F.Gürbüz YILMAZ:ÇOCUK EDEBİYATININ ÖNCÜSÜ MEHMET ŞEMSEDDİN

Çocuk Edebiyatı denilince aklımıza ilk gelen isimdir M.Şemseddin. Çünkü çocuk edebiyatı onunla başlamıştır.

 F.Gürbüz YILMAZ:ÇOCUK EDEBİYATININ ÖNCÜSÜ MEHMET ŞEMSEDDİN
04 Mart 2014 - 12:28

 ÇOCUK EDEBİYATININ ÖNCÜSÜ MEHMET ŞEMSEDDİN

                                                                          F.Gürbüz YILMAZ

        Çocuk Edebiyatı denilince aklımıza ilk gelen isimdir M.Şemseddin. Çünkü çocuk edebiyatı onunla başlamıştır. Kendisi,1849 yılında İstanbul- Fatih’te dünyaya gelmiştir. Babası, deniz subaylarından, “İngiliz” lakabıyla tanınan Kaymakam Yusuf Beydir. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenime ara vermiş, yabancı dil öğrenmiş, kendi kendini yetiştirmiştir. Genç yaşta gazeteciliğe heveslenmiştir. Bir süre sonra  gazetelere yazmaya başlamıştır.

     Büyüklerden çok çocukların gazeteye ihtiyacı olduğunu savunmuş, 10 Ekim,1876 yılında, “Arkadaş” adlı ilk çocuk gazetesini  çıkarmıştır.Bu yıllarda, batının etkisiyle gazetecilikte bir kıpırdanma oluyordu. Bu arada çocuklar için de gazete neşredilmesi denenmiş, fakat ömrü kısa sürmüştü.O dönemin yazarlarına göre çocuklar için gazete neşretmek gereksizdir fikri hakimdi.

          Mehmed Şmseddin bu fikri tenkit eder ve çocuklar için gazeteye ihtiyaç olduğunu derginin ilk sayısında şu cümlelerle açıklar:

          “Ben ispat ederim ki, çocuklar için dahi gazete lazımdır. Bakınız nasıl ispat ederim: Çocuklar insanların küçüğüdür. İnsanlar yemekte, içmekte, giyinmekte, kuşanmakta her neye muhtaçsalar, çocuklar dahi onlara muhtaçtırlar. Ama küçük mikyasta muhtaçmışlar bunun zararı yoktur. Herhalde muhtaçtırlar ya bize burası lazımdır.”

          Böylece M.Şmseddin, çocuk basınının ve edebiyatının öncülüğünü yapmıştır.13. sayıya kadar çıkan gazete önüne gelen engelleri aşamadığı için yayınına  devam edememiştir. Bugün sıkça kullandığımız “En iyi arkadaş kitaptır,” sloganı M.Şemseddin’e aittir. M.Şemseddin, gazetenin adını niçin “Arkadaş” koyduğunu şöyle izah etmektedir:“Size anlatacağım şeyleri daima böyle lakırdı eder gibi söyliyeceğim. Ta ki okuduğunuzu kendi kendinize anlayabilesiniz. Yazacağım şeylerse asla can sıkmaz. Sizi hem eğlendirir, hem de size fayda verir. Bu sebepten dolayı gazetenin ismini “Arkadaş” koydum.”

        M.Şemseddin, daha sonra “Anahtar” adlı dergi ile çocuklara hizmet vermeye devam eder ve derginin önsözünde şöyle yazar: “Elimden geldiği kadar hizmetten geri durmamaya azmettim.”  Bir süre sonra bu derginin yayınına bilinmeyen sebepten dolayı ara verilir.Yani dergi kapatılır.  Yazar, üç-beş yıl sonra “Çocuklara arkadaş” adlı yeni bir  dergi daha çıkarır.

          M.Şemseddin, çocuklar için çıkardığı gazete ve mecmuaları neşretmekteki maksadını şöyle açıklamaktadır: “Etfal-i vatanı okuyup yazmaya tertib ve teşvik etmek; bilgi ve görgülerini artırır bir yolda güzel güzel makaleler ve hikayeler yazmaktır.”

         Çocukları okuma-yazmaya teşvikle iş bitmiyordu. Daha fazlası lazımdı. Okuma-yazmayı nerede,nasıl ve hangi metodla öğreneceklerdi. Bilinen metotları uygulamak tahsil hayatını uzatabilirdi, osmanlıcayı daha kısa yoldan öğretecek bir kitap lazımdı. Bunun için kitapçı olan dostu  Arakel Efendi’nin yardımıyla Anahtar dergisinde değişiklikler yaparak yeni adı : “Çocuklara Kılavuz” olan “Elifba”kitabını çıkardı.

          Mehmet Şemseddin, bazı devlet memurluklarında da bulunmuştur. Vefat ettiğinde Karantina Başkatipliğinde görevliydi. Üsküdarda vefat etmiştir. Kabri, Karacaahmet Mezarlığında “Miskinler Tekkesi” karşısındadır. Babasının yanında yatmaktadır.

          Yayın hayatına gazetecilikle başlamış, basılmış veya basılacak olan çok sayıda eser vermiştir. Yirmi kadar basılacak eseri olduğu biliniyor. Bazı eserleri birkaç defa basıldığı halde, mevcut nüshaları pek azdır. Hele çocuklar için yazdığı eserlerin kütüphanelerde bulunmayışı dikkat çeken bir husustur. Mesela, “Elifba” kitabı 12 defa basılmış, elimizde sadece 12. nüsha bulunmaktadır.Bu yüzden ilk baskının basım tarihi bilinmemektedir.

          Tanzimat sonrası milli eğitim programlarında gördüğü eksiklik üzerine çocukların eğitim ve öğrenimine önem verilmesi gerektiğine inanmış ve bu istikamette çalışmalarını sürdürmüştür. Ona göre, Milli Eğitim, Türk Dilini kontrol altına alarak yabancı dillerin istilasından kurtarmak için tedbir almalıydı. Bu tedbir alınıncaya kadar kendisi elinden gelen gayreti göstereceğini söylemektedir. Bu konuda herkesin az çok elinden gelen gayreti göstermesi gerektiğini de ifade etmektedir. Hatta bir “Dil Akademisi” kurulması gerektiğini savunur. Bu akademinin  Dilbilgisi kitapları yayınlaması gerektiğini söyler. Arapça-Farsça lügatlerin de bu çerçevede kontrol altına alınması gerektiğini ifade eder. Böylece bugünkü TDK’nun kuruluş fikri doğmuş olur.

         Ekim 1876 ‘da çıkan Arkadaş Gazetesi evvelce belirttiğimiz gibi ilk çocuk gazetesidir. Bu dönemde, Batının etkisiyle gazetecilikte bir canlanma görülmüş, bu arada çocuklar için de bir gazete çıkartılması denenmiştir. İlavelerle geçiştirilen bu denemelerden sonra, devrin muharrirlerince: “Çocuklar için gazete çıkarmak gereksizdir” düşüncesi ile vazgeçilmiştir. Zaten bu denemeler de bazı gazetelerin son sayfalarında, Lafonten, Ezop gibi batı kaynaklarından tercümeler veya  nasreddin hoca hikayeleri yer alır. Oysa Mehmed Şemseddin, büyüklerin ihtiyacı olan her şeye çocukların da muhtaç olduğunu her zaman savunmuştur. Bu sebeple çocuklar için özel gazete ve dergiler neşretmiştir.

           M.Şemşeddin’in çocuklara sunduğu masallar, hikaye ve fabllar, telif değildir.  Pek çoğu Doğu-Batı klasiklerinden alınmış,bazı ilaveler ve yorumlar  eklenerek bizim çocuklarımıza sunulmuştur.Bunlar, La Fonten, Ezop, Anderson, Beydaba ve Mesnevi’den seçme masal ve hikayelerdir. Bu ürünleri çocuklara uyarlarken milli ve dini duygular aşılamayı da ihmal etmemiştir  M.Şemseddin. İyilik ve merhamet duygularını aşılayan ürünlerde değişiklikler yapmıştır.  Kurtla Kuzu masalında olduğu gibi. Bu masalda kurt kuzuyu yakalayıp yemeye çalışırken M.Şemseddin araya bir köpek bulup getirir ve köpek kurdu yakalar, parçalarken kuzu da kaçıp kurtulur.  Bir başka masalda yılan kurbağayı yutar, biri gelir bir şekilde yılanın karnından kurbağayı çıkartır, kurbağa zıplaya zıplaya kaçar, yılan öldürülür. Mesnevi’den aldığı dini motiflerle doğruluğu, dürüstlüğü aşılar çocuklara. Beydaba başka bir şekle bürünür onun kaleminde. Fillerin kindar ve intikamı ağır olan tarafını Terzi ile Fil masalında ortaya koymuştur. Yazar daima iyi ile kötüyü, zayıf ile kuvvetliyi yan yana getirmiştir.   

              Çocuklara Cuma Günü Mektebi adlı kitabını, (1881) Hıristiyanların “Pazar Okulları”ndan etkilenerek çıkarmıştır. Bu eser,4 cilttir.İlk iki cildi, İslâmiyete, terbiye ve nasihate dairdir. İlme, fenne ve islâma dair bilinmesi gereken bilgilerin tamamı bu 4 ciltte toplanmıştır.

              Çocuklara Gece  Eğlencesi  adlı eserini ise, çocukların aile fertlerinden masal, hikaye ve bilmeceler dinlemekten hoşlandıkları için yazmıştır.

              Çocuklara hizmet için yılmadan çalışır. Çocuklara Talim, (1887), Arkadaş ve Mektep’den sonra 3. gazetedir. Çocukların kültür seviyesini yükseltmek gayesi ile bu gazeteyi çıkardığını söylemektedir.

               M.Şemseddin, çocuklar için yayınladığ eserleri, Ezop,La Fonten, Andersen, Beydaba ve Mesnevi’den seçtiğini söylemiştik. Buları şöyle sıralayabiliriz: 1-Çocuklar arasında geçen hikayeler, 2-Çocukla büyükler arasında geçen hikayeler. 3- Hayvanlar arasında geçen hikayeler. 4- Hayvanla insanlar arasında geçen hikayeler. Bunlardan başka M.Şemseddin, çocuklar için tiyatro da yazmıştır. Bunlar ayrı çalışmayı  gerektiren ürünlerdir. Bunların üzerinde ileride durmak istiyorum.

               Şimdi yazarın hikayelerinden bazılarını, özüne dokunmadan küçük değişiklikler yaparak kendi cümleleri ile vermeye çalışalım.

               

                                   SERÇE İLE ŞAHİN    

                                  

       Bir ağacın dalında küçük serçe yuva yapmıştı. Yuvasında üç tane yavrusu vardı. Yavrular büyüdü. Bir gün anneleri onlara:

       -Sizler artık büyüdünüz. Kendi yiyeceğinizi kendiniz bulabilir, beslenebilirsiniz, dedi. Yalnız unutmayın ki büyük kuşlar bizim düşmanımızdır. Onlardan sakınınız, diye nasihatte bulundu.

        Yavruların her biri ayrı yerler uçtular. Anneleri de onlardan ayrılıp daha uzak yerlere yiyecek eremeye gitti.

         Küçük serçelerden biri bir ağacın dalında oturmuş:

         -Oh! Dünya ne güzelmiş, etraf yeşilliklerle dolu. Yuvada iken bütün bu güzellikleri seyretmekten mahrumdum, diye düşündü. Birden tepesindeki dala bir şahin konmuş küçük serçeyi kapmak üzereyken serçe ona:

         -Sen çok büyük bir kuşsun. Ben ise minicik bir serçeyim. Beni yemekten ne gibi bir karın olabilir? Kendine daha büyük bir kuş arasan iyi olur, dedi. Şahin cevap verdi:

         Ben deli miyim ki, elime geçen kısmeti büyük değil diye bırakayım. Büyük kuş aramaktansa birkaç küçük kuş bulur karnımı onlarla doyururum, dedi. Bu sırada birkaç tane karatavuk geldi, yandaki dallardan birine kondu. Şahin hemen onlardan birinin üzerine atıldı, kaptı kaçtı. Küçük serçe kurtuldu.

          Küçük serçe, annesinin nasihatlerini hatırladı. Bir daha yüksek dallara konmamaya karar verdi.

 

        ----------------------------------------------------------------------------------

 

 

                                           HÜNSA   

 

         Çok eskiden yoksul bir adam varmış. Geçimini temin etmek için balık tutar, kuş avlar onları satarmış. Bir gün kuş avlamaya çıkmış.Tuzağını kurmuş, kendisi de bir köşeye gizlenmiş bekliyormuş. Tuzağın yanına üç tane kuş konmuş. Bu sırada etraftan yüksek sesle konuşmalar duymuş. Kuşlar korkup kaçarlar korkusuyla gizlendiği yerden çıkıp konuşanlara yaklaşmış. Bakmış ki iki talebe ilimden bahsediyorlar. Yoksul adam onlara rica etmiş: “Biraz alçak sesle konuşun da kuşlar ürküp kaçmasınlar,” demiş. Talebeler: “Kuşların ikisini bize verirsen susar, hiç konuşmayız,” demişler. Adam söz vermiş. Kuşları yakalarsa ikisini onlara verecekmiş.

          Bir müddet sonra kuşlar tuzağa girmişler adam da ikisini onlara vermiş. Fakat dayanamayıp aralarında neler konuştuklarını sormuş: “Siz, benim kazandığımın üçte ikisini aldınız kârınız oldu. Bari aranızda konuştuğunuz bu önemli şeyin ne olduğunu bana da anlatınız da işime yararsa belki bir gün ben de kâr ederim” demiş. Talebeler gülerek: “Hünsa’nın özelliklerinden bahsediyorduk,” demişler. Adam sormuş: “Hünsa ne demektir? Talebeler: “Hünsa, ne erkek, ne dişi olan şeye denir,” cevabını vermişler.

        Yoksul adam “Hünsa” kelimesini ezberinde saklamış. Olacak ya, bir gün bir balık tutmuş. Bu şimdiye kadar tutmadığı, görmediği bir balıkmış.Kendi kendine, bu balığı zamanın padişahına hediye ederse mükafatlandırılacağını düşünmüş. Balığı aldığı gibi doğruca padişahın sarayına götürmüş. Padişah balığı görünce fakire bin altın hediye edilmesini emretmiş. Fakat padişahın nedimi, bu kadar çok altını bir balığa vermenin doğru olmadığını, az bir şeyle başlarından savabileceklerini söylemiş. Padişah bir an kabul etmek istemişse de: “Ben, bin altın söz verdim, sözümü geri alamam,” demiş.Bunun üzerine nedimi: “Efendim adama bu balığın dişi mi, yoksa erkek mi olduğunu sorarız. Adam dişi derse erkeğini, erkek derse, dişisini getirmesini söyler uzaklaştırırız,” demiş. Bunun üzerine padişah, fakiri çağırtıp sormuş. Adamın derhal öğrendiği kelime aklına gelmiş: “Bu balık hünsadır, demiş Padişah bu cevaptan çok memnun olmuş ve  fakire tam ikibin altın hediye edilmesini emretmiş.

          Bu kadar çok parayı rüyasında bile göremiyeceğini düşünen fakir, ömür boyu mutlu bir hayat yaşamış.

 

          Son vermeden önce, Mehmed Şemseddin’in çok sevdiğim hikayelerinden ikisini  ilave etmek istiyorum.

 

         MUTLU TAMİRCİ

 

          Bir kundura tamircisi, günde bir-iki ayakkabı tamir ederek günlük ihtiyacını karşıladıktan sonra, şarkı, türkü söyliyerek vaktini geçirirmiş.

          Bunu bir de zengin komşusu varmış. Zengin olduğu kadar da huzursuzmuş. Her gün üzüntülü, kederli evine döner, bir lokma ekmeği bile rahat yiyemezmiş. Komşusu olan kundura tamircisinin her gün neşeli işine gidip gelmesine ve şarkı türkü söyliyerek hayat sürdürmesine bir türlü akıl erdiremiyormuş.

          Bir gün kundura tamircisini ziyaret edip sormuş: “Anlat bakalım nasıl oluyor da bu kadar neşeli olabiliyorsun? Bunun sırrı nedir? Yıllık kazancın ne kadardır?  Tamirci cevap vermiş: “Bir yılda, bir ayda, bir haftada ne kadar kazandığımı hesaplamak için kafamı yormam. Günlük ekmek paramı kazandım mı evime gider, çoluk çocuğumla yer,içer, türkü söylerim,” demiş. Zengin, tamircinin söylediklerinden çok hoşlanmış: “Al şu paraları, ye, iç, daha fazla türkü söyle” diyerek tamirciye bin altın vermiş.

          Tamirci, bu kadar çok parayı ömründe görmediği için, büyük bir hazineye sahip olduğunu zannetmiş. Paraları daha çok arttırmak düşüncesiyle onları bir yere gömmüş. Bundan sonra gece-gündüz dememiş, çalışmış. Ne türkü söyleyebilmiş, ne de neşesi kalmış.

           Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Üzüntüsünün gittikçe arttığını  fark etmiş, bu duruma daha fazla tahammül edemiyeceğini anlamış. Paraları gömdüğü yerden alarak doğruca zenginin evine gitmiş:   Al şu bin altınını, ver benim türkümü, neşemi,”demiş. Paraları, zenginin önüne bırakmış. Zengin sormuş: “Hayrola! Ne oldu,” demiş. Adam cevap vermiş: “Ne olacak. Paraları sanki bana düşmanlık için vermişsin. Ne yapsam da şu paraları daha çoğaltsam, diye  uykum, neşem, huzurum kaçtı. Bu bana göre değil, sağlıklı ve rahat yaşamak için çalışmalı. Kazandığını da faydalı olan işlerde kullanmalı. Ben yine eskisi gibi ekmek paramı kazanayım, bana yeter. Fazlasını istemem,” diyerek oradan uzaklaşmış. Zenginin de aklı başına gelmiş. O da sağlığına zarar verecek kadar çalışmayı bırakıp, daha akıllı düşünmeye başlamış.

 

                  KADI İLE ÇİFTÇİ

 

        Bir gün, çifçinin biri kadıya gelmiş:

        “Efendim sizi rahatsız edişimin bir sebebi vardır,” demiş. Kadı:

        -Buyurun anlatın, demiş. Çiftçi:

        -Efendim, bugün benim öküzlerden biri kaza sonucu sizin koyununuzu öldürdü. Koyununuzun bedeli ne ise öğrenmeye geldim, demiş. Kadı:

        -Aferin, sen iyi kalpli bir çiftçi imişsin. Dürüstlük her zaman dürüstlük getirir. Yani dürüst insan her zaman dürüst olmanın mükafatını görür. Şimdi sen koyunumun yerine bir koyun getirirsin, borcun ödenmiş olur. Çünkü şeriata göre kaybolan bir şeyin aynısını ödemek gerekir, demiş. Bunun üzerine çiftçi:

       -Pek ala efendim. Ben esasen bu işin şeraite göre ödenme şeklini öğrenmek istemiştim. Madem ki şeriat böyledir, doğrusunu söyliyeyim, benim öküzüm sizin koyununuzu öldürmedi, sizin öküzünüz benim koyunumu öldürdü. Emrediniz de koyunumun yerine bir koyun versinler, demiş. Kadı biraz düşünerek:

         -Sahiden benim öküz senin koyununu mu öldürdü? Eğer iş böyleyse fetvaya bakalım, ona göre bir şey söylerim, demiş. Çiftçi:

         -Tuhaf kadı efendi!   Adalet denilen şey böyle midir? Bir insan kendi hakkını nasıl tanırsa, başkalarının hakkını da öyle tanımalı değil midir? Şeriat de böyle emretmez mi? Sözleri ile kadının adil olmadığını yüzüne söylemiş.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum