliği tam göğsüne saplanmışken yine bir soru sordu kendine. Doğru cevap ne ? Derken oturdu zeytin ağacının gövdesine meczup. Soğukdan tüm haşerat toprağın bağrına sığınmış, hareketsizdi yer yüzü. Bir meczubun aldığı nefes, bir de hafif esen rüzgar.

  İnceden akşam olurken, şu sessizliğin beyninde yarattığı çığlık çığlığa soruları es geçemiyordu meczup. Zeytinlerden sonra haşerata da imrendi. ‘’Ne güzel,kış gelince saklanabilecekleri bir yer var’’ dedi. Sonra az ilerden yaşlanmaya yüz tutmuş bir dayı geldi. Selam-ı Aleyküm amat. ‘’Hayırdır ne işin vardır buralarda bu vakitte?’’ dedi. Selamını aldı. ‘’Hiç be dayı yoruldum soluklanıyorum ‘’ dedi isteksizce meczup. Bir iki soru daha soran dayı uzaklaşıp gitti. Uzakta yükselen minarelerden akşam ezanının haberleri geliyordu. Bir sürgünde gibi hissediyordu. Ezanla beraber uluyan köpekler gecenin vehmine ikinci Sur’u üflüyor gibiydi. Ayağa kalktı genç. Zeytinlere baktı. Yaşlı zeytinlerin dili olsa ne şikayetler edecekti kim bilir. Uzak yolun yolcusuydu. Ama ölmek arzusunu bastıramıyordu bir türlü. Tatlı bir ecelle aniden ölmek ve Allah’ın huzuruna çıkmak istiyordu. Lakin ölmekte kolay değildi...

  Bir nefesden diğerine geçemeden başka bir derde geçiveriyordu insan. Nice boranlar, tufanlara dağlar dayanmıyordu da, insanoğlu dayanıyordu. Sonra mırıldandı Meczup. ‘’Kumdan da olsa bu mukaddes kale,yıkılmaz.’’ Nasıl kolay kolay yıkılmıyorsa zeytin ağaçları, nasıl el çekmiyorsa dert, yıkılmak ne haddimizeydi.

   Ayaklandı meczup. Ne çok konuşmuştu gene. Birden beklediği müjde geldi meczuba. Yollandı kendi gitmesi gereken yere doğru. Zeytin ağaçlarına emanet edip hayatı, mezar kapısından içeri girdi. Bir daha gören olmadı meczubu. Ama meczup bu. Ummadık anda yine çıkar gelir. Ne olur ne kalırın hesabına düşmekten meczup olmuştu. Bir Fatihalık saltanatı kaldı dudaklarda. Bir avuç duaya özne olup gitti. Mirası yoktu meczubun. Avucuyla su içerdi, rızkı neyse onu beklerdi. Ölüm ona gelmeden o gitti ölüme. Ne gerek vardı zaten zeytin ağaçları gibi olmaya...

 

www.tarihistan.org

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum