İlknur ÖZTEMEL: SALGIN HASTALIK SÜRECİNDE KÖR DÖVÜŞÜ: SALGININ POLİTİK VE PROVOKATİF YÜZÜ

İlknur ÖZTEMEL: SALGIN HASTALIK SÜRECİNDE KÖR DÖVÜŞÜ: SALGININ POLİTİK VE PROVOKATİF YÜZÜ
07 Ocak 2021 - 14:53

2020’yi uğurlayıp 2021’i karşıladığımız şu günlerde kaçınılmaz olarak herkesin gündemindeki ilk madde sağlık. Salgının tüm dünyayı kasıp kavurduğu bir yılın ardından en azından elimizde birkaç aşı projesi var ama halen sabırsızlık ve endişe ile eski normalimize dönebilmeyi bekliyoruz. 2020’nin son günlerinde ise konunun daha farklı bir yönüne eğilen bir açıklama geldi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Belçika’da düzenlenen bir toplantıda virüslerin silah olarak kullanılıp kullanılamayacağı ile ilgili bir soru üzerine Covid-19 virüsünün doğal yollarla ortaya çıktığını, yaşanan sürecin yaratılmış bir salgın olmadığının altını çizerken, virüslerin biyolojik silahlar olarak kullanılabilmesinin mümkün olduğunu belirtti. Stoltenberg, bahsi geçen açıklamasında ilerleyen dönemde NATO’nun biyolojik savaş tehdidine karşı daha fazla mesai yapacağına işaret etti.

İlginçtir ki salgının başında 20 Ocak’ta görevini Joe Biden’a devredecek olan Amerikan Başkanı Donald Trump da bu virüsü “Çin Virüsü” olarak tanımlamış, Pekin ve Washington arasında virüsün “ilk çıkış yeri” ile ilgili belgelerin havada uçuştuğu karşılıklı suçlamalar yapılmıştı. Hatta bazı kaynaklar sıfırıncı hastanın Wuhan kentinde ortaya çıkmasından evvel virüsün Amerika’da üretildiğini ve Çin’e taşındığını iddia etmişti. Belgeler ve iddialar bir yana, bu durumun özellikle tarihi İpek Yolu’nu canlandırmak üzere giriştiği projeler ya da tabiri caizse Dünya’nın üretim merkezi olmak şeklindeki kazanımlarına rağmen Çin hükümetinin prestijini ciddi oranda sarstığı hatta Çin kültürünün cazibesini azalttığını söylemek mümkün.  Buna karşı uygulanan “maske diplomasisi”, Çin yapımı tanı, tedavi ve aşılama yöntemlerinin küresel çapta erişilebilir olmasına yönelik alınan inisiyatifler yahut en son gelişmiş ışık teknolojilerinin de kullanıldığı, bol eğlenceli ve maskesiz katılımın mümkün olduğu yeni yıl sokak partileri, zedelenen imajı düzeltmek adına atılan önemli adımlardır. Son olarak, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Alman Şansölyesi Angela Merkel, Fransız Devlet Başkanı Emmanuel Macron, Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasıda yapılan video konferansta, pandemi sonrası Avrupa’nın ıslahı görevinde Pekin’in etkin rol almasını ön gören AB-Çin Yatırım Antlaşması ön çalışmaları tamamlanmıştır.  İkinci Dünya Savaşı sonrası Beyaz Saray’ın önderliğinde, Avrupa ve Japonya’da savaşın yaralarının sarılması ve ekonomik iyileşmenin gerçekleştirilmesi sonrası ABD’nin elde ettiği ekonomik, kültürel ve hatta siyasal kazanımları düşündüğümüzde bunun ne kadar hayati bir yapılanma olduğunu görmek mümkün. Halihazırda devam eden küresel güç mücadelesine, bu hayati antlaşmayı da eklediğimizde konunun önemli bir siyasal gündem olarak kalması da kuvvetle muhtemel görünüyor.

İlk kez 1346 yılında Tatarların vebadan ölen kimselerin cesetlerini mancınıkla kuşatılan antik Kefe (Ukrayna) şehri surlarından öteye fırlatması ile başlayan biyolojik saldırılar, Birinci Dünya Savaşı sırasında Japonların vebalı pirinç çuvallarını uçaktan Çin topraklarına atması, İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanların İtalya’da çiçek salgını başlatması gibi örneklerle bilinir. Soğuk Savaş döneminde ise “süper böcekler” ya da üretilmiş biyolojik ajanlara sahip olduğu savunulan Sovyetler Birliği’ne karşı 1969 yılında ABD kendi programını durdurduğunu duyurmuştur. 1972 yılında imzaya açılan Biyolojik Silahlar Sözleşmesi (BWC), şu ana dek 109 ülkenin imzası ve 22 tanesinin onaylamasının ardından 1975 yılında yürürlüğe girmiştir ve biyolojik silahların kullanımı yasaklanmıştır.

1990’larda Körfez Savaşı esnasında Amerikan askerlerinin, Saddam Hüseyin’in olası biyolojik ve kimyasal silah tehdidine karşı antraks aşısı ile aşılanmasına yönelik çalışmalar yapıldığı fakat müttefik güçlere yetecek kadar aşı olmaması ve Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (AFDA) tarafından ilgili onayın alınamamasına karşın,  nihayetinde nükleer caydırıcılığın daha etkili bir yol olarak tercih edildiği belirtilmektedir. Ayrıca, 1994 yılında Oregon’da bir cemaatin restoranlardaki salatalara salmonella bakterisi yayması ve 1995 yılında Aum Shinrikyo isimli örgütün, Japonya’da metroda sarin gazı salınımı gibi biyolojik terör faaliyetleri ile konu tekrar gündeme gelmiştir.

Son dönemde, özellikle Tanzanya, Günay Afrika gibi ülkelerdeki bazı laboratuvarlarda konuyla ilgili çalışmaların olduğu iddia edilse de, en önemli iddia Armswatch nükleer ve biyolojik silahları izleme örgütü tarafından ortaya atılan, Gürcistan’da Tiflis Havaalanı’nın hemen arkasında bulunan The Richard Lugar Halk Sağlığı Araştırma Merkezi’nde biyolojik silah olarak kullanılabilecek çalışmaların yürütüldüğü iddiasıdır. Konuyla ilgili, 2018 yılında, Rusya Dışişleri Bakanlığı Silahlandırma Kontrol Programı direktörü Vladimir Yermakov, ülke sınırına bu kadar bir bölgede biyolojik çalışmaların yapılmasına izin vermeyeceklerini ve dönemin ABD Başkanı Trump ile görüşülerek ilgili çalışmaların kontrol edilmesini talep ettiklerini belirtmiştir. Konuya ilişkin, pek çokları tarafından şüpheyle yaklaşılan bir diğer yapılanma da Amerikan Gelişmiş Araştırmalara Karşı Savunma Ajansı’dır (DARPA).2001 yılında yaptıkları GERMS: Biyolojik Silahlar ve Amerika’nın Gizli Savaşı isimli çalışmada Judith Miller, Stephen Engelberg ve William Broad, Amerikan biyolojik güvenlik çalışmaları ile ilgili olarak tehdit algısını haklı ancak bir noktada abartılı olarak tanımladıktan sonra, Soğuk Savaş dönemine ilişkin ABD ve SSCB arasındaki konuya ilişkin çalışmalarda saldırı ile savunmaya yönelik çalışmalar arasında, işin saldırı yönüne dair nicel bir avantaj olduğunu ifade etmiştir.

Bugüne kadar biyolojik silahlar, yetkin taraflarca dahi etkilerinin tam olarak kontrol edilememesi, sınırlandırılma güçlüğü gibi sebeplerin de etkisiyle yasaklanmıştır. Fakat günümüzde genetik teknolojisinde yaşanan gelişmelerin de ışığında bu durum, bu noktada kötü niyeti olan taraflarca kolaylıkla ekarte edilebilir duruma gelmiştir. Literatürde “sınır ötesi sorunlara sınır ötesi çözümler “ üretilmesini öngören işbirliği teorileri bir tarafa dursun, konjonktürle bağdaştırıldığında, var olan karşılıklı güvensizlik, transparanlık ve etkin bilgi paylaşımı noktasındaki aksaklıkların da etkisiyle artarak, aksi söylentilerin siyasi arenada provokatif manada kullanılabilmesine imkan tanımaktadır. Bu noktada uluslararası kurum ve kuruluşların faaliyetlerine destek vermek hayati önemi haizdir.

İlknur ÖZTEMEL

Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi – SASAM


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum