F.Gürbüz YILMAZ:BİR ZAMANLAR

Şimdi Bodrum-Turgutreis’teyim. On yıl oldu bu beldeyi tanıyalı. Zaman içinde yerli halktan dinlediklerim bana hep hüzün vermiştir, o yıllarda burada olamadığım için.

 F.Gürbüz YILMAZ:BİR ZAMANLAR
04 Nisan 2014 - 16:06 - Güncelleme: 04 Nisan 2014 - 16:17

BİR ZAMANLAR

                                                                                                      F.Gürbüz YILMAZ

           Şimdi Bodrum-Turgutreis’teyim. On yıl oldu bu beldeyi tanıyalı. Zaman içinde yerli halktan  dinlediklerim bana  hep hüzün vermiştir, o yıllarda burada olamadığım için.

           Bu güzel beldenin en önemli özelliği, Kaptan-ı Derya Turgut Reis’in doğum yeri oluşudur.(Burada “Amiral Turgut Reis” adı verilen  tatil köyleri, okul ve iş yerleri pek sık görülür.) Diğer bir özelliği de iki denizin (Ege ve Ak Deniz) kesiştiği yer oluşu. Bir başka yanı da oksijen  yüksek oluşu. Bu özelliklerinden dolayı Turgut Reis, Bodrum’un en gözde beldelerinin başında yer alır.

           Yerli halkın ekserisi Turgut Reis’de bulunan, daha doğrusu Turgut Reis’i ziyaret eden ünlüleri tanır. Onlarla  birebir sohbetleri hal-hatır sormaktan ileri gitmez ama kim kiminle çok sık görülür,bunu bilirler.Merhum T.Feyzioğlu, merhum M.Çavuşoğlu, Selçuk Erez, Sadun Aksüt çoğu zaman sahildeki o üstü hasırla örtülü salaş kahvede, kırık-dökük tahta masalarla sandalyelerde oturur,sohbet ederler. Şimdi ne o salaş kahveler var Turgut Reis’de, ne Çavuşoğlu, ne de Feyzioğlu. Bu kahvenin haricinde  Çavuşoğlu’nun Karabağ’daki evinin bahçesinde, kuyunun başında, asma-çardağın altında  mangal sefası tatlı sohbetlerle devam eder. Yerli halk, onların ünvanlarını da bilmezler. Ancak içlerinde Hakk’ın rahmetine kavuşan olunca yayın organlarından öğrenirler ünvanlarını. Hayıflanırlar. Vay be!.. Demek o profesörmüş ha… Hiç belli etmiyordu… Hiç böbürlenmiyordu…

            Soytaş’da “Eren Dağı”nın bağrına  dev harflerle  yazılan“TURGUTREİS” yazısı her yıl tazelenir, kelimenin ortayerinde  “UT” harflerinin başına dikilen Türk Bayrağı, nazlı nazlı dalgalanır  İstanköy (Kos) Kalimnos, Leros adalarına bakarak. O vakit herkes bilir ki Turan Feyzioğlu buradadır. O yazı, her yıl yine tazeleniyor ama  nazlı nazlı dalgalanan ayyıldızlı bayrağımız  orada değil. Karabağ’da Çavuşoğlu’nun evi ve bahçedeki  kuyu yerinde ama onu gölgelendiren  asma-çardak öksüz kalmış.

             Bilgisayarın başına oturduğumda 9-13 Nisan 2001’de gerçekleştirilen  “Kayseri Yöresi Kültür,Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni,”  gerçekte bir “Türkoloji Kongresi” havasında olan  bu  kültür ziyafeti hakkında yazı yazmaya niyetli idim. Fakat evvela her yaz tatilini Turgut Reis’de geçiren, Kayseri’nin yetiştirdiği bu büyük devlet adamı ve  bilim adamını  rahmetle anmak istedim.  Kayseri’de bir üniversite kurulması ve bu üniversitenin kısa zamanda gelişmesi için büyük gayret sarfeden  merhum Prof.Dr.Turan Feyzioğlu, her vatan evladı için doğduğu yere hizmet götürmesi bakımından örnek insandır.

            Erciyes Üniversitesi bünyesinde gerçekleştirilen  bu kültür  ziyafetinin bir Milletlerarası  Türkoloji Kongresi adı altında gerçekleştirilmesini hasretle bekliyoruz.  Böyle bir etkinliğin  Kayseri için olduğu kadar ülkemiz için de yararlı olacağına  inanıyorum.  Kendi kültürüne yabancılaşan bir milletin mensupları, sonunda  çok önemli unsurları bile cüce bir zihniyetle izah etmeye çalışır.  Bugünkü “Aruz Vezni” tartışması bunun en belirgin örneğidir. Erciyes Üniversitesi Fen-Ed.Fakültesi bünyesinde, başta bölüm başkanı, sayın Prof.Dr.Ümit Tokatlı olmak üzere bu  etkinliği gerçekleştirecek öğretim üyeleri mevcuttur. Neden  özellikle Ümit Tokatlı diyorum.Çünkü Ümit Hoca, Arapça-Farsça’yı çok iyi bilir.Dolayısıyle “Osmanlıca” yı da çok iyi bilir. Erciyes Üniversitesi’nde böyle bir hocanın hizmet vermesinin  bir farklılık olduğunu düşünüyorum. 

          İstanbul Ünv.Fen Ed.Fakültesine bağlı Türkiyat Enstitüsü bünyesinde her yıl  “Milli Türkoloji  Kongresi” , üç yılda bir de Milletlerarası  Türkoloji Kongresi” düzenlenirdi. Bu kongrelerin sonuncusu, 1988 yılında milletlerarası  kongre olarak gerçekleştirildi. Bununla birlikte Türkiyat Enstitüsü lağvedildi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü adı altında rektörlüğe bağlandı ve kongreler de tarihe karıştı

          Anadolunun çeşitli üniversitelerinden  kongreye iştirak eden öğretim üyeleri, Milli Türkoloji Kongrelerinden vazgeçip, bunları Anadolu Üniversitelerine devretmeleri  için o zamanki Türkiyat Enstitüsü Müdürü, Merhum prof.Dr.Saadettin Buluç’a israr etmişlerdi.Elbette bu teklif kabul görmedi. Lakin bugün Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde bu tür faaliyetler gerçekleştiriliyor.  Öyle inanıyorum ki Erciyes Üniversitesi, özellikle de Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesinde, Milletlerarası Kongre tertipliyecektir. Ve yine inanıyorum ki, Erciyes Üniversitesi’nin başında,  öğretim üyesi ve öğrencileri ile bütünleşmiş, özellikle de Kayserililerle kaynaşmış değerli bilim adamı, örnek insan, Sayın Prof.Dr.A.Zeki Yılmaz  bulunduğu sürece bu dileğimiz gecikmiyecektir.                        

          Burada bir hatıramı nakletmek isterim, Yöneticisi olduğum  kütüphanede  odamda oturuyordum. Yanımda Varşova Ünivesitesinden bir araştırmacı, bir de bizim (İ.Ü.Ed.Fak.)Türkoloji Böl.ünden bir asistan vardı. Odamın kapısı vurulmadan aralandı. Yaşı kırkın üzerinde bir adam içeriye girmeden  eşikte durmuş öfkeli öfkeli söyleniyordu. Uzatmalı bir doktora talebesi olduğunu sonradan öğrendiğim  bu şahsın kullandığı cümleler aynen şöyle: “Peh!..Böyle şey olur mu?.. Haksızlık bu...Rubab-ı Şikeste imiş. Ne anlarım ben bundan.  Peh!.. Osmanlıca imiş. Ne işe yarıyor sanki.Osmanlıca zaten ölü dil. Bunu fakültelerde meraklıları  için okutsunlar... Bulgaristan’da öyle yapılıyor…Şurada üç-beş günüm kaldı. Ne zaman öğrenirim ben bunu? Vaktiyle öğrenmiştim,aradan yıllar geçti, unuttm gitti… ” Benim ağzımı açmama bile  fırsat kalmadan, Polonyalı araştırmacı Daryuş daha  büyük bir öfkeyle oturduğu masaya yumruğunu vurdu ve yüksek sesle haykırdı: “Hayır!.. bunu söyleyemezsiniz. Buna hakkınız yok. Bu milletin altıyüz küsur yıllık tarihi bu yazı ile yazılmıştır. Tarihi,sanatı-edebiyatı, kültürü, medeniyeti, ilmi-irfanı,dini-imanı; hasılı bir milletin sahip olabileceği  maddi-manevi bütün değerleri bu yazı ile ve bu dil ile gerçekleştirilmiştir. Hatta cumhuriyet kurulduktan sonra bile sekiz yıl  bu dil kullanılmış, büyük Atatürk, “Nutuk” adlı  çok önemli eserini bu dil ile, bu yazı ile yazmıştır.  Osmanlıcayı bilmiyen hiçbirşey  bilmiyor demektir. Siz Osmanlıca bilmiyorsanız, doktora  tezinizi savunmaya  da hakkınız yoktur!..”

            Bundan yirmi yıl kadar evvel  Polonyalı bir asistanın soydaşımız olan  bir doktora talebesine verdiği cevap hakikaten düşündürücüdür.    F.G. Nisan 2001

            

          (Not: Bu yazı yazıldığında ,sayın Prof.Dr. Ümit Tokatlı Türk Dili ve Ed. Bölüm Başkanı idi. Sanırım halen Ed.Fak. Dekanı.. Ve, bir gün Turgutreis’in bu günkü halini yazmak istiyorum. Bu konuda gelecek yazım: Turgutres’in bu günü, olacaktır.)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum