Hangi yılın İstanbul'u

Doğan Hızlan, yazdı: Tarih bilginize güncellik katacak, gerçek “eski İstanbul yaşamı”na dair çok şey söyleyen bir kitap Burhan Felek’in Eski İstanbul Hikâyele

Hangi yılın İstanbul'u
20 Mart 2015 - 10:32 - Güncelleme: 20 Mart 2015 - 10:38

İstanbul üzerine yazılmış bir kitabı elime alır almaz, en merak ettiğim şey sözünü ettiği tarihtir.

Hele bu günlükler, gezi notları, anılar toplamı ise yazıldıkları tarih daha da önemli olur. Çünkü bütün yazılanlar, o günü yansıtır, üstelik yazarın öznel notlarıdır. Bu kitaplardan o yılların yaşama biçimini en yalın haliyle öğrenmek mümkündür. Şahsen yazarın ne iş yaptığını, sosyal statüsünü de öğrenmek  isterim. Çünkü bu unsur kaleme alınan metnin içeriğini, niteliğini, bakış açısını, kapsam alanını belirler. Haricen, o yazarı yaratır, o yazar da bu karışık ve karmaşık kenti yazar.

Hele ki yazılarını okuduğum yazarı tanıyorsam, onunla ilgili notlarımın gölgesi de satırlara düşer.

Burhan Felek’in Eski İstanbul Hikâyeleri’ni yazmadan önce bir anıyla söze girmeliyim…

Cumhuriyet gazetesinde çalıştığım dönemde, Burhan Felek de gazetenin okunan, yazdıklarına önem verilen bir yazarıydı. Şık giyinen, İstanbulluluğu temsil eden, nükteleriyle inceden inceye herkesi sarakaya alan biriydi.

Yazılarını dolmakalemle üçüncü hamur kâğıda yazardı. Sonra dizilirdi.

Darbe döneminde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığını üstlenmişti. O dönem gazetecilerle darbeciler arasındaki sertliği yumuşattığı, kimi gerilimli hadiselere müdahale ettiği söylenirdi.

Eski İstanbul Hikâyeleri’ndeki yazılar, 1943-1945 yılları arasında gazetede yer alan fıkra türündeki yazılardan seçilmiş.

Yıllar önce yazılmış, tükeneli uzun zaman olmuş kitabın ilk baskısının önsözünde yazarın notları, okuru seçmelerin özelliği konusunda aydınlanmasını sağlayacak bir anlam içeriyor:

“1943-45 seneleri...”  diye başlıyor II. Cihan Harbi’nin Türkiyesi’nde yazıldıklarını belirtiyor.

O günlerden bir not: “Türkiye’de karartma var. Türkiye’de tehditler var. Türkiye’de ekmekten başka unlu madde yapılması yasak. Yani pasta, çörek, börek, baklava yapmak yasak. Börekçiler dükkânlarını kapadılar.”

Önsözü şöyle noktalıyor: “Bence hikâyelerin ve bu derlemenin belki de tek kıymeti budur. Bunları her yaştan ve her dereceden kimseler yadırgamadan rahatça okur ve anlarlar. Ve hiçbir şey öğrenmeseler bile asıl batı Türkçesini ve İstanbul şivesini okumuş, ona alışmış olurlar.”

Yalın bir gazetecilik üslubu ile, hafif mizah katarak yapılmış eleştiriler. Bugünkü üslubu, bölünmeyi, eleştiri ile hakareti karıştıran yazıları gördükçe bir dönemin yazı inceliğini özlememek mümkün mü?

Yazılarda bir sorunun yanıtını bulabilirsiniz.

O zaman halk nasıl yaşardı, tabii halk sözcüğünün o gün taşıdığı ve yüklendiği anlamı da bilmeniz gerekiyor.

Toplu taşımalarda şahit olduğu konuşmalar ve bunları bize aktarış biçimi, hem o dönemin gündelik hayatından canlı aktarımlar olduğu gibi, hem de dönemin yaşantısını tüm haliyle aktarmaya en güzel örnek. Tramvayda veya otobüslerde cereyan eden kimi tartışmalar hiçbir zaman büyük kavgalara, vuruşmalara, küfürleşmelere dönmüyor…

Diğer taraftan da, “otobüs mü, otobos mu” gibi dönem insanlarının aklını kurcalayan dil tartışmalarını da aktarıyor…

Kiracıların çektiklerini de anlatıyor, ayakkabı boyacısını da… Örneğin, müşterisinin kimliğini ayakkabıdan çıkaran ayakkabı boyacıları varmış…

Yazının sonunda bakın ne diyor: “-Gazeteciyim.

 -Desenize. Siz de bizim gibi... Biz, kundura boyacılığı yaparız, siz göz boyacılığı.”

Sayfiye Arayanlar başlıklı yazı, belli bir ekonomik düzeyde olan herkesin başından geçmiştir, hatta yaşamışlardır.

Sayfiyeye gidenlerin en çok şikâyet ettikleri meseleler nelerdi bilir misiniz?

Çat kapı gelen ziyaretçiler! Üstelik o zaman evler geniş olduğundan bir de kalmaya gelirler ve dinlenmeye, kafa dinlemeye gittiğiniz sayfiye birden kalabalık bir toplanmaya dönüverir. Mizah öykülerine geçmiştir, sayfiyeye gidenler dinleneceklerine yorularak dönerler. Yazıda Suadiye ve Bostancı’nın sayfiye olduğu dönemleri okuyunca sadece bugünü görenler, bilenler şaşıracaklar.

Sarhoş masalarına ben de mesafeliyimdir; sermest olanları severim ancak bedmest olanlardan nefret ederim.

Çilingir Sofrasında yazısı, değişmeyen, “öpeyim abicim” hallerinin keskin eleştirisidir.

Birçok yazısının konusu, İstanbul adabına dairdir, toplu taşımalarda veya başka yerlerde ayakta kalanlara yer vermekten, konuşmaya kadar uzayan geniş bir listeyle “terbiye” meselesinin altını çiziyor, ritüeller toplamı İstanbul yaşamının önemine değiniyor.

Çalgılı Bahçelerin Sefası, eskinin eğlence yerleri konusundabizi eğlendirecek bilgiler toplamı bir yazı.

Tarih bilginize güncellik katacak, gerçek “eski İstanbul yaşamı”na dair çok şey söyleyen bir kitap.

(Eski İstanbul Hikâyeleri, Burhan Felek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları)

1830’ların İstanbul’u
İstanbul’u tüm yönleriyle, tarihsel süreç içerisinde geçirdiği değişimlerle birlikte öğrenmek istiyorsanız, yüzyıllar önce yazılmış kitaplara mutlaka başvurmak zorundasınız.

Çünkü ne kadar değişse, ne kadar yozlaşsa da geçmişin izini tamamen silmek mümkün değildir.

İmparatorluklar Şehri - İstanbul 1830, bu bağlamda okunacak kitaplar arasında sayılmalıdır.

Dr. Erkan Serçe, çevirinin başında kitap ve yazarları hakkında bilgi veriyor. Tarihçi J.F. Michaud ve J.J.F. Poujoluat, iki ay İstanbul’da kalmış ve o günlerin gözlemlerini kitaplaştırmışlardır. İkilinin eksen mahalleri Pera’dır.

O yılların İstanbul’unun nerelerini anlatıyor kitap?

Pera, Üsküdar, Tarabya, Büyükdere, Sultanahmet, Dev Dağı, Hünkâr Çayırı ve Hisarlar...

Pazarlarda neler var?

İstanbul’daki Farklı Milletler yazısının ilk paragrafı, çeşitlilik tanımı açısından önemli:

“İzmir’de dört halkın bir araya gelip birbirine karışması nasıl en çarpıcı şeylerin başında geliyorsa, burada, başkentte bu olay çok daha çarpıcı ve renkli.”

İstanbul halkının kozmopolit yapısını incelerken, onların tarih içindeki durumlarını saptamaya çalışıyor.

Rumların, Ermenilerin toplumdaki durumlarını, ticaretle ilişkilerini, nasıllarını düşünüp düşünmedikleri inceleniyor.

İki toplumun başka başka yerlerde oturmalarına karşılık, Yahudilerin en çok iki yerde, Karaköy ve Balat’ta yoğunlaştıklarını ortaya koyuyorlar. Aynı şekilde o dönemde, Yahudilerle Rumların birbirlerini sevmediklerine de değiniyor.

Yeniçerilerin Son Günü, bilinen bilgileri tekrarlamaktan öteye geçmese de psikolojik yorumlarıyla fark yaratıyor.

İstanbul Hapishaneleri, o yılların zindancılarıyla yapılan konuşmayla bize aktarılıyor.

Bakın zindancı ne diyor; “Kaderlerinden şikayetçi olabilirler ama bizim muamelemizden şikâyetçi değiller.”

İstanbul Kütüphaneleri, bir yabancının Türkçe kitapların yanı sıra yabancı yayınların eksikliğinden söz etmesi dikkati çekiyor. Elbette dönem üzerinden bakmak gerek, ancak kütüphanesizliğin bugün bile devam ediyor olmazı trajik değil de nedir! Diğer bir durum da, kütüphanelere caminin içinden geçildiğinden bunun Hıristiyanlar için bir zorluk olduğunu belirtiyor!

İnsanıyla, siyasetiyle, kültürüyle ilgi çekici bir İstanbul notları toplamı.
(İmparatorluklar Şehri - İstanbul 1830, J.F. Michaud - J.J.J. Poujoulat, Say Yayınları)radikal kitap


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum