İÇ / Prof. Dr. Öcal Oğuz

İÇ / Prof. Dr. Öcal Oğuz
10 Şubat 2020 - 23:51

İÇ

Sözlükler, bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan şey, oyuk, kabuğun sardığı yer veya akıl, gönül, yürek, öz, irade gibi insanın manevi varlığı diye tanımlıyor.

Ama unutmamak gerekir ki “iç” aynı zamanda aile, ocak, ev, yuva, vatandır ve çok doğurgandır. “Vatan için” sözündeki “için” de, sebep arayan "niçin" de, hapishane anlamındaki “içeri” de, kitaptaki “içindekiler” de, duygulanmanın veya taneye durmanın fiili “içlenmek” de ondan türemiştir. Yani dışı ve dışarısı olan her şeyin “içidir” o. Dede Korkut'taki "Dış Oğuz"un "İç Oğuz"u gibi...

Halkın tercihi “iç” yönünde olsa da öteden beri şehirli literatürde Arapça “dâhil” ile Farsça “derun” da eş anlamlı veya nüanslı olarak dilimizde yüzyıllardır “içli dışlı olmuş”, Türkçe özgüveni ve üslubuyla üçünü de adeta “avucunun içine almış”.

Bin yılların süzgecinden geçerek günümüze gelen ve Dedem Korkut’ça söylenmiş olan “hırsız içeriden olunca kapı kilit tutmaz” sözündeki “içeri” ile Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde kullandığı “…memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar..." ifadesindeki “dâhil” kelimelerindeki anlam aynıdır ve halk dilinde “kaleyi içeriden fethetmek” deyimine dönüşür.

Türk kadın şairleri arasında müstesna bir yeri olan Leyla Hanım’ın muhtemelen “acısını içine gömen” bir “iç çekişle” söylemiş olduğu “zalim beni söyletme derûnumda neler var” mısraı, şiirin bütün kıtaları bir yana insanın “içini sızlatan” bir mısra-ı bercestedir.

İç, insanın gönlü, ruhu ve manevi dünyası olduğu için yerine göre Türkçesi, Arapçası veya Farsçası kullanılmış olsa da, hayatımızda o kadar büyük bir yere sahiptir ki, onunla yapılan deyimler bir araya getirilse neredeyse “içinde iç geçen” deyimler sözlüğü oluşur.

Mesela birine verilen değerin, duyulan hayranlığın veya sevginin “iç” ile yapılan o kadar çok deyimi vardır ki… “Ağzının içine bakmak”, “gözünün içine bakmak”, “içine sokası gelmek”, “canımın içi”, “içi ısınmak” gibi. “Bir fındığın içini yâr senden ayrı yemem” diyen Karadeniz türküsü bu “içtenlik” ile söylenmiş olmalıdır.

Yokluk, olumsuzluk veya hayal kırıklığı içinde “iç geçirmek”, ansızın uyku bastırıp dalıvermek anlamındaki “içi geçmek”, anmak, hatırlamak demek için başvurulan “içinden geçirmek”, kâh karmaşayı, kâh uyumu vurgulamak için kullanılan “iç içe geçmek” aynı isim ve fiilin farklı evlatlarıdır.

İçten, içeriden söz açıp da Yunus Emre'nin "bir ben vardır bende benden içeri" mükemmelliğine ulaştığı "içeri" redifli şiirini unutan, "yer yarılsaydı da içine girseydim" dese yeridir.

Hamiyet Yüceses’in taş plaktan yankılanan ve “iç gıdıklayan” sesinde “her mevsim içimden gelir geçersin/ey vefasız yolcu kalbim viran edersin” sözlerinde insanının “içine çöken” hüzün, “içe atılıp” susulacak gibi değildir.

Nil Burak’ın seslendirdiği şarkıda “içimden geçeni sana anlatabilsem/kalbimin sesini bir dinletebilsem” diye “iç çeken” ve karamsarlık içinde kendi “içine çekilerek” “iç huzuru” arayan sevdalının hâline elbette merhamet duygusunu kaybetmeyen herkesin “içi burkulur”.

Bir dönemin meşhur şarkılarından biri “gülünce gözlerinin içi gülüyor/kendimi senden alamıyorum/içime dert oldu mahzun bakışın/seni düşünmeden duramıyorum” mısralarıyla dinleyeni huzurla hüzün arasında “içsel” bir yolculuğa çıkarırdı.

Nesrin Sipahi’nin “içli” sesiyle yankılanan “için için yanıyor, yanıyor bu gönlüm/onu niçin anıyor, anıyor bu gönlüm” şarkısı, insanın “içine kurt düşüren” bir yalancı sevgilinin vefasızlığını belki de “içi kan ağlayarak” ifşa ediyordu.

Anadolu insanı “içi içine sığmayan” coşkusunu veya “içini hoplatan” sevgisini “içi titreyerek”, “kurban olurum”, “gadanı alırım”, “canımı veririm” diye anlatır. “Canımın ta içisin sen/nasıl severim bir bilsen” şarkısında ifade edilemeyen duygu da acaba böyle midir? İnsanın “gözünün içine baka baka” yalan söylenen “iç daraltan” ve “iç karartan” bir dünyada bu şarkıdaki sevgiye belki de “hiç yoktan iyidir” deyip razı olmak gerekir.

Namık Kemal’in “hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma/yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten” dediği meşhur beyti, halk arasında en azından “insanın “içini rahatlatan” “küheylan at, çul içinde de bellidir” atasözünde karşılık bulur.

Atalar, bir yandan “sarımsak içli dışlı, soğan yalnız başlı” veya “baş yarılır börk içinde, kol kırılır kürk içinde” sözleriyle topluluk uyumunu ve ahengini vurgularken öte yandan Dede Korkut dilinden “ güveyi oğul olmaz” diyerek “içini döker”. “İç güveyisinden hâllice” deyimi veya “iç güveysi, iç ağrısı” atasözüyle de “içine düşen ateşi” söndürmeye çalışır.

Evlenme modelleri olan “endogami” ve “egzogami”, kültür çalışmalarının önemli konularından biridir. Türklerin büyük bölümü yedi göbek sayarak “dış evlilik” yapsa da, komşu kültürlerle etkileşime girenler arasında “iç parçalayan” sakat doğumların nedenlerinden biri olan “emmi oğlu-emmi kızı” türkülerinin söylendiği “iç evlilikler” az değildir.

Hikâye bu ya vakti zamanında kahve önünden oturan gençlerden biri oradan “çarşafı içinde” salınarak geçen kadını görünce derin bir “ah” çekmiş. Kadının kocası bu duruma tanık olmuş ve meşhur “dışı seni yakar, içi beni” sözünü söylemiş. Sadece karı koca konusu değil, dışarıdan imrenilen kim bilir ne kadar çok “dışı kalaylı, içi alaylı” birliktelik, ilişki veya arkadaşlık, insana “ağacın kurdu içinde olur” atasözünü söyletir.

Dışı olanın içi olur diye söze başlayıp “içli köfte” ile dolma ve sarmadan söz etmemek, Türk yemek kültürüne haksızlık olur. Belki en uç örnekleri kabak çiçeği veya hatmi çiçeği olan yüzlerce dolma, evelik veya dut yaprağı dâhil onlarca sarma çeşidinin damaktaki tadı maharetli ellerde hazırlanan “iç” sayesindedir. Tören yemeklerinin “insan içine çıkanları” da bunlardır.

Eskiden uzun kış geceleri masalsız olmazdı. Önceleri tandır veya ocak başında sonraları soba başında dedeler-nineler, “evvel zaman içinde kalbur saman içinde” diye söze başlarlar, kâh bir cevizin kâh bir kabağın “içinde” yaşanan serüvenleri saatlerce anlatırlardı.

Halk inanışına göre bütün kötülükler, uğursuzluklar ve onların kötü ruhları kış boyunca evlerde gizlenirdi. Bahar temizliği, tütsüleme, alazlama, ateşten atlama gibi pek çok uygulama bunun için yapılırdı. “Mart içeri, pire dışarı” sözü, bu niyetle yapılan bahar temizliğini ifade ederdi.

Verimli topraklarını ekemeyenler, tatlı sularını boş boş denize akıtıp kuraklık çekenler, geniş otlaklarında koyun kuzu besleyemeyenler, “varlık içinde yokluk” çekerken, insan “avuç içi kadar” topraklarıyla dünyayı besleyenlere kâh imreniyor “içi gidiyor”, kâh kıskanıyor “içi içini yiyor”.

İç, insanın bilinmez yanıdır, her zaman “içi dışı bir” insan bulmak zordur. Bunun doğurduğu hayal kırıklıkları “hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde” veya “doğruluk minarede kalmış, onun da içi eğri” atasözlerine yansır.Tuhaflığın hayal kırıklığına dönüştüğünü anlatan “dışarıdan baktım bir yeşil türbe, içeri girdim estağfirullah tövbe” atasözü “işin içinde bir iş” olduğunu gösterir.

Hâsılı kelam, “iç” için söylenebilecek “içe dokunur” bir son söz belki de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “ne içindeyim zamanın/ne de büsbütün dışında/yekpare, geniş bir anın/parçalanmaz akışında” diye başlayan ve “içim muradına ermiş/abasız, postsuz bir derviş” diye devam eden ve insanın “içine su serpen” mısralarıdır. Yoksa bu dünyada "işin içinden çıkmak” o kadar kolay değildir.

Prof. Dr. Öcal Oğuz

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum